HUZEYFE-TÜL-YEMÂNÎ (radıyallahü anh) - kainatingunesi.com

Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin sırdaşı. İsmi Huzeyfe, künyesi Ebû Abdullah’dır. Babasının ismi Huseyl olup, Yemânî lakabı ile meşhûrdur. 656 (H. 36) senesinde hazret-i Osman’ın şehîd edilmesinden kırk gün sonra vefat etti.

Huzeyfe-i Yemânî, Hayber ile Teyme arasında yaşayan ve İran Kisrâsı Nûşirevân zamanında hıristiyanlığı kabul eden Benî Abs kabîlesindendi. Kabileden âlim bir zât, Muhammed aleyhisselâmm, Peygamber olarak gönderileceğini haber verince beklemeye başlamışlardı, Ancak Muhammed aleyhisselâma, peygamberlik indirilince, hicrete kadar haberdâr olamadılar. Peygamber efendimizin hicretini işitir işitmez, içlerinden dokuz kişilik bir hey’et, Medîne’ye gelerek müslüman oldular. Hemen bunların arkasından hazret-i Huzeyfe, çok yaşlanmış olan babasını da yanına alarak Medîne’ye gelip, müslüman oldu. Ensâr’dan sayıldı.

Huzeyfe (radıyallahü anh) müslüman olduktan sonra, ilk olarak Uhud savaşına katıldı. Bu savaşa, çok ihtiyar olmasına rağmen belki şehîdlik nasîb olur diyerek babası da katılmıştı. Fakat Medîne’ye yeni geldiklerinden herkes tarafından tanınmıyordu, islâm ordusundan bir asker, onu Mekkeli müşriklerden zannederek, farkında olmadan öldürmüştü. Hazret-i Huzeyfe’ye babasının diyeti verildiğinde, almak istemedi ve verilen diyeti, fakirlere dağıttı. Bu hareket, Peygamber efendimizin çok hoşuna gitti.

Huzeyfe (radıyallahü anh) Hendek savaşından sonra yapılan bütün savaşlara katıldı. Benî Kureyzâ gazvesinde, Hayberin ve Mekke’nin fethinde, Huneyn gazvesinde, Tâif ve Tebûk seferinde ve Veda haccfnda da bulundu.

Hazret-i Huzeyfe, Eshâb-ı kiram arasında Peygamber efendimizin sırdaşı olması vasfı ile meşhûrdur. Sevgili Peygamberimiz ona, Eshâb-ı kiram arasına karışarak, kendilerini gizleyen ve böylece fitne çıkarmak isteyen münafıkların kimler olduğunu tek tek bildirmiştir. Bundan başka vuku bulacak hâdiseleri de bildirmişti. Eshâb-ı kiram arasında çok sevilir ve ayrı bir îtibâr gösterilirdi. Çünkü o, Resûlullah efendimizin verdiği sırlarla dolu idi. Peygamber efendimiz, gizli kalması lâzım olan bir çok şeyi, Huzeyfe’ye söyledi. O ve Ebû Hüreyre (radıyallahü anh); “Server-i âlem efendimiz, âlemin yaratıldığı zamandan, yok olacağı güne kadar, olmuş ve olacak şeyleri bize bildirdi. Bunlardan bildirilmesi caiz olanları size bildirdik, örtmesi lâzım olanları, sakladık bildirmedik” buyurdular.

Peygamber efendimizin vefatından sonra hazret-i Ebû Bekr, Huzeyfe’yi (radıyallahü anh) ordu kumandanı tâyin etti. Umman’daki mürted yâni dinden dönenlerle savaşmak üzere Umman’a gönderdi. Kendisine katılan İkrime (radıyallahü anh) komutasındaki ordu ile birlikte Umman halkını tekrar İslâm’a döndürdü. Bundan sonra Umman’da, önce zekâtları toplamakla sonra da vali olarak vazifelendirildi.

Hazret-i Ömer, halifeliği sırasında onu Umman’dan Medîne-i münevvereye çağırdı. Bir müddet müşavere yâni danışma hey’etinde bulundurdu. Sonra da Mezopotamya taraflarında yapılan savaşlara katıldı. Irak’ın ve İran’ın fethinde bulundu. Nihâvend savaşında Nü’mân bin Mukarrin (radıyallahü anh) şehîd olunca, İslâm sancağını hazret-i Huzeyfe eline alarak Hemedân, Rey ve Deynura’yı fethetmiştir. Cezîre’nin fethinde bulunarak, Nusaybin valiliğine tâyin olundu. Selmân-ı Fârisî (radıyallahü anh) ile birlikte Küfe şehrinin yerini seçip, orada şehir kurulmasını kararlaştırdı. Böylece Küfe şehri kuruldu.

