Kavmini imana daveti - kainatingunesi.com

Kavmini imana daveti

 Allahü teâlâ Semûd kavmini imana davet için Hz. Sâlih’i peygamber olarak gönderdi. Bir rivayette Sâlih (a.s.) 40 yaşına girdiğinde; “Allahü teâlâ Cebrail (a.s.) a emrederek Sâlih’e (a.s.) gitmesini ve ona peygamber olduğunu bildirmesini, kavmini imana, itaate; “La ilahe illallah ve enne Sâlihan Abdullahi ve Resuluhü (Sâlih (a.s.) Allahü teâlânın kulu ve peygamberidir.)” demeye davet etmesini bildirdi. Cibril-i emin bir anda Sâlih’e (a.s.)  geldi. Selam verdi. Sâlih (a.s.) onun heybetinden dolayı kendinden geçti. Cebrail (a.s.); “Ey Sâlih! Şimdi kavmini Allahü teâlâya imana çağır ve tevhide davet et. Şirk ve putlara tapmaktan uzak durmalarını söyle. Allahü tealanın kendilerine ihsan buyurduğu nimetleri hatırlat. Ayrıca Ad kavminin şiddetli rüzgarda niçin ve neden helak olduklarını sor” dedi ve risaletini tebliğ etti. Sonra ona Cennet elbiselerinden yeşil bir elbise giydirdi. Sağ eli üzerine nübüvvet mührünü basarak Adem’in (a.s.) asasını verdi. Sonra da “Ey Sâlih sen Nuh ve Hud (a.s.) zamanlarında olmayan birçok acayip halleri müşahede edeceksin” buyurdu ve semaya yükseldi.

Sâlih (a.s.) bu ilahi emir üzerine hemen kavminin toplandığı yere (putlara tapıp kurbanlar keserken yanlarına) gitti. Reisleri Cenda’ bin Amr da orada idi. Sâlih (a.s.) onun yanına vardı. Reis Cenda’ onu görür görmez tarifi imkansız bir korkuya kapıldı. Sâlih (a.s.) ona güler yüz ve tatlı dille hitap ederek “Ey Cenda’ sana nasihat ederim. Allahü teâlâ beni size peygamber olarak gönderdi. Seni ve kavmimi “La ilahe illallah” demeye ve beni tasdike yani Allahü teâlânın kulu ve resulü olduğuma inanmaya çağırıyorum” dedi. Cenda’ da “Ey Sâlih! Neler söylüyorsun. Semûd kavmi senin Allahü teâlânın peygamberi olduğunu kabul etmez. Kavmime bildireyim bakayım ne derler. Sen yarın gel” dedi. Sonra eşrafını (önde gelenleri) toplayıp, Sâlih’in (a.s.) söylediklerini bildirdi. Kavmin ileri gelenleri “Ey Cenda’! gelsin söylediklerini biz de duyalım” dediler. Ertesi gün Sâlih (a.s.) oraya teşrif etti. Peygamber olarak gönderildiğini söyleyip, onları Allahü teâlâya imana ve itaate çağırdı ve “Ey kavmim! Kendisinden başka ilah olmayan Allahü teâlâya iman ve ibadet ediniz. Sizi ve herşeyi yaratan O’dur. Bu topraklarda size uzun ömür ve çok nimetler verdi. O’na tövbe ve istiğfarda bulunun. O, tövbeleri kabul edicidir” şeklinde nasihatlerde bulundu.

Allahü teâlâ, Kur’an-ı Kerimde, Sâlih’in (a.s.) kavmine peygamber olarak gönderilişini ve davetini şöyle bildirmektedir: “Biz Semûd kavmini (nesebde) kardeşleri Sâlih’i resul olarak gönderdik. (Sâlih aleyhisselam) onlara dedi ki: “Ey kavmim! Allahü teâlâyı tevhid ediniz (bir biliniz.) O’na ibadet edin. Ondan başka ilahınız yoktur. O (Allahü teâlâ) babanız Adem’i (a.s.) topraktan yarattı. Siz onun (Adem’in (a.s.)) evladısınız. Sizi orada (yeryüzünde) geçinmek ve orasını imar yapmaya (mamur hale getirmeye) me’mur etti, güç verdi. Şimdi O’ndan mağfiret dileyin. Sonra başkasına ibadetten vazgeçin. Taat ve ibadetle Allahü teâlâya dönünüz. Benim rabbim (mü’minlere, kendisine iman edenlere, rahmetiyle) yakındır. (Dua edenlerin dualarına) icabet edicidir.” (Hud suresi: 61):

“Semûd kavmi, gönderilmiş olan peygamberlerinin (Sâlih aleyhisselâmı) tekzib ettiler (yalanlayıp kabul etmediler). Onların (nesebde, soyda) kardeşleri Sâlih aleyhisselâm, onlara dedi ki: “Allahü teâlâdan korkmaz mısınız ki O’na şirk koşarsınız. Ben, Allahü teâlâdan size gönderilen emin bir resulüm (peygamberim). Şimdi Allahü teâlâdan korkun. Size tebliğ ettiğim (bildirdiğim) O’nun emir ve yasaklarında bana itâat edin. Bunun için (tebliğim için) sizden ücret istemem. Bilin ki benim ücretim ancak alemlerin Rabbi Allahü teâlânın üzerinedir.” (Şuarâ suresi: 141-145)

Sâlih (a.s.) dalalette (küfürde) olan kavmini imana davet ettiğinde, pek az kimse inandı. Çoğunluğu hak dini kabul etmemekte direndiler. Servetlerine güvenip zevk ve sefa içinde kendilerinden geçip zulme başladılar. Sâlih aleyhisselâma da; “Ey Sâlih! Sen bundan evvel (yani bizi putlara ibadeti terke çağırmadan önce) bizim aramızda ümid edilen (güvenilen) bir kimse idin. Sende rüşd ve efendilik alâmetlerini görüp bize baş ve işlerimizde müsteşar (danışılan bir kimse) olmanı, dinimizi kabul etmeni beklerdik. Şimdi sen babalarımızın ibadet edegeldiği ilâhlara (putlara) ibadetten nehy mi ediyorsun? (vaz geçirmek mi istiyorsun?) Halbuki sen bizi davet ettiğin Allah’a ibadetten (tevhidden) şüphe içindeyiz” dediler.” (Hud suresi:62)

“Sâlih (a.s. onlara) dedi ki: “Ey kavmim! Bana haber verin. Rabbim teâlâ bana açık bir beyyine (mûcize) ve rahmet (peygamberlik) vermişken eğer ben risâleti tebliğ ve sizi Allahü teâlâya dâvet etmeyip O’na âsi olursam, beni O’nun (Allahü teâlânın) azâbından kim kurtarır. Beni kendinize tâbi kılmakla bana hüsrandan başka bir şey arttıramazsınız.” (Hûd sûresi: 63)

Semûd kavmi, peygamberleri Sâlih (a.s.) onları imana davet edip, nasihatte bulunduğu zaman tekzib ettiler. Bu husus Kur’an-ı kerimde mealen şöyle bildirildi: “Dediler ki: “O da bizden bir kimse değil mi? Üzerimize bir üstünlüğü olmayan kimseye tabi mi olacağız. Ona uyduğumuz takdirde dalalete düşer delilik yapmış oluruz. Aramızda vahye daha layık var iken ona vahiy mi olundu? Doğrusu o yalancı ve mütekebbirdir.” (Kamer suresi: 23-25)

Semûd kavmi, Sâlih aleyhisselâmı büyülenmiş, yalancı ve mütekebbir diye itham etmelerine rağmen, Sâlih (a.s.) Kuran-ı kerimde bildirildiği şekilde, tatlı dille imana davete ve nasihatlerine devam etti:

“(Ey kavmim) şu bulunduğunuz halde bahçeler, pınarlar, ekinler ve latif (hoş) tomurcuklanmış hurma ağaçları arasında ve dağlarda yonttuğunuz ve yaptığınız (kaşhaneler, köşkler, saraylar) içinde, (ölüm ve azabtan) emin ve ferah olarak terk olunur musunuz? Öyle bırakılacağınızı mı zannediyorsunuz? Allahü teâlâdan korkun, tul-i emelde (uzun emelde) olmayın. Artık bana itaat edin. Çünkü, benim emrime (dediklerime) itaat, Allahü teâlâya itaatdir! (Şuara : 146-150)

Semûd kavmi Sâlih’i (a.s.) iyi bir insan olarak görüyordu. Ancak onun iyiliğini putlara hizmette görmek istiyorlardı. Sâlih aleyhisselâm peygamber olduğunu bildirince “Sâlih’in maksadı bizi kandırıp elimizdeki mallara konmaktır” dediler. Diğer bir kısmı ise; “Hayır Sâlih’in bizim malımıza ihtiyacı yoktur. Onun maksadı olsa olsa bize reis olmaktır” diyordu. Bir başka grup da; “Onun reislikte de gözü yoktur. Belki akıl hastalığından dolayı böyle bir takım anlaşılmaz şeyler söylemiş olabilir” dedi. Daha sonra mel’un şeytan da sapıklara vesvese verip; Ne garip şey! Daha dün bir çoban gibi aranızda bulunan kişi, şimdi birden bire korkutucu şeyler söylüyor. Bütün putları bir kenara itip, görünmeyen bir mabuda tapmamızı söylüyor. Herkesin kendi etrafında toplanmasını, sözünü dinlemelerini böylece insanlara daha iyi bir hayat vereceğini söylüyor. Ama asıl ve neyle? belli değil. Hepimizin sapık, kendisinin tek başına bize yol gösterici olduğunu söylüyor. Aklının, hepimizin aklından çok olduğunu ve alemlerin Rabbi ile irtibatta bulunduğunu söylüyor böyle bir şey nasıl mümkün olabilir. Başkalarının yapamadığını o nasıl yapabilir? Yoksa ayı gökyüzünden yere mi indirecek? Yoksa yeryüzünü güneşe mi yaklaştıracak? Yoksa ölüyü mü diriltecek” dedi. Semûdlular da kalkıp Sâlih aleyhisselâma gittiler ve ona: “Şimdiye kadar kimse senin ceddinden ve soyundan bir kötülük görmedi. Fakat, sen insanların hayatını perişan edecek sözler söylüyorsun. Sen bu mabudların hiç birini kabul etmiyorsun ve karışıklık çıkartmaktasın. Sen bu yeni sözleri nereden getirmişsin? Ve görülmeyen mabud seni nasıl vazifelendirmiştir. Söz ve iddia ile bir şey sabit kılınamaz. Eğer doğru söylüyor isen, hiç kimsenin yapamadığı bir işi yapman gerekir.
Doğru söz delil ister. Sen bütün insanları senin mabudunun yarattığını ve herkesten güçlü olduğunu söylüyorsun. Eğer böyleyse; bu mabud mesela geceyi gündüz yapabilir. Biz de herşeyi bildiğimizi söylemiyoruz. Yaşadığımız bir dünya vardır. Eğer sen de yeni bir iş yapamayacaksan ve insanlarla aranda yeni bir fark bulunmuyorsa bu davadan vazgeç” dediler. Sâlih aleyhisselâm: “Söylediğim her şeyi Rabbimin, iradesiyle söylüyorum. Rabbim dilerse düşündüğünüz bütün şeyler istediğiniz her alamet meydana gelir” buyurdu. O zaman Semûdlular Kuran-ı kerimde mealen buyurulduğu üzere; “Sen çok sihre (büyüye) uğramışsın (aklına halel getirmişlerdensin) dediler.” (Şuara suresi: 153)

İbn-i Abbâs’dan (r.a.) rivâyet olundu ki: “Sâlih (a.s.) kavminin iman etmeyeceğini anlayınca çok üzüldü. Rabbine yalvarıp: “Ya Rabbi! Bir sefere çıkayım. Yolculuğumda Sâlih kimselerle karşılaşıp onlarla dost olayım” dedi. Hak teala ona izin verdi. Oradan ayrıldı. Bir çok yerlerden geçti. Birgün kendini ibadete vermiş bir kişiye rastladı. Ona; “Niçin tenhalarda yanlızlığı seçtin” dedi. O da; “Bu yerde bir köy vardı. Ahalisinin tamamı Allahü teâlâya inanmaz idi. Cümlesi helak olup yalnız ben kurtuldum. Geri kalan ömrümü o beladan kurtulduğum için Allahü teâlânın şükrüne sarfettim. Bu sebeple tenhalarda ibadet ederim” dedi. Sâlih (a.s.) onun sözlerinden ve halinden ibret alıp daha fazla şükürle meşgul oldu. Sonra yolu bir deniz kenarına uğradı ve bir adaya geldi. Adada ibadet eden, namaz kılan bir şahıs gördü. Ona da tenhalarda ibadet etmesinin sebebini sordu. O da “Ey Sâlih (a.s.)! bu adada bir cemaat ile idim, onlar çok habis (kötü) insanlardı. Bir gün onlarla birlikte bir gemiye bindim. İçlerinde benden başka Hak tealaya inanan yoktu. Neticede gemi battı. Benden başka hepsi boğuldular. Kurtuluş nimetinin şükrünün edası için bu adayı seçtim” dedi. Sâlih (a.s.) veda edip ayrıldı. Çok yerler geçip halkının tamamı imansız olan bir şehre geldi. Sâlih (a.s.) orada iki mümin kimse buldu. Bunlar gündüzleri helal kazanıp akşam kendilerine yetecek kadar yiyecek alıkoyup fazlasını fakirlere sadak verirlerdi. Bir akşam birlikte otururlarken heybetli bir ses işittiler. Sâlih (a.s.) bu sesin sebebini sorunca; “Burada yırtıcı bir hayvan vardı. Sesi her gün bu saatte duyulur. Kimi bulursa helak eder” dediler. Sâlih de (a.s.); “Eğer şehirdekiler bana mallarının bir kısmını verirlerse onları bu hayvanın şerrinden kurtarırım” dedi. Onlar gidip, Sâlih’in (a.s.) sözlerini şehir halkına söylediler. Herkes malının bir kısmını getirip bir yere yığdı. Sonra da Sâlih’den dediğini yapmasını istediler. Sâlih (a.s.) Allahü teâlâya dua etti. Duası neticesinde o vahşi hayvanın iki parça olduğu görüldü. Şehir halkı sözlerinde durup mallarını Sâlihe (a.s.) verdiler. Daha sonra Sâlih (a.s.) o iki kişiye bu malları kabul etmelerini söyledi. Fakat onlar istemediler ve; “Bize alınterimizle kazandığımız kifayet eder” dediler. Bunun üzerine sahiplerine geri verdi. Sonra da Allahü teâlâya dua edip; “Ya Rabbi! Sana şükürler olsun ki kullarından sülehâyı (Sâlih kimseleri) bana gösterdin. O zaman Allahü teâlâdan vahiy geldi: “Ey Sâlih! Dünyanın nizamı alemin intizamı benim sevgili kullarımın varlığına bağladım. Eğer onlar olmasa bütün isyan edenleri göz açıp kapayıncaya kadar helak ederim.” Sâlih (a.s.) daha sonra kendisine iman etmemiş olan kavminin yanına döndü.

Cebrail (a.s.) bir gün Sâlihe (a.s.) gelerek, kendisi ve müminler için bir mescid inşa etmesini bildirdi. Bunun üzerine müminlerle beraber mescid yapmaya başladı. Melekler de yardım ettiler ve yapılan bu mescidde ibadete başladılar. Sâlih (a.s.) her gün kavmi arasında dolaşır, güler yüz tatlı dil ve yumuşaklıkla onları imana davet eder, itaate çağırır, Ad kavminden bahseder; onların başlarına gelen azaptan ibret almalarını söylerdi. Buna karşılık, kavminin alaylı ve hakaret dolu sözlerine sabreder, cevap vermeyip üzüntülü bir şekilde mescide dönerdi. Ayrıca kafirler, mü’minlerle de her yerde istihza ederlerdi. Kavminin kendisiyle ve mü’minlerle alay edişleri Kuran-ı kerimde şöyle bildirilmektedir.

“İmana gelmeyip tekebbür üzere olan o kavmin ileri gelenleri, zayıf ve aciz addettikleri mü’minlerle istihza (alay) ederek dediler ki: “Siz, Sâlihin gerçekten Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu biliyor musunuz? Müminler (tam bir iman bütünlüğü içinde, sağlam bir imanla); “Evet, onun bize ve size peygamber olduğunda şek ve şüphemiz yoktur” dediler. (O zaman) o iman etmeyi kibirlerine yediremeyenler; “Biz sizin iman ettiğiniz şeye inanmıyor inkar ediyoruz dediler.” (A’raf suresi: 75-76)

Ayrıca; “Ey Sâlih! Sen bizi görmediğimiz bir şeye inanmaya çağırıyor babalarımızın taptığı putlarımızı bırakmamızı söylüyor ve Ad kavminin başına gelenlerle korkutuyorsun. Halbuki onların evleri, çardakları kumlar üzerine kurulmuştu. Rüzgar elbette onları yıkar. Bizim saraylarımız öyle olmayıp, dağlara kayalara oyulmuştur. Rüzgarın kayaları yıkması mümkün değildir. Senin Rabbinin de bize gücü yetmez” dediler. O esnada şiddetli bir sesle irkildiler; “Sâlih (a.s.) hakikaten Allahü teâlânın peygamberidir. Putlar batıldır.” Sesiyle bütün putlar devrildiler. Bu hali açıkça görenler hayret ve dehşetle; “Bu olsa olsa Sâlih’in sihridir” dediler. Küfürleri ve düşmanlıkları gittikçe fazlalaştı; “Sâlih aramızda doğru bir kişi idi. Şimdi yalanı, sihri, bühtanı, putlarımıza muhalefeti apaçık meydana çıktı” dediler. Sâlih de (a.s.) elindeki Adem’in (a.s.) asasını kaldırıp kavmine seslendi. O zaman kalplerine korku düşüp herbirisi bir tarafa kaçıştılar. İzdihamdan ölenler oldu. Sâlih (a.s.) bunların kendi bağırmasından dolayı ve küfür üzere ölmelerine çok üzüldü. Semûdlular daha sonra yine toplandılar ve; “Ey Sâlih! Peygamber olduğun doğru ise bize vahşi hayvanlardan birkaç tane çağır da gelip senin peygamber olduğunu söylesinler. O zaman gerçekten sana inanacağız” dediler. Sâlih (a.s.) da onların bu istekleri karşısında Allahü teâlâya dua etti ve; “Ey hayvanlar geliniz. İstedikleri şehadeti söyleyiniz” diye seslendi. Büyük bir arslan kükreyerek çıkageldi ve dile gelerek; “Buyur Ey Sâlih (a.s.)” deyip, Allahın birliğine Sâlih’in (a.s.) peygamberliğine şehadet etti. Boynunu eğdi. Kafirler; “Şu sihre bakınız” dedi. O anda aslan o kafire hücum etti. Kafirlerden herbiri dağılıp evlerine kapanarak kapılarını da kilitlediler. Sonra da pişman olup; “Ey Sâlih bu belayı defet seni dinleyeceğiz” diye özür dilediler. Sâlih’in (a.s.) işareti ile aslan geri dönüp kayboldu. O gün Semûdlulardan bir grup imanla şereflendi. Bunlardan son iman eden, Sâlih’in (a.s.) amcasının oğlu Salim bin Sa’d idi.

