EYYÛBİLER ve SELÂHADDÎN-İ EYYÛBİ - kainatingunesi.com

l- Eyyûbiler: Selâhaddîn Eyyûbi tarafından kurulan devlettir. Babası Necmeddîn Eyyûbi 1138 senesinde çok sayıda askerle birilikte Musul Atabeyi Zengi bin Aksungur’un hizmetine girdi. Mütâkiben Necmeddin Eyyûb’ün kardeşi Şirkuh Zenginin oğlu Nureddin’in hizmetine girdi. Şirkuh bu hizmette iken 1169 senesinde Mısır’ın kontrolünü eline geçirdi ise de yerine halife olarak yeğeni Selâhaddin geçti. Selâhaddîn Eyyûbi 1171 senesinde mısırdaki şii Fatimi idaresini tamamı ile ortadan kaldırdı. Fatimilerin Mısır ve suriyede yaydığı bozuk itikadın önüne geçerek Ehl-i sünnet itikadının yayılmasına gayret gösterdi. Selâhaddîn Eyyûbi’nin fâaliyetlerinin diğer yönünü haçlılara karşı başlattığı cihâd hareketi teşkil etmektedir. Bu asırda haçlılar iki defa anadolu yolu ile Kudüse kadar gitmişler. Geçtikleri yerlerde kan ve göz yaşından başka bir şey bırakmamışlardır. Selâhaddîn Eyyûbi’nin haçlılara karşı başlattığı bu fâaliyeti bütün müslümanlar onun etrafinda birleştirdi.

Eyyûbüler devletinin en önemli hedefi ortadoğuda haçlılar tarafindan işgal edilen İslam topraklarının kurtarmaktı. Bu sebeple sultan her zaman savaşa hazır, güçlü bir orduyu beslemek mecburiyetinde idi.

Eyyübiler devri ilmî hayat bakımından islam tarihinin en canlı ve en bereketli devirlerinden birisidir. Bozuk itikatlara karşı ehli sünnet İtikadını yaymak gayesi ile Kahire ve Dimeşkte bir çok medreseler açıldı. Buralarda Tefsir, Hadis, Fıkıh ilimleri yanında fen ilimleri de öğretiliyordu. Medreselerin yanında camiler de önemli ilim merkezleriydi. Eyyûbiler devrinde birçok mimari eserler yapılmıştır. Bunların başlıcaları, kaleler, köprüler, kanallar, havuzlar, bendler, hanlar, kervansaraylar, hamamlar, camiler, mescidler, medreseler, tekkeler ve kütüphaneler olmak üzere yedi gruba ayrılır. Selâhaddîn Eyyûbi haçlılar tarafindan saray haline getirilen Mescid-i Aksayı tekrar mescid haline getirdi.

2- Selâhaddîn Eyyûbi: Eyyûbi devletinin kurucusudur. İsmi Yûsuf Selâhaddîn’dir. 1137 senesinde Suriye’nin kuzeyindeki Tekrit kasabasında doğdu. Babası Azerbeycanlıdır. Çocukluğunda iyi bir tahsil ve terbiye gördü. Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Fıkıhtan Tenbih adlı metini ezberledi. Zamanının fıkıh âlimlerindendi. Selâhaddîn Eyyûbi kendi idaresi zamanında Mısır’da zulüm ve adaletsizliği ortadan kaldırmak için âlimlere Ehl-i sünnet itikadının halka anlatılması için emirler verdi. Hapishaneleri medreseye çevirerek ülkeleri fethetmenin zulüm ve düşmanlıkla değil ilim ve irfan ile olacağını gösterdi. Talebelerin İskan ve İaşe ve ibadetleri ile meşgul oldu. Haçlıları Mısırdan çıkardı ve İslamın hâmisi ünvânını aldı.

SELAHADDİN-İ EYYUBİ’NİN ŞAHSİYETİ

Selâhaddin-i Eyyubî, 1193 senesinde şam’da hasta yatağında Kur’ân-ı kerîmi dinliyerek bu fâni âlemden göç etti. Yirmi beş senelik vezirlik ve sultanlık hayatı, hep İslâmiyete hizmetle geçti. Tarihde pek nâdir yetişen şahsiyetlerden biri idi.

Sultan Selâhaddin, ilme çok değer verir, âlimleri himaye ederdi. Yüksek insani meziyetlere sahip, iyi huylu, cömerd, âdil, kültürlü ve müsamahakâr bir hükümdar idi. Ülkesine her tarafdan, ilim sahipleri gelir, verdikleri derslerle insanlara hizmet ederlerdi. Onun zamanında Şam medreselerinde ders veren altı yüzden fazla fakih (alim) vardı. Tabibler, edebiyatçılar, şairler, matematikçiler, kimyagerler, mimarlar ve diğer ilim sahipleri memleketin gelişmesi için canla başla çalışırlardı.

Selahaddîn-i Eyyûbi, komutan ve me’murlarıyla bir arkadaş gibi samimi olarak konuşur, onlara rıfk yani yumuşaklık ile muâmele ederdi. Bundan dolayı herkes, fikrini ve arzusunu çekinmeden söylerdi. Zamanında yetişen âlimlerden İmâdüddin el-Kâtib onun hakkında şöyle demektedir “Sultan ile oturan bir kimse, onunla oturduğunun farkına vermaz, kendini bir arkadaşıyla oturuyor zannederdi. Anlayışlı, dînine bağlıydı. Hataları affeder, kusurları görmemezlikten gelir ve kızmazdı. Asık suratlı durmaz, daima tebessüm eder vaziyette olurdu. Bir şey isteyeni, boş çevirdiği görülmezdi. Herkese çok nâzik davranır, kimseye kaba hareketlerde bulunmazdı. Söz verdiği zaman yerine getirirdi.”

Abdüllatif el-Bağdadi de buyuruyor ki: “Selâhaddin-i Eyyubî’yi heybetli bir kimse olarak gördüm. Sözleri, kalblere te’sir ederdi. Yanına ilk girdiğim gece, meclisini âlimlerle dolu gördüm. Her biri çeşitli ilimlerden konuşuyorlardı. Sultanın yakınları, onu kendilerine örnek alıyorlar, iyilikte yarış ediyorlardı. Müslüman olsun, kâfir olsun herkes Sultanı çok seviyordu. Onun ölümüyle, insanlar hakiki bir babayı kaybettiler, ölümüne üzülmeyen kimse kalmadı.” Selâhaddîn-i Eyyubî, düşmana karşı da, İslâmiyetin adalet ve ihsan kurallarından hiç bir zaman ayrılmazdı. Haçlılar esir müslümanları kılıçtan geçirdiği zaman, elindeki hıristiyan esirlere, İslâmiyetin emrettiği şekilde güzel muâmelede bulundu. Hiç bir zaman onlar gibi yapmadı. Ilık su istediği hizmetçisinin önce kaynar, sonra da buz gibi soğuk su getirmesi karşısında bile onu azarlamayıp; “Sübhânallah! İstediğimiz gibi bir su dahi içemiyceğiz” demekle yetindi. Mısır ve Kudüs’ü fethedip, hazînelere sahip olduğu halde, ömrü boyunca bir asker gibi yaşadı. Lüzumsuz hiç bir şeye harcama yapmayıp, parayı zaruri ihtiyaçlara ve askeri hizmetlere sarf etti. Öldüğü zaman cebinden bir altın ile bir kaç gümüş para çıktı. Çok cömerd idi. Akka muhâsarası için geldiğinde, on binden ziyade altını askerlerine dağıttı ve binecek bir ata muhtaç kaldı.

Çok cesur idi. Baştan başa çelik zırhlarla kaplı olan haçlıları; İmanlı bir grup askeriyle perişan ederdi. Hatta bir defasında da; “Et iken demirle çarpışıyoruz, yüz olursak, karşımıza bin düşman çıkıyor, kaleler ateş saçıyor, denizler düşman kusuyor” demekten kendini alamadı. Yaptığı bütün harplerde, askerlerinin sayısı, düşmandan daima az idi. Bütün muharebelerini, İslamiyeti yüceltmek ve müslümanları haçlıların zulmünden korumak, devletini düşman çizmesinden muhafaza etmek İçin yaptı.

SELÂHADDİN-İ EYYUBİ’NİN İDARESİ

Hubuşânî ve Hayat bin Kays (r.aleyh) gibi Allah adamlarının sohbetlerinde bulunmasının bereketiyle, nefsinin arzularına uymayan Selâhaddin-i Eyyûbî, fevkalâde güzel idaresi ile saltanat tahtı üzerinde, bir adalet timsâli idi. Gurur ve kibirden uzak, hiç bir tavrında hatta elbisesi ile bile teb’asından farklı değildi. Vazifesini yerine getirmekte çok gayretli idi. Tehlike anlarında ve mühim hâdiselerle meşgulken bile, mazlumların yardımına koşar ve onları memnun ederdi. Akka müdâfaası sırasında bir gün, bütün gayretiyle çalıştığı esnada, hakkını taleb eden bir kadına; “Yarın geliver işini hallederiz” deyince, kadının; “Madem ki başımıza sultan olarak geçtiniz, işimizi halletmeye mecbursunuz. Yoksa nasıl saltanat iddiasında bulanabileceksiniz?” sözlerini duydu. Bunun üzerine harb ile ilgili işlerini bırakıp, kadının işini hâlletti. Yine bir ermeni kendisini mahkemeye verince; kâdı efendinin huzûrunda neticeyi ayakta bekledi. Haklı olduğu anlaşılınca; “Bu hâl ilâhi emirlere itâatim sebebiyle Rabbimin bir ihsanıdır” diyerek davacıya ikramda bulundu.

SELÂHADDİN-İ EYYUBİ’NİN OĞLUNA NASİHATİ

Selâhaddîn- Eyyûbî, vefâtından önce oğlu Melik Efdal’i huzuruna çağırıp, ona şöyle nasihat etti: “Oğlum! Sana her hayrın başı ve kaynağı olan Allahü teâlânın korkusu ile ahlaklanmanı tavsiye ederim. Selâmete kavuşabilmek için Cenâb-ı Hakk’ın emirlerini yapmak ve yasaklarından kaçınmakta kusur etme. Kanı, göz yaşı gibi gör, kan dökerek üzerine sıçratmaktan sakın. Çünkü dökülen kanın intikâmı alınır. Halkın refâhı ve seâdati için çalış. Daima dikkatli olup, durumlarını incele. Çünkü halk, Allahü teâlânın sana bir emânetidir. Askeri, kumandanları, mevki sahibi olanları ve halkın ileri gelenlerini memnun etmeye gayret göster. Kazandığımız şan ve şerefin, hep iyi işlerimiz ve güzel davranışlarımız sebebiyle olduğunu hiç aklından çıkarma. Hepimizin, buradan hakiki âleme göç edeceğimiz unutma ve kimseye kin besleme. Lakin kırmaktan sakın ve başkalarının hukukuna riayet et. Allahü teâlâ merhametlilerin en merhametlisidir. Cenâb-ı Hakk’ın hukukuna karşı yapılan hatalar, tevbe etmek suretiyle affolunur. Fakat kul hakları helallaşmadıkça affolunmaz.”