CEMAAT ile NAMAZ - kainatingunesi.com

CEMAAT ile NAMAZ

Namazda en az iki kişiden birinin imam olması ile cemaat meydana gelir. Beş vakit namazın farzlarını cemaatle kılmak erkeklere sünnettir. Cuma ve bayram namazları için cemaat şarttır. Cemaatle kılınan namazların daha makbul olduğu, daha çok sevap verildiği hadis-i şeriflerde bildirilmektedir. Sevgili Peygamberimiz buyurdu ki: “Cemaatle kılınan namaza, yalnız kılınan namazdan yirmi yedi kat fazla sevap verilir.” ve “İyi bir abdest alıp, mescitlerden birine cemaatle namaz kılmak için gidenin, Allahü teala her adımına bir sevap yazar. Her adımında amel defterinden bir günahı siler ve cennette onu bir derece yükseltir.” Cemaatla kılınan namaz, Müslümanlar arasında birliği beraberliği sağlar. Sevgi ve bağlılığı arttırır. Cemaat toplanıp birbirleriyle sohbet ederler. Dert ve sıkıntıları olanlar, hastalar bu sayede kolayca ortaya çıkar. Cemaat; Müslümanların tek kalp, tek vücut gibi olduklarının en güzel numunesidir. Cemaatle kılınan namazda kendisine uyulan kimseye “imam” denir. İmamlığın ve buna uyup cemaat olmanın şartları vardır. Bunlar ilmihal kitaplarında uzun anlatılmaktadır. Hasta, felçli, bir ayağı kesik olanın, yürüyemeyen ihtiyarların ve âmânın cemaate gitmesi şart değildir. Regaip, Berat ve Kadir gecelerinde kılınan nafile namazlar, cemaatle kılınmaz. Vitir namazı, ramazanda cemaatle kılınır. Başka zamanlarda yalnız kılınır.

İmam Olmanın Şartları: İmam olmak için 6 şart lâzımdır. Bu şartlardan biri bulunmadığı bilinen imamın arkasında kılınan namaz, kabul olmaz. Bu şartlar şunlardır: 1- Müslüman olmak. Ebu Bekr-i Sıddik ve Ömer-ül Faruk’un “radıyallahü anhüma” halife olduğuna inanmayan, Mirac’a, kabir azabına inanmayan imam olamaz. 2- Büluğ yaşında olmak lazımdır. 3- Akıllı olmaktır. Sarhoş ve bunak imam olamaz. 4- Erkek olmak. Kadın, erkeklere imam olamaz. Kadın, kadınlara da imam olamaz, mekruhtur. 5- Hiç olmazsa Fatiha-ı şerife ile bir ayeti doğru okuyabilmek. Bir ayeti ezberlememiş olan ve ezberlese de tecvid ile okuyamayan, nağme yapan kimse imam olamaz. 6- Özürsüz olmaktır. Özrü olan özrü olmayanlara imam olamaz. Özür, bir yerinden durmadan kan akmak, yel kaçırmak ve idrar kaçırmak gibi hallerdir.

İmama Uymanın Şartları: İmama uyup cemaatle namaz kılan bir kimsenin bazı şartlara uyması lazımdır. Bu şartlar şunlardır:   1- Namaza dururken, tekbiri söylemeden önce imama uymaya niyet etmektir. (Uydum hazır olan imama) diyerek kalbinden geçirmek lazımdır.   2- İmamın kadınlara imam olmaya niyet etmesi lazımdır. Erkeklere niyet etmesi lazım değildir. Fakat niyet ederse namazda cemaat sevabına kavuşur.   3- Cemaatin topukları imamın topuğunun gerisinde olmalıdır.   4- İmam ile cemaat aynı farz namazı kılmış olmalıdır.   5- İmam ile cemaat arasında kadın safı bulunmamalıdır.   6- İmam ile cemaat arasında kayık geçecek kadar nehir ve araba geçecek kadar yol bulunmamalıdır.   7- İmam veya cemaatten birini görmeye veya sesini duymaya elverişli penceresi olmayan bir duvar arada bulunmamalıdır.   8- İmam hayvanda, cemaat yerde veya bunun tersi olmamalıdır.   9- İmam veya cemaat, bitişik olmayan iki gemide bulunmaması lazımdır. 10- Kendi mezhebine göre namazı sahih olan imama, başka mezhepte olanlar da uyabilir.

Cemaat bir kişi ise, imamın sağ yanında, hizasında durur. Solunda durması mekruhtur. Arkasında durması da mekruh olur. Ayağının topuğu, imamın topuğundan ileri olmazsa namazı sahih olur. İki veya daha çok kişi ise imamın arasında durur.

İmamla birlikte, yalnız kılar gibi kılınır. Ancak ayakta iken imam içinden okusa da, yüksek sesle okusa da cemaat bir şey okumaz (Şafii mezhebinde, imam zamm-ı sure okurken cemaat de sessizce ‘Fatiha’ okur). Yalnız birinci rekâtta “Sühaneke” okunur. İmam yüksek sesle Fatiha’yı bitirince cemaat yavaşça “Âmin” der. Bunu yüksek sesle söylememelidir. Rükudan kalkarken imam “Semi’allahü limen hamideh” deyince, cemaat yalnız “Rabbena lekel hamd” der. Sonra eğilirken “Allahü Ekber” diyerek imamla birlikte cemaat de secdeye yatar. Rükuda, secdelerde ve otururken yalnız kılar gibi cemaat de okur.

İmama rükuda yetişemeyen, o rekâtı imamla kılmış olmaz. İmam rükuda iken gelen niyet eder ve ayakta tekbir getirip namaza girer. Hemen rükuya eğilip imama uyar. Rükuya eğilmeden, imam rükudan kalkarsa rükuya yetişememiş olur.

Mesbuk, yani imama birinci rekâtta yetişemeyen bir kimse, imam iki tarafa da selam verdikten sonra ayağa kalkarak yetişemediği rekâtları kaza eder.

Okumaları; birinci, sonra ikinci, sonra üçüncü rekâtı kılıyormuş gibi yapar. Oturmayı ise dördüncü, üçüncü ve ikinci rekât arası ile, yani sondan başlamış olarak yapar.

Mesela; yatsının son rekâtına yetişen kimse, imam selam verdikten sonra kalkıp, birinci ve ikinci rekâtta Fatiha ve sure okur. Birinci rekâtta oturur, ikincide oturmaz.

