Kayser'in Suâllerine Cevâb Yazması - kainatingunesi.com

Dördüncü Halîfe emîr-ül mü’minîn Esedillahi Gâlib Alî ibni Ebî Tâlibin “radıyallahü teâlâ anh” Menâkıbı hakkındadır:

Kayser’in Suâllerine Cevâb Yazması

Yetmişaltıncı Menâkıb:

İmâm-ı Müstagfirî “rahimehullahü teâlâ” (Delâ-il-ün nübüvve) kitâbında bildirmişdir. Rûm kayseri, emîr-ül mü’minîn Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin hilâfeti zemânında zor süâllerini yazdı. Tafsîli (Delâ-il-ün nübüvve)de vardır. O süâlleri Ömer “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerine gönderdi. Hazret-i Ömer onu okudu. Emîr-ül mü’minîn Alînin “radıyallahü teâlâ anh” önüne koydu. Hazret-i Alî onu okudu. Divit ve kalem istedi. Onların cevâbını yazdı. Kâğıdı katlayıp, kayserin elçisine verdi. Elçi, bu cevâbı kim yazdı diye sordu. Hazret-i Ömer buyurdu ki, hazret-i Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” amcası oğlu, dâmâdı ve dostu hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” yazdı. Derler ki, yehûdîden ba’zıları geldiler, dediler ki, ne oldu size ey müslimân tâifesi. Peygamberinizin vefâtından sonra, bu kısa zemânda ba’zınız ba’zınızın üzerine hücûm edip, muhârebeye başladınız. Hazret-i Alî “kerremallahü vecheh” buyurdu ki: (Ey yehûdî tâifesi! Size ne oldu ki, henüz ayaklarınız denizin ıslaklığından kuramamış idi. Yâ Mûsâ! Bize de başkalarının ilâhları olduğu gibi ilâh yap, dediniz!) Bu cevâb ile yüzlerini kara edip, cevâb veremiyecek hâle bırakdı.

Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” buyurmuşdur ki, (Alîye ilmin on bölüğünden dokuz bölüğü verildi. Vallahi geri kalan bir bölüğünde de ortakdır.) Hattâ imâm-ı Ahmed bin Hanbel “rahimehullahü teâlâ” buyurmuşdur ki, Sahâbe-i kirâm “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hazretlerinden bize hazret-i Alînin hakkında o kadar fazîlet gelmişdir ki, Alîden “radıyallahü teâlâ anh” başkası için gelmemişdir. Seyyid-üt-tâife Cüneyd “kuddîse sirruhül’azîz” buyurmuşdur ki: Emîr-ül mü’minîn Alî “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri muhâlifleri ile muhârebeden fırsat bulsa idi, elbette ondan tesavvuf ve hakâyık ilmi o kadar olurdu ki, gönüller ona tâkat getiremezdi. O, âriflerin başıdır. Onun sözleri vardır ki, ondan evvel kimse söylememişdir ve ondan sonra da kimse mislini söylemeğe kâdir olmamışdır. Şu şekldedir ki, bir gün minbere çıkmış idi. Buyurdu ki, bana arşın altındakilerden sorunuz! Benim içim ilm ile doludur. Bu ağzımdaki Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” mubârek ağzının suyudur. O şol nesnedir ki, bana bölük-bölük verdi. Onun içindir ki, benim nefsim onun yed-inde olan Allahü teâlâya yemîn ederim ki, eğer izn olsa, Tevrâtın ve İncîlin içinde olanları haber verirdim. Beni o ikisi tasdîk ederlerdi. Hazret-i Emîr-ül mü’minîn bu kelâmı kerâmet eseri buyurdu. O meclisde Da’leb Yemânî derler bir kişi var idi. Dedi ki: bu kişi ne garîb da’vâda bulundu. Elbette ben bunu imtihân ederim. Yerinden kalkıp, dedi, bir süâlim vardır. Hazret-i Alî buyurdu ki, öğrenmek ve bilmek için sor. Tecribe ve imtihân için sorma. Da’leb, sen beni onun üzerine mecbûr etdin deyip, sordu, Rabbini gördün mü yâ Alî! Hazret-i Alî buyurdu: (Görmediğim Rabbime tapacak değilim.) Sonra, nasıl gördün, dedi. Emîr-ül mü’minîn buyurdu: (O Hakