GUSÜL BÂBI - kainatingunesi.com

GUSÜL BÂBI

Guslün farzları hanefîde üç, mâlikîde beş, şâfi’îde iki, hanbelîde birdir. Hanefîde:

1- Bir kere ağzına su vermek. Dişlerin arasını ve diş çukurunun içini ıslatmak farzdır. [Hanefî mezhebinde olan kimse, zarûret olmadan diş dolduramaz ve kaplatamaz. Takma diş yaptırır ve gusül abdesti alırken, bunları çıkarıp altını yıkar. Zarûret olursa, dolgu veya kaplama yaptırması câiz olur. Fakat, gusül ve abdest alırken ve namaza dururken (Şâfi’î veya mâlikî mezhebini taklîd ediyorum) diye niyet etmesi lâzımdır.]

2- Bir kere burnuna su vermek.

3- Bir kere cemî’i bedenini yıkamaktır. Bedenin, ıslatmasında haraç olmıyan yerlerini yıkamak farzdır. Bedenin bir yeri, zarûrî olan, yâni insanın yapmadığı, yaratılışta bulunan bir sebep ile ıslatılmazsa affolur, gusül sahih olur.

(Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, dişler arasında veya diş çukurunda kalan yemek, guslün sahih olmasına mani olmaz. Fetvâ böyledir. Çünkü, bunların altı ıslanır. Kalan şey, katı ise, mani olur denildi. Doğrusu da budur. (İbni Âbidîn), bunu açıklarken buyuruyor ki, (Hülâsa) kitabında da, mani olmaz. Çünkü su, akıcı olduğu için, yemeğin altına sızar demektedir. Suyun sızmadığı anlaşılırsa, bu âlimlere göre de, gusül sahih olmamaktadır. (Hilye) kitabı bunu açık bildirmektedir. Kalan şey, ağızda ezilerek katılaşmış ise, suyu sızdırmıyacağı için, gusül sahih olmaz. Çünkü, burada zarûret yoktur. [Yâni, kendiliğinden hâsıl olan birşey değildir. Bunları temizlemekte] haraç, yâni güçlük de yoktur.

(Halebî-i sagîr)de diyor ki, bir kimsenin dişleri arasında ekmek ve yemek ve başka şey artıkları varken gusül abdesti alsa, fetvâlara göre, altına su geçmediğini zannetse bile, guslü sahih olur. Çünkü su, akıcı olduğu için, altına geçer. Böyle fetvâ verildiği (Hulâsa)da yazılıdır. Bazı âlimlere göre, kalan şey katı ise, guslü câiz olmaz. (Zahîre) kitabında da böyle yazılıdır. Esah olan da budur. Çünkü, altına su geçmez. Zarûret ve haraç da yoktur.

(Dürr-ül-müntekâ)da diyor ki, diş çukurunda yemek artığı varken, gusleden kimsenin guslü sahih olur ve olmaz diyenler vardır. İhtiyât olarak, yemek artıklarını önceden çıkarmalıdır. (Merâk-ıl-felâh)ın (Tahtâvî) hâşiyesinde diyor ki, diş çukurunda veya dişleri arasında yemek artığı kalmış ise, gusül sahih olur. Çünkü su, akıcı olduğu için, her yere sızar. Artıklar çiğnenerek sertleşmiş ise, gusle mani olur. (Feth-ül-kadîr)de de böyle yazılıdır.

(Bahr-ür-râık)da diyor ki, diş çukurunda veya dişlerin arasında yemek kalmış ise, gusül sahih olur. Çünkü su latîf olduğu için, her yere sızar. (Tecnis)de de böyle yazılıdır. Sadr-üş-şehit Hüsâmeddîn, guslü sahih olmaz. Bunu çıkarıp dişin içinden suyu akıtması lâzımdır dedi. Çıkarıp altını yıkamak ihtiyâtlı olur.

(Fetâvâ-i Hindiyye)de diyor ki, diş çukurunda veya dişleri arasında yemek artığı kalanın guslü sahih olur sözü daha doğrudur. (Zâhidî)de de böyle yazılıdır. Fakat, artığı çıkarıp, çukura su akıtmak ihtiyâtlı olur. (Kâdihân)da diyor ki, dişlerinde yemek artığı kalanın guslü tamam olmıyacağı (Nâtifî)de yazılıdır, bunu çıkarıp, altını yıkaması lâzımdır.