2. CUMA NAMAZI

Allahü teala Cuma gününü Müslümanlara mahsus kılmıştır. Cuma günü öğle vaktinde Cuma namazını kılmak, Allahü tealanın kesin emridir. Bu emir, bazı şartlara bağlıdır. Bu şartlara “Eda” ve “Vücub” şartları denir. Cuma Suresi sonunda Allahü teala buyuruyor ki: (Ey iman etmekle şereflenen kullarım! Cuma günü öğle ezanı okunduğu zaman hutbe dinlemek ve Cuma namazı kılmak için camiye koşunuz! Alışverişi bırakınız! Cuma namazı ve hutbe, size başka işlerinizden daha faydalıdır. Cuma namazını kıldıktan sonra camiden çıkar, dünya işlerinizi yapmak için dağılabilirsiniz. Allahü tealadan rızk bekleyerek çalışırsınız. Allahü tealayı çok hatırlayınız ki kurtulabilesiniz!). Namazdan sonra isteyen işine gider çalışır, isteyen camide kalıp namaz, Kur’an-ı Kerim ve dua ile meşgul olur. Cuma namazı vakti girince alışveriş günahtır. Sevgili Peygamberimiz buyurdu ki: (Bir Müslüman, Cuma günü gusül abdesti alıp Cuma namazına giderse bir haftalık günahları affolur ve her adımı için sevap verilir) ve (Günlerin en kıymetlisi Cuma’dır. Cuma günü, bayram günlerinden ve Aşure Günü’nden daha kıymetlidir. Cuma, dünya ve cennette müminlerin bayramıdır) ve (Cuma namazı kılmayanların kalplerini Allahü teala mühürler. Gafil olurlar) ve (Bir kimse mâni yok iken üç Cuma namazı kılmazsa; Allahü teala, kalbini mühürler. Yani iyilik yapamaz olur)  ve (Cuma namazından sonra bir an vardır ki müminin o anda ettiği dua reddolmaz.) ve (Cuma namazından sonra, 7 defa İhlas ve Mu’avvizeteyni [Felak ve Nas surelerini] okuyanı, Allahü teâlâ, bir hafta kazadan, beladan ve kötü işlerden korur) ve (Cumartesi günleri yahudilere, pazar günleri nasaraya [hristiyanlara] verildiği gibi, Cuma günü de Müslümanlara verildi. Bugün Müslümanlara hayır, bereket, iyilik vardır).

Cuma günü yapılan ibadetlere, başka günde yapılanların en az iki katı sevap verilir. Cuma günü işlenen günahlar da iki kat yazılır.

Cuma günü ruhlar toplanır ve birbirleriyle tanışırlar. Kabirler ziyaret edilir. Bugün kabir azabı durdurulur. Bazı âlimlere göre müminin azabı artık başlamaz. Kâfirin; -Cuma ve Ramazan’da yapılmamak üzere- kıyamete kadar sürer. Bugün ve gecesinde ölen müminler kabir azabı çekmez. Cehennem, Cuma günü çok sıcak olmaz. Âdem aleyhisselam Cuma günü yaratıldı. Cuma günü cennetten çıkarıldı. Cennettekiler, Allahü tealayı Cuma günleri göreceklerdir.

CUMA NAMAZININ FARZLARI

Cuma günü öğle vakti on altı rekât namaz kılınır. Bunun iki rekâtını kılmak, vücup ve eda şartlarını taşıyan her erkeğe farzdır. Öğle namazından daha kuvvetli farzdır. Cuma namazının farz olması için (Vücub ve Eda) şartları vardır. (Eda) şartlarından biri bulunmazsa namaz olmaz.

EDA ŞARTLARI

  1. Namazı şehirde kılmaktır. Hanefi âlimlerine göre şehir; cemaati, en büyük camiye sığmayan yerdir. Bugün muhtarlığı ve jandarması bulunan köyler şehir sayılır.

  2. Devlet ve hükümet reisinin veya valinin izni ile cumanın kılınmasıdır. Tayin edilen bir imam Cuma namazını kıldırabilir.

  3. Öğle namazının vaktinde kılmaktır. Öğle ezanı okununca dört rekât sünnetten sonra hutbe okunur. Arkasında cemaatle iki rekât Cuma’nın farzı kılınır.

  4. Hutbe okumaktır. İslam âlimleri; hutbe okumak, namaza başlarken (Allahü Ekber) demek gibidir, dediler. Yani ikisini de Arapça okumak gerekir.

  5. Hutbeyi namazdan önce okumaktır.

  6. Cuma namazını cemaat ile kılmaktır.

 

VÜCUB ŞARTLARI

Cuma namazının vücub şartları dokuzdur:

  1. Şehirde, kasabada oturmak (seferilere/yolculara Cuma namazı farz değildir).

  2. Sağlam olmak (hastaya, hastayı bırakamayan bakıcıya ve ihtiyarlara farz değildir).

  3. Hür olmak.

4- Erkek olmak (kadınlara farz değildir).

  1. Akıllı olmak ve büluğ çağına girmek.

  2. Kör olmamak (yolda götüren olsa bile, âmâ olana farz değildir).

  3. Yürüyebilmektir (nakil vasıtası olsa bile felçliye, ayağı olmayana farz değildir).

  4. Hapiste olmamak. (Düşmanlarının, idarecilerin veya zalimlerin kendisine zarar vermeyeceğinden emin olmak).

  5. Fazla yağmur, kar, fırtına, çamur ve soğuk olmaması.

CUMA NAMAZI NASIL KILINIR?

Cuma günü öğle ezanı okununca, 16 rekat Cuma namazı kılınır. Önce Cuma namazının 4 rekât (İlk sünneti) kılınır. Bu sünnet, öğle namazının ilk sünneti gibi kılınır. Önce, “Niyet ettim Allah rızası için Cuma namazının ilk sünnetini kılmaya, döndüm kıbleye” diye yapılır. Sonra cami içinde ikinci Ezan ve Hutbe okunur. Hutbe okunduktan sonra cemaatle Cuma namazının iki rekât (Farzı)  kılınır. Cuma namazının farzı kılındıktan sonra 4 rekât (Son sünneti) kılınır. Bunun kılınışı, öğle namazının ilk sünneti gibidir. Bundan sonra, “Üzerime farz olan kılamadığım son öğle namazının farzını kılmaya” diye niyet ederek (Ahir zuhur) namazı kılınır. Dört rekatlik bu namazın kılınışı öğle namazının farzının kılınışı gibidir. En sonda da iki rekât (Vaktin sünneti) kılınır. Kılınışı sabah namazının sünnetinin kılınışı gibidir. Bundan sonra, Âyetel Kürsi ve tesbihler okunup dua edilir.

3. BAYRAM NAMAZLARI

 Şevval ayının birinci günü Fıtır (Ramazan Bayramı)’ nın, Zilhicce’nin onuncu günü ise (Kurban Bayramı)’nın birinci günleridir. Bu iki günde güneş doğduktan sonra iki rekât bayram namazı kılmak erkeklere vaciptir. Bayram namazlarının şartları, Cuma namazının şartları gibidir. Fakat burada hutbe sünnettir ve namazdan sonra okunur. Ramazan Bayramı’nda namazdan önce tatlı (hurma) yemek, her iki bayram namazından önce gusül etmek, misvak kullanmak, en yeni elbiseleri giymek, fitreyi namazdan önce vermek, yolda yavaşça tekbir okumak müstehaptır, sevabı çoktur. Bayram namazları iki rekâttir. Cemaatle kılınır, yalnız kılınmaz.

BAYRAM NAMAZLARI NASIL KILINIR?

Bayram Namazı 2 rek’attır. “Niyet ettim vacip olan bayram namazını kılmaya, uydum hazır olan imama” deyip namaza durulur ve sonra (Sübhaneke) okunur. (Sübhaneke)den sonra eller üç defa tekbir getirerek kulaklara kaldırılır. Birinci ve ikinci tekbirden sonra iki yana uzatılır. Üçüncüsünde göbek altına bağlanır. İmam önce Fatiha, sonra bir sure okur ve beraberce rükuya eğilinir. İkinci rekâtte önce Fatiha ve bir sure okunur, sonra iki el üç defa tekbir getirerek kaldırılır, her üç tekbirden sonra yanlara salınır. Dördüncü tekbirde elleri kulaklara kaldırmayıp rükuya eğilinir. Kısaca şöyle ezberlenebir: “İki salla bir bağla; üç salla bir eğil.”

