Hz. Meryem'e, Îsâ aleyhisselâmın müjdelenmesi - kainatingunesi.com

Hz.  Meryem’e,  Îsâ aleyhisselâmın müjdelenmesi

 Hz. Meryem on beş yaşına ulaştığında, Yûsuf-i Neccâr isminde biriyle nişanlanmıştı. Fakat onunla evlenmeden, Allahü teâlâ, Hz. Meryem’e babasız olarak bir çocuk vereceğini müjdelemişti.

Rivayete göre, Hz. Meryem, Beyt-ül-Makdis’te kendisi için Zekeriyyâ aleyhisselâm tarafından tahsis edilen odada bulunur, ihti­yaç hâlinde dışarı giderdi veya ibâdetini orada yapar, sâir zamanlarda Zekeriyyâ aleyhisselâ­mın hanımının yanında bulunurdu. Bu hususta rivayetler muhteliftir. Böyle bir vesile ile, evinin veya Beyt-ül-Makdis’in doğusunda bir yerde bulunurken veya güneşlenirken, yanına Cebrail aleyhisselâm geldi. Her âzası tam, düzgün bir genç insan şeklinde idi. Aslî şek­linde değil de böyle bir insan şeklinde gelmesi, Hz. Meryem’in onu aslî şekliyle görmeye tahammül edemiyeceği içindir.

Hz. Meryem, birden karşısında böyle birini görünce, kemâl-i edebinden ve iffetinin çokluğundan pek fazla endişelendi, kalbine ürperti geldi. Bulunduğu yer tenhâ idi. Buna rağmen perde de çekmişti. Böyle iken oraya genç bir kimsenin gelmesi onu telâşa düşürmüştü. Hemen; “Ben senin bana bir zarar vermenden, kullarını böyle zararlardan korumaya kadir ve her nîmet ve ihsanın sahibi olan Allahu teâlâya sığınırım. Benim yanımdan çekil. Eğer Allahü teâlânın azabından korkar, günah işlemekten sakınırsan, herhangi bir fenalık yapmazsın. Yanımdan git ve bana taarruz etme” dedi.

Genç bir delikanlı suretinde gelen Cebrail aleyhisselâm, ona, kendinin melek olduğunu ve endişelenmemesini bildirip; “Ben senin, benden kendisine sığındığın Hak teâlâ hazret­lerinin bir elçisiyim. Yâni ben insan değilim. Allahü teâlâ tarafından gönderilen bir haberci meleğim. Senin temiz bir oğlan doğuracağını müjdelemek için gönderildim” dedi.

Meryem (r.anhâ), onun vazifeli bir melek olduğunu anlayınca, biraz rahatladı. Fakat endişesi de gittikçe arttı. Sonra; “Benim hiç çocuğum olur mu? Ben evli değilim. İffetsiz bir kimse de değilim ki, başkasından hâmile kal­mış olayım. Bana hiç bir erkek dokunmadı. Bir erkek ile bir araya gelmedim. Günah da işle­medim. O hâlde benim nasıl çocuğum olur ki?” dedi.

Cebrail aleyhisselâm ona; “Evet iş dediğin gibidir. Sen evli değilsin. Şer’î hududun dışına taşarak bir iffetsizlik de yapmadın. Fakat Hak teâlâ sana, babasız bir çocuk ihsan edecek. Böyle yapmak O’na pek kolaydır. Zîrâ O, her dilediğini yapmaya kadirdir” dedi.

Hz. Meryem, Allahü teâlânın, bir çocuğu babasız olarak halketmeye kadir olduğunu elbette bilir ve tasdik ederdi. “Benim nasıl çocuğum olur ki…” diye sorup, kendi duru­munu îzâh etmesi, buna inanmamasından değil, bu işin nasıl olacağını anlamak istemesindendir.

Daha sonra, Cebrail aleyhisselâm bu işin takdir edildiğini, tamâm olduğunu; çocuğun, babasız olarak Allahü teâlânın “Kün-OI” emriyle yaratılacağını ve isminin Meryem oğlu Mesîh Îsâ olduğunu bildirdi. Ayrıca çocuğun, Allahü teâlâ katında mertebe ve derecesinin pek yüksek, makbul bir kul olduğunu söyle­yerek, onun sıradan bir çocuk olmadığını insanlara hak ve hakikati bildireceğini de haber verdi.