(El-mecmû’at-üz-zühdiyye)de diyor ki, gerek kalîl, gerek kesîr olsun dişlerin arasında kalan taâm kırıntısı, katı hamur gibi olup da, suyun nüfûzuna mani olursa, gusle dahî manidir. (Halebî)de de böyle yazılıdır. (Yemek artıklarını çıkarmakta haraç, zorluk yoktur. Dolgu ve kaplama ise, çıkarılamaz. Çıkarılmasında haraç vardır) denilemez. Evet haraç vardır. Fakat, insanın yaptığı birşey haraça sebep olunca, başka mezhebi taklîd etmek için özr olur. Farzı terk etmek için özr olmaz. Farzın sâkıt olması için, başka mezhebin taklîd edilememesi ve bu hâlde, zarûret ile haracın birlikte bulunmaları lâzımdır. (Diş doldurması veya kaplatması, diş ağrısını önlemek ve dişi telef olmaktan kurtarmak içindir. Bunun için zarûret olmaz mı?) denilirse, cevabında deriz ki, zarûret olmak için, başka mezhep taklîd edememek şarttır.

(Gusül abdesti alırken, dişlerin yıkanması hükmü, kaplamanın ve dolgunun zâhirine intikal eder) demek, islâmiyete uygun bir söz değildir. Tahtâvî, (İmdâd) hâşiyesinde diyor ki, (Abdest aldıktan sonra mestlerini giymiş olanın abdesti bozulunca, abdestin bozulması ayaklara değil, mestlere intikâl eder). Fıkh kitaplarının, yalnız abdest almakta ve yalnız mest için söylemiş oldukları bu sözü, diş kaplatmak için, hem de gusül abdesti için söylemek, kendi tarafından uydurma fetvâ vermek olur. Dolgu veya kaplama olan dişi, sık olan sakala benzetmek de doğru değildir. Çünkü, abdest alırken, sık olan sakalın dibini yıkamak mecbûrî değil ise de, gusülde bunun altındaki deriyi de yıkamak farzdır. (Abdest alırken sık sakal altındaki deriyi yıkamak farz olmadığı için, gusülde de sık sakalın altını yıkamak farz olmaz) diyen kimse, gusül abdesti alırken, sık sakalın altını yıkamaz. Böylece bunun ve buna inananların gusül abdestleri ve dolayısıyle namazları sahih olmaz.

Kaplamayı ve dolguyu, ayaktaki yarık içine konan merheme yâhut yara ve kırık üzerine konan cebîre denen tahtalara, alçıdan kalıplara ve sargılara benzetmek de, fıkh kitaplarına uygun değildir. Çünkü, bunları yara ve kırık üzerinden çıkarmakta haraç veya zarar olunca, başka mezhebi taklîd imkânı yoktur. Bu üç sebebden dolayı, altlarını yıkamak sâkıt oluyor.

Şiddetli ağrı yapan çürük dişi çıkarmak, bunun yerine, çıkarılabilen müteharrik sun’î diş, yâhut yarım veya bütün damaklı dişler yaptırmak istemeyip de, dolgu veya kron denilen kaplama yaptırmakta insan serbest olduğu için, dolgu, kaplama veya köprü denilen sâbit diş yaptırmak, zarûret olmaz. Zarûret olduğunu söylemek, zaten altlarının ıslanmasının sâkıt olmasına sebep olamaz. Çünkü, başka mezhebi taklîd etmeleri mümkindir. Zarûret var diyerek, fıkh kitaplarına uyup, Şâfi’îyi veya Mâlikîyi taklîd edenlere dil uzatmaya kimsenin hakkı yoktur.

