GÜZEL AHLÂKIN NEV'LERİ - kainatingunesi.com

GÜZEL AHLÂKIN NEV’LERİ

ALTINCI BÂB

(Ahlâk-ı alâî) kitabının altıncı bâbında güzel ahlâkın nev’leri bildirilmektedir. Biz, bunlardan yalnız adaleti bildireceğiz. Adalet üçe ayrılır:

Birincisi, Allahü teâlâya kulluk etmektir. Allahü teâlânın merhameti, nîmetleri, ihsânları, her mahlûka yayılmıştır. Nîmetlerinin en büyüğü, kullarına saadet yolunu göstermesidir. Hakları yok iken, hepsini en güzel şekilde yaratmıştır. Ebedî, sayısız nîmetler, iyilikler vermiştir. Böyle bir sahibe, yaratana ibâdet etmek, Onun ihsân ettiği nîmetlere Şükretmek elbette lâzımdır. Adalet için sahibinin hakkını gözetmek Îcap eder. Her insanın yaratanına karşı borçlu olduğu bu kulluk hakkını edâ etmesi vâcibdir.

Adaletin ikinci kısmı, insanların hakkını edâ etmektir. Hükûmete, âmirlere, kanûnlara karşı gelmemek, âlimlere hurmet, emânetlere vefâ, alış veriş haklarını edâ, vaatlerini îfâ etmek lâzımdır.

Üçüncüsü, geçmişlerin haklarını edâ etmektir. Bu da, onların borçlarını ödemek, vasıyetlerini îfâ etmek, vakflarını muhâfaza ve bıraktığı hayrât ve hasenâtı devam ettirmekle olur.

İyilik edene, mâl ile, hizmet ile karşılığı yapılır. Bunu yapamıyan, hamd ve senâ, teşekkür ve duâ eder. Karşılık yapmıyanın başına kakılır. Kötülenir. İncitilir. Çünkü, iyiliğe karşı, iyilik yapmak, insanlık vazîfesidir. Böyle olunca, her iyiliği yapan, en büyük iyilik olarak, yok iken var eden, en güzel şekli veren, lüzûmlu uzvları, kuvvetleri ihsân eden, herbirini bir âhenk ile işleterek sıhhat veren, akıl ve zekâ bahş eden, çoluk çocuk, ev, ihtiyaç eşyası, gıdâ, içecek, elbiselerimizi yaratan yüce bir sahibe, bu nîmetleri sebepsiz, karşılıksız ihsân eden ve her an yok olmaktan, düşmandan, hastalıktan muhâfaza eden ve bize hiç ihtiyacı olmıyan, sonsuz kuvvet, kudret sahibi olan, Allahü teâlâya Şükretmemek, kulluk hakkını ödememek ne büyük kabahat, ne çok zulüm ve ne alçak bir vaziyet olur? Hele, Ona ve nîmetlerin Ondan geldiğine inanmamak veya bunları başkasından bilmek en büyük zulüm, en çirkin yüz karası olur. Bir kimseye her ihtiyacı verilse, her ay yetecek para, gıdâ hediye olunsa, bu kimse, o ihsân sahibini her yerde herkese nasıl över. Gece gündüz onun sevgisini, teveccühünü, onun kalbini kazanmaya uğraşmaz mı? Onu derdlerden, sıkıntılardan muhâfaza etmeye çalışmaz mı? Ona hizmet edebilmek için, kendini tehlikelere atmaz mı? Bunları yapmasa, o ihsân sahibine hiç kıymet vermese, herkes onu ayblamaz mı? Hattâ, insanlık vazîfesini yapmıyor diye cezâlandırılmaz mı? İyilik eden bir insanın hakkına böyle riâyet ediliyor da, her nîmetim, her iyiliğin hakîkî sahibi olan, hepsini yaratan, gönderen, Allahü teâlâya Şükretmek, Onun beğendiği, istediği şeyleri yapmak, niçin lâzım olmasın? Elbette, en çok Ona Şükretmek, en çok Ona itaat etmek, ibâdet etmek lâzımdır. Çünkü, Onun nîmetleri yanında başkalarının iyilikleri, deniz yanında damla kadar bile değildir. Hattâ, diğerlerinden gelen iyilikleri de, yine O göndermektedir.

Allahü teâlânın nîmetlerini kim sayabilir?

nîmetlerinin milyonda birine kim Şükredebilir?

 

İnsan, Allahü teâlâya karşı lâzım olan şükür borcunu nasıl yapmalıdır? Bazılarına göre, birinci vazîfe, Allahü teâlânın varlığını düşünmektir. Mesnevî:

Hamd olsun, nîmetleri bol Allaha,

önce, varlık nîmeti verdi bana!

İhsânlarını saymaya güç yetmez,

güç de, her üstünlük de, lâyık Ona!

 

Bazılarına göre, nîmetlerin Ondan geldiğini anlamalı ve dil ile hamd ve senâ etmelidir.

Bazılarına göre, birinci vazîfe, Onun emirlerini yapmak, haramlarından sakınmaktır.

Bir kısmı da, insan önce kendini temizlemeli. Böylece, Allahü teâlâya yaklaşmalıdır, dedi.

Bazıları, insanları irşâd etmeli, doğru, sâlih olmalarına çalışmalıdır, dedi.

Bazıları da, insanın belli bir vazîfesi olmaz. Her insanın kendine göre, başka başka vazîfeleri olur, dedi.

Sonra gelenlere göre, insanın Allahü teâlâya karşı vazîfesi üçe ayrılır: Birincisi, bedeni ile yapacağı işlerdir. Namaz, oruç gibi. İkincisi, ruhu ile yapacağı vazîfedir. Doğru îtikat etmek [Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi îman etmek, inanmak]. Üçüncüsü, insanlara adalet yapmakla, Allahü teâlâya yaklaşmaktır. Bu da, emâneti muhâfaza, insanlara nasihat etmek, evvelâ islâmiyeti öğretmekle olur.

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, ibâdet üçe ayrılır: Doğru îtikat, doğru söz ve doğru iş. Bunlardan son ikisinde, açık olarak emredilmemiş olanlar, zamana ve şartlara göre değişir. Allahü teâlâ, Peygamberleri vâsıtası ile değiştirir. İbâdetleri, insanlar değiştiremez. Peygamberler ve bu büyüklerin vârisleri olan, Ehl-i sünnet mezhebinin âlimleri, ibâdetlerin çeşidlerini ve nasıl yapılacaklarını ayrı ayrı bildirmişlerdir. Herkesin bunları öğrenmesi ve ona göre hareket etmesi lâzımdır.

Bu fakire göre, sözün hulâsası, yukarıda bildirildiği üzere, doğru îtikat, doğru söz ve amel-i sâlih, birinci vazîfedir.

İslâm âlimleri ve tasavvuf büyükleri buyurdular ki, insana vâcib olan birinci vazîfe, îman ve amel ve ihlâs sahibi olmaktır. Dünya ve âhıret saadetleri, ancak bu üçüne kavuşmakla elde edilir. Amel, kalb ile ve dil ile, yâni söz ile ve beden ile yapılacak işler demektir. Kalbin işleri, ahlâktır. İhlâs, amelini yâni bütün işlerini, ibâdetlerini, yalnız Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak için yapmak demektir.