ADÂLET NEDİR? - kainatingunesi.com

Adâlet Nedir ?

Adâlet, iyi huyların en şereflisidir. Adâlet, ortada olmakdır. Ortadan ayrılanda adâlet olmaz. Üç yerde adâletin bulunması lâzımdır:

1 – Bir malı, bir ni’meti bölerken adâlet ile bölmek lâzımdır.

2 – Mu’âmelâtda, alış-verişde adâlet lâzımdır.

3 – Ukûbâtda, ceza vermekde adâlet lâzımdır. Bir kimse, birisine korku verse, saldırsa, bu kimseye de, öyle yapılması lâzımdır. [Fekat, bu karşılığı ancak hükûmet yapar. Kendisine saldırılan kimse, buna karşılık yapmamalı, bunu emniyete, mahkemeye haber vermelidir. Müslimân, hem islâmiyyete uyar, günâh işlemez. Hem de kanûna uyar, suç işlemez.] Adâlet olunca, herkes korkusuz yaşar. Adâlet, korkusuzluk demekdir.

Bunu insan aklı ile bulmak çok güç olduğu için, Allâhü teâlâ, kullarına acıyarak, memleketleri korumak için, bir ölçü âleti gönderdi. Bu ilâhî ölçü ile, adâleti ölçmek kolay oldu. Bu ölçü, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” getirdikleri dinlerdir. Bugün ve kıyamete kadar kullanılması emr olunan ilâhî ölçü, Muhammed aleyhisselâma gönderilen İslâm dînidir. İnsan islam dînini öğrenerek Allâhü teâlânın razı olduğu ve beğendiği işleri yapar. Bütün işlerinde sözlerinde ve hareketlerinde adâlet üzere olur.

Adâlet Kimlere Karşı Yapılmalıdır ?

1- İnsanın evvelâ kendine, hareketlerine, a’zâsına adâlet etmesi lâzımdır.

2- İkinci olarak, çoluk çocuğuna, komşularına, arkadaşlarına adâlet yapması lâzımdır.

3- Adliyecilerin ve hükûmet adamlarının da, millete adâlet yapması lâzımdır.

Demek ki, bir insanda adâlet huyunun bulunabilmesi için, önce kendi hareketlerinde, a’zâsında adâlet bulunmalıdır. Her kuvvetini, her a’zâsını, ne için yaratıldı ise, o yolda kullanmalıdır. Meselâ göz ile gördüklerinden ibret almalı, onunla harama bakmamalı, kulak ile iyi ve güzel şeyler dinlemeli, haram günâh olan şeyleri gıybet ve dedikodu gibi şeyleri dinlememeli. Akıl ile hep iyilik ve faideli şeyler düşünmeli, kötü ve günah şeyler düşünmemelidir. Onları aklın ve islâmiyyetin beğenmediği yerlerde kullanmamalıdır.

Çoluk çocuğu varsa, onlara karşı da, akla ve dîne uygun hareket etmeli, dînin gösterdiği güzel ahlâkdan sapmamalıdır. Güzel ahlâk ile huylanmalıdır.

Aklı olan zevc ve zevce, birbirlerini üzmezler. Hayât arkadaşını üzmek, incitmek, ahmaklık alâmetidir. Zâlim, huysuz kimsenin hayât arkadaşı devâmlı üzülerek a’sâbı bozulur. Sinir hastası olur. Sinirler bozulunca, çeşidli hastalıklar hâsıl olur. Hayât arkadaşı hasta olan bir eş, mahv olmuşdur. Se’âdeti sona ermişdir. Eşinin hizmetinden, yardımlarından mahrum kalmışdır. Ömrü, onun dertlerini dinlemekle, ona doktor aramakla, ona, alışmamış olduğu hizmetleri yapmakla geçer. Bütün bu felâketlere, bitmiyen sıkıntılara kendi huysuzluğu sebeb olmuşdur. Dizlerini döğmekde ise de, ne yazık ki, bu pişmanlığının fâidesi yokdur. O hâlde, ey müslimân! Hayât arkadaşına yapacağın huysuzlukların, işkencelerin zararlarının kendine de olacağını düşün! Ona karşı, hep güler yüzlü, tatlı dilli olmağa çalış! Bunu yapabilirsen, rahat ve huzûr içinde yaşar, Rabbinin rızâsını da kazanırsın! [Se’âdet-i ebediyye /571 ]

Hâkim, vâlî, kumandan ve herhangi bir âmir ise, yine emri altındakilere ibâdetlerini yaptırmalı kendisi de yapmalıdır. Böyle olan kimse, hem bu dünyâda hem kıyâmetde âdiller için va’d edilen ni’metlere kavuşur. Böyle hayrlı bir kimsenin hayr ve bereketi, onun bulunduğu iyi zemâna, mübarek yere ve orada bulunmakla bahtiyar olan insanlara, hayvanlara, hattâ nebatlara ve rızklara sirayet eder, yayılır. Fekat, Allah korusun, bir yerdeki hükümet adamları, şefkatli, iyi huylu, adâletli olmazsa, insan haklarına saldırırlar, zulm, yağma, işkence yaparlarsa, bunlar adâlet erbâbı değil, şeytanın dostları ve sevdikleridir. Onların kötülükleri her yere, her şeye sirayet eder, yayılır. Allahü teâlânın kulları hep sıkıntıda olur. Beyt:

Aldatmasın seni, diktatörün serâyları, kumaşı,

serây bağçesini, sular dâim, mazlumların göz yaşı!

