İslâma Gelmesi - kainatingunesi.com

Üçüncü halîfe emîr-ül mü’minîn Osmân-ı Zinnûreyn “radıyallahü teâlâ anh” menâkıbı hakkındadır:

İslâma Gelmesi

Birinci Menâkıb:

(Bu menâkıbı islâma gelme sebebidir.) Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet eder. İslâma gelmezden evvel bir gün, Kureyşin ileri gelenleri ile oturmuşdum. Bir kimse haber verdi ki, hazret-i Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” kerîmesi Rukayyeyi Utbeye vermiş. Bu haberden bana hayli üzüntü geldi. Ben niçin istemedim, diye perîşân hâlde, sıkıntı ve endîşe ile eve geldim. Gördüm ki, annem, teyzem ve akrabâdan nice hâtunlar bir kimseyi medh ederler. Dedim ki, yâ teyzeciğim, bu medh etdiğiniz kimdir? Dediler ki, O güzel yüzlü, konuşması tatlı bir kimsedir. Rahmân onu bize hak dîni bildirmek ve ona çağırmak için göndermişdir. Gökden inen Furkân ile gelmişdir. Ona tâbi’ ol, putlara tapma! Bu garîb kelimeleri dinleyip, merâk edip, dedim ki, bu kimdir, bana beyân eyle! Dedi ki, Muhammed bin Abdüllahdır. Allahü teâlâ tarafından Resûl olarak gelmişdir. Allahü teâlânın emrlerini bize bildirir. Bizi hak dîne çağırır. Yüzü ışık verir. Dînine giren kurtulur. İstediği şeyler kolaydır. Ona yakın olan iyilik bulur. Bu medh sözleri kalbime çok te’sîr etdi. Tenhâ bir yerde Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerini buldum. Hâlime bakıp, nedir fikrin, dedi. Zîrâ, firâset ehli bir büyük zât idi. Vâki olan kıssayı beyân etdiğimde, dedi ki, yazık sana yâ Osmân! Hak din güneş gibi açıkda iken, sen kavminin kuruyacak elleri ile yapdıkları taşdan putlara ma’bûd demekden utanmaz mısın! Gözü görmeyip, kulağı işitmeyip, zarar ve kâra kâdir olmıyan ilâh olur mu. Dedim ki, olmaz. Dedi, teyzen sana doğru söz söylemiş. İşte Resûlullah, hazret-i Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”. Gel, seninle huzûr-ı şerîfine varalım. Îmân getir, dedikde; o sırada Habîbullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri ve yanında hazret-i Alî “kerremallahü vecheh” oraya çıka geldiler. Hemen hazret-i Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” ayağa kalkıp, onlara karşı vardı. Mubârek kulaklarına bir söz söyledi. Sultân-ı enbiyâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri yanıma gelip, buyurdu ki, (Yâ Osmân! Seni Allaha ve Cennete çağırıyorum. Ben, Allahü teâlânın sana ve bütün insanlara gönderdiği Peygamberinizim!) Mubârek sözlerini işitdim. Kalbim îmân nûru ile doldu. İhtiyârsız olup [düşünmeden], (Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlüh) dedim. Aradan çok zemân geçmedi, Rukayyeyi bana nikâh edip, verdi. Teyzem, islâma geldiğimi işitip, şâd ve handân olup, çok sevinip, bu şi’ri okuyarak geldi:

Sözlerim sebebi ile Allahü teâlâ Osmâna,

Hidâyet verip, doğru yolu gösterdi ona.

Kendi fikrini bırak, uy Muhammed aleyhisselâmın sözüne,

Her sözü doğru olan, Allahın Resûlüne.

İki kızını sana verecekdir, ileride,

Dolunayın güneşe karışacak elbette.

Ba’zı rivâyetde gelmişdir ki, hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” buyurdular ki: Bir teyzem vardı. İyiyi kötüden ayırabilen, kehânet ilmini bilen, başka ilmlerden de haberi olan birisi idi. Bir gün o teyzemi görmeğe gitdim. Meğer bir kasîde söylemiş. O kasîde içinde Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini medh ve senâ eylemiş. Hem Peygamberliğini açıklamış. Hem ben onun kerîmesini [kızını] alıp, dâmâdı olduğumu ve hem vezîri olduğumu açıklamış. O kasîdeyi bana verdi ve bana dedi ki, durmayıp ve te’hîr etmeyip, var Muhammed “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûruna. Da’vetini kabûl edip, emrine mutî’ olup, dînine gir. O doğru sözlüdür. Getirdiği din hakdır. Günden güne işi yüce olur [şânı yüksek olur]. Bu sözü benden işit. Senin merteben de çok yüksek olacakdır. Bütün dünyâda [dünyânın her tarafında] adın söylenip, hutbelerde okunur. Bu söz gönlüme [kalbime] kâr edip [te’sîr edip], hemen putperestlik dîninden dönüp, putları inkâr eyledim. Gönlümde hiç şâibe [şübhe] kalmadı. Oradan dönüp, yola revân oldum. Giderken, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerine uğradım ki, Sıddîk-ı ekber “radıyallahü teâlâ anh” ile gelirler. Meğer murâd-ı şerîfleri yanıma gelmek imiş. Server-i Enbiyâya selâm verdim. Selâmdan sonra buyurdular ki, yâ Osmân, işitdim ki, teyzenin sana etdiği nasîhatları ve cümle sözleri yakîn üzere ve doğrudur. Sakın, muhâlefet etme. Allahü teâlâ hazretlerine ve bana muhâlefet etmiş olmayasın. O sana dediği sözler, hep olsa gerekdir. Hemen gel, islâm dînini kabûl eyle. Hazret-i Ebû Bekr de dedi ki, yâ Osmân, sana bir süâlim var. Cevâb ver. Bu dîni, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri getirdi. O dîne bizi da’vet etdi. Ben onu kabûl eyledim. Bu dinde şek [şübhe] var mı, fikr eyle [düşün]. Yalanlamak mümkün müdür. Şu tutageldiğiniz, ata ve dede dîniniz ki, bir parça taşdan kendilerinin yontduğu, ne görür ve ne işitir, ilâh olmağa lâyık mıdır? Ben dedim, doğru söylersin, yâ Ebâ Bekr! Hemen Resûl-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin mubârek ellerini öpüp, bî’at edip, müslimân oldum. Demişlerdir ki, hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” islâma geldikde, müslimânların beşincisi oldu.