Birinci Akabe bî’atı ve Medîne’de doğan güneş - kainatingunesi.com

Birinci Akabe bî’atı ve Medîne’de doğan güneş

Bunlar Medîne’ye kavimlerinin yanına dönünce, hemen İslâmiyet’ten ve Peygamberimizden anlatmaya; halkı, İslâm dînine girmeleri için dâvete başladılar. Bunda o kadar ileri gittiler ki; Medîne’de, içinde Peygamberimizin ve İslâmiyet’in konuşulmadığı bir ev kalmadı. Böylece İslâmiyet, Hazrec kabîlesi arasında yayıldığı gibi, Evs kabîlesinden bazı kimseler de müslüman oldular.

Akabe’deki bu görüşmeden sonra, ertesi sene Es’ad bin Zürâre ve İslâmiyet’i kabûl eden on iki arkadaşı, hac mevsiminde Mekke’ye geldiler. O sene, müşrikler, müslümanlara her senekinden daha fazla ezâ ve cefâda bulunuyorlardı. Resûlullah efendimizi devamlı tâkib ediyorlar, O’nunla konuşan herkese işkence yapıyorlardı. Bunu öğrenen Medîneliler, Peygamberimizle gece vakti Akabe’de görüşmek üzere söz aldılar. Gece olunca buluştular. Bağlılıklarını arzedip, bütün emir ve isteklerine teslim olacaklarına söz vererek, bî’at ettiler. Bu sözleşmede; “Allahü teâlâya ortak koşmayacaklarına, zinâ yapmayacaklarına, hırsızlık etmeyeceklerine, iftirâdan kaçınacaklarına, ayıplanmak ve rızık korkusuyla çocuklarını öldürmeyeceklerine” dâir taahhüdde bulundular. Ikisi Evs kabîlesine, diğerleri de Hazrec kabîlesine mensub olan bu 12 kişinin reisi Es’ad bin Zürâre (r.anh) idi. Sevgili Peygamberimiz, bu on iki kişiyi kabîlelerine temsilci yaptı. Bunlar, kabîlelerine İslâmiyet’i anlatıp, onlar adına Resûlullah efendimize karşı kefîl olacaklardı. Es’ad bin Zürâre (r.anh) da, hepsi adına temsilci tâyin edilmişti. Ilk Akabe bî’atında bulunanlar; Mâlik bin Neccâr oğullarından Es’ad bin Zürâre, Avf bin Hâris, Mu’az bin Hâris, Züreyk bin Âmir oğullarından Râfi’ bin Mâlik, Zekvân bin Abdikays, Ganm bin Avf oğullarından Ubâbe bin Sâmit, Gusayna oğullarından Yezîd bin Sa’lebe, Aclân bin Zeyd oğullarından Abbâs bin Ubâde, Harâm bin Ka’b oğullarından Ukbe bin Âmir, Sevâd bin Ganm oğullarından Kutbe bin Âmir, Abdüleşhelbin Cüşem oğullarından Ebü’l-Heysem Mâlik bin Teyyihân ve Amr bin Avf oğullarından Üveym bin Sâide idi.

Bu sözleşmeden sonra, Medîne’ye dönen hazret-i Es’ad ve arkadaşları, kabîlelerine gece-gündüz İslâmiyet’i anlatarak hak dîne dâvet ettiler.Bu dâvet netîcesinde, İslâmiyet, Medîne’de sür’atle yayılmaya başladı. Öyle ki, daha önce birbirine düşman olan Evs ve Hazrec kabîleleri bir araya gelmiş, İslâmiyet’i daha iyi öğrenebilmek için Resûlullah efendimizden bir muallim istemişlerdi. Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem de, Kur’ân-ı kerîmi ve İslâmiyet’i öğretmek için, Mekke’deki Eshâbından hazret-i Mus’ab bin Umeyr’i hoca olarak Medîne’ye gönderdi. Mus’ab (r.anh), hazret-i Es’ad’ın evinde kaldı. Onunla birlikte ev ev dolaşarak herkese İslâmiyet’i duyurdular. Resûlullah’ın sevgisini ve O’nu, bütün düşmanlarından korumak için canla başla çalışacaklarına söz vermelerini istediler. Onları, Resûlullah ile yapılacak bî’ata hazırladılar.