Teşrik Tekbirleri; Kurban Bayramı’nın; Arefe günü sabah namazından dördüncü günü ikindi namazına kadar, hacıların ve hacda olmayanların; erkek, kadın herkesin, cemaatle kılsın, yalnız kılsın, farz namazlardan sonra selam verir vermez bir kere “Teşrik Tekbiri”ni okuması vaciptir. Cenaze namazından sonra okunmaz. Camiden çıktıktan sonra veya konuştuktan sonra okumak lazım değildir. İmam tekbiri unutursa cemaat terk etmez. Erkekler yüksek sesle okuyabilir. Kadınlar yavaş söyler. Teşrik tekbiri şöyle söylenir: “Allahü Ekber Allahü Ekber La ilahe İllallahü Vallahü Ekber Allahü Ekber ve Lillahilhamd”

 

 

3. CENAZE NAMAZI

Cenaze namazı; cenazeden haberi olan erkeklere, erkek yoksa kadınlara farz-ı kifayedir. Cenaze namazı, Allah için namaz ve ölen kimse için duadır. Ehemmiyet vermeyenin imanı gider.

Cenaze Namazının Şartları: 1- Meyyit Müslüman olmalıdır. 2- Yıkanmış olmalıdır. (Yıkanmadan gömülen, üzerine toprak atılmamış ise çıkarılıp yıkanır, sonra namazı kılınır. Cenazenin ve imamın bulunduğu yerin temiz olması lazımdır.) 3- Cenazenin veya bedenin yarısı ile, başının veya başsız yarıdan fazla bedenin, imamın önünde bulunması lazımdır. 4- Cenaze, yerde veya yere yakın, ellerle tutulmuş veya taşa konmuş olmalıdır. (Cenazenin başı, imamın sağına, ayağı soluna gelecektir. Tersine koymak günahtır.) 5- Cenaze imamın önünde hazır olmalıdır. 6- Cenazenin ve imamın avret mahalli örtülü olmalıdır.

Cenaze Namazının Farzları: 1- Dört kere tekbir getirmektir. 2- Ayakta kılmaktır.

Cenaze Namazının Sünnetleri: 1- Sübhaneke okumak. 2- Salevat okumak 3- Kendine ve meyyite ve bütün Müslümanlara af ve mağfiret için bildirilmiş olan dualardan bildiğini okumak.

Cenaze namazı cami içerisinde kılınmaz. Canlı olarak doğduktan sonra ölen çocuğun ismi konur, yıkanır, kefenlenir, namazı kılınır. Cenaze taşınacağı zaman tabutun dört kolundan tutulur. Önce cenazenin baş tarafı sağ omuza, sonra ayak tarafı sağ omuza, sonra baş tarafı sol omuza, sonra ayak tarafı sol omuza konmak suretiyle her birinde onar adım taşınır. Kabre varıldığı zaman cenaze, omuzlardan yere indirilmedikçe oturulmaz. Defnedilirken işi olmayanlar otururlar.

Cenaze Namazı Nasıl Kılınır? Cenaze namazının dört tekbirinden her biri bir rekât gibidir. Dört tekbirin yalnız birincisinde eller kulaklara kaldırılır. Sonraki üç tekbirde eller kaldırılmaz. -İlk tekbir alınıp iki el bağlanınca (Sühaneke), (vecelle senaüke) ile beraber okunur. Fatiha okunmaz. -İkinci tekbirden sonra teşehhüdde otururken okunan (Salevat) yani (Allahümme salli…) ve (Allahümme barik…) duaları okunur. -Üçüncü tekbirden sonra cenaze duası okunur. (Cenaze duası yerine ‘Rabbenâ âtina…’ veya yalnız ‘Allahümmeğfir leh’ demek veyahut dua niyetiyle ‘Fatiha-i şerifeyi’ okumak da olur.) -Dördüncü tekbirden sonra hemen sağa ve sonra sola selam verilir. Selam verirken, cenazeye ve cemaate niyet edilir. -İmam yalnız dört tekbiri ve iki omuza selamı yüksek sesle söyler, diğerlerini içinden okur.

 

4. TERAVİH NAMAZI

 Teravih namazı erkek ve kadınlar için sünnettir. Ramazan-ı şerifin her gecesinde kılınır. Cemaatle kılınması sünnet-i kifayedir. Vakti; yatsı namazından sonra ve vitirden öncedir. Vitirden sonra da kılınabilir. Mesela teravih namazının bir kısmına yetişip, imamla vitir namazını kılan kimse, teravih namazına yetişip kılamadığı rekâtları, vitirden sonra kılar. Kılınmayan teravih namazı kaza edilmez. Kaza edilirse nafile olur. Teravih olmaz. Vitir namazı, yalnız Ramazan Ayı’nda cemaatle kılınır. Teravih namazını ikişer rekât olmak üzere on selamla ve her dört rekât sonunda bekleyip tesbih yaparak kılmak müstehaptır. Teravih namazı camide cemaatle kılınabileceği gibi evde yalnız da kılınabilir, günah olmaz. Fakat camideki cemaat sevabından mahrum kalınır. Evde, bir veya birkaç kişi cemaatle kılarsa, yalnız kılmaktan yirmi yedi kat fazla sevap kazanır. Her iftitah tekbirinde niyet etmek daha iyidir. Yatsıyı cemaatle kılmayanlar teravihi cemaatle kılamaz. Yatsıyı cemaatle kılmayan bir kimse farzı yalnız kılıp, sonra teravihi cemaatle kılabilir.

5. YOLCULUKTA NAMAZ

 Bir kimse on beş günden az kalmak niyeti ile yüz dört kilometre (104 km.) veya daha uzak bir yere giderse misafir olur. Seferi veya misafir olmak demek yolcu olmak demektir. Misafir, dört rekâtli farz namazları iki rekât kılar. İmama uyarsa yine dört rekât kılar. Misafir imam olursa ikinci rekâtın sonunda selam verir. Sonra cemaat, namazlarını tamamlamak için kalan ikişer rekati ayağa kalkarak tamamlarlar. Seferi olan bir kimse mest üzerine üç gün üç gece mesh edebilir. Orucunu bozabilir. Yolcu rahat ise orucunu bozmaması daha iyidir. Yolcunun kurban kesmesi vaciq olmaz. Cuma namazı da seferi olana farz değildir. Namaz vaktinin sonunda sefere çıkan kimse bu namazı kılmamış ise iki rekât kılar. Fakat vaktin sonunda vatanına gelen, bu vaktin namazını kılmamış ise dört rekât kılar. Üç-dört tekerlekli olup da hayvana bağlanmadan yerde düz duran araba, otobüs, tren yürümüyor ise sedir gibidir. İçinde farz namaz ayakta kılınabilir. Araba gidiyorsa hayvan gibidir. Farzları ve vaciqleri, yolculukta zaruret olmadıkça hayvan üzerinde kılmamalıdır. Namazı, aracı durdurup kıbleye karşı ve ayakta kılmalıdır. Bunun için vasıtaya binmeden gerekli tedbirleri önceden almalıdır. Otobüste, trende, dalgalı denizde kıbleye dönemeyenlerin namazda göğsü kıbleden ayrılırsa namaz bozulur. Farz namazları kılınmış olmaz. Vasıtayı durdurup kıbleye dönemeyenler, yolda oldukları müddetçe Şafii mezhebini taklit ederek; öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı, cem’ edebilir. Yani seferde iken bu iki namazı birbiri arkasına kılar. Çünkü Şafii mezhebinde seksen km’den ziyade süren yolculukta; ikindiyi öğle namazı vaktinde ve yatsıyı akşam namazı vaktinde takdim ederek kılmak, veyahut öğleyi ikindi vaktinde ve akşamı yatsı namazı vaktine tehir ederek, iki namazı bir arada kılmak caizdir. Bunun için Hanefi mezhebinde olan kişi yolda kıbleye dönemeyecek ise yola çıktıktan sonra, gündüz bir yerde durduğu zaman, öğle vaktinde öğleyi kılınca hemen ikindiyi de kılmalı, gece durulduğu zaman, yatsı vaktinde akşamı ve sonra yatsıyı bir arada kılmalı ve bu dört namaza niyet ederken (Şafii mezhebini taklit ederek eda ediyorum) diye niyet etmeli, yani kalbinden geçirmelidir. Yola çıkmadan veya yolculuk bittikten sonra iki vaktin namazı birlikte kılınmaz.