İnsanı birşey yapmaya zorlıyan semavî sebebe, yâni insanın elinde olmıyan sebebe (Zarûret) denir. İslâmiyetin emir ve yasak etmesi ve şiddetli ağrı ve bir uzvun yâhut hayatın telef olmak tehlikesi ve başka birşey yapamamak mecbûriyeti, hep zarûrettir. Yapılan birşeyin, bir farza mani olmasını veya haram işlemeye sebep olmasını önlemenin meşakkatli, güç olmasına (Haraç) denir. Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına, (Ahkâm-ı islâmiyye) ve (Şeriat) denir. Ahkâm-ı islâmiyyeden bir hükm yapılacağı zaman, yâni bir emri yaparken veya bir yasak işi yapmaktan sakınırken, kendi mezhebinin âlimlerinin meşhûr olan, seçilmiş olan sözlerine uyulur. İnsanın yaptığı birşeyden dolayı, âlimlerin bu sözlerine uymakta haraç olursa, seçilmemiş, zayıf sözlerine uyulur. Buna uymakta da haraç olursa, bu hükm, başka mezhebi taklîd ederek yapılır. Başka mezhebi taklîd etmekte de haraç olursa, haraça sebep olan şeyin yapılmasında zarûret bulunup bulunmadığına bakılır:

1- Haraça sebep olan şeyin yapılmasında zarûret bulunduğu zaman, o farzı yapmak sâkıt olur.

2- Haraça sebep olan şeyin yapılmasında zarûret yoksa [oje gibi] veya zarûret olduğu zaman, birkaç şey yapılabilir ve bunlardan haraç bulunan şeyi yapmak isterse, o ibâdeti sahih olmaz. Haraç bulunmıyan şeyi yaparak, o farzı îfâ etmesi lâzım olur. Zarûret olsa da, olmasa da, yalnız haraç, meşakkat bulunduğu için, başka mezhebin taklîd edileceği, (Fetâvel-hadisiyye)de ve (Hulâsat-üt-tahkîk)de ve Tahtâvînin (Merâk-ıl-felâh) hâşiyesinde ve molla Halîl Es’irdînin (Ma’füvât) kitabında yazılıdır. Molla Halîl, 1259 [m. 1843] da vefât etti. Ağrıyan, çürüyen dişini çıkararak, takma protez veya damaklı diş yaptırmak istemeyip de, dolgu veya kaplama yâni kron yaptıran bir hanefî, gusül abdesti alırken, Şâfi’î veya Mâlikî mezhebini taklîd eder. Çünkü, bu iki mezhepte, gusül abdesti alırken, ağız ve burnu yıkamak farz değildir. Şâfi’î veya Mâlikî mezhebini taklîd etmek de pek kolaydır. Gusülde ve abdestte ve namaza başlarken veya unutursa, namazdan sonra, hâtırladığı zaman, Şâfi’î veya Mâlikî mezhebini taklîd ettiğine niyet etmeli, yâni kalbinden geçirmelidir. Bu kimsenin abdestinin, guslünün ve namazının Şâfi’î veya Mâlikî mezhebine göre sahih olmaları lâzımdır. Şâfi’î mezhebine göre sahih olması için, nikâh etmesi ebedî haram olan onsekiz kadından başka bir kadının derisine kendi derisi ve kendi kaba avret yerine elinin içi değince, abdest almalı ve imam arkasında, içinden Fâtiha okumalıdır. Mâlikî mezhebini taklîd etmek için 516. sayfaya bakınız! Başka mezhebi taklîd etmek, mezhep değiştirmek demek değildir. Taklîd eden bir hanefî, hanefî mezhebinden çıkmış değildir. Yalnız, o ibâdetin, o mezhepteki farzlarına ve müfsidlerine tâbi olur. Vâciblerde, mekruhlarında ve sünnetlerinde kendi mezhebine tâbi olur.

Fıkh âlimlerinin, gusül abdesti hakkındaki beyanları ortada dururken, diş mes’elesini, salâhiyyetsiz, hattâ mezhepsiz kimselerin yazıları ile hâl etmeye kalkışanlar işitilmektedir. Diş doldurtmanın câiz olduğu, Sebil-ür-reşâd mecmû’asının 1332 [m. 1913] senesindeki nüshasında yazılı olan fetvâda bildirilmiştir diyorlar. Evvelâ şunu bildirelim ki, bu mecmû’a, reformcuların, mezhepsizlerin yazıları ile doludur. Muharrirlerinden Manastırlı İsmâ’îl Hakkı, sinsi bir masondur. Bunlardan İzmirli İsmâ’îl Hakkı ise, mason olan Kâhire müftisi, reformcu, Mehmed Abduha aldananların başında gelmektedir. Lise tahsilini İzmirde yapmış, İstanbulda öğretmen okulunu bitirmiştir. Din tahsili, din kültürü zayıftır. İttihâdcıların gözlerine girerek medreselerde hoca olmuş, derslerinde ve kitaplarında, Abduhun reformcu, bölücü fikirlerini yaymaya çalışmıştır. Zehirlediği, saptırdığı talebesinden Ahmed Hamdi Aksekinin (Telfîk-ı mezâhib) ismindeki, mezhepsiz Mısrlı Reşîd Rızadan tercüme kitabına yazdığı medhiyyesi, İsmâ’îl Hakkının iç yüzünü ortaya sermektedir.