Cenab-ı Hak isyan taşkınlığın (küfrün) zirvesine çıkan bu kavmin de , Hud (a.s.) kavminde olduğu gibi , kadınlarını kısır bıraktı. Ağaçlar kuruyup meyve vermedi. Sığırlar buzağılamayıp davarlar kuzulamadı. Semûdluların bir kuyusu hariç hepsi kurudu. Bu durum karşısında Semûd kavminin insanları kin ve öfke ile; “Ey Sâlih aramıza fesad karıştırdın. Mallarımıza çoluk-çocuğumuza , bizlere zarar verdin. Buradan çekil git , yoksa seni öldürürüz” dediler. Sâlih (a.s.) mescidine döndü ve mü’minlere; “Ey iman edenler! Siz mescide devam ediniz. Ben bir müddet yalnız kalıp dağlarda Rabbime ibadet edeciğim” diyerek oradan ayrıldı. Dağlara çıktı. Bir yer ararken akşam oldu. Bir su görüp abdest aldı ve namazını kıldı. Nur dolu , içinden misk kokusu gelen bir mağaraya rastladı ve oraya girdi. Etrafta koltuk ve yaygılar gördü. Mağara, mücevherlerlen süslü bir kandille aydınlatılmıştı. Hayretler içinde koltuğa oturdu. Sonra da orada bulunan yatağa uzanınca, Allahü teâlâ kendisne uyku verdi ve tam kırk sene uyudu. Salih’in (a.s.) halinden mü’minler dahil kimsenin haberi olmadı. Kimse yerini bilemedi ve öğrenemedi. Mü’minler peygamberleri Sâlih’i (a.s.) aradılar, fakat bir haber alamadılar. Uzun seneler firak (ayrılık) ateşiyle ağladılar. Ancak zaman zaman insan şekline girmiş bir melek onlara; “Niçin ağlıyorsunuz. Bedenleriniz üzüntüden zayıf düştü. Haliniz değişti” der, teselli verirdi. Müminler de; “Nebimiz Sâlih’i (a.s.) kaybettik. Ondan bir haber alamadık” dediklerinde melek de “Kendinizi üzüp sabırsız olmayınız. O bir himaye ve muhafaza altındadır. Şimdi onu görmeniz mümkün değildir. Ancak Allahü teâlânın irade ettiği zaman görürsünüz” derdi. Mü’minlerde ayrılık ve ibadetle günlerini geçirdiler. Kuvvetleri azaldı. Teker teker vefat ettiler. Bir kısmı da eski putperestliklerine döndüler. Her vefat eden mescidin bitişiğine defnedildi. Kabir taşına da bu filanın kabridir yazıldı. Kırk sene dolunca Sâlih (a.s.) uykudan uyandı. Kendi kendine; “İki rekat namaz kılıp kavmimi davete koşayım. Nasıl oldu da uykuyu, Rabbime ibadete tercih ettim” dedi. Abdest alıp namaz kıldı. Sonra da yola koyuldu. Giderken gaibden bir sesle; “Ey Sâlih acele etme. Zira seni kırk senedir kavminden ayrı bırakıldın. Allahü teâlâ sana kırk sene süren bir uyku verdi. Şimdi ikinci defa Allahü teâlâ seni kavmine gönderiiyor. Onlara git; vaz-ü nasihatte bulunarak, Allahü teâlâya imana ve itaate çağır. Fakat acele etme. Muhakkak, senin Rabbin aceleci değildir. Ey Sâlih! Kavmine dön. Putlara tapmaktan el çekmelerini söyle. Onlara Allahü teâlânın intikam alıcı olduğunu bildir” dendi. Sâlih (a.s.) bu hususu iyice anladı. Secdeye kapandı ve; “Ya Rabbi! Senin gücün her şeye yeter. Sen her şeye kadirsin” diye niyazda bulundu.

Sâlih (a.s.) dönüşte yollarda çok değişiklikler gördü. Nihayet mescidine geldi. Fakat her tarafı harab buldu. Mescidde meleklerden başka kimseler yoktu. O zaman; “İlahi! Geriye bıraktığım bu mesciddeki mümin kardeşlerim nerede kaldı” dedi. Melekler; “Ey Sâlih! Ölüm onları ahirete götürdü. Yalnız bir kısmı senden ümidi kesince kavmine dönüp onların dinini seçti, kafir oldu” dediler. Sâlih (a.s.) kavminin yanına gitti. Onlar bayramları sebebiyle bir yere toplanmışlardı. Reisleri süslü elbiseler giymişti. Putları da sağ ve sollarına dizmişler, altın ve gümüşten kürsilere koymuşlardı. Reisleri Cenda’, altın ve gümüşle süslü bir tahta kurulmuş oturuyordu. Başında da meliklere ait taç vardı. Erkanı, eşrafı etrafına toplanmıştı. Sâlih (a.s.) oraya gelince; “Ey Kavmim! La ilahe illallah. Sâlih, Allahü teâlânın kulu ve peygamberidir” deyiniz. Ey kavmim size bir kere peygamber olarak gönderildim. Şimdi ikinci defa gönderiliyorum” dedi. Kavmi bunu duyunca hayrette kaldılar. O esnada putlar yüz üstü düştü ve hayvanlardan konuşmalar duyuldu; “Rabbimizden hak geldi” dediler. Reisleri Cenda’; “Sen kimsin?” diye sordu. Saih de (a.s.); “Ben Sâlih’im“dedi.Cenda’ ;”sen hakikaten Sâlih misin? Uzun zaman oldu,seni göremedik. Kırk sene kadar aramızda yoktun. Kaybolmuştun. Ey kişi! Sen Sâlih olamazsın. Sen bir sihirbazsın” deyip ölümle tehdit etti. O zaman bir kartal; “Ey Semûdlular! Siz yalan söylüyorsunuz. Bu, Allahü teâlânın size gönderdiği Sâlih’dir (a.s.)” diye seslendi. Daha başka acaib hâller de görüldü. Reis Cenda’ın Hedil bin Lakîm isminde ve amcasının oğlu olan biri; “Ey Sâlih biz seni tanıdık. Sen bize nasihat edensin. Lâkin biz senin nasihatine muhtaç değiliz. Buradan git. Bizi rahat bırak” dedi. Sâlih (a.s.) ona dönerek; “Ey kişi! Sen bugün, çoluk çocuğun da falan saatte ölecek. Çabuk iman et.  Eğer imanlı vefat edersen Allahü teâlâ seni yarın diriltir ve bir mucize olarak Semud kavmine gösterir. Ömrünü, sonuna kadar sıddık bir kimse olarak yaşar gidersin”  buyurdu. Bunu duyan Hedil bin Lakim derhal değişti iman edip, Sâlih’in (a.s.) hak peygamber olduğuna şehadet getirdi. Sonra da insanların bakışları arasında oradan ayrıldı. Sâlih’in (a.s.) dediği vakit gelince hakikaten o kişi vefat etti. Arkasından da hanımı ve çocukları öldüler. Bu hadise Semud kabilesi arasında yayıldı. Ertesi gün, baba ve annesi öldü. Semudlular daha çok şaşırdılar. Reis Cenda’ da korku ve telaşla bu olanları takib ediyordu. Sâlih (a.s.); “Ey Semudlular! O ilk vefat eden kişi aranızda nasıl bir kimse idi” diye sordu. Onlar; “Sevdiğimiz hayırlı biriydi” dediler. Sâlih (a.s.); “Eğer Allahü teâlâ onu benim duamla diriltirse iman eder misiniz?” diye sordu. Onlar da; “Putlarımıza tapmaktan vazgeçer sana iman ederiz” dediler. Sonra beraberce ölen kişinin evine gittiler.  O kişi, eşi, çocukları, anası, babası herbiri bir köşede yatıyorlardı. Sâlih (a.s.) Allahü teâlâya duadan sonra, o ilk vefat edene ismiyle hitab etti. O meyyit; “Buyur ey Allahü teâlânın peygamberi” deyip kelime-i şehadet getirdi. Semudlular bu mucizeyi gördüler. Lakin iman edeceklerine dair verdikleri sözde durmayıp yine Sâlih’e (a.s.) sihirbaz dediler, iftirada bulundular. Telaşla kalkıp puthanelerine gelerek, Sâlihin (a.s.) mucizesini putlarına anlattılar. Me’lun şeytan putlara girerek; “Sözünüzü anladı. Eğlencenizin başına dönerek, yeyip içip kendinizden geçiniz. Sâlih’i görürseniz ona, senden önce gelen Nuh ve Hud peygamberlerin getirdiği bürhanlardan (mucizelerden) getir, göster de görelim” deyin diye seslendi. Semudlular sevinç ve neşe ile geriye döndüler. Sâlih’i (a.s.) görüp şeytanın dediklerini ilettiler. Sâlih (a.s.);” Ey kavmim! Bu güne kadar peygamberliğime bürhan (delil) olan çok alametler gördünüz. Size; vahşi hayvanlar, kuşlar, ağaçlar, ölüler ses verip şehadette bullundular. Bunlar yetmez mi ki hâlâ şek ve şüphedesiniz. Madem ki bunlar yetmedi, öteki isteklerinizi de söyleyin. Nasıl bir mucize istersiniz?” deyince onlar; “Ey Sâlih! Bizimle beraber bayramımıza iştirak edersin. Sen kendi ilahına biz de kendi ilahlarımıza dua ederiz. Eğer senin duan kabul olursa, biz sana tabi oluruz” dediler. Sâlih (a.s.) “Bayram günü yanınıza inşaallah geleceğim” dedi. O gün gelince bütün Semudlular eğlence yerinde toplandılar. Reisleri Cenda’ bin Amr da orada altın tahtlar üstünde ve ipek elbiseler içinde idi. Sâlih de (a.s.) bayram yerine gitmek için hazırlandı. Mescidinden çıkmak üzere iken Cebrail (a.s.) geldi. Selam verdi ve Âdemin (a.s.) elbisesini giydirip, İdrisin (a.s.) yüzüğünü taktı. Nuh’un (a.s.) kılıcını kuşatarak Âdem’in (a.s.) asasını da eline verdi. O zaman Sâlih’in (a.s.) güzelliği kat kat fazlalaştı. Sâlih (a.s.) abdest alıp iki rekat namazdan sonra, Allahü teâlâya dua ve niyazda bulunup yola çıktı. Yolda birçok mucizeler zuhur etti. Ağaçlar eğiliyor, kuşlar gölge yapıyor, hayvanlar muvaffakiyeti için dua ediyorlardı.

Sâlih (a.s.) gelince kavmi onu tanıyamadı. Heybetinden ürktüler. Sâlih (a.s.) doğruca reis Cenda’ bin Amr’ın karşısına gitti. Orada toplananlara; “Ey kavmim! Ben, Allahü teâlânın size gönderdiği peygamberim. Bana itaat edin ki azabtan kurtulasınız” dedi.  Cenda’; “Ey Sâlih; Eğer doğru söylüyorsan ve peygamberlik dâvâsında isen seni imtihan etmek istiyoruz. Bu imtihanımız şöyle olacak. Biliyorsun ki, bölgemizde El-Kâtibe isminde büyük bir kaya vardır. Oraya gideceğiz. Senin ilahın o kayadan kızıl tüylü, doğurmak üzere olan dişi bir deve çıkarsın ve taştan çıkan deve yavrulasın, yavrusunun da rengi anasına benzesin” dedi. Puthane bakıcısı Darid bin Amr da başka vasıflarını saydı. Alayla; “Sütü; yazın soğuk, kışın sıcak olacak. Hasta içtiğinde şifa bulacak, fakir içtiğinde fakirlikten kurtulacak” dedi. Diğerleri de başka şeyler söylediler. İbn-i İshak ve öbür siyer müelliflerinin izahlarına göre Sâlih’den (a.s.) mucize olarak deve istenmesi, Semudluların en kıymetli mallarının deve olması sebebiyledir. Sâlih (a.s.) müşriklerin kendini aciz bırakıp kalabalığın önünde mahcub etmek için teklif ettikleri bu istekler karşısında hiç telaşlanmayıp namaza durdu. Allahü teâlâya münacat edip (yalvarıp) bu mucize isteğinden rızası var mı yok mu diye vahy bekledi. Allahü teâlâ Kamer suresi 27 ve 28. ayet-i kerimelerinde beyan buyurduğu üzere o mübarek peygamberinin doğruluğunu meydana çıkarmak için, öyle bir devenin meydana çıkarılacağını kendisine müjdeledi. “(Ey Sâlih!) Şüphe yok ki, biz onları imtihan için, diledikleri minval üzere (şekilde) taştan bir deve çıkarır ve göndeririz. Artık onların yaptıklarına bak, helaklarını bekle ve ezalarına sabret. Onlara haber ver ki, kendilerine mahsus olan büyük kuyunun suyu, kendileri ile deve arasında taksim olunmuştur. Bir gün devenin, bir gün de onların ve hayvanlarınındır. Her birisi su nöbetinde hazır bulunsun. (Devenin nöbetinde onlardan hiçbir kimse gelmesin)