6. KAZA NAMAZLARI

 Namaz beden ile yapılan bir ibadet olduğundan, bir başkasının yerine kılınamaz. Herkesin kendisinin kılması lazımdır. Namazları vaktinde kılmaya (Eda) denir. Herhangi bir zamanda tekrar kılmaya (İade) denir. Mesela mekruh olarak kılınan namazın vakti çıkmadan, buna imkân olmazsa her zaman iadesi vaciptir. Farz ve vacip olan namazı, vakti geçtikten sonra kılmaya (Kaza) etmek denir. Bir günlük beş vakit farzı ve vitir namazını kılarken ve kaza ederken tertip sahibi olmak farzdır. Yani namaz kılarken, sıralarını gözetmek lazımdır (beşten fazla kazası olmayana tertip sahibi denir). Cuma farzını, o günün öğle namazı sırasında kılmak lazımdır. Sabah namazına uyanamayan, hutbe okunurken bile hatırlarsa hemen bunu kaza etmelidir. Bir namazı kılmadıkça ondan sonraki beş namazı kılmak caiz olmaz. Hadis-i şerifte (Bir namazı uykuda geçiren veya unutan kimse, sonraki namazı cemaatle kılarken hatırlarsa, imamla namazı bitirip, sonra önceki namazını kaza etsin! Bundan sonra imamla kıldığını tekrar kılsın!) buyuruldu. Farzı kaza etmek farzdır. Vacibi kaza etmek vaciptir. Sünneti kaza etmek emrolunmadı. Hanefi mezhebinin âlimleri sözbirliği ile bildiriyor ki: “Sünnet namazlarının yalnız vaktinde kılınmaları emrolundu. Vaktinde kılınmayan sünnet namazlar, insanın üzerinde borç kalmaz. Bunun için, vaktinden sonra kaza edilmeleri emrolunmadı. Sabahın sünneti vacibe yakın olduğundan, o gün öğleden önce farzı ile kaza edilir. Sabah sünneti öğleden sonra, başka sünnetler ise hiçbir zaman kaza edilmez. Kaza olursa sünnet sevabı hasıl olmaz. Nafile kılınmış olur.”

Farz namazları bilerek ve özürsüz olarak terk etmek büyük günahtır. Vaktinde kılınmayan böyle namazları kaza etmek lâzımdır. Farz ve vaciq olan bir namazı bile bile kazaya bırakabilmek için iki özür vardır: Biri düşman karşısında olmaktır. İkincisi seferde olan, yani üç günlük yol gitmeye niyeti olmasa bile yolda bulunan kimsenin hırsızdan, yırtıcı hayvandan, selden, fırtınadan korkmasıdır. Bu kimseler oturarak ve herhangi bir tarafa dönerek veya hayvan üzerinde ima ile de kılamadığı zaman kazaya bırakabilir. Bu iki sebeple farzları kazaya bırakmak, uyku ve unutmak sebebi ile kaçırmak günah olmaz. Boğulmak üzere olanı ve benzerlerini kurtarmak için namazı vaktinden sonra kılmak da sahihtir, dinimiz izin vermiştir. Fakat özür bitince hemen kaza kılması farz olur. Ancak haram olan üç vakitten başka, boş vakitlerinde kılmak şartı ile çoluk çocuğunun rızkını kazanmak, zaruri ihtiyaçlarını temin etmek için çalışacak kadar kaza kılmayı geciktirebilir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz, Hendek muharebesinin şiddetinden kılamadıkları dört namazı hemen o gece -Eshab-ı Kiram (radıyallahü anhüm) yaralı ve çok yorgun oldukları halde- cemaatle kıldı. Sevgili Peygamberimiz buyurdu ki: (İki farz namazı bir araya getirmek büyük günahlardandır).Yani bir namazı vaktinde kılmayıp vaktinden sonra kılmak en büyük günahtır. Bir hadis-i şerifte buyruldu ki: (Bir namazı vakti çıktıktan sonra kılan kimseyi, Allahü teala seksen hukbe cehennemde bırakacaktır). Bir hukbe, seksen ahiret yılıdır. Ahiretin bir günü, dünyanın bin yılı kadardır. Bir vakit namazını vaktinden sonra kılmanın cezası bu olursa, hiç kılmayanın halini düşünmelidir! Namaz dinin direğidir. Namazı terk eden dinini yıkmış olur. Kıyamet günü imandan sonra ilk sual namazdan olacaktır. Allahü teala buyuracak ki: (Ey kulum! Namaz hesabının altından kalkarsan kurtuluş senindir. Öteki hesapları kolaylaştırırım.) Ankebut Suresi kırk beşinci ayetinde (Kusursuz kılınan bir namaz; insanı pis, çirkin işleri işlemekten korur) buyurmaktadır. Peygamber “sallallahü aleyhi ve selem” buyurdu ki: (İnsanın Rabbine en yakın olduğu zaman namaz kıldığı andır).

Bir Müslümanın herhangi bir namazı vaktinde kılmaması iki türlü olur: 1- Özür ile kılmamasıdır. 2- Namazı vazife bildiği, önem verdiği halde tembellikle terk etmesidir. Farz namazı özrü olmadan, vakti geçtikten sonra kılmak, yani kazaya bırakmak haramdır. Namazı, özürsüz olarak vaktinden sonra kılmak, büyük günahtır. Bu günah, o namazı kaza edince af olmuyor. Bir kimse namazları kaza etmedikçe, yalnız tövbe ile o günahı affolmaz. Kaza ettikten sonra tövbe ederse affolması ümit edilir. Tövbe ederken kılmadığı namazları kaza etmesi lazımdır. Kaza etmeye gücü varken kaza etmezse, ayrıca büyük bir günah işlemiş olur. Bu büyük günah, her namaz kılacak kadar boş zaman geçince, bir misli artmaktadır. Çünkü namazı boş zamanlarda hemen kaza etmek de farzdır.

Kaza namazı nası kılınır?