İşte bu İsmâ’îl Hakkı, adı geçen mecmû’ada, dişleri altın tel ile bağlamanın câiz olup olmaması hakkında, fıkh âlimlerinin ihtilâflarını uzun uzun yazmış, dişlerin gümüş yerine, altın tel ile bağlanmasının zarûret olduğundaki âlimlerin sözbirliğini bildiren kitapları, meselâ (Siyer-i kebîr) şerhini ileri sürerek, diş mes’elesi bir zarûrettir demiştir. Hâlbuki, kendisine sorulan şey; dişlerin altın ile mi, gümüş ile mi bağlanması mes’elesi değil, dolgu veya kaplaması olan kimsenin gusül abdesti sahih olur mu? suâlidir. İzmirli İsmâ’îl Hakkı, kendisine sorulmıyan, herkesce bilinen şeyi uzun uzun yazıp, bunun netîcesini, soruya cevap olarak bildirmiştir. Bu hareketi, ilimde sahtekârlıktır. Kendi görüşlerini, islâm âlimlerinin fetvâsı olarak yazmaya yeltenmiştir. Bu kadarı yetmiyormuş gibi, fıkh âlimlerinin gusül abdestindeki yazılarını yazarak, kendi görüşünü bunlara benzetmektedir. Meselâ, (Bahrde açıklandığına göre, ulaştırmak güç olan yere suyu temâs ettirmek şart değildir) diyor. Hâlbuki, (Bahr) kitabında, (Bedenin, suyu ulaştırmak güç olan yerlerine) yazılıdır. İnsanın zarûrî olarak yaptığı şeyi, insanda zarûrî bulunan şeye benzetmektir. (Dürr-ül-muhtâr)ın, (Kadına başını yıkamak zarar verir ise, yıkamaz) yazısını, diş dolgusu olanın guslünün câiz olacağına delîl göstermesinde de haklı değildir. Su değmesinin başa zarar vermesi, bedende bulunan bir hastalıktır. Dişteki kaplama, dolgu ise, insanın yaptığı bir şeydir. Bunun içindir ki, (Dürr-ül-muhtâr)da, diş çukurunda yemek artığı kalanın guslünün câiz olup olmaması, ayrıca yazılmıştır.

İzmirli İsmâ’îl Hakkı, bu hiyle ve hatâları ile de iktifâ etmemiş, islâm âlimlerini kendine yalancı şâhidi göstermekten çekinmiyerek, (Suyu, altın veya gümüş kaplamanın, dolgunun altına ulaştırmak, buraları yıkamak şart değildir. Diş mes’elesinde zarûret bulunduğu ve zarûret bulunan yerlere suyun ulaştırılmasının şart olmadığı, fıkh âlimleri tarafından ittifakla bildiriliyor) demiştir. Diş kaplatmanın ve doldurtmanın zarûret olduğunu, Hanefî fıkh âlimlerinden hiçbiri bildirmedi. Zaten fıkh âlimleri zamanında diş kaplatmak, dolgu yaptırmak yoktu. Vesika olarak ileri sürdüğü (Siyer-i kebîr şerhi) tercümesinin Altmışdördüncü sayfasında, imam-ı Muhammed Şeybânînin, dişi düşen kimsenin, bunun yerine altından diş koymasına yâhut altından tel ile dişleri bağlamasına câiz dediği yazılıdır. Diş kaplatmak yazılı değildir. Bunu, İzmirli İsmâ’îl Hakkı eklemiştir. Sonradan ortaya çıkan mason din adamları, mezhepsizler, sapıklar, müslümanları aldatmak, bölücülük yapmak için, her hîleye başvurdular. Yanlış, bozuk şeyler yazdılar.