Emri altında olanlara merhamet etmeyenler, kıyamet günü Allahü teâlânın merhametinden uzak kalacaklardır.

Men, la yerham, la yurham!

buyurulmuşdur ki, acımıyana acınmaz demekdir. (islâm Ahlâkı/ 159)

Kervanın Başında Gecelediler

Menkıbe-1: Bir ticâret kervanı gelip, gece Medînenin dışına kondu. Yorgunlukdan hemen uyudular. Halîfe Ömer “radıyallahü teâlâ anh”a şehri dolaşırken bunları gördü. Abdürrahmân bin Avfın “radıyallahu teâlâ anh” evine gelip, (Bu gece bir kervan gelmiş. Hepsi kâfirdir. Fekat, bize sığınmışlar. Eşyaları çokdur ve kıymetlidir. Yabancıların, yolcuların bunları soymasından korkuyorum. Gel, bunları koruyalım) dedi. Sabâha kadar bekleyip, sabah nemâzında mescide gitdiler, içlerinden bir genç uyumamışdı. Arkalarından gitdi. Soruşdurup, kendilerine bekçilik eden şahsın halîfe Ömer “radıyallahü anh” olduğunu öğrendi. Gelip, arkadaşlarına anlatdı. Roma ve İran ordularını perişan eden, adâleti ile meşhûr, yüce halîfenin, bu merhamet ve şefkatini görerek, islâmiyyetin hak din olduğunu anladılar ve seve seve müslimân oldular.

Menkıbe-2: Rum Kayseri Herakliyüsün büyük ordularını perişan eden İslâm askerlerinin başkumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh zafer kazandığı her şehrde adamlarını bağırtarak, rumlara halîfe Ömerin “radryallahü anhümâ” emirlerini bildirirdi. Humus şehrini alınca da, (Ey rumlar! Allahü teâlânın yardımı ile ve halîfemiz Ömerin emrine uyarak, bu şehri de aldık. Hepiniz ticâretinizde, işinizde, ibâdetlerinizde serbestsiniz. Malınıza, canınıza, ırzınıza, kimse dokunmıyacakdır. İslâmiyyetin adâleti, aynen size de tatbik edilecek, her hakkınız gözetilecekdir. Dışardan gelen düşmana karşı, müslimânları koruduğumuz gibi, sizi de koruyacağız. Bu hizmetimize karşılık olmak üzere, müslimânlardan hayvan zekâtı ve uşr aldığımız gibi, sizden de, senede bir kerre cizye vermenizi istiyoruz. Size hizmet etmemizi ve sizden cizye, almamızı Allahü teâlâ emretmekdedir.) dedi. Cizye mikdârı, fakirlerden kırk, orta hallilerden seksen, zenginlerden yüzaltmış gram gümüş veya bu değerde mal yâhud tahıldır. Kadınlardan, çocuklardan, hastalardan, yoksullardan, ihtiyarlardan ve din adamlarından cizye alınmaz. Humus rumları, cizyelerini seve seve getirip, Beyt-ül-mâl emîni Habib bin Müslime teslîm etdîler. Heraklîyüsun, bütün memleketinden asker toplıyarak Antakyaya hücuma hâzırlandığı haber alınınca, Humus şehrindeki askerlerin de, Yermükdekî kuvvetlere katılmasına karar verildi. Ebû Ubeyde, şehrde memurlar bağırtıp, (Ey Hıristiyanlar! Size hizmet etmeğe, sizi korumağa, söz vermişdim. Buna karşılık, sizden cizye almışdım, Şimdi ise, halîfeden aldığım emir üzerine, Herakliyüs ile gaza edecek olan kardeşlerime yardıma gidiyorum. Size verdiğim sözde duraramıyacağım bunun için hepiniz Beyt-ül-mâla gelip, cizyelerinizi geri alınız! İsmleriniz ve verdikleriniz defterimizde yazılıdır) dedi, Suriye şehirlerinin çoğunda da böyle oldu. Hıristiyanlar, müslimânların bu adâletini, bu şefkatini görünce, senelerden beri Rum imperatorlarından çekdikleri zulmlerden ve işkencelerden kurtuldukları için bayram yapdılar. Sevinçlerinden ağladılar. Çoğu seve seve müslimân oldu. Kendi arzuları ile rum ordularına karşı İslâm askerine casusluk yapdılar. Ebû Ubeyde böylece, Herakliyüs ordularının her hareketini günü gününe haber alırdı. Büyük Yermük zaferinde bu rum câsûslarının büyük yardımı oldu. İslâm devletlerinin meydâna gelmesi, yayılması, asla, saldırmakla, öldürmekle olmadı. Bu devletleri ayakda tutan, yaşatan, büyük ve başlıca kuvvet, îmân kuvveti idi ve İslâm dîninde, çok kuvvetli bulunan adâlet, iyilik, doğruluk ve fedâkârlık kudreti idi. [Herkese lâzım olan imân / 109]