Kaza namazının vakti yoktur. Namaz kılmanın mekruh olduğu üç vaktin haricinde her zaman kaza namazı kılınabilir. Kaza namazı evde, kırda, bostanda, yalnız veya cemaat ile kılınabilir. Birkaç kazayı birarada kılan, önce ezan ve kamet okur. Sonraki kazaları kılarken hepsine kâmet okur, ezan okumasa da olur. Kadınlar, vaktinde ve kaza kılarken ezan ve kâmet okumaz. Kazaya kalan dört rekât farz, yolcu iken de dört rekât kaza olunur. Seferde kazaya kalan iki rekat farz, mukim iken de iki rekât kaza olunur. Kılamadığı namaz sayısı birden fazla olursa “Evvel ilk kazaya kalmış olan” veya “Son kazaya kalmış olan” vaktin farzı diye niyet edilir.

NAMAZ SURELERİ ve DUALARI

            Sureleri ve duaları latin harfleri ile yazmaya çok uğraştığımız halde bu tam manasıyla mümkün olmadı. Latin harflerine nasıl işaret konursa konsun Kur’an-ı Kerim’deki harflerin tam karşılığını vermek imkânsızdır. Latin harfleri ile ne şekilde yapılırsa yapılsın sureleri ve duaları doğru okuyabilmek mümkün olmaz. Bunları Kur’an-ı Kerim’deki harfler gibi okuyabilmek için bir bilenin okutması ve tekrar tekrar alıştırması lazımdır. Bu alıştırma muhakkak lazım olduğuna göre, bilen kimseye doğrudan doğruya Kur’an-ı Kerim harflerini tanıtmak ve öğretmek imkânını ve nimetini kazandırır. Bu nimetin büyüklüğünü, dünyada ve ahiretteki faydasını hadis-i şerifler ve fıkıh kitapları uzun uzun anlatmakta, sevabının çokluğunu bildirmektedirler. O halde her Müslüman, çocuğunu; camilere, Kur’an-ı Kerim kurslarına göndermeli, Kur’an-ı Kerim’in harflerini ve bunların nasıl okunacağını iyice öğretmeli, bu büyük sevaba kavuşmaya çalışmalıdır. Bir hadis-i şerifte buyruldu ki: “Çocuklarına Kur’an-ı Kerim öğretenlere veya Kur’an-ı Kerim hocasına gönderenlere öğretilen Kur’an’ın her harfi için on kere Kâbe’yi muazzamayı ziyaret sevabı verilir ve kıyamet günü başına devlet tacı konur. Bütün insanlar onu görüp imrenir.” Bir hadis-i şerifte de “Çocuklarına dinlerini öğretmeyenler cehenneme gideceklerdir” buyruldu. Kur’an-ı Kerim’i çabuk ve kolay öğrenmek için birçok “Elif-ba” kitabı da hazırlanmıştır. Bunlar Kur’an-ı Kerim öğretmeni gibi olup, bu işte en büyük yardımcıdırlar.

 

 

 

 

 

NAMAZIN SOSYAL FAYDALARI:

  1. Namaz, ibadetlerin en kıymetlisidir. Namaz kılmak, Allahü tealanın büyüklüğünü düşünerek Onun karşısında kendi küçüklüğünü anlamaktır. Kulun acizliğini Rabbine itiraf etmesidir. Bunu anlayan kimse hep iyilik yapar, hiç kötülük yapmaz. Her gün beş kere Rabbinin huzurunda olduğuna niyet eden kimsenin kalbi tertemiz olur. Kimseye zarar vermemeye çalışır. Herkese iyilik yapmaya koşar.

  2. Namaz ruhun gıdasıdır. Namaz kılarken yapılması emir edilen her hareketin hem bedene ve hem de ruha sağladığı faydalar çoktur. Kusursuz kılınan namaz insanı çirkin işlerden korur. Faydalı işleri yapmada alışkanlık kazandırır. Fakirlere, muhtaçlara karşılık beklemeksizin yardım etmeye alıştırır. İnsan yaptığının karşılığını yalnız Allah’tan bekler.

  3. Namaz için alınan abdest, insanın beden bakımından temiz olmasını sağladığı için evinin, iş yerinin, mahallesinin, köyünün ve şehrinin de temiz tutulmasını sağlar.

  4. Namaz, insanı disiplinli bir hayata alıştırır. Namazın kazandırdığı bu alışkanlık, insanın bütün işlerine yansımakta ve böylece verimin ve başarının artmasına sebep olmaktadır. Sabahın erken saatlerinde namaza kalkan Müslüman işine erken başlar, gün boyunca Yaradanı’nı hatırlayarak emirlerine uymaya çalışır. Rabbine olan bu bağlılığı, onu zararlı işlerden korur. Günün sonunda yatsı namazını kılıp bir günlük hayat muhasebesini yapar. Böylece düzenli ve tedbirli bir hayatı olur.

  5. Camilerde cemaatle kılınan namaz ise Müslümanların kalplerini birbirine bağlar. Aralarındaki sevgiyi arttırır. Her vakitte birbirlerine kardeş olduklarını hatırlatır. Büyükler küçüklere karşı merhametli olur. Küçüklerin de büyüklere saygılı davranması öğretilir. Zenginler fakirlere ve kuvvetliler zayıflara yardımcı olur. Hastalar camide görülemeyince, evlerinde aranıp ziyaret edilir.

 NAMAZ ve SAĞLIĞIMIZ

 Müslüman, namazı Allahü teâlânın emri olduğu için kılar. Rabbimizin emirlerinde birçok hikmetler, faydalar vardır. Yasaklarında da birçok zararların olduğu muhakkaktır. Bu fayda ve zararların bir kısmı bugün uzman doktorlarca tespit edilmiş durumdadır. İslamiyetin sağlığa verdiği önemi, hiçbir din ve düşünce vermemiştir. Dinimiz, ibadetlerin en üstünü olan namazı ömrümüzün sonuna kadar kılmayı emretmiştir. Namaz kılan elbette sağlık için olan faydalarına da kavuşur. Namazın sağlık yönünden sağladığı faydalardan bazıları şunlardır:

  1. Namazda yapılan hareketler yavaş olduğundan kalbi yormaz ve günün muhtelif saatlerinde olduğu için insanı devamlı dinç tutar.

  2. Günde başını seksen defa yere koyan bir kimsenin beynine ritmik olarak fazla kan ulaşır. Bu yüzden beyin hücreleri iyice beslendiğinden hafıza ve şahsiyet bozukluklarına, namaz kılanlarda çok daha az miktarda rastlanır. Bu insanlar daha sağlıklı bir ömür geçirirler. Bugün tıpta (demans senil) denilen bunama hastalığına uğramazlar.

  3. Namaz kılanların gözleri, muntazam olarak eğilip doğrulmaktan ötürü daha kuvvetli kan devranına malik olur. Bu sebeple göz içi tansiyonunda artma olmaz ve gözün ön kısmındaki sıvının devamlı değişmesi temin edilmiş olur. Gözü (katarakt) veya (karasu) hastalığından korur.

  4. Namaz kılmaktaki izometrik hareketler, midedeki gıdaların iyi karışmasına, safranın kolay akmasına ve dolayısıyla safra kesesinde birikinti yapmaması, pankreastaki enzimlerin kolay boşalmasına yardımcı olacağı gibi, kabızlığın giderilmesinde de rolü büyüktür. Böbreğin ve idrar yollarının iyice çalkalanmasından, böbrekte taş teşekkülünün önlenmesine ve mesanenin boşalmasına da yardımcı olmaktadır.