Mesîh; meshedilmiş, meshedilen demek­tir, Îsâ aleyhisselâma niçin Mesîh dendiği hususunda tefsir âlimlerinden muhtelif riva­yetler gelmiş olup, bunlardan bâzıları şöyledir:

1- Her türlü pisliklerden uzak, günahlardan temizlenmiş olduğu için ona bu isim verilmiş­tir.

2-Hangi hastaya dokunsa, Allahü teâlânın izni ile hasta iyi olurdu. Bunun için Mesîh denilmiştir.

3-Îsâ aleyhisselâm yeryüzünde çok seya­hat ederdi. Buna işaretle Mesîh denilmiştir.

4-Mesîh, İbrânî dilinde mübârek manasına­dır. Hz. Îsâ’nın şerefinin ve faziletinin üstünlü­ğünü bildirmek için, bu mânâya işaretle Mesîh denilmiştir.

Ayrıca  kıyametin  büyük  alâmetlerinden olan Deccâl’e de Mesîh denir ki, onun-hâşâ-yukandaki faziletlerle hiç bir ilgisi yoktur. Ona, Mesîh denmesinin sebebi gözünün birinin silik olmasıdır.

Cebrail aleyhisselâmın genç bir insan şek­linde Hz. Meryem’e gelerek, onu bir oğul ile müjdelemesi ve bu esnada aralarında geçen konuşmalar hususunda, Al-i İmrân sûresinin 45-47. âyet-i kerîmelerinde meâlen buyruldu ki: “Melâike (Cebrail aleyhisselâm) dedi ki: “Ey Meryem! Allahü teâlâ, kendinden bir kelimeyi (“Ol” emri ile yaratılacak bir çocuğu) sana müjdeliyor ki, o çocuğun ismi, Meryem oğlu Mesîh Îsâ’dır. Dün­yâda da âhırette de vecih (şerefi yüksek, kadri yüce) dir. (Denildi ki, dünyâda vecîh olması, peygamberliği; âhırette vecîh olması ise şefaatidir.) Ve o mukarreb (yâni Hak teâlâ indinde yüksek derecelere sahip) olan­lardandır. O beşikte iken (süt emerken) de, yetişkin iken de insanlarla konuşa­caktır. O talihlerden (bütün emirlere uyan ve bütün yasaklardan kaçınan, içini ve dışını Hak teâlânın emirlerine uyduran iyi kimseler­den) dir. (Melek böyle söyleyince, Hz.) Meryem; “Ey Rabbim! Bana hiç bir insan dokunmamışken benim nasıl çocuğum olabilir?” dedi. (Bunun üzerine Allahü teâlâ ona Cebrail (a.s.) vasıtasıyla, onun lÎsânıyla) buyurdu ki: “Evet Öyledir. Sana bir kimse dokunmamıstır. Fakat Allahü teâlâ neyi dilerse yaratır. Bir şeyi dileyince ona sâdece “O/’* der. O da hemen oluverir.”

Allahü teâlâ eşyayı, mahlûkları bilinen zahirî sebepler ve maddelerle, tedricen, safha safha yaratmaya kadir olduğu gibi, bu sebep­ler hiç olmadan, bir defada ve bir anda yarat­maya da elbette kadirdir.

Yine bu hususda Meryem sûresinin 16-21. âyet-i kerîmelerinde de meâlen buyruldu ki: “Kur’ân-ı kerîmde Meryem kıssasını da zikret. Hani o, ailesinden ayrılıp şark tarafında, (evinin veya Beyt-ül-Makdis’in doğu tarafında) bir yere çekil­mişti. (Bir rivayette hayzdan temizlenip gusl etmeğe gitmişti. Burası çok tenhâ bir yer ise de, tesettüre, örtünmeye pek çok riâyet ettiğin­den) onların kendini görmemesi için ayrıca bir de perde edinmişti. Perde ile örtünmüş, perde çekmiş idi. Derken biz ona ruhumuzu (Cebrail aleyhisselâmı)gönderdik de, o, Meryem’e, hilkati tam, her âzası düzgün, yakışıklı bir genç sure­tinde göründü. (Meryem (r.anhâ) bu tanı­madığı yabancıyı görünce, melek olduğunu bilemediği için, kemâl-i iffetinden dolayı pek telaşlanarak): “Ben senden, rahman olan Allahü teâlâya sığınırım. Eğer mü’min ve müttekî isen, fenalıktan hakkıyla sakınan bir insan isen bana taarruz etme. Bana yaklaşma ve yanımdan çekil (yâni senden, Allahü teâlâdan korkman ümid olunur. Senin Allahü teâlâdan korkman ise, benim O’na sığınmamla mümkün olur. Bu sebeple senden Allahü teâlâya sığınırım.)” dedi.

