1.CİLD 297.MEKTÛB - kainatingunesi.com

 

İMÂM-I RABBÂNÎ AHMEDÎ FÂRÛKÎ SERHENDÎ

1.CİLD

297.MEKTÛB

 

Bu mektûb, mevlânâ Bedreddîn-i Serhendîye arabî olarak yazılmıştır. Hak teâlânın ihâtasını ve sereyânını açıklamaktadır:

Allahü teâlânın bu eşyayı ihâta etmesi, [yâni kuşatması] ve bunlara sereyân etmesi, [yâni içine yayılması] sözleri, toplu birşeyin, bunu meydana getiren parçaları, zerreleri ihâta etmesi ve onlara sereyân etmesi gibidir. Meselâ bir kelime, kendisinin bütün şekllerine, sereyân eder. Kelime, ism olunca, fi’l olunca ve harf olunca, bunların da parçaları olunca, geçmiş zamanı, gelecek zamanı, emr, yasak, masdar, ism-i fâil, ism-i mef’ûl, şartlı şartsız olunca, bir harf eklenince, iki harf eklenince, çeşidli manâlar veren harfler eklenince, bunlar gibi daha nice hâller alınca, bu kelime değişmiş olmaz. Daha doğrusu, bütün bu hâller, kelimenin içinde yerleşmiş bulunmaktadır. İnsan aklı, kelimenin bu çeşidli hâllerine başka başka manâlar verir. Hâlbuki dışarda var olan yalnız bu kelimedir. Bunun için hepsine bu kelime demek doğru olur. Lâkin her bir hâlin, kendine uygun özel bir ismi ve vazîfesi vardır. Bu ism ve vazîfe başka hâlde bulunmaz. Meselâ, zaman bildirirse, (Fi’l) olur. Zaman bildirmezse (İsm) denir. Birşeyi yalnız başına bildiremezse (Harf) denir. Geçmiş zamanı bildirince, (Mâdî) denir. Şimdiki ve gelecek zamanı bildirince, (Müdârî) denir. Dokuz sebebden ikisi birlikte bulunduğu zaman, (Gayri münsarif) denir. Bulunmazlarsa, (Münsarif) denir. Harf olunca, esre okutursa, (Cârre) denir. Üstün okutursa (Nâsıba) denir. Bunlardan birinin ismini başkası için söylemek ve birinin vazîfesini başkasına yaptırmak doğru bir iş olmaz. Dalâlet olur. Hepsi, bu bir kelime oldukları hâlde, müdârî yerine mâdî ve cârre yerine nâsıba denilemez.

Allahü teâlâ, herşeyi daha iyi bilir. Biz, şu kadar söyliyebiliriz ki, Allahü teâlânın varlığından inen mertebelerin herbirinin ismi ve vazîfeleri vardır. Bunlar, yalnız bu mertebe içindir. Varlığı lâzım olan zat ve hiçbirşeye muhtaç olmıyan zat, yalnız (Cem’) ve (Ulûhiyyet) mertebesidir. Var ve yok olabilen zat ve muhtaç olan zat, (Fark) ve (Mahlûk) mertebesidir. Birinci mertebe (Rübûbiyyet) ve (Hâlıkıyyet) mertebesidir. İkinci mertebe, (Ubûdiyyet) ve (Mahlûkıyyet) mertebesidir. Bu ikisinden birinin ismini, ötekine söylemek ve nasıl olduklarını karıştırmak zındıklık olur, küfür olur. Mülhidlerden ve zındıklardan birçoğuna ne kadar şaşılsa yeridir. Bunlar nasıl oluyor da ikisini birbirine karıştırıyorlar? Birinin nasıl olduğunu, öteki için söyliyorlar. Mahlûklara Vâcibin sıfatlarını yakıştırıyorlar. Vâcibe de, mümkinin sıfatlarını söyliyorlar. Hâlbuki, mümkinlerin çeşidli olduğunu ve her çeşidin de başka başka sıfatları bulunduğunu biliyorlar. Meselâ, ışıkta ısı ve ışık enerjilerinin bulunduğunu, suda bunlardan birinin bulunmadığını, suyun soğuk ve ateşin sıcak olduğunu biliyorlar. Zevcelerinin, annelerinden başka olduğunu ve kendilerine karşı, yerlerinin ayrı olduğunu biliyorlar. İnsanları doğru yola kavuşturan ancak Allahü teâlâdır. Doğru yolda olanlara selâm olsun!

Çalışmakta, yükselmektedir, Hakkın rızası!

Tenbel olanın elbet gelir, bir gün belâsı.