  5. Beş vakit kılınan namazdaki ritmik hareketler, günlük hayatta çalıştırılamayan adale ve eklemleri çalıştırarak; artroz ve kireçlenme gibi eklem hastalıklarını ve adale tutulmalarını önler.

  6. Vücut sağlığı için temizlik muhakkak lazımdır. Abdest ve gusül, hem maddi hem de manevi bir temizliktir. İşte namaz temizliğin tâ kendisidir. Zira hem bedenî, hem de ruhî temizlik olmadan namaz olmaz. Abdest ve gusül, bedenî temizliği sağlar. İbadet görevini yerine getiren bir kimse ruhen dinlenmiş, temizlenmiş olur.

7. Koruyucu hekimlikte, muayyen zamanlarda yapılan beden hareketleri çok mühimdir. Namaz vakitleri, hareket için tavsiye edilen en uygun vakitlerdir. Sabahleyin uyku mahmurluğundan; öğle vakti, çalışmanın vücuda verdiği yorgunluktan; ikindi, akşam ve yatsı vakitleri yorgunluk ve gevşeklikten kurtulmak, kan dolaşımını tazelemek ve teneffüsü canlandırmak için en uygun vakitlerdir.

8. Uykuyu tanzim eden önemli unsur namazdır. Hatta vücutta biriken statik (durgun) elektriklenme, secdeyle yapılan kapaklanma sayesinde atılmış olur. Böylece vücut tekrar zindeliğe kavuşur.

Namazın bu faydalarına kavuşmak için namazı vaktinde kılmakla birlikte, temizliğe, az yemeğe ve yenilen gıdaların temiz, helal olmasına da dikkat edilmesi de lazımdır.

 

MENKIBE:   Kemendden Kurtulan Şehzâde

Birgün İmâm-ı a’zam hazretleri, taleblerine helâ âdaâbını öğretiyordu. O sırada atının üzerinde avdan dönen bir şehzâde bunlan gördü. Yanındakilere: “ Bunlar kim ? Niçin toplanmışlar ?” diye sordu.              Cevabında ,” Büyük âlim imâm-ı a’zam Ebû Hanife’dir” dediler.

Şehzâde, hemen gelip sohbeti dinlemeye başladı. Biraz sonra , kendi kendine: “Bu kadar öğretilecek şey varken, helâya oturma âdabını öğretmesi garib!” dedi ve kalkıp gitti. Yolda abdest bozması icâb etmişti, îmâm-ı âzam hazretlerinden Öğrendiğim gibi yapayım dedi ve sağ yanağını sağ avcuna alıp sol tarafa meylederek oturdu.

Şehzadeyi düşmanları onu takip ediyorlardı. Tam bu esnada, uzaktan kemend attılar. Eli çenesinde olduğu için, kemend boynuna geçmeyip kurtulmuştu. Kendi kendine :”Büyük imâmın bir sözüne uydum, hayatımı kurtardım. Her sözüne uysam, kim bilir daha ne zararlardan kurtulur ve seâdete kavuşurum” dedi. Evine döndükten sonra meclisine gidip talebesi olmaya karar verdi. Yıllarca ondan ilim öğrendi. Hocasının gözde talebesi oldu.Bu zât,Hanefi mezhebinin bütün bilgilerini kitaplara geçiren ve  Muhammed Şeybânî rahmetullahi aleyh” idi.

MUHAMMED ŞEYBÂNÎ “rahmetullahi teâlâ aleyh”: İmâm-ı a’zam Ebû Hanifenin derslerinde yetişen islâm âlimlerinin, en üstünlerindendir. Büyük müctehid idi. İmâm-ı a’zamın derslerini, sözierini kitâplara geçiren budur. Büyük dedesi Hürmüz, İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin ceddi olup, Bağdâd sultânı idi, Hazret-i Ömerin elinde îmân etmiş idi. 135 [m, 752] senesinde Vâsıt şehrinde doğdu, 189 [m. 805] senesinde Reyde vefât etdi

 

 MENKIBE:  Abdestsiz Süt Emzirmedim

          Ahmed-i Bîcân bir gün, Gelibolu’nun en büyük câmisinde vâz veriyordu. Herkes hûşu içinde anlatılanları dinliyordu. “Kadeşlerim! İnsanı Rabbînden uzaklaştıran perdelerin en büyüğü, kalbi öldürmek, karartmaktır. Kalbin ölmesine, kararmasına sebeb de dünyayı sevmektir. Bir Hadîs-i Kudsîde buyuruldu ki:”Ey Âdemoğlu! Kanâat et zengin ol. Hasedi terket, rahat ol! Dünyâyı terket. Dînin halis olsun “Kim gıybeti terkederse, Allahü teâlâya karşı olan sevgisi, çoğalır. Kim az ve doğru konuşursa, aklı tam olur. Kim dünyâ için kaygılanırsa Allahü teâlâ ondan uzaklaşır,”

Ahmed-i Bîcân hazretleri vâz ettiği kürsüden bir ara başını kaldırdı. Caminin giriş kapısında ağabeyini gördü. Ayakta bekliyor ve kendisine tebessüm ediyordu. İçeri girip oturmamasına hayret etmişti. Sonra mânevi bir huzurla vâzına devam eîtti. Ağabeyinin bu şekilde beklemesi bir türlü aklından çıkmıyordu.

Akşam annesi ile sohbet ederken bu aklından çıkmayan şeyin sebebini öğrenmek istedi ve; “Anneciğim bugün başımdan geçen bir şey oldu. Vâz ederken ağabeyim cami kapısına durmuş, bana bakıyor ve tebessüm ediyordu. Ama içeri girip oturmadı. Sebebini ondan suâl eylesen, dedi.” Evlâdını kıramayan annesi ertesi gün Muhammed Bîcân’a giderek sohbet arasında kardeşinin vâzı arasında niçin camiye girmediğini sordu. O da, “Kardeşim âlim, arif birisidir. Hacı Bayram-ı Veli hazretlerini görünce bir başka Ahmed oldu. Sözleri hikmet dolu. Gönülleri alan, ruhları cezbeden bir üslûbu var. İlminden, irfânından istifade edenlerin sayısı belli değil. Ben de mübarek sözlerini dinlemek için gitmiştim. Meleklerin kanatlarını sererek vâzını dinlediklerini gördüm. Basmamak için içeri girmedim.” dedi. Bu duruma çok sevinen annesi, eve dönerek durumu küçük oğlu Ahmed Bîcân’a anlattı. Ahmed sevineceği yerde durgunlaştı. Bunu farkeden annesi sebebini sorunca;” Ağabeyim melekleri gördüğü halde ben niçin göremiyorum, acabâ sebebi nedir? dedi. Annesi hiç beklemediği bu soru karşısında şaşırdı. Ahmed-i Bîcân hazretleri sonra ilave etti; “Anneciğim bunun sebebini senin bilmen lazım. Biraz düşün bulacaksın.” dedi.

