ALİ BİN EBÛ TÂLİB "radıyallâhü anh" - kainatingunesi.com

İslam Halifelerinin ve cennetle müjdelenen dört kişinin (Aşere-i Mübeşşerenin) dördüncüsüdür. Peygamberimizin “sallallâhü aleyhi ve sellem” amcası Ebu Talib’in oğludur. Mekke’de doğdu. Hiç puta tapmadan müslüman olduğu için “kerremallahü veçheh”, kahramanlığı ve çok cesur olmasından dolayı “kerrâr” ve “Eseddullah-il gâlib” lakabları verilmişdir. Ayrıca takdiri ilâhiyyeye gösterdiği tam rızadan dolayı “mürteza” denilmiştir. Ehl-i beytin birincisidir. Hazret-i Fatıma ile evliydi. Resullâh’ın “sallallâhü aleyhi ve sellem” in mübarek soyu bu evlilikden dünyaya gelen Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin ve onların çocukları ve torunları ile devam etmiştir. Hazreti Hasan’nın çocuklarına Şerif , Hazreti Hüseyin’in çocuklarına Seyyid denir. Bunlara hürmet son nefeste imân ile gitmeye vesiledir. Hazret-i Alî “radıyallâhü anh” 40 (m. 660) da şehid edildi. Kabri, Irak’da Küfe şehrinde yani Necefdedir

Resûlullâh “sallallâhü aleyhi ve sellem” (Ben ilmin şehriyim. Alî, bunun kapısıdır) buyurmuştur. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” Kurân-ı kerîm lisânına herkesten daha ziyâde âşina idi. Kurân-ı kerim’in ma’nâsına son derece vakıftı. Onun büyük bir müfessir olduğunda kimse şüphe etmezdi. Hatta bir gün hutbe okurken cemâate hitaben: “Bana ne sorar iseniz,size cevâbını veririm. Allahü teâlânın kitabından bana sorunuz. Vallâhi bir ayet yoktur ki, ben onun gecede mi, gündüzde mi, kırda mı, dağda mı nazil olduğunu indiğini bilmiyeyim.” diye buyurmuştu.

Menkıbe-1: Hazret-i Ali “radıyallâhü anh” buyuruyor ki. Resûlullâh “sallallâhü aleyhi vesellem” beni Yemene kadı olmak, dînimizin emirlerine göre hükmetmek için gönderecekdi Yâ Resûlullâh! Ben âlim değilim. Kadılık ahkâmını bilmem dedim. Mübarek elini göğsüme vurup (Yâ Rabbî! Kalbine hidâyet, diline doğruluk ver) diye duâ buyurdu. Bundan sonra ben aslâ iki kimse arasında hükm vermekde şüpheye düşmedim.

Hazret-i Ali “radıyallâhü anh” ilim ve amel bakımından çok yüksek derecede olduğu halde Allah korkusundan hemen her gün ağlardı. Güzel ahlakın canlı bir timsaliydi. Çok hadis-i şerif ile övüldü. Dünyaya hiç kıymet vermedi. Bugün eline bin altın geçse, bir tânesi ertesi güne kalsın demez, hepsini fakirlere dağıtırdı.

Çok cömert idi . Bu sebeple Resûlullâh “sallallâhü aleyhi ve sellem”ona cömertlerin sultanı mânâsına, (Sultanü’l-Eshıya) buyurmuşlardı.

Menkıbe-2: Bir gün Hazret-i Ali, Hazret-i fâtıma’ya: (Evde yiyecek bir şey var mı, çok acıktım) buyurdu. Hazret-i Fâtıma evde birşey olmadığını, yalnız altı akçenin olduğunu söyleyerek (devamla) “Bu akçeler ile çarşıdan yiyecek al. Bir de Hasan Hüseyin meyve istemişlerdi. Biraz da meyve alırsın“dedi. Hazret-i Ali altı akçeyi alıp çarşıya çıktı. Yolda giderken bir kimsenin bir Müslümanın yakasına yapışmış, ya hakkımı ver veyâ yürü mahkemeye gidelim dediğini, yakasını bırakmadığını gördü. Borçlu adam, bana birkaç gün daha müsâade et, diyorsa da yakasına yapışan: “Hayır ben de sıkıntıdayım, bir saat bekleyecek halde değilim” diyordu.

Hazret-i Ali bunların çekişmelerini görünce yanlarına-vardı. “Münakaşanız kaç para içindir?” buyurdu. “Altı akçedir “dediler. Hazret-i Ali; kendi kendine “Bu müslümanı sıkıntısından kurtarayım, nasıl olsa Hazret-i Fâtıma’ya bir cevab bulurum,” diye düşündü. Yanındaki altı akçeyi vererek, borçlu müslümanı sıkıntıdan kurtardı. Bir zaman Hazret-i Fâtıma’ya ne söyleyeyim diye düşünceye daldı. Sonunda Hazret-i Fâtıma kadınların seyyidesi, Resulullah’ın kızıdır, bir şey demez, diyerek eli boş eve döndü. Hazret-i Hasan ve Hüseyin kapıya koştular. Babalarının meyve getireceğini ümit ediyorlardı. Babalarının ellerini boş görünce ağlamaya başladılar. Hazret-i Fâtıma ‘ya. “Verdiğin altı akçe ile bir müslümanı hapisten kurtardım,” buyurdu. Hazret-i Fâtıma: “Çok iyi yaptın Elhamdülillah, bir müslümanı hapisten kurtarmışsın. Hak teala bize kafidir,” dedi. Fakat, mübârek hatırı şerifleri biraz mahzun oldu. Hazret-i Ali üzüntüsünü sezip, iki oğlunun da ağladıklarını görünce gönlünde bir kırıklık hissetti. Bu elem ile dışarı çıktı. “Bari gidip Resulullah’ın “sallallâhü aleyhi ve sellem” mübarek yüzünü göreyim de bu üzüntüden kurtulayım. “diye düşündü. Zirâ resulullah’ın “sallallâhû aleyhi ve sellem” mübarek yüzüne bakan kimsenin her üzüntüsü gittiği gibi, kalbinde sevinç ve ferahlık hâsıl olurdu. Bunun için Hazret-i Ali, Resulullah’ın “sallallâhü aleyhi ve sellem” huzûru seâdetlerine gitti. Yolda bir kimse gördü. Elinde besili bir deve vardı. Hazret-i Ali’ye; “Ey yiğit! Bu deveyi satıyorum,alır mısın?” dedi. Hazret-i Alî :”Şimdi param yoktur” dedi. O Şahıs “Sana veresiye veririm” dedi. Hazret-i Ali “Kaça veriyorsun?” buyurdu. O şahıs “Yüz akçeye veririm”, dedi. Hazret-i Ali “Kabul ettim, “dedi. Deveyi Hazret-i Ali’ye teslim etti. Hazret-i Ali deveyi almış, biraz gitmişti. Bir adama rastladı. Hazret-i Ali’ye: “Bu deveyi bana satarmısın?” dedi. Hazret-i Ali “Evet satarım” buyurdu. O kimse; “Üçyüz akçeye bana verir misin?”dedi. Hazret-i Ali; “OIur, veririm,” dedi. Deveyi o şahsa sattı. Üçyüz akçeyi peşin alınca doğru çarşıya gitti. Yiyecek ve meyvalar aldı. Evine girince çocuklar sevindiler. Babalarının getirdiği yiyecek ve meyveleri yemeğe koyuldular. Fâtımatü’z-Zehrâ “radıyallahü anha” Hazret-i Ali’den bu yiyecekleri nereden aldığını sordu. Hazret-i Ali mes’eleyi olduğu gibi anlattı. Yemeklerini yiyip Allahü teâlâ’ya hamd-ü sena ettikten sonra Hazret-i Ali Hazret-i Fâtıma’ya: “Ben, Resul-i Ekrem’in sohbetine gidiyorum” diyerek evden çıktı. Yolda Resul-i Ekrem’e yanında Eshâb-ı kiram oldukları halde rastladı. Meğer Resul-i Ekrem “sallallâhû aleyhi ve sellem” Hazret-i Ali ve Fâtıma’yı görmeğe geliyorlarmış.