Sâlih (a.s.) kavminin mucize isteklerini kabul etti. Onlara, bu istedikleri mucize olduğu takdirde ne yapacaklarını sordu. Hep birlikte iman edeceklerini söylediler. Semudlular aslında böyle bir devenin ortaya çıkabileceğine hiç ihtimal vermiyorlardı. Sâlih (a.s.) dua etti. O zaman önüne geldikleri o kaya büyümeye başladı. Gebe bir deve şekline döndü. Bir takım sancılı sesler peyda olup, kaya çatladı. “La ilahe illallah Sâlih nebiyyullah. Ben Allahü teâlânın gönderdiği bir deveyim. Yaratıcımı tesbih ederim. Beni bir mucize kıldı” dedi. Resi Cenda’, bu mucizeyi büyük bir dikkatle seyretti ve sonunda koltuğundan kalkıp Sâlih’in (a.s.) yanına gelerek alnlından öptü. Sonra da kavmine dönüp; “Ey Semud  kabileleri! Bu kadar körlük yeter. Ben ona inandım. Eşedi enla ilahe illallah ve eşhedü enne Sâlihan nebiyyullah” dedi ve onunla birlikte kavminden yüz kişi imanla şereflendi. Semud kabilesi insanlarının yavaş yavaş iman ettiklerini gören puthane muhafızı Darid bin Amr yüksek bir sesle; “Ey Semud kabileleri! Sihir olan bir şeye ne kadar çabuk meylediyor ve Sâlih’i peygamber kabul ediyorsunuz. Gelin putlarımıza gidelim de bundan daha acaibini onlar bize göstersin” diye bağırdı. Bu sözler karşısında bir çoğu tereddüt gösterip iman etmediler. Cenda’ın kardeşi Şihab bin Amr iman etmek üzereyken vazgeçip şekaveti küfrü seçti. Semudlular onu görüp imansızlıkta ısrar ettiler ve kendilerine kumandan, reis seçtiler. Tacı onun başına koydular. Cenda’ şehre döndü. Evindeki putları kırıp koltuğunu parçaladı. Kendine ait malları iman edenlere taksim etti. Sert keçeleşmiş bir elbise giydi ve Semudlular arasında dolaşmaya başladı. Onlara; “Ey Semud oğulları, devenin söylediğini söyleyiniz, la ilahe illallah Sâlih nebiyyullah deyiniz” dedi. Semud kabileleri kötü sözlerle onunla alay etmeye başlayarak; “Yazıklar olsun sana Ey Cenda’! Sâlih’in sihrine kandın” dediler. O da; “Sizin aranızdaki itibarımı ne çabuk unuttunuz. Ben kendim için bu dini seçtim. Rabbimin azabından korkum çoktur” dedi. Daha sonra Cenda’, Sâlih’den (a.s.) hiç ayrılmaz oldu. Allahü teâlâya ibadete başladı. Sâlih (a.s.) kayadan istedikleri cins deve çıkınca onlara Allahü teâlânın “İşte istediğiniz dişi deve, su bir gün o devenin, bir gün de sizindir. Su içmekte ona dokunmayın. Sakın ona bir kötülük yapmayın (sakın döğmek, öldürmek gibi). Yoksa sizi büyük bir günün azabı yakalar.” (Şuara suresi: 155-156) şeklindeki kesin azab emrini de tebliğ etti.

Deve, yavrusuyla birlikte dağlara çıkar ağaçlar kendisine dallarını eğerdi. O da en lezzetli yaprakları yer, sonra vadilerde otlardı. Semudun hayvanları onu görünce korkar kaçarlardı. Deve, akşam olduğunda şehre gelir fasih (açık ve anlaşılır) bir lisanla; “Kim süt isterse gelsin alsın” derdi. Semudlular gelir kaplarını doldurur giderlerdi. Sağmak zahmeti olmadan, süt kaplara akardı. Deve daha sonra Sâlih’in mescidi civarına gelir, orada kalır, sabaha kadar Allahü teâlâyı tesbih eder, sabah olunca tekrar meralara giderdi. Allahü teâlâ onun için her gün yeni bir mera (otlak) bitirirdi. Semudluların bir su kuyusu olup etrafında bir havuzu vardı. Deve su nöbetinde oraya gelir doyuncaya kadar su içer ve; “Beni suya kandıran ve Semud kavmine bir mucize olarak gönderen Allahü teâlâya hamd ederim” derdi. Her gün sabah olduğunda; “İlahi, benden süt içen ve Sâlih’e (a.s.) iman edenlerin iman ve yakinlerini arttır. Ya Rabbi! Sana ve Peygamberin Sâlih’e (a.s.) iman etmeyenlerden benden süt içenlere de, ilacı olmayan bir dert ver. Sen her şeye kadirsin” derdi.

Semudlular, bir gün su, bir gün de devenin sütünü içiyorlardı. Su nöbetlerinde, kuyunun suyu deveye kalmasın diye çok su biriktiriyorlardı. Zaman zaman birbirlerine; “İşte görüyorsunuz, ağaçlar dallarını, yapraklarını yesin diye deveye eğiyor. Her gün meralarda deve için otlar bitiyor. Hayvanlarımız ondan kaçıyor. Helak oluyor. Sütünü içtiğimizde bedenlerimizde hastalık oluyor. Bu deve bize hayır getirmiyor. Buna bir çıkar yol bulalım” dediler ve deveyi helak etmek yollarını aradılar. Fakat Sâlih’in (a.s.) haber verdiği azab sebebiyle de korkup karar veremediler.

Semud kavmi içinde sürüleri zarar gördüğü için devenin öldürülmesini çok isteyen iki kadın vardı. Birisi yaşlı fakat malı-mülkü çok bir kadın olan cemal sahibi (güzel) kızları bulunan Uneyze binti Ganem idi. Diğeri Sadûf binti Muheyya idi ki, hem cemal sahibi (güzel) hem de malı-mülkü pek fazla idi. Sâlih’e (a.s.) en çok bu kadın düşmandı. Bu sebeble Semud kavminden iman etmeyenleri, o deveyi boğazlamaları için teşvik etti. Bir gün ismi Mısda’ bin Mehrec olan amcası oğlunu çağırdı. Ona; “Ey Mısda! Eğer büyük zararını gördüğümüz Sâlih’in (a.s.) devesini öldürürsen sana varırım. Her şeyimle senin olurum” dedi. Bu teklifinde ısrar ederek sonunda onu ikna etti. Gidip durumu Uneyze’ye anlattı. Ona; “İkna ettiğim Mısda’nın yanına yardımcılar lazımdır. Kavmimiz içinde Kıdâr bin Sâlif isminde evlenmemiş birisi var, kızlarını ona teklif et. Kabul ederse onu da yardımcı vererek deveyi boğazlatmış oluruz” dedi. Uneyze kabul edip kızlarından en güzelini giydirip süsledi ve Kıdâr’a gösterdi. Kıdâr kavmi içinde çok çirkin ve babası belli olmayan biriydi. Teklifi kabul etti. Kıdâr ile Mısdâ’ görüşüp deveyi öldürmede hem fikir oldular. Yanlarına Mısdâ’nın kardeşi Heril bin Mirad, Düayr bin Daır, Darid bin Amr, Reyyan bin Duayn, Lübeyd bin Helmes, Mesred bin Mehil isimli bedbahtları da alarak tam dokuz kişi oldular. Bunlar kabileleri dolaşıp yapacakları işi anlattılar ve taraftar topladılar. Semud oğullarının küçüğü-büyüğü, kadını-erkeği devenin öldürülmesine rıza göstermişdi. Devenin öldürüleceği gün Uneyze kızını süsleyip Kıdâr’ın yolu üzerine çıkardı. Kıdâr evlenmek arzusuna kavuşmak için deveyi beklemeye başladı. Kur’an-ı kerimde Neml suresinin 48. ayet-i kerimesinde toplanan bu fesad ehli şöyle bildirimektedir: “O (Semud kavminin bulunduğu) şehirde dokuz kimse vardı. (reisleri Kıdâr bin Salif idi. Bunlar deveyi öldürmeye teşebbüs ettiler) bunlar oradan (o şehirde) ıslah ile değil ifsad ile meşgul idiler”

Bu dokuz kişi planları gereği devenin geçeceği yolda pusuya yattılar. Deve yaklaşınca Mısda’ bir ok atıp deveyi yaraladı ve yere düşürdü. Kıdâr ve yanındakiler de üzerine atılıp boğazladılar. Kur’an-ı kerimde Â’raf suresinin 77. ayet-i kerimesinde beyan olunduğu üzere; (Semud kavmi) O deveyi kestiler. Rablerinin emrine uymayıp isyan ettiler.” Sâlih’in (a.s.); “Deveyi kendi haline bırakın yesin içsin” emrine karşı gelip taşkınlık yaptılar. Devenin yavrusu korkup dağa kaçtı. Bir rivayette onu da yakalayıp öldürdüler. Semudlular devenin etlerini pay ettiler ve pişirip yediler. O zaman kuşlar ve yırtıcı hayvanlar dile gelerek; “Şimdi Semud kavmi helak oldu. Rabbimizin emrine karşı gelip isyan ettiler” diye çağrıştılar. Sâlih (a.s.) durumu öğrenip mü’minlerle birlikte oraya gitti. Devenin halini görünce çok üzüldü. Sâlih’in (a.s.) göz yaşları mübarek sakallarına aktı ve; “İlahi! Ahir zamanda gönderilecek alemlere rahmet olacak olan Muhammed Mustafa (s.a.v.) hakkı için kavmime hidayet eyle” diye duada bulundu. Semudun azgın müşrikleri alaya hakarete devam ederek; “Ey Sâlih! Eğer gönderilen peygamberlerden isen, vadettiğin azabı getir” dediler. (Â’raf suresi:77) Sâlih (a.s.) kavmine; Ey kavmim! Ben size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size nasihat ettim. Lakin siz nasihat edenleri sevmezsiniz” (Â’raf suresi: 79), “Ey kavmim! Niçin tövbeden evvel azabın gelmesine acele edersiniz. (Zira onlar azabın gelmesi anında tövbe ederiz derlerdi.) Niçin Allahü teâlâdan magfiret isteyerek iman etmezsiniz. Keşke Allahü teâlâya istigfar etseniz de merhamet olunasınız. (Zira azab geldiğinde tövbe kabul olmaz) buyurdu. (Neml suresi:46)

Müşrikler Sâlih’in (a.s.)  şefkat ve merhamet dolu nasihatlerine karşı; (Ey Sâlih!) Biz seninle ve sana tabi olanlarla (mü’minlerle) teşe’üm ederiz. (Yani uğursuzluğa uğradık. Sen bu dini ortaya attığından beri bizim başımız beladan kurtulmuyor. Sen böyle bir din getirmeden önce bu belalardan hiç birine maruz kalmazdık) dediler. (Neml suresi:47)

Semud kavmi, kıtlık ve mallarının telef olması gibi sevmedikleri bir takım afetlerin başlarına gelmesine hazret-i Sâlih’in (a.s.) ortaya koyduğu hak dinin sebep olduğuna inandıklarından; “Biz seninle teşe’üm ederiz ve kötülüklere sebep sizsiniz” demişlerdir.

Sâlih (a.s.) onlara cevap olarak buyurdu ki: (Ey Kavmim!) Hayır ve şerden size erişen Allahü teâlânın emriyledir. O takdir olmuştur. Belki siz bir kavimsiniz ki; hayr, şer, izzet, zillet, rahat ve şiddetle tecrübe olunuyorsunuz velakin bilmiyorsunuz.” (Neml suresi:47)

Allahü teâlâ Sâlih’e (a.s.) vahiy gönderip; “Kavmine azabın geleceğini bildir” buyurdu. Bu durum Kuran-ı kerimde şöyle bildirilmektedir: “Nihayet o devenin ayaklarını keserek öldürdüler. Bunun üzerine Sâlih şöyle dedi: “Hanelerinizde üç gün yaşayınız. (Çarşamba, Perşembe, Cuma günü. İlk günde yüzleriniz sararır. İkinci günde kızarır, üçüncü günde helak olursunuz.) Bu yalan olmadık bir vaddir.

Bu ayet-i kerimenin üç hükmü ihtiva ettiği bildirildi. Birincisi , Sâlih’in (a.s.) kavminin mucize olan deveyi öldürmeleri ; ikincisi , Sâlih’in müşrik Semudlulara kendi beldelerinde ve hanelerinizde üç gün yaşayın demesi , üçüncüsü , helaklarına üç gün kalıp , üç günden ziyade yaşayamayacaklarına dair vadin doğru bir vad olup yalan olmadığını beyan etmesidir.

