Kâfirin ruhunun bedenden ayrılması - kainatingunesi.com

Kâfirin rûhu sert olarak şiddet ile alınır ve yüzü Ebû Cehl karpuzu gibi olur. Melekler ona hitâben, (Ey habîs olan rûh! Habîs olan cesedden çık) der. O da merkeb gibi bağırır. Rûhu çıkınca, Azrâîl aleyhisselâm, onu yüzü gâyet çirkin ve siyâh elbiseli ve fenâ kokulu zebânîlere (ya’nî azâb yapan meleklere) teslîm eder ki, ellerinde yünden yapılmış, eski kilim parçası gibi bir bez vardır. O rûhu buna sararlar. Bu zemânda, çekirge kadar insan şekline çevrilir. Bunun sebebi, kâfirin cesedi âhıretde mü’minin cisminden büyük olur. Hadîs-i şerîfde, (Cehennemde kâfirin bir azı dişi Uhud dağı kadardır) buyuruldu.

Cebrâîl aleyhisselâm, bu kötü rûhu yükseltir ve dünyâ semâsına ulaşırlar. Sen kimsin denir. Ben Cebrâîlim der. Yanındaki kimdir denir. Filân oğlu filân diye, kötü, çirkin ve dünyâda sevmediği fenâ ismleriyle onu zikr eder. Onun için gök ve semâ kapısı açılmaz ve deve iğne deliğinden geçmedikçe, bu gibi kimseler Cennete girmezler denir.

Cebrâîl aleyhisselâm bu sözü işitince, onu elinden bırakıverir. Rüzgâr onu uzaklara sürükler. İşte bu, Hac sûresinde, (Allahü teâlâya ortak koşan kimse, şuna benzer ki, gökden düşüp, kendini yâ kuşlar kapışır. Yâhud rüzgâr onu uzak bir yere atar da orada helâk olur) olan otuzbirinci âyet-i kerîmenin meâli şerîfidir. O kimse yere düşünce, bir zebânî onu alıp siccîne götürür. Siccîn yerin altında veyâ Cehennemin dibinde büyük bir taşdır ki, kâfir ve fâsıkların rûhu oraya götürülür.

Yehûdî ile nasârânın rûhları kürsîden kabrlerine geri gönderilir. Eğer bunlar kendi dinleri üzere olurlarsa (bozulmamış yehûdîlik ve hıristiyanlık) kendilerinin yıkanmalarını ve defn olunmalarını seyr ederler.

Müşrik ya’nî dinlere inanmayanlar, bunlardan birşey seyredemez. Zîrâ kendisi dünyâ semâsından hakîr olarak bırakılmışdır.

Münâfık, ikinciler gibi, ya’nî müşrik gibi, Allahü teâlânın kahrına uğramış ve red olunmuş olarak, mezârına geri gönderilir.

Mü’minlerden kullukda kusûr edenler çeşid çeşiddir. Ba’zılarını, kılmış olduğu nemâzı geri çevirir. Zîrâ bir kimse, nemâzını horozun yem yediği gibi çabuk çabuk kılarsa, nemâzından hırsızlık etmiş olur. Onun nemâzı eski bir bez parçası gibi toplanıp yüzüne vurulur. Sonra yükselir ve sen beni zâyi’ etdiğin gibi, Allahü teâlâ da, seni zâyi’ etsin der.

Ba’zılarını zekâtı geri çevirir. Zîrâ o kimse, zekâtını filân kimse tesadduk ediyor, zekâtını veriyor desinler diye verirdi.

Ve çok def’a kadınların muhabbetini çekmek için zekâtını onlara verirdi. Biz bunları gördük. Biz bunu müşâhede eyledik. Halâl olan şeylerle Allahü teâlâ herkese âfiyet versin.

Ba’zılarını da orucu geri çevirir. Çünki o kimse yemekden oruc tutmuş, fekat mâlâ-ya’nî sözlerden ve gıybetden ve günâh işlemekden kaçınmamış idi. İşte bu oruc fuhş ve hüsrândır. Bu şeklde oruc tutarken, Ramezân ayı çıkar. Zâhirde oruc tutmuş, hakîkatde ise, oruc tutmamış olur.

Ba’zı kimseleri de haccı geri çevirir. Çünki o kimse, hac ediyor desinler diye veyâ harâm mal ile hac etmişdir.

Ba’zı insanı da anaya-babaya âsî olmak gibi bir günâhı geri çevirir. Bu hâlleri, esrâr âleminden haberi olanlar ve Allahü teâlânın rızâsı için ilm öğrenen âlimler bilir.

Şimdiye kadar anlatdığımız husûslar hakkında, Peygamberimizden “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hadîsler, Eshâb-ı kirâmdan ve tâbi’înden de haberler gelmişdir. Muâz bin Cebel “radıyallahü anh”ın rivâyetinde bildirildiği gibi, amellerin geri çevrilmesi ve bunun dışındaki husûslarda çok haberler gelmişdir. Ben bu mes’eleyi kısaca ayırarak anlatmak istedim. Eğer kısaltmamış olsaydım, çok kitâbları doldururdum. Ehl-i sünnet i’tikâdında olan ya’nî doğru i’tikâd ve îmâna sâhib olanlar, çocuklarını bildikleri gibi, bu anlatdıklarımızın doğru olduğunu bilirler.

Rûh cesede geri döndürüldüğü zemân cesedi yıkanırken bulur ve başı ucunda gasli bitinceye kadar durur. Allahü teâlâ iyiliğini istediği kimsenin gözünden perdeyi kaldırır ve o kimse, ölünün rûhunu dünyâdaki insan sûretinde görür. Bir zât oğlunu yıkarken başı ucunda olduğunu gördü. Kendisine korku gelip gördüğü tarafdan diğer tarafa geçdi. Kefenine sarılıncaya kadar bu hâli gördü. Kefene sarılınca, o şahsın şeklindeki rûh kefene geri döndü. Na’ş, ya’nî tabut içine koyunca da rûhu görenler oldu. Nitekim sâlihlerden çok kimseden rivâyet olundu ki, na’ş üzerinde iken filân nerededir. Rûh nerededir? diye ses işitildi. Kefen göğüs tarafından iki yâhud üç kerre hareket eyledi.

Rebî’ bin Heysemden “rahimehullah” rivâyet edildi ki, bir zât, yıkayan kimsenin elinde hareket etmişdir. Yine Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” zemânında bir ölünün tabut üzerinde konuşduğu görüldü ki, Ebû Bekr ve Ömer “radıyallahü anhümâ” nın fazîletlerini zikr etdi.

Mevtânın bu hâlini görenler, melekler âlemini seyr eden Velîlerdir. Allahü teâlâ dilediği kimsenin gözünden ve kulağından perdeyi kaldırır, o da bu hâli görür ve bilir.

Ölü kefene sarıldığı zemân rûh hâricde olarak göğüse yakın gelir. Bu sırada onun bağırması ve inlemesi vardır. Der ki, beni Rabbimin rahmetine acele götürünüz. Eğer bana ihsân olunan ni’metleri bilseydiniz, beni götürmekde acele ederdiniz.

Eğer şekâvet ile korkutulmuş ise, der ki, aman bana azâb-ı ilâhîden bir müddet mühlet verip, ağır götürünüz. Eğer bilseydiniz, elbette beni omuzunuzda taşımazdınız. Bunun için, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, bir cenâze görünce, hemen ayağa kalkarlar, kırk adım kadar berâber giderlerdi.

Sahîh hadîsde bildirildi. Peygamberimizin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” önünden bir cenâze geçirildi. Ta’zîm için Peygamberimiz ayağa kalkdı. Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” (Yâ Resûlallah, bu cenâze yehûdî cenâzesidir) dediler. Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” (nefs değil midir?) buyurdu. Ya’nî insan değil midir? Resûlullah efendimizin böyle yapmalarının sebebi, mubârek zâtına melekler âlemi keşf olunmuş, gösterilmişdir. Bunun için, cenâze gördüğü vakt neş’eli olurlar idi.

[(Halebî)de diyor ki, önünden cenâze geçen kimse, cenâze için ayağa kalkıp dikili durmamalıdır. Cenâzeyi taşımak ve arkasından yürümek için kalkmalıdır. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” efendimizin cenâze görünce kalkdığı, geçdikden sonra oturduğu ve siz de böyle yapın diye emr buyurduğu bildirildi ise de, bu emr nesh edildi. Ya’nî bir zemân sonra, bu emrini değişdirdi. (Merâk-ıl-felâh) ve (Dürr-ül-Muhtâr)da da cenâzeyi görenin saygı duruşu olarak ayağa kalkmasının câiz olmadığı yazılıdır.]

Ölü kabre konulduğu zemân, üzerine toprak örtülünce, kabr meyyite şöyle söyler ki, benim üzerimde iken ferah idin. Şimdi altımda mahzûn olursun. Benim üzerimde yemekler yirdin. Şimdi de seni benim altımda kurtlar yir. Kabr dolup, toprakla üzeri örtülünceye kadar böyle çok acı sözler söyler.

İmâm-ı Gazâlî, Kıyâmet ve Âhıret s14-16