Es’ad bin Zürâre hazretlerinin kabîle reisi de Sa’d bin Mu’az olup, onunla akrabâ idiler. O zaman Araplar arasında akrâbaya karşı hakâretten kaçınmak âdet olduğu için, daha îmân etmemiş olan Sa’d bin Mu’az, Es’ad bin Zürâre hazretlerinin evine gidip bu işi engellemeye çalışmadı. Kendisi bir kabîle reisi olarak buna el koymak istemiyordu. Bu maksadla kabîlesinin ileri gelenlerinden Üseyd bin Hudayr’a; “Mahallemize git, gelen şu kişiyi gör, ne yapacaksan yap.Es’ad benim teyzemin oğlu olamasaydı, bunu sana havâle etmezdim” dedi. Bunun üzerine Üseyd bin Hudayr, mızrağını alıp, hazret-i Mus’ab bin Umeyr’in bulunduğu eve gitti. Oraya varınca hiddetle konuşmaya başladı. “Bize niçin geldiniz? İnsanları aldatıyorsunuz! Hayâtınızdan olmak istemiyorsanız, buradan derhal ayrılın” dedi. Onun bu kızgın hâlini gören Mus’ab bin Umeyr (r.anh); “Hele biraz otur, sözümüzü dinle! Maksadımızı anla, beğenirsen kabûl edersin. Yoksa engel olursun…” diyerek, gâyet yumuşak ve nâzik cevap verdi. Üseyd sâkinleşip; “Doğru söyledin” dedi ve mızrağını yere saplayarak oturdu. Hazret-i Mus’ab’ın tatlı konuşması ile insanın kalbine işleyen sözlerini ve hoş sesiyle okuduğu Kur’ân-ı kerîm âyetlerini dinledi. Kendinden geçip; “Bu ne güzel şey!” diye söylendi. Sonra; “Bu dîne girmek için ne yapmak lâzımdır?” dedi. Anlattılar ve Üseyd bin Hudayr (r.anh) Kelime-i Şehâdet söyleyerek müslüman oldu. Sevincinden yerinde duramayan hazret-i Üseyd; “Ben gidip size birini göndereyim. Eğer o müslüman olursa, Medîne’de onun kavminden îmân etmedik hiç kimse kalmaz…”diyerek sür’atle kalkıp gitti. Doğruca Sa’d bin Mu’az’ın yanına vardı. Sa’ad bin Mu’az, onu görünce; “Yemîn ederim ki, Üseyd buradan gittiği yüzle gelmiyor” dedi. Sonra da; “Ne yaptın yâ Üseyd?” diye sordu. Hazret-i Üseyd bin Hudayr, Sa’d bin Mu’az’ın müslüman olmasını çok arzu ettiğinden; “O kişiyle (Mus’ab bin Ümeyr ile) konuştum, onların bir fenâlığını görmedim. Yalnız; duyduk ki, Benî Hârise oğulları, teyzeoğlun Es’ad’ın böyle bir kimseyi evinde barındırmasından kuşkulanarak, onu öldürmek için harekete geçmişler” dedi. Bu sözler, Sa’d bin Mu’az’a çok dokundu. Çünkü birkaç sene önce yapılan bir savaşta, Benî Hârise oğullarını yenip, Hayber’e sığınmaya mecbur etmişlerdi. Bir sene sonra da affedip, memleketlerine dönmelerine izin vermişlerdi. Buna rağmen onların böyle bir tavır takınmaları düşüncesi, Sa’d bin Mu’az’ı çok kızdırmıştı. Hâlbuki, aslında böyle bir durum yoktu. Üseyd bin Hudayr, bu hîleye başvurarak, Sa’d bin Mu’az’ın teyzesine ve oğlu Es’ad bin Zürâre’ye dolayısıyla Mus’ab bin Umeyr’e zarar vermesini önlemek istemişti. Böylece, onların tarafına geçmesine ve nihâyet müslüman olmasına zemin hazırladı.