Semudlular , Sâlih’in (a.s.) azap vadi karşısında ;”Ey Sâlih! Elinden geleni ardına koyma. Biz deveyi öldürerek etini yedik. Sen uzun zamandır bizi azapla korkutursun. Biz ondan bir eser göremiyoruz” dediler. O gecenin sabahında bir takım acayip hallerle karşılaştılar. Devenin bastığı yerlerden kan fışkırdığını , ağaçların yapraklarının kızardığını , kuyu suyunun kan kırmızısı, yüzlerinin de sapsarı olduğunu görüp , birbirlerine haber verdiler. Sonra Sâlih’e (a.s.) gittiler ve ; Ey Sâlih! Sen bizim renklerimizde ve etrafta olan değişikliğe ne dersin” dediler. Sâlih de (a.s.) ; “Bu, Allahü tealanın azabının ilk alametidir. Bu ilk gününüzdür” buyurdu Semudlulardan deveyi öldüren dokuz kişi; “Sâlih bizlere ne sihir varsa yapıyor. Üç güne kadar azap vadi var. O gelmezden önce Sâlih’i, ailesini ve ona inananları öldürelim” dediler ve yola çıktılar. Gece olduğunda Saih’in (a.s.) mescidine geldiler. Cebrail (a.s.) birer taşla her birini öldürdü. Ertesi gün Semudlular bu dokuzunun cesedlerini buldular. Kur’an-ı kerimde bu durum şöyle bildirilmektedir.

“Onlar bu şekilde (Sâlih’i (a.s.) öldürmek için)  hile yaptılar. Biz de onları bu hilelerinin cezasını verdik. Halbuki onların bundan haberleri yoktu.” (Neml suresi: 50)

“İşte bak, o tuzaklarının akibeti nice oldu. Çünkü biz onları da kavimlerin de (Cebrail’le (a.s.) ve ateşle) helak ettik.” (Neml suresi:51)

Allahü teâlâ Sâlih’e (a.s.) Cebrail’i (a.s.) göndererek müşriklerin tuzaklarından ve başlarına geleceklerden haberdar etti. O da iman edenlerle birlikte (dört bin kişi olduğu rivayet edilmiştir.) o beldeyi terk ettiler. Bunların kurtulmalarına sebep imanları idi. Allahü teâlâ bu durumu Hud suresi 66. ayet-i kerimesinde şöyle bildirmektedir; “Vaktaki azabımız veya azabla emrimiz gelince Sâlih’i ve onunla beraber mü’minleri indimizde rahmetle o azaptan ve o günün rüsvalığından halas ettik (kurtardık). Muhakkak senin Rabbin azabında kuvvetli ve düşmanlarına galiptir.”

“Sâlih’e ve onunla olan müminlere necat verdik. Onlar küfür ve günahtan sakınırlardı.” (Neml suresi: 53)

İkinci günde Semudluların yüzleri kana boyanmış gibi kıpkırmızı oldu. Azabın geleceğine kanaat getirip feryat ettiler, bağırıştılar, ağlaştılar. İki gün geçti” dediler. Üçüncü gün yüzleri simsiyah oldu. Sanki yüzlerine zift sürülmüştü. Hepsi me’yus olup; “Azab hangi taraftan gelir” diyerek sağa-sola ve semaya doğru bakıştılar.

Azab geldiğinde, Allahü teâlâ Cebrail’i (a.s.) gönderip; “Semud kavmi bana iman etmediler. Nimetlere şükür etmediler. Benim halık (yaratıcı) ve Rab olduğumu inkarla kendilerine mucize olarak gönderdiğim nakayı (deveyi) öldürdüler. Resulüm Sâlih’i (a.s.) yalanladılar. Şimdi onlara şiddetli sayha ile azabı indir. Saraylarını, diyarlarını, harab et” buyurdu. Bu ilahi emir üzerine bir sabah vakti azab sayhası, Semud kavminin insanlarını yakaladı. Cebrail (a.s.) onları muhkem binalarda helak etti. Fahreddin-i Razi’nin beyanına göre, Sayhanın şiddet ve heybetinden hepsinin ödleri patlamak suretiyle öldüler. Allahü teâlâ Kur’an-ı kerimde mealen bu hali şöyle bildirmektedir.

“Onları (Semud kavmini) sabah vaktinde Cebrail aleyhisselâmın şiddetli sayhası yakaladı. Hepsi helak oldular. Kazanageldikleri (işledikleri) o şeyler (muhkem evler, mal ve nufusça çoğalmış olmaları) onlardan azabı def edemedi.” (Hicr duresi: 83-84)

“Onların üzerine Cebrail’in bir sayhasını gönderdik de hayvan ağılına konan kuru çalı, çırpı ve otlar gibi mahv oluverdiler.” (Kamer suresi:31)

“Onlar; (gökten) heybetli sesle yerde zelzele olup, kalpleri parçalanarak yüzleri üzerine düşüp evlerinde helak oldular.” (Â’raf suresi: 78)

“Küfürle nefslerine zulm edenleri; Cebrail’in sayhası alıp, kalpleri parçalanıp, evlerinde yıkılıp helak oldular.” (Hud suresi:67)

“Onları azab yakaladı. Muhakkak bunda bir ibret vardır. Onların çoğu iman edici olmadı. Muhakkak ki senin Rabbin aziz, rahimdir.” (Şuara suresi: 158-159)

Bu ayet-i kerimede, onların çoğu veya yarısı iman edici olsa idi yani Sâlih’e (a.s.) iman etse idiler onlara azabın gelmeyeceğine, gönderilmeyeceğine dair işaret olduğu bildirilmektedir.

“Biz Semud kavmine hayr ve şer yolunu gösterdik. Onlar körlüğü (yani cehl ve dalaleti) hidayet üzerine tercih ve ihtiyar ettiler. Onları, (dünyada) kazandıkları (küfür ve isyan) sebebiyle azab saikası (yani Cebrail’in sayhası) alıp, zelil ve helak oldular.” (Fussilet suresi: 17)

İbn-i Abbas’dan (r.a.) rivayeten “Tefsir-i Hazin” de beyan edildiğine göre; “Sayha ile helak olan ümmet ikidir: Birincisi, Sâlih’in (a.s.) ikincisi Şu’ayb’ın (a.s.) ümmetidir. Şu kadar ki, Sâlih’in (a.s.) ümmetine sayha, memleketlerinin altından ve Şu’ayb’ınkine (a.s.) memleketlerinin üstünden geldiği rivayet edilmiştir. Zira Şuayb’ın (a.s.) kavmide nasihat dinlemeyip sonunda sayha ile helak oldular.”

Sâlih (a.s.) kavminin helakından sonra, kendisine iman edenlerle birlikte Mekke’ye veya Şam taraflarına gitti. Remle kasabasına yerleşti. (Hadramut tarafına gittiğine dair rivayetlerde vardır).