İmâm-ı Muhammed, sallanan dişin gümüşle bağlanacağı gibi, altın tel ile de bağlanabileceğini bildirmiştir. Altın ile kaplamak, doldurmak câiz olur dememiştir. Bunları İsmâ’îl Hakkı gibiler, kendileri eklemişlerdir.

İzmirli İsmâ’îl Hakkının yukarıdaki yanlış ve hiyleli yazısına, o zamanki müftiler ve kıymetli din adamları cevap vermişler, hakîkati ortaya koymuşlardır. Bu değerli âlimlerden birisi, Bolvadinli müderris Yûnüs-zade Ahmed Vehbî efendidir. Geniş din bilgisi olan bu zat, diş oyuğunu doldurtmuş olanın gusül abdestinin sahih olmıyacağında, âlimlerin sözbirliği olduğunu isbât etmiştir.

(Sebîl-ür-reşâd) mecmû’ası, İzmirlinin yazısının derme-çatma, hiyleli olduğunu anlamış olacak ki, (Mecmû’a-i Cedîde) ismindeki fetvâ kitabının 1329 [m. 1911] tarihli ikinci baskısındaki (Gusül câiz olur) fetvâsını da vesika olarak eklemeyi lüzûm görmüştür. Hâlbuki, bu fetvâ, bu kitabın 1299 tarihli birinci baskısında yoktur. İkinci baskıya, ittihâdcıların şeyh-ül-islâmı Mûsâ Kâzım tarafından sokulmuştur. Sebîl-ür-reşâd mecmû’ası, bir reformcunun yazısını bir masonun yazısı ile isbâta kalkışmıştır. Hiçbir fıkh âlimi, diş kaplatmaya, dolgu yaptırmaya zarûret dememiştir. Bunu yalnız mason olan din adamları ve dinde reformcular, mezhepsizler ve vehhâbî sapıklarına satılmış veya aldanmış olan din câhilleri söylemekte ve yazmaktadırlar.

Ahmed Tahtâvî, (Merâk-ıl-felâh) hâşiyesinde diyor ki, (Başka mezheplerdeki bir imama uymanın sahih olması için, uyanın mezhebine göre, namazı bozan birşeyin imamda bulunmaması, eğer varsa, uyanın bunu bilmemesi lâzımdır. Güvenilen kavl budur. İkinci kavle göre, imamın kendi mezhebine göre, namazı sahih olursa, uyanın mezhebine göre sahih olmadığı görülse bile, buna uyması sahih olur). İbni Âbidînde de böyle yazılıdır. Tahtâvînin ve İbni Âbidînin bu sözlerinden anlaşılıyor ki, kaplaması veya dolgusu olmıyan hanefînin, kaplaması veya dolgusu olan imama uymasının sahih olup olmaması üzerinde, âlimlerin iki ayrı kavlleri vardır: Birinci kavle göre, kaplaması, dolgusu olmıyan hanefînin, kaplaması, dolgusu olan imama uyması sahih olmaz. Çünkü, bu imamın namazı Hanefî mezhebine göre sahih değildir. İkinci kavle göre, bu imam, Şâfi’î veya Mâlikî mezhebini taklîd ediyorsa, kaplaması veya dolgusu olan hanefînin, buna uyması sahih olur. İmâm-ı Hindûvânî böyle ictihâd etmiştir. Mâlikî mezhebi de böyledir. Kaplaması veya dolgusu olan sâlih bir imamın mâlikî veya şâfi’î mezhebini taklîd etmediği bilinmedikce, kaplaması, dolgusu olmıyan hanefîler de, bu imama uymalıdır. Buna, mâlikî veya şâfi’îyi taklîd edip etmediğini sormak, tecessüs etmek câiz değildir. Bu ikinci kavl, her ne kadar zayıf ise de, haraç olduğu zaman, zayıf kavl ile amel etmek lâzım olduğu, yukarda bildirilmişti. Fitneye mani olmak için de, zayıf kavl ile amel edileceği, (Hadîka)da da yazılıdır. Mezheplere kıymet vermeyip, fıkh kitaplarına uygun ibâdet etmiyen kimsenin, Ehl-i sünnet olmadığı anlaşılır. Ehl-i sünnet olmıyan da, yâ bid’at sahibi, sapıktır, yâhut, îmanı gitmiş, mürted olmuştur. Biz, dolgu, kaplama yapmayınız demiyoruz. Yaptırmış olan kardeşlerimizin ibâdetlerinin kabûl olması için yol gösteriyoruz. Bunlara kolaylık gösteriyoruz.

Gusül abdesti, onbeş nev’dir: Beşi farz, beşi vâcib, dördü sünnet, biri müstehab. Farz olan gusül, hâtunun hayz ve nifâstan kesildikte, erkeğin avrete mukârenetinde, şehvetle menî aktıkta, ihtilâm olup, döşeğinde veya donunda meni görünce, kılmadığı namazın vakti çıkmadan evvel, gusül farzdır.

Vâcib olanlar: Meyyiti yıkamak, bir sabî bâliğ olunca gusletmek ve bir arada yatan er ve avretin arasında bulunmuş olan menînin hangisinden olduğu bilinmese, ikisi dahî gusletmek ve bir kimsenin üzerine bulaşmış olup da, bunun ne zamandan olduğunu bilmese, gusletmek. Ve bir hâtun çocuk getirdiğinde, kan gelmemiş olsa bile, gusletmek. (Kan gelmişse, gusül farz olur).

Sünnet olanlar: Cuma günü için ve bayram günleri için ve ihrâm vaktinde -ne niyetle olursa olsun- ve Arafat vakti gusletmek. Müstehab olan gusül, bir kâfir îmana geldiğinde -küfür hâlinde iken, cünüb ise, gusül farz olur- ve cünüb değil ise, müstehab olur.

Guslün haramı üçtür:

1- Erlerin erlere ve avretlerin avretlere, gusül vaktinde, göbeği altından dizinin altına kadar olan yerlerini birbirine göstermek.

2- Alâ kavlin- müslüman hâtunlar, kâfir avretlerine, guslederken, görünmek (sâir vakitlerde dahî hükm yine böyledir).

3- Suyu isrâf eylemek.

Guslün sünnetleri, hanefîde onüçtür:

1- Su ile istincâ etmek.

2- Ellerini bileklerine kadar yıkamak.

3- Bedeninde hakîkî necâset var ise gidermek.

4- Mazmaza ve istinşâkta mübâlağa etmek. Ağızda ve burunda ıslanmadık iğne ucu kadar kuru yer kalsa, gusül sahih olmaz. Evvelinde namaz abdesti almak.

5- Gusül abdesti için, niyet etmek.

6- Her azasını, suyu dökünürken oğuşturmak.

7- Evvelâ başına, sonra sağ, sonra sol omuzlarına üçer kere su dökmek.

8- El ve ayak parmaklarını hilâllamak.

9- Ardını ve önünü kıbleye döndürmemek.

10- Guslederken, dünya kelâmı söylememek.

11- Mazmaza ve istinşâkı üçer kere etmek.

12- Her âzada, sağdan başlamak.

13- Guslettiği yerde bevl birikiyorsa, bevl etmemek. Bu saydıklarımızdan başka sünnetler de vardır.

(El-fıkh-ü alel-mezâhib-il-erbe’a)da diyor ki, (Cünüb olan erkeğin ve kadının, gusül abdesti almadan evvel, abdestsiz yapılması câiz olmıyan, amâl-i şer’ıyyeden birini yapması, dört mezhepte de haramdır. Meselâ, cünüb iken, farz veya nâfile namaz kılması helâl değildir. Su bulamaz ise veya hastalık gibi bir sebep ile, suyu kullanamaz ise, teyemmüm etmesi lâzım olur. Cünüb iken, farz veya nâfile oruç tutması sahih olur. Kur’an-ı kerimi tutması ve okuması haramdır. Kur’an-ı kerimi abdestsiz tutmak da helâl değildir. Mescide girmesi de haramdır. Düşmandan korunmak için veya bir hüküm çıkarmak için, bir-iki kısa âyet okuması, mescidden koğa, ip, su almak için veya başka yol bulamadığı için, girip hemen çıkması câiz olur. Duâ niyeti ile bir kısa âyet, meselâ Besmele okuyabilir. Mescide girmeden teyemmüm eder.)