Resûlullâh “sallallâhü aleyhi ve sellem” (Yâ Ali! Deveyi kimden alıp kime sattın). Hazret-i Ali; Allah ve Resulü bilir, dedi. Resulü Ekrem: {Ya Alî sana deveyi satan Cebrail Alleyhisselâm, satın alan da İsrâfil aleyhisselâm idî. Deve de cennet develerinden idi. O müslümânı sıkıntıdan kurtardığın için Hak teâlâ (sana) dünyâda bire elli hasene (sevab) verdi. Ahiretde vereceğinin hesabını ise kendisinden başka kimse bilmez) buyurdu.

Menkıbe-3: Gazâların birisinde kâfirlerden birisi meydana çıkıp İslâm askerinden er istedi. Karşısına çıkan birkaç müslimânı şehîd etdi. Bunun üzerine Resulü ekrem (Yâ Alî !’ Bu kâfir ile cenk etmek İster misin ?) buyurdu. Hazret-i Alî: Yâ Resûlallâh! Senin dinin uğruna canım feda olsun izin verirseniz, ümit ediyorum ki Allahü teâlânın yardımı ile o kâfirin şerrini müslümânlar üzerinden gideririm dedi.

Resulü ekrem ( Yâ Alî! Seni yerleri ve gökleri yaratan Allahü teâlâya ısmarladım) buyurdu. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” sert yaydan çıkan ok gibi atını o kâfirin üzerine sürdü. O kâfir meydânda gurûrla duruyordu. Hazret-i Alî “radıyallahü anh” yaklaşınca, İslama dâ’vet etdi. Kâfir kabul etmeyince üzerine hücûm etti. Birkaç hamleden sonra Hazret-i Alî, o kâfiri bir daha İslâma çağırdı. Kâfirin hiç aldırmadığını görünce bir vuruşda atından düşürüp, göğsüne çıkarak kılıncı boğazına dayadı. Yine İslama dâ’vet etdi. Kâfir hiç bir şekilde kurtulamayacağını anladı. Fekat elinden de birşey gelmiyordu. Bu sırada pis tükrüğünü aşağıdan yukarıya doğru hazret-i Alî’nin mübarek yüzüne fırlatdı. Tükrük hazret-i Ali’nin mübarek yüzüne değince, onu öldürmekten vazgeçti ve hemen kalkıp kılıcını kınına koydu. Kâfir de kalkdı ve Hazret-i Alî’ye:

Yâ Ali! Önce hiç emân vermeden beni öldürmek isterken, canımın acısından böyle bir iş yapınca daha fazla kızıp beni öldürmen lâzım iken, kılıcını kınına koymanın sebebi nedir? Bana bildir, dedi.

Hazret-i Alî “radıyalllahü anh” (önce sana hiç mühlet vermeden seni öldürmeğe çalışmam, İslâm dininin şerefi ve Allah içindi. Sen bana böyle yapınca, nefsime ağır geldi. Seni nefsimin arzûsu ile öldürmüş olurum korkusu ile, senden el çekdim) dedi.

Kâfir, hazret-i Ali’nin bu sözü üzerine: Yâ Alî! Sizde bu hâlis niyyet ve yüksek düşünce olduğuna göre dininiz haktır. Bana imânı anlat, dedi. Hazret-i Alî “kerremellahü vecheh” ona kelime-i şehâdeti öğretti. O da kelime-i şehâdeti söyliyerek müslüman oldu. [Menâkıb-ı Çıhâr-ı Güzin /272]”

Hazret-i Ali’nin Kıymetli sözlerinden bazıları:

1- Sizin için korktuğum şeylerin en başında, nefsinin hevasına uymak ve uzun emelli olmak gelir. Birincisi hak yoldan alıkor, ikincisi ise âhireti unutturur.”

2- “Danışmadan istişare etmeden,doğruya ulaşılamaz .”

3- “Tembellik insanı vaktinden önce yıpratır.”

4- “Öksüzü ağlatmak zulümdür.”

5- “Kişi dili altında saklıdır. Konuşturunuz, kıymetinden neler kaybettiğini anlarsınız”