Annesi biraz düşündükten sonra yaşlı gözlerle oğluna; “Sen henüz süt emme çağında idin. Namaza durmuştum. O esnada komşularımızdan bir hanım geldi. Sen ağlamaya başladın. Selâm vermeyede çok az kalmıştı. Selâmı vermemle birlikte mâni oldumsa da sen bir kaç yudum almıştın. Sonra sordum hanım abdestsiz imiş. Halbuki ben seni hiç abdestsiz emzirmemiştim. Her halde sebebi budur ” dedi. Ahmed-i Bîcân; “Doğru söyledin,” dedi.  

 

MENKIBE: Rahibi Kurtaran Abdest

İmam-ı Cafer-i Sadık hazretleri, yolda giderken, bir rahibin ibadethanesini gördü. Aklına; gidip rahibe nasihat edeyim, belki Müslüman olur diye geldi. İbadethanenin kapısına geldi. Kapı kapalıydı. Seslendi. Rahip cevap verip biraz sonra kapıyı açtı. İmam-ı Cafer-i Sadık içeri girdi ve rahibe sordu:

-Cevap verdiğin zaman niçin kapıyı açmadın?

-Senin sesini duyunca kalbime bir heybet geldi. Korktum. Kalktım, önce bir abdest aldım. Çünkü Tevrat’ta; bir kimseden yahut bir şeyden korkan abdest alsın, ona bir şey zarar vermez. Bir kimse kötülük yapamaz diye okumuştum. Bunun için kapıyı açmakta biraz geciktim.

Cafer-i Sadık, rahipten bu sözleri duyunca şaşırdı. Ona İslamı anlattı. Rahibin kalp gözü açıldı, Müslüman olmak arzusu çoğaldı ve hemen orada “Kelime-i şehadet” getirerek Müslüman oldu.

İşte bu, abdest almanın sebep olduğu bir kurtuluştu. Hem de sonsuz kurtuluş!…

 

MENKIBE : Kore’de Müslüman Türk Askeri

Kore gazisi Albay Celal Dora hatıratında özetle diyor ki:Bir er gusletmek için, birlikten biraz uzaklaşıp bir dere, bir gölet arar. Bulunca gusleder. Gusledip çıkarken, Çin askerleri etrafını sarıp, teslim olmasını işaret ederler. Er, vefat etmiş hocasından yardım ister, (İmdat hocam) der. Çin askerleri, ne görmüşse, hemen silahlarını yere atıp, ellerini kaldırır teslim olurlar. Birliği gelince, Çinli askerlere silahsız bir ere niye teslim olup geldiniz diye sordum. (Biz buna teslim olmadık. Koskoca dev gibi bir adam vardı, ondan korkup silahları attık) dediler.

 Dinine bağlı bir Anadolu çocuğu olan Mehmetçik 1952 yılında Kore Harbine katılmıştı, Çinlilerle yapılan muharebede büyük kahramanlıklar gösterdi. Her yeri buzların kapladığı soğuk bir gecede, rüyasında ihtilam olup gusl abdesti alması icâb etmişti. Bu durumunu kimseye söyleyemedi. Ama cünüb de durmak istemiyordu. Daha henüz sabah olmamıştı. Arkadaşlarına ve kumandanına haber vermeden, karargahın yakınında bulunan bir derede, buzları kırarak boy abdesti aldı.

Tam elbiselerini giyip karargaha döneceği sırada, Çinli bir grup asker tarafından etrafı kuşatıldı. Teslim ol ! çağrısını yaptıkları sırada bu askerler, kendi silahlarını bırakıp teslim oldular, geriye döndüler. Mehmetçik, onların bıraktığı silahları aldı. Arkasından onları takip ederek karargaha getirdi ve kumandanına teslim etti.

Kumandan tercüman vasıtasıyla Çinli askerlere sordu:

– Sizi buraya kim getirdi? Bu tek askere niçin teslim oldunuz?

Çinli askerler:

– Hayır, bizi buraya bu asker getirmedi. O’nu  tam teslim alacağımız sırada, başlarında sarık bulunan silahlı askerler ansızın etrafımızı çevirdi. İşte onlar bizi teslim aldılar ve buraya kadar getirdiler.

O anda, kumandan ve hiç kimsenin görmediği bu askerler, şiddetli soğuğa aldırmadan temizlenmek için gusl eden askere, Allahü teâlâ tarafından gönderilen yardımcılar idi.

 

MENKIBE:  Damadın zifafını geciktirdi

Türkistan’ın Buhara şehrinde bir genç vardı. Evlenmek istedi. Saliha bir kız bulup evlendi. Zifaf gecesi, gelinin yanına vardı. Gelin damada sordu:

-Kadınlara ait hayız bilgilerini öğrendin mi?

-“Hayır” cevabını alan gelin edeple tekrar sordu:

-Allahü teala “Kendinizi ve ehlinizi cehennem ateşinden koruyun!” buyurdu. İlimsiz cehennemden koruma işini nasıl yapacaksın?

Bu söz damadın hoşuna gitti. Hanımını Allahü tealaya ısmarlayıp Rey şehrine gitti. On beş sene İmam-ı Muhammed Şeybani’den ilim öğrendi. Hocası bu gence “Ebu Hafs-ı Kebir” adını verip, vatanına dönmesi için müsaade etti. Ebu Süleyman-ı Cürcani ile yola çıktı. Harzem’de Ceyhun Nehri’ni geçerken Ebu Hafs’ın kitapları suya düştü. Ebu Süleyman’dan, yazmak için kitapları emanet olarak istedi. Ebu Süleyman dedi ki:

-O kadar okumalı ve öğrenmeli idin ki; kitaba ihtiyaç kalmamalıydı.

Ebu Hafs, bu söz üzerine Rey’e geri döndü. Altı senede bu kitapları ezberledi. Sonra evine döndü. Buharalılar, suyun kenarına kadar genci karşılamaya geldiler. Çok izzet, ikram ve hürmette bulundular. O gece evine gitmedi. Bunu merak eden komşuları;

-Yirmi bir sene geçti. Şehrimize geldiğiniz halde evinize niçin gitmediniz? dediklerinde, bir kâğıt parçası çıkarıp ona baktı ve şöyle cevap verdi:

-Bu kâğıtta gördüm ki; bu gece hanımımın hayzının son gecesidir. Eve gitmedim. Bu sabah temizlenecek, ben de evde olacağım.

Dinimizin emir ve yasaklarına tam uyan hakiki âlimler böyle dikkat ederlerdi. Ebu Hafs da bunlardan biridir. Bu gayreti neticesinde Ebu Hafs-ı Kebir, (büyük) olarak anılır. Bunun için şöhreti kıyamete kadar devam eder. Örnek hareketi nesillerce anlatılır, gider. Allahü tealanın rahmetine ve rızasına kavuşur.

 

 MENKIBE:   Namaz için fedakârlık

Bursa, Osmanlılar’a geçmeden önce şehirde oturan Rumlar’dan biri gizlice İslam dinini kabul etmişti. Bunun sebebini yakın dostu bir Rum sordu:

-Baba ve dedelerinin dinini nasıl olup da terk ettin?

-Bir aralık esir edilen Müslümanlardan bir tanesi benim yanıma bırakıldı. Bir gün baktım, bu esir kapatıldığı odada eğilip kalkıyordu. Yanına giderek ne yaptığını sordum. Hareketleri bitince ellerini yüzüne sürdü ve bana namaz kıldığını, şayet müsaade edersem her namaz için bir altın vereceğini ifade etti. Ben de tamaha kapıldım. Gün geçtikçe ücreti artırdım. Öyle oldu ki her vakit için on altın istedim o da kabul etti, ibadeti için yaptığı fedakârlığa hayret ettim.