(Tefsir âlimleri Cebrail aleyhisselâma ruh buyrulması hususunda muhtelif sebepler bildirmişlerdir. Bâzıları; “Hak teâlânın, onu sevdiğini, ondan razı ve kendine yakın kulla­rından olduğunu beyân içindir. Nitekim bir kimsenin sevdiğine “ruhum” demesi âdet olmuştur” dediler. Cebrail (a.s.) da ona) dedi ki: “Gerçekten ben senin, kendisine sığındığın Rabbin teâlâ tarafından, O’nun emriyle gelen haberciyim ki, sana, bütün fenalıklardan temiz, hayırlı olmasıyla medholunan, bir oğlan ver­meye (vesile olmaya) geldim” (Meryem (r.anhâ), gelenin hakikî bir insan değil, bu surette görünen bir melek olduğunu, ondan kendisine bir zarar gelmeyeceğini anlayıp, bununla beraber, bunun nasıl olacağını merak ederek;) “Benim nasıl bir oğlum olabilir ki, bana hiç bir beşer (nikâhı ile) dokun­mamış, yaklaşmamıştır. Ben zinâkâr, iffetsiz ve fâcire biri de değilim” dedi.

(Cebrail aleyhisselâm) dedi ki: “(Yâ Meryem!) Evet hâl dediğin gibidir. Lâkin, Rabbin teâlâ hazretleri, buyurdu ki: O (zahiri sebepleri bulunmadan bir çocuk halketmek, yaratmak) bana pek kolaydır. Biz onu kudretimize bir alâ­met ve insanlardan onun dînine tâbi olanlara onu bir rahmet kılarız. Bu ezelde hükmolunmuş, takdir edilmiş bir iştir. Bu hükümde bir değişiklik, bozulma olmaz.”

Yukarıda da bildirildiği gibi Hz. Meryem, Adem aleyhisselâmdan o zamana kadar hiç olmamış bir durumla, yâni babasız çocuk meydana gelmesi durumuyla karşılaştığı için ziyadesiyle hayrete düşmüştü. Kendinin evli ve iffetsiz biri olmadığını bildirip, nasıl çocuğum olabilir ki diye suâl etmesi, babasız olarak bir çocuk meydana gelemeyeceğinden değildi. Zahirî sebepleri olmadan, Allahü teâ­lânın sâdece “Ol” emri ile dilediğini her an var etmeye mutlak kadir olduğunu elbette bili­yordu. Suâli, böyle bir şeyin nasıl olacağını anlamak içindi. Gerçi Âdem aleyhisselâm, Allahü teâlânın kudretiyle annesiz ve babasız meydana gelmişti. Ondan sonra, Hz. Havva, Hz. Âdem’in sol kaburga kemiğinden yaratıl­mıştı. Yâni Adem aleyhisselâm, anasız ve babasız olarak topraktan halkolunduğu, yara­tıldığı gibi, Hz. Havva da ondan annesiz olarak yaratıldı. Fakat ondan sonra insanın çoğalma­sına hep anne ile babanın bir araya gelmesi sebep kılındığından, bu âdetin aksine bir durum görünüşte mümkün değildi.

Hz Adem’den bu kadar zaman geçtikten sonra yeniden böyle bir hâlin zuhur etmesi, elbette herkesin hayret ve dikkatini çekecekti. İşte Hz. Meryem’in hayret ve endişesi de bu noktadan kaynaklanıyordu. Âlemde kimseye nasîb olmamış bu ilâhî lütuf, onu ziyadesiyle heyecanlandırıyordu. Bu iş ve bu işin neticesi nasıl olacaktı? Sonra insanların tavrı ne olacaktı? Hz. Meryem ne gibi iftiralara uğrayacak, bu hususta ne sıkıntılar çekecekti? İnsanlara ne diyecek, bu hâli nasıl kabul ettirecekti? İna­nacaklar mıydı?