Sa’d bin Mu’az, Üseyd bin Hudayr’ın (r.anh) bu sözleri üzerine yerinden fırlayıp, hazret-i Es’ad bin Zürâre’nin yanına gitti. Oraya varınca, Es’ad ile Mus’ab bin Ümeyr’in (r.anhüm) son derece huzûr ve sükûn içerisinde oturup, sohbet ettiklerini gördü. Yanlarına yaklaşıp; “Ey Es’ad! Aramızda akrâbalık olmasaydı, sen bunları yapamazdın…”dedi. Bu sözlere hazret-i Mus’ab bin Umeyr cevap vererek; “Ey Sa’d! Biraz dur, otur ve bizi dinle; anla sözlerimiz hoşuna giderse ne âlâ, yok beğenmezsen, bunu sana teklif etmeyiz. Sen de kalkıp gidersin!” dedi. Sa’d bin Mu’az, bu mülâyim ve tatlı sözler karşısında sâkinleşip, bir kenara oturdu ve onları dinlemeye başladı.

Mus’ab bin Umeyr hazretleri, Sa’d bin Mu’az’a önce İslâmiyet’i anlattı. Islâmiyet’in esaslarını açıkladı. Sonra tatlı ve güzel sesiyle Kur’ân-ı kerîmden bir mikdar okudu. Okudukça, Sa’d bin Mu’az’ın hâli değişiyor, kendinden geçiyordu. Kur’ân-ı kerîmin eşsiz belâgatı karşısında kalbi yumuşadı ve büyük bir te’sir altında kaldı. Kendini tutamayıp; “Siz bu dîne girmek için ne yapıyorsunuz?” dedi. Mus’ab bin Umeyr (r.anh), hemen Kelime-i şehâdeti öğretti. O da; “Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh” diyerek müslüman oldu.Sa’d bin Mu’az (r.anh) müslüman olmaktan duyduğu huzur ve sevinçden yerinde duramıyordu. Derhal evine gidip, öğrendiği gibi gusül abdesti aldı. Sonra kavminin toplanmasını istedi. Üseyd bin Hudayr’ı yanına alıp, halkın bulunduğu yere vardı. Abdüleşhel oğullarına hitâben; “Ey Abdüleşhel oğulları! Siz beni nasıl tanırsınız?” dedi. Onlar hep bir ağızdan; “Sen bizim reîsimiz ve büyüğümüzsün, biz sana tâbiyiz!” diye cevap verdiler. Sa’d bin Mu’az, onların bu sözleri üzerine; “O hâlde hepinize haber veriyorum. Ben müslüman olmakla şereflendim. Sizin de allahü teâlâya ve O’nun Resûlüne îmân etmenizi istiyorum. Eğer îmân etmezseniz, sizin hiç birinizle konuşup görüşmeyeceğim!…” dedi.

Abdüleşhel oğulları, reisleri Sa’d bin Mu’az’ın müslüman olduğunu ve kendilerini de İslâm’a dâvet ettiğini duyar duymaz, hep birlikte müslüman oldular. O gün akşama kadar Medîne semâlarını Kelime-i Şehâdet ve tekbir sadâlarıyla çınlattılar. Bu hâdiseden kısa bir müddet sonra, bütün Medîne halkı, Evs ve Hazrec kabîleleri İslâmiyet’i kabûl ettiler. Her ev İslâm nûruyla aydınlandı. Sa’d bin Mu’az ve Üseyd bin Hudayr (r.anhüm), kabîlelerine âit bütün putları kırdılar. Bu durum sevgili Peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem bildirilince, çok memnun oldular. Mekkeli müslümanlar sevinç içinde idiler. Bu sebeple o seneye (m.621) senet-üs-sürûr (sevinç yılı) denildi.