Bir gün ona “Seni serbest bırakacağım” deyince çok sevindi, ellerini kaldırıp,

-“Allahü teala, seni iman ile şereflendirsin!” diye dua etti. Ben de o anda Müslüman oldum.

 

MENKIBE: Sultanın karşısında iken

Bir gün İslam âlimlerinden Ali Dekkak hazretlerine, “Namazdayken sinek kovalayan kimse için ne dersiniz?” diye sordular. O da;

-Allahü tealanın huzurundaki edep; Ayaz adındaki bir Türk’ün, Sultan Mahmud-i Gaznevi’nin yanındakinden az olmamalıdır. Şöyle anlatırlar:

“Ayaz isminde bir genç bir gün Sultan Mahmud-i Gaznevi’nin resmi hizmetinde bulunurken, aniden ayakkabısının burnunu salladı. Sultan, Ayaz’ın bu haline şaştı. O zamana kadar kendisinden hiçbir zaman edepsizlik görmemişti. Sultan firasetle, Ayaz’ın bir özrü olduğunu anladı. Memurlarından birisine; Ayaz’ı takip edip durumu incelemesini emretti. Sultan’ın adamı Ayaz’ı takip etti. Ayaz bir köşeye çekilip ayakkabısını çıkardı. İçinden bir akrep düştü. Ayaz, ayakkabısıyla akrebi ezerek “Bugün bana, Sultan’ın huzurunda edebimi bozdurdun! Bugüne kadar Sultan’ın huzurunda bir edepsizliğim görülmemiştir” diyordu. Memur durumu Sultan’a arz etti. Ayaz geri dönünce Sultan;

-“Ey Ayaz! Bugün niçin edepsizlik yaptın? Ayağını hareket ettirdin durdun?” dedi. Ayaz özür diler bir eda ile cevap verdi: “Kabahat işlemek hizmetçilerin, kölelerin işindendir. Affetmek ise sultanların şânındandır.”

-Akrep hikâyeniz bize ulaştı deyince,

-Madem ki haberiniz oldu anlatayım! Sizin saltanat nimetlerinize kavuşmuş biriyim. Akrep yedi defa ayağımı soktu, dayandım. Ayağımı oynatmadım. Sekizincisinde takatım kalmadı. Ayağımın ucunu yerden kaldırdım.

Ey kardeşim, iyi dikkat et! Bir sultanın yanında; kölenin, hizmetçinin gösterdiği edebe bak! Bir de makamların en yükseği olan Allahü tealanın huzurunda ibadet halinde olanların ne edepsizlikler ettiklerini, onlardan ne cüretkâr işler meydana geldiğine bir bak! O zaman bu ibadetlerimizden utanmamız gerektiğini hatta ömür boyu haya sebebi ile başımızı kaldırmamamız gerektiğini anlarsın!

 MENKIBE: Namazdaki Ok

Hazret-i Ali bir harpte iken ayağına bir ok saplandı. Ok kemiğe girdiği için çıkaramadılar. Doktor, Hazret-i Ali’nin durumunu görünce dedi ki:

-Efendim, ancak seni bayıltmak suretiyle bu oku ayağından çekip çıkarabilirim. Yoksa bunun ağrısına dayanamazsın! Hazret-i Ali “radıyallahü anh”:

-Bayıltıcı ilaca lüzum yok. Biraz bekleyin, namaz vakti gelsin! Ben namaza durunca çıkarırsın!

Namaz vakti geldi. Hazret-i Ali namaza durdu. Doktor, Hazret-i Ali’nin mübarek ayağını yarıp oku çıkardı, yarayı sardı. Hazret-i Ali, namazı bitirince doktora sordu:

-Oku çıkardın mı?

 MENKIBE: Güneş Tekrar doğmuştu

Bir gün Hazret-i Alî’nin “kerremallahü vecheh” ikindi namazı geçmişti. Üzüntüsünden kendisini dağdan aşağı attı. İnleye inleye ağlayıp, feryat etti. Peygamberimiz Muhammet Mustafa “sallallahü aleyhi ve sellem”. O’nun bu durumundan haber alınca bütün eshabı ile berâber Hazret-i Alî’nin “radıyallahü anh” yanına geldiler. Hâlini görünce, kâinatın Efendisi olan Peygamberimiz de ağlamaya başladı. Duâ etti, güneş tekrar yükseldi. Resûlullah “‘sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz: (Ya Alî başını kaldır, güneş hâlâ görünüyor) buyurdu. Hazret-i Alî “radıyallahü anh buna çok sevindi ve namazını kıldı.

   

 MENKIBE: Kaçırılan Namaz

Evliyânın büyüklerinden Bâyezid-i Bîstâmî “kuddise sirruh”, bir gece uyku bastırıp, sabah namazına uyanamadı. O kadar ağayıp inledi ki bir ses işitti: (Ey Bâyezîd! Bu kusurunu af eğledim. Bu ağlamanın bereketi ile sana ayrıca yetmiş bin namaz sevâbı verdim) buyuruldu. Birkaç ay sonra yine uyku bastırdı. Şeytan gelip, ayağından tutarak uyandırdı. (Kalk, namazın geçmek üzeredir) dedi. Bâyezîd-i Bistâmi hazretleri  buyurdu ki (Ey mel’ûn, sen böyle işi nasıl yaparsın? Sen herkesin namazının kaçmasını, vaktini geçirmesini istersin. Beni niçin uyandırdın?) Şeytan dedi ki (Sabah namazını kaçırdığın gün ağlayarak yetmişbin namaz sevâbı kazanmıştın. Bugün onu düşünerek seni uyandırdım ki bir vakit namaz sevâbı bulasın. Yetmişbin namaz sevâbına kavuşamayasın!)

 

MENKIBE: Saraya yapılan Mescîd

         İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin talebesi îmâm-ı Ebû Yûsuf “rahmetullahî aleyh”, Harun Reşîd zamanında kadı idî. Bîrgün Harun Reşîdîn yanında iken, bir kimse diğerinden davacı oldu. Harun Reşîd’in vezîri de, ben şahidim dedi. İmâm-ı Ebû Yûsuf, vezîrin şahitliğini kabul etmedi. Halîfe, niçin vezirin şahitliğini kabul etmiyorsun, dedi. İmâm, bir gün ona iş buyurmuştunuz, o da size, ben sizin kulunuz, kölenizim demişti. Eğer doğru söylediyse, kölenin şahitliği makbul değildir; yalan söylediyse, yalancının şahitliği de dinlenmez buyurdu. Halîfe, ben şahitlik edersem, kabul eder misin? dedi. Hayır, etmem buyurdu. Niçin? dedi. Sen namazı cemâatle kılmıyorsun, buyurdu. Ben müslümanların işleri ile meşgûlüm dedi. İmâm, Halika tâatın olduğu yerde, mahlûka itaat edilmez, buyurdu. Halîfe, doğru söylüyorsun dedi ve sarayında mescid yapılmasını emretti, Müezzin ve imâm tâyin edildi ve ondan sonra namazı hep cemâatle kıldı.