HELAL KAZANÇ YOLLARI - kainatingunesi.com

HELAL   KAZANÇ YOLLARI

  1. TİCARET: Ticaret ile helal mal kazanmak için, dinimizin alışveriş bilgilerini mutlaka öğrenmek lazımdır. Ticaret yapan kimse, bu bilgileri öğrenmeden dinini kayıramaz, koruyamaz. Ticarete ait din bilgilerini, emir ve yasakları bilmezse, haram ve şüphelilerden, faizden kurtulamaz. Ancak bu bilgileri öğrenince, haramlardan sakınmak mümkün olur.                         Eshab-ı Kiram’dan Abdullah bin Mesut hazretleri buyuruyor ki: “Alışveriş, yani ticaret ilmini bilmeyen faiz yer. İstese de istemese de bundan kurtulamaz.” Sevgili Peygamberimiz de buyurdular ki: (Bile bile bir gümüş dirhem, yani (3,8 gram) değerinde faiz yemek, otuz zinadan daha çok günahtır) Ve yine buyurdu ki: (Miraç Gecesi’nde bana karınları ambarlar gibi şişmiş insanlar gösterdiler. İçleri yılanla dolu olup dışarıdan görünürlerdi. Cebrail aleyhisselama: “Bunlar kimlerdir?” diye sondum. Cebrail aleyhisselam da, “Bunlar, faiz yiyenlerdir) buyurdu.

             Faiz yemeye, haram kazanmaya aldırış etmeden ticaret yapmak büyük zarardır. Allahü teala, Kehf Suresi yüz dördüncü ayetinde (Onlar, o kimselerdir ki; dünya hayatında yaptıkları çalışmalar boşa gitmiştir. Halbuki güzel bir iş yaptıklarını sanıyorlardı) buyuruyor. Faiz, alışverişten başka kira, rehin (ipotek), şirket gibi muamelelerde de olur. Dinini kayıran her Müslüman kazancında, yemesinde, giymesinde dinimizin emir ve yasaklarını öğrenip bunlara uymalı, haramları işleyerek emeğinin boşa gitmemesine çalışmalıdır.

Ahî Evran, Anadolu evliyâsındandır. Kabri Kırşehir’dedir. Ahî Evran hayatta iken Anadolu şehirlerini dolaşır, halka din bilgilerini ve islam ahlakını anlatırdı. Esnafa bilhassa islamiyyetin alış-veriş bilgileri hakkında vaazlar verirdi. Kendine sual sorup nasihat isteyenlere “Ey kardeşim! Alış-veriş ilmini bilmeyen haram lokmadan kurtulamaz. Haram lokma yiyen ise, ibâdetlerinin sevabını bulamaz. Zahmetleri hep boşa gider. Sonunda büyük azaba yakalanır ve pişman olur” buyururdu. [Evliyalar Ansiklopedisi C-2//SS]

 MENKIBE: Esnaf Kontrolü

           Fatih Sultan Mehmet Han, bir gün kıyafet değiştirerek Edirne’de çarşıya çıkar. Fiyatlarını kontrol etmek için dükkâna girerek der ki:

        -Yarım batman yağ ver. Bal da var mı?

        -Var. Fakat onu karşıdaki bakkaldan al!

        -Niçin sen vermiyorsun?

         -Hep ben kazanırsam olmaz. Ben bugünkü yiyeceğimi kazandım. Diğer bakkalların da çoluk çocuğu var. Biraz da onlar kazansın!

          Fatih Sultan Mehmet Han, karşıdaki bakkala giderek bir batman balı alır. Aynı bakkaldan tuz ve sabun almak ister. Fakat bu bakkal da birinci bakkal gibi söyler. Fatih Sultan Mehmet Han, bu şekilde bir evin ihtiyacını karşılamak için on beş dükkânı dolaşmak zorunda kalır. Bunun üzerine meşhur sözünü söyler:

              “Birbirine bu derece bağlı ve birbirini düşünen böyle milletim olduktan sonra ben İstanbul’u değil, dünyayı fethederim.”

            Daha sonra İstanbul’un fethi için son kararını verir ve bütün hazırlıklar tamamlanır.

  1. SANAT: Helal kazanç yollarından biri de, bir sanat ve meslek sahibi olmaktır. Bunun için herkes, kendi sanat ve mesleğine ait dinimizin emir ve yasaklarını öğrenmeli, çalışıp helal mal kazanmalıdır. İnsanlara muhtaç kalan kimse; dinini, ırzını, namusunu koruyamaz. Dinini verip de yememek için meslek, sanat sahibi olup çalışmalı ve alın teriyle kazanmalıdır. Bir hadis-i şerifte buyruldu ki: (İnsanın yediklerinin en hayırlısı, iyisi, bileği ile kazanıp yediğidir. Allahü tealanın peygamberi Davut aleyhisselam, elinin emeği ile kazanıp yerdi.)

            Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselam, sanat sahibi olmayı övmekte ve bunun helal kazanç yollarından biri olduğunu haber vermektedir. Hadis-i şerifte (Allahü teala, sanat sahibi mümini sever) ve (En helal şey, sanat sahibinin kazandığıdır) buyurdu. Ayrıca sanat sahibi, herkese faydalı olmaktadır. Peygamber efendimiz, (İnsanların iyisi, insanlara faydası olanlardır) buyurdu. Müslümanın, kendisinin ve çoluk çocuğunun nafakasını helalden kazanmak ve borçlarını ödemek için çalışması, nafile ibadetleri yapmaktan kat kat daha sevaptır.

               Sanatkâr, işinde hile yapmamalı, kimseyi aldatmamalıdır. İşini, söz verdiği zamanda bitirmeli ve en iyi şekilde yapmalıdır. Müşterisini “Bugün git yarın gel” diyerek aldatmamalı, oyalamamalıdır.

  1. ZİRAAT: Çiftçilik, yani ziraat; Allahü tealaya güvenerek çalışmak ve işini Ona ısmarlamaktır. Bu tam bir tevekküldür. Çünkü tarlaya ekilen şeyi elde etmek, Allahü tealanın vermesine, ihsan etmesine bağlıdır. Bunda kulun hiçbir müdahalesi yoktur. O sadece tohumunu toprağa atmakta, bitmesini, büyüyüp olgunlaşmasını Allah’tan beklemektedir.

              Çiftçinin emeği, yüzlerce insanın pişirip yediği her bir lokmaya intikal etmektedir. Hatta pişen bir lokma yiyecekte, çiftçi ile beraber daha birçok kişinin işi, emeği de vardır. Eken-biçen, marangoz, demirci, fırıncı, bunlardan bazılarıdır. O bir lokma, Allah’ın sevgili kullarından birinin gıdası olursa, onun yaptığı bütün sevaplar, bu yüzlerce iş sahibinin amel defterlerine yazılır ve cehennem ateşinden korunmalarına sebep olur. Ziraat ile uğraşan, sadece insanlara değil, dağdaki kurtlara, kuşlara ve bütün canlılara faydalı olmaktadır. Onun ektiklerinden bütün canlılar istifade etmektedir. Bunların yediği her lokmadan hasıl olan sevap, çiftçiye de verilir ve cennette mükâfatlandırılmasına sebep olur.

               O halde çiftçiler, Allahü tealanın emir ve yasaklarını gözetmeli, dinimize uygun ziraat yapmalıdır. Böylece vaad edilen bu sevaplara kavuşurlar. Haram ve şüphelileri yemekten korunurlar. Ziraat işleri ile uğraşan çiftçi, topraktan elde ettiği her türlü mahsulün zekâtını, yani öşrünü vermelidir. Öşür, onda bir demektir. Mahsulün öşrünü vermeden yenilmesi haramdır. Topraktan kaldırılan mahsulün azının da çoğunun da öşrünü vermek lazımdır. Öşür vermek, malın bereketini arttırır.

  MENKIBE: Köylünün Ağacı

                  Sultan Yıldırım Bayezit Han köyleri dolaşıyordu. Bir gün köyün birinde çok yaşlı bir köylüye rastladı. Bu köylü, bahçesine küçük meyve fidanları dikiyordu. Yıldırım Bayezit, köylüye şakadan;

              -Baba, dedi. Bu fidanlar ne zaman büyüyüp de yemiş verecek? Bu yemişten yemek sana nasip olacak mı dersin.

             -Hiç sanmıyorum.

             -Öyleyse niye kendini yorup duruyorsun?

              -Biz atalarımızın diktiği ağaçların yemişini yemiyor muyuz? Oğullarımız, torunlarımız da bizim diktiklerimizin yemişini yesinler.

Bu cevap, Sultan’ın çok hoşuna gitmişti.

              -Aferin, dedi.

O zaman padişah kime “Aferin” derse bin altın verilmesi âdetti. Padişah’ın yanındakilerden biri, hemen köylüye bin altın verdi. Köylü,

             -Bak Sultanım, gördün mü? Bizim fidanlar şimdiden meyve verdi.

Bu cevap, Sultan’ın daha çok hoşuna gitti.

             -Aferin baba, aferin.

Köylü, bu söz üzerine bin altın daha aldı ve Allahü tealaya dua etti.

 MENKIBE: Tohumlar

                 İyi kalpli bir ihtiyar tarlasına tohum ekecekti. Önce iki rekât namaz kıldı. Sonra ellerini açarak Allah’a dua etti. Duasında şunları söyledi:

                 -“Ya Rabbi! Her şeyi ve hepimizi, yoktan var eden sensin. Ben de senin zayıf bir kulunum. Şimdi toprağa atacağım tohumları, Senin kudret ve merhametine teslim ediyorum. Onları yeşert, büyüt ve bütün canlılar için bereketli kıl!”

                  Ekim zamanları daima böyle dua ederdi. Cenab-ı Hakk da, onun tarlasını hep bereketli kılardı.

                  İhtiyarın ayrıca “hurma” bahçeleri vardı. Meyve toplayacağı zaman fakirleri davet eder, onlara istedikleri kadar hurma verirdi. Rüzgârın döktüğü meyveleri, çocuklar sevinçle kapışırdı.

                Bağ ve bostandaki ürünleri de böyle dağıtır, fakirler de dua ederlerdi. Bir gün geldi, iyi kalpli ihtiyar vefat eyledi. Geriye üç oğlu kaldı. Onlar kendi aralarında:

-Biz babamız gibi yaparsak sıkıntıya düşeriz, dediler.

               İlkin “bağ bozumu” mevsimi geldi. Sabah olunca meyveleri toplamaya yemin ettiler.                                                “İnşaallah (Allah dilerse)” bile demediler. Sabah olunca birbirlerine seslendiler:

              -Haydi çabuk olun! Meyveleri toplayacaksak acele edelim.

Hemen fırladılar ve aralarında fısıldaşarak,

              -Bugün bağımıza, bir miskin (fakir) sokmayalım!

Daha ortalık ağarmadan bağlarına vardılar. Böylece fakirleri, meyveden mahrum edeceklerini zannediyorlardı.

               Bağ yerine varınca gördüler ki; yer gök kapkara. Toprak üstündeki her şey yanmış, kapkara kesilmiş. Belli yi yangın, gece onlar uyurken çıkmış. Henüz dumanları tütüyor. İyice şaşırdılar.

              -“Biz herhalde yanlış yere gelmişiz” diye söylendiler. Sonra etrafa dikkatle baktılar. Kara ve sivri taşları gördüler. O zaman anladılar ki, kendi bağları burasıdır.

Birisi,

              -Biz bu bağın bereketinden mahrum edilmişiz.

Daha insaflı olanı,

              -Ben size, “inşaallah” deyiniz demiştim.

              Sonra da kabahati birbirlerine yüklemeye başladılar. Aralarında çekişe-dövüşe köye dönerken, karşılarına; babalarının iyilik yaptıklarından fakir bir ihtiyar çıktı. İhtiyar, genç ve gözü doymaz mirasçıların üzüntülerini anlayınca onlara bir baba dostu olarak şu pırlanta sözleri söyledi:

          “İşte Allah’ın azabı böyledir.Tohum ekerken, ağaç dikerken,

           -Bütün insanların hatta hayvanların, kuşların bile fayda görmesi için niyet etmeli, ‘bereket vermesini’ dilemelidir.

          Meyvelerden, mahsullerden, fakirlere mutlaka ayırmalıdır.Kimseye vermemek için, -hırsız gibi- mahsulü geceleyin kaldırmamalıdır. Yoksa Allah da, o mahsul üzerinden ‘bereketini’ kaldırır. Sizin de elinize hem bu dünyada, hem öbür dünyada hiçbir şey geçmez. Sonunda elinize, üzüntüden başka bir şey geçmez.”

  1. İNSANLARA HİZMET: İnsanlara hizmet ederek mal, para kazanıp yemek içmek ve kullanmak da helaldir. Allahü tealanın peygamberleri bile böyle çalışmışlardır. Yusuf aleyhisselam, bir peygamber olduğu halde, insanların sıkıntıda olduğunu görüp, hükümet reisi Müslüman olmamasına rağmen, ona giderek vazife istedi ve böylece insanlara hizmet etti.

              O halde, Allahü telalanın kullarına hizmet edeceğini bilen ve bunu kendinden başka yapacak bir kimsenin bulunmadığını gören her Müslüman, bu vazifeye bir zalimin geçmesini önlemek ve Müslümanlara hizmet etmek için; Müslüman olmayan birisinden bile görev istemelidir. Boş bulunan imamlığı, müftülüğü, öğretmenliği, polisliği ve diğer görevleri dilekçe ile talep etmelidir. Bir iyilik yapamasa da, hiç olmazsa Müslümanların zararına çalışmayı önlemek de ibadet olur. Dinine, canına, malına zarar veren şartlar bulunmadıkça, görevinden istifa edip ayrılmamalıdır.

              İnsanlara hizmet ederek maaş (ücret) alan kimselerin kazancı haram değildir. Bunların malı, parası; görevlerini kötüye kullanmadığı, insanlara zulüm etmediği ve görevini suistimal edip rüşvet ve diğer haksız kazanç elde etmediği müddetçe helaldir.