Hazret-i Huzeyfe, emniyeti ile şöhret bulmuştur. Hattâ hazret-i Ömer yeni feth edilen memleketlere; “Huzeyfe ne isterse veriniz” diye emir buyurduğu hâlde, kendi yiyeceğinden ve atının yiyeceği yemden fazlasını almamıştır. Medâyin şehrinde uzun müddet valilik yaptı. Oranın halkı, idaresinden son derece memnun olup, kendisini çok sevmişlerdi. Döndüğü zaman, hazret-i Ömer onun hâlini değiştirmediğini görerek boynuna sarılmış ve; “Sen benim kardeşimsin, ben de senin kardeşinim” buyurmuştur.

Hazret-i Ömer halîfe iken, Huzeyfe’nin (radıyallahü anh) bir cenazenin namazını kılmadığını görerek, ona niçin kılmadığını sormuştu. O da ölen kişinin münafık olduğunu söylemiş ve bu sebeple cenaze namazını kılmadığını açıklamıştı. Bunun üzerine hazret-i Ömer, me’mûrları arasında münafık bulunup bulunmadığını sormuş, o da bir tane var demiş, fakat hazret-i Ömer’in bütün ısrarına rağmen ismini söylememiştir. Bundan sonra hazret-i Ömer, Huzeyfe’nin gitmediği cenazeye gitmemiştir. Çünkü onun gitmemesini, ölenin münafık olduğuna işaret sayardı.

Hazret-i Huzeyfe, hazret-i Osman’ın halifeliği sırasında Azerbaycan ve Ermenistan taraflarının fethine gönderildi. Bu hizmetlerinin yanında, mühim bir hizmeti de Kur’ân-ı kerîm nüshalarının çoğaltılmasına sebeb olmasıdır. Çünkü o, Azerbaycan ve Ermenistan tarafına gittiğinde, Kur’ân-ı kerîmin değişik lehçelerle okunduğunu görerek, Kur’ân-ı kerîmin Kureyş lehçesi üzerine çoğaltılmasını hazret-i Osman’a teklif etti. Bunun üzerine hazret-i Osman, Kur’ân-ı kerîm nüshalarını çoğaltıp, belli merkezlere gönderdi. Hayâtının çoğu savaşlarda geçen Huzeyfe (radıyallahü anh), hazret-i Osman şehîd edildiğinde Medine’de bulunuyordu. Bu sırada yaşı oldukça ilerlemişti. Hazret-i Osman’ın şehîd edilmesine çok üzüldü. Onun şehîd edilmesinden kırk gün sonra vefat etti.

Huzeyfe (radıyallahü anh) ölüm döşeğinde yattığı vakit; “Dost anî bir baskınla geldi. Pişmanlık fayda vermez. Allah’ım, fakirlik ve hastalıktan hakkımda hayırlı olanı bana ver. Ölüm, hakkımda yaşamaktan hayırlı ise, sana ulaşıncaya kadar ölüm yolunu bana kolaylaştır” diyerek dua etmiştir.

Huzeyfe (radıyallahü anh), Peygamber efendimizden yüzden fazla hadîs-i şerîf rivayet etmiştir. Ondan rivayet edilen hadîs-i şerîfler, Kütüb-i sitte denilen meşhûr altı hadîs kitabında yeralmıştır. Peygamberimizden bizzat işiterek rivayet ettiği hadîs-i şerîflerden bâzıları şunlardır:

“Nemmâm (söz taşıyan) Cennet’e giremez.”

“Bir kimse, islâm’da sünnet-i hasene yaparsa, bunun sevabına ve bunu yapanların sevâblarına kavuşur. Bir kimse islâm’da bir bid’at, (kötü) çığır açarsa, bunun günâhı ve bunu yapanların günâhları kendisine verilir.”

“İki arkadaşın, Allah katında en sevimlisi, arkadaşına karşı daha müşfik (şefkatli) davranandır.”

“Dünyâyı âhıret üzerine tercih eden kimseyi, Allahü teâlâ üç şeye mübtelâ kılar. Kalbinden hiç çıkmayan sıkıntı. Hiç kurtulamadığı fakirlik ve doymak bilmeyen hırs.”

Hazret-i Huzeyfe buyurdu ki: “İnsanlar öyle bir zaman yaşayacak ki, bir kişi için, ne kibar ne akıllı diyecekler. Hâlbuki onun kalbinde zerre kadar îmân izi olmayacaktır.”

Münafık kimdir denildiğinde; “İslâmiyet’ten bahsedip de onunla amel etmeyen, ona uymayandır” buyurdu.

BEYAZ SARIKLI SÜVARİ

Hendek savaşına da katılan Huzeyfe (radıyallahü anh), bu savaşta görülmemiş bir cesaret ve büyük bir kahramanlık gösterdi. Bir ay süren bu gazada müşrikler yavaş yavaş çözülmeye ve geri dönmeye yüz tutmuşlardı. Hazret-i Huzeyfe, tam bu sırada müşriklerin durumunu kontrol edip, haber getirmek üzere, Peygamber efendimiz tarafından vazifelendirildi. Bu hizmetini bizzat kendisi şöyle anlatmıştır: “Öyle bir gecede bulunuyorduk ki, ondan daha karanlık bir gece görmemiştik. Bu şiddetli karanlıkla birlikte, gök gürültüsünü andıran korkunç bir rüzgâr da esmeye başlamıştı. Bu sırada müşrik ordusu telâşa kapılıp, kendi aralarında anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Peygamber efendimiz bize onların bu hâlini haber verdi. Biz, şiddetli soğuktan, açlıktan ve gecenin dehşetinden ayağa kalkamıyor, olduğumuz yerde üzerimize bir şeyler örterek bekliyorduk.

Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz bana; “Git şu kavim ne yapıyor bir bak! Yanıma dönüp gelinceye kadar onlara, ok ve taş atma. Mızrak ve kılıç vurma. Sen benim yanıma dönüp gelinceye kadar ne soğuktan, ne sıcaktan zarar görmeyeceksin, esir edilip, işkenceye de uğramayacaksın” buyurdu. Kılıcımı ve yayımı aldım, gitmek üzere hazırlandım. Resûlullah efendimiz, benim için; “Allah’ım! Onu önünden, ardından, sağından, solundan, üstünden, altından koru” diye dua buyurdu.

Müşriklere doğru yürümeye başladım. Sanki hamamda yürüyor gibiydim. Vallahi içimde ne bir korku, ne bir üşüme, ne de bir ürperti vardı. Nihayet müşriklerin ordugâhına vardım. Kumandanları Ebû Süfyân ve diğerleri ateş yakmışlar başında ısınıyorlardı. Ebû Süfyân buradan çekip gitmeli diyordu. Hemen müşriklerin yanına sokulup ateşin başına oturdum. Görülmemiş derecedeki şiddetli rüzgâr ve Allahü teâlânın görülmeyen ordusu (melekler) onlara yapacağını yapıyordu. Rüzgârda, kapkacakları devriliyor, “ateşleri ve ışıkları sönüyor, çadırları başlarına yıkılıyordu. Bir ara müşrik ordusunun kumandanı Ebû Süfyân ayağa kalkıp; Ey Kureyşliler, siz durulacak gibi bir yerde değilsiniz. Atlar, develer kırılmağa, ölmeğe başladı. Kıtlık her tarafı sardı. Rüzgârdan, başımıza gelenleri görüyorsunuz. Hemen göç edip gidiniz! İşte ben gidiyorum diyerek devesine bindi. Müşrik ordusu perişan bir hâlde toplanıp, Mekke’ye doğru hareket etti. Rüzgârın tesiriyle üzerlerine yağan taş ve çakıl sesini işitiyordum.

Müşrik ordusu çekip gidince, ben de Resûlullah efendimizin yanına döndüm. Yolun yarısına geldiğimde, karşıma yirmi kadar beyaz sarıklı süvari (melekler) çıktı. Bana; “Resûlullah’a haber ver. Allahü teâlâ düşmanı perişan etti… “dediler. Resûlullah efendimizin yanına dönüp geldiğimde, bir kilim üzerinde namaz kılıyordu. Fakat ben döner dönmez, gitmeden önceki üşüme ve titreme hâlim tekrar başlamıştı. Namazdan sonra müşriklerin içine düştükleri perişan hâli ve çekip gittiklerini haber verdim. Resûlullah efendimiz bu haber üzerine gülümsedi. Sonra yattı, beni de yanına alıp üzerindeki kilimin bir ucunu üzerime örttü. O gece öylece uyuyarak sabahladık. Sabah namazı vakti girince, Peygamber efendimiz beni uyandırdı. Sabah baktık ki, müşrik ordusundan hiç kimse kalmamıştı. Onlar Mekke’ye yaklaşıncaya kadar peşlerinden şiddetli bir rüzgâr esti.”