H I K D - kainatingunesi.com

 

H I K D

16 – Hıkt, kalb hastalıklarının onaltıncısıdır. Hıkt, başkasından nefret etmek, kalbinde ona karşı kin, düşmanlık beslemektir. Kendine nasihat verenlere böyle kin beslemek haramdır. Ona hıkt değil, itaat etmek lâzımdır. O, Allahın emrini yerine getirmiştir. Onu sevmek, hurmet etmek lâzımdır. Zulmedene karşı hıkt haram değildir. Bir alacaklı ölse, bunun hakkı vârislerine ödenmese, kıyâmette ödetilir. Zâlimi afetmek eftaldir. Uhud gazâsında Resûlullahın mübârek yüzü yaralanıp, mübârek dişi kırılınca, Eshâb-ı kirâm çok üzüldüler. Duâ et, Allahü teâlâ, cezâlarını versin dediler. (Lânet etmek için gönderilmedim. Hayr duâ etmek için, her mahlûka merhamet etmek için gönderildim) ve (Yâ Rabbî! Bunlara hidâyet et. Tanımıyorlar, bilmiyorlar) buyurdu. Düşmanlarını affetti. Lânet etmedi.

Hadis-i şerifte, (Sadaka vermekle mâl azalmaz. Allahü teâlâ, affedenleri azîz eder. Allah rızası için affedeni, Allahü teâlâ yükseltir) buyuruldu. Gülâbâdî diyor ki, bu hadis-i şerifte bildirilen sadaka, farz olan sadaka demektir. Yâni zekât demektir. Tevâdu’ edenin tâatlarına, ibâdetlerine, daha çok sevap verilir. Günahları, daha çabuk affolunur. İnsanın yaratılışında, hayvânî ruhun arzuları bulunmaktadır. Mâlı, parayı sever. Gadap, intikam, kibir sıfatları görünmeye başlar. Bu hadis-i şerif, bu kötü huyların ilâcını bildiriyor. Sadakayı, zekâtı emrediyor. Affederek, gadabı, intikamı temizliyor. Hadis-i şerifte, affetmek, mutlak olarak, şartsız olarak bildiriliyor. Mutlak olan emr, mukayyedi göstermez. Yâni, bir şarta bağlamaz. Mutlak olan emr, umûmîdir. Birkaç şeye mahsûs değildir. Hakkını almak mümkün değilse de, affetmek iyidir. Mümkün ise, daha iyidir. Çünkü, hakkını geri almaya kudreti var iken affetmek, nefse daha güç gelir. Zulmedeni affetmek, hilmin, merhametin ve şecâ’atin en üstün derecesidir. Kendisine iyilik etmiyene hediye vermek de, ihsânın en üstün derecesidir. Kötülük edene ihsânda bulunmak, insanlığın en yüksek derecesidir. Bu sıfatlar, düşmanı dost yapar. Îsâ aleyhisselâm buyurdu ki, (Diş kıranın dişi kırılır. Burnu, kulağı kesenin, burnu kulağı kesilir demiştim. Şimdi ise, kötülük yapana karşı, kötülük yapmayınız. Sağ yanağınıza vurana sol yanağınızı çeviriniz diyorum). Şeyh İbn-ül Arabî diyor ki, (Kötülük edene iyilik yapan kimse, nîmetlerin şükrünü yapmış olur. İyilik edene kötülük yapan kimse, küfrân-ı nîmet etmiş olur). [Muhyiddîn ibni Arabî 638 [m. 1240]da Şâmda vefât etti. ] Hakkını alandan, yalnız hakkını geri almak, fazlasını almamak, (İntisâr) olur. Affetmek, adaletin yüksek derecesi, intisâr ise, aşağı derecesidir. Adalet, sâlihlerin en yüksek derecesidir. Affetmek, bâzan zâlimlere karşı aczi gösterebilir. Zulmün artmasına sebep olabilir. İntisâr, her zaman zulmün azalmasına, hattâ yok olmasına sebep olur. Böyle zamanlarda, intisâr etmek, affetmekten daha eftal, daha sevap olur. Hakkından fazlasını geri almak (Cevr), zulüm olur. Cevr edenlere azâb yapılacağı bildirilmiştir. Zâlimi affeden, Allahü teâlânın sevgisine kavuşur. Zâlimden hakkı kadar geri almak, adalet olur. Kâfirlere karşı adalet yapılır. Fakat gücü yettiği hâlde affetmek, güzel ahlâktır. Resûlullah, bir kimsenin zâlime bedduâ ettiğini görünce, (İntisâr eyledin!) buyurdu. Affeyleseydi, daha iyi olurdu. (Berîka) birinci cildin sonundaki hadis-i şerifte, (Üç şey kendisinde bulunan kimse, Cennete dilediği kapıdan girecektir: Kul hakkını ödeyen, her namazdan sonra onbir defa ihlâs sûresini okuyan, kâtilini affederek ölen) buyurulmuştur. Zülkarneyn, Peygamber değildi, diyen âlimler dedi ki, fakat ona Peygamberlerde bulunan sıfatlardan dördü verilmişti. Bunlar, gücü var iken affederdi. Vaat ettiğini yapardı. Hep doğru söylerdi. Rızkını bir gün evvelden hazırlamazdı. Zulmün çokluğu kadar affın sevabı çok olur.

Hıkttan hâsıl olan kötülükler, onbirdir: Haset, şemâtet, hicr, istisgâr [aşağı görmek], yalan, gîbet, sırrı ifşâ, alay etmek, eziyyet vermek, hakkı ödememek ve mağfirete mani olmak.

Hıkt eden kimse, iftirâ, yalan ve yalancı şâhitlik ve gîbet ve sır ifşâ etmek ve alay etmek ve haksız olarak incitmek ve hakkını yimek ve ziyâreti kesmek günahlarına yakalanır. (Üç şey bulunmıyan kimsenin bütün günahlarının af ve mağfiret olunması umulur: Şirke, küfre yakalanmadan ölmek, sihir yapmamak ve din kardeşine hıkt etmemek) hadis-i şerifi, sihir yapmanın islâmiyette yeri olmadığını göstermektedir.

Sihir, büyü [Efsûn] yapmak olup haramdır. Sihir yapana fârisîde (Câdû) denir. Sihir vâsıtasiyle her dilediğini yapacağına inanırsa, kâfir olur. Sihirin te’sîrine inanmayan da kâfir olur. Sihrin, diğer ilâclar gibi, Allahü teâlâ dilerse te’sîr edebileceğine inanmalıdır. Her dilediğini, Allahü teâlânın yaratacağına inanmak küfür olmaz ise de, büyük günahtır. Sihrin tedâvîsi (Se’âdet-i Ebediyye)de uzun yazılıdır.

Hadis-i şerifte, (Allahü teâlâ, Şa’bânın onbeşinci gecesi bütün kullarına merhamet eder. Yalnız müşriki ve müşâhini affetmez) buyuruldu. Müşâhin, bid’at sahibi, mezhepsiz demektir.

[Ehl-i sünnet vel cemaat îtikatında olmıyan kimseye (Bid’at sahibi) denir. Dört mezhepten birinde bulunmıyan kimse, ehl-i sünnet fırkasından ayrılmış olur. Ehl-i sünnet îtikatında olmıyan da, yâ kâfir olur, yâhut bid’at sahibi olur. Kâfirlerin çeşidleri çoktur. Bunların en kötüsü, müşriktir. Müşrik, Allahü teâlâya ve âhıret gününe inanmıyan kimse demektir. Ateist, mason, komünist de, müşrik demektir. Bid’at sahipleri, kâfir değildir. Fakat sapık îtikatlarında taşkınlık yapanların, Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmiş olan birşeyi inkâr edince, kâfir olduklarını islâm âlimleri bildirmişlerdir. Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde müşrik kelimesi, kâfir kelimesi yerine kullanılmıştır. Meselâ, müşriki affetmem, buyurulmuştur ki, kâfirlerin hiçbir çeşidini affetmem demektir. Bid’at sahiplerinden taşkınlık etmeyip, kâfir olmıyanları müslümandır. (Ehl-i kıble)dirler. Fakat, bunların islâm dînine zararları, kâfirlerin zararlarından daha çoktur. Mezhepsiz din adamları, Mevdûdîciler, selefî denilen İbni Teymiyyeciler, Seyyid Kutbcular böyledirler. Hindistân âlimlerinden müftî Mahmûd bin Abdülgayyûr pişâvürî 1264 [m. 1848] senesinde bastırdığı (Huccet-ül-islâm) ismindeki kitabında, (Tuhfet-ül-arab-i vel-acem) risâlesinden alarak, fârisî dil ile diyor ki, müslümanların müctehidleri taklîd etmeleri vâcibdir. Çünkü, Nahl sûresinin kırküçüncü ve Enbiyâ sûresinin yedinci âyetlerinde meâlen, (Âlimlere sorup öğreniniz!) ve Tevbe sûresinin yüzüncü âyetinde meâlen, (İlk Muhâcirlerden ve Ensârdan ve bunlara tâbi olanlardan Allah râzıdır) buyurulmuştur. Bu âyetler taklîd etmeyi emir buyurmaktadır. Mu’âz bin Cebel Yemene hâkim olunca, (Kitapta ve hadis-i şeriflerde bulamadığım zaman, ictihâd eder, anladığıma göre emrederim) dedi. Resûlullah da, bu cevabı beğenerek, Allahü teâlâya hamd eyledi. Mısrdaki mâlikî âlimlerinden Ahmed Şihâbüddîn Karâfî, 684 [m. 1285] de vefât etmiştir. Bu büyük âlimin (Yeni müslüman olanın, dilediği bir âlimi taklîd etmesi lâzım olduğunda icmâ hâsıl olmuştur) dediğini, Celâlüddîn-i Süyûtî (Cezîl-ül-mevâhib) kitabında bildirmektedir. Hadis imamının sahih dediği bir hadise müslümanların sahih demeleri câiz olduğu gibi, fıkh imamının sahih dediği bir hükme sahih demeleri de câiz olur. Nisâ sûresinin ellisekizinci âyetinde meâlen, (Uyuşamadığınız din işlerinde kitaba ve sünnete mürâceat edin!) buyurulmuştur. Bu emr, müctehid olan âlime emirdir. İbni Hazmın, (Diri veya ölü, hiç kimseyi taklîd helâl değildir. Herkesin ictihâd etmesi lâzımdır) sözünün kıymeti yoktur. Çünkü, kendisi Ehl-i sünnet değildir. [İbni Hazmın mezhepsiz olduğu, sapık olduğu (Eşedd-ül-cihâd) kitabımızın sonunda yazılıdır.] Müftînin müctehid olması vâcibdir. Mutlak müctehid olmıyan müftînin fetvâ vermesi haramdır. Bunun müctehidlerin fevtâlarını nakletmesi câizdir. Müctehid olmıyan müftîden yeni bir fetvâ istemek câiz değildir. (Kifâye)de oruç bahsinde diyor ki, (Müctehid olmıyanın, işittiği bir hadise uyması câiz değildir. Bu hadis, mensûh veya tevilli olabilir. Fetvâ böyle değildir. (Takrîr)de de böyle yazılıdır. (Tuhfe)den tercüme tamam oldu.]

Hıktın sebeplerinden biri, gadaptır. Gadap eden, kızan kimse, intikam alamayınca, gadabı, hıkt hâlini alır. Gadap, kanın hareketinin artmasından [tansiyonun artmasından], meydana gelir. Allah için gadaba gelmek, iyidir. Dîne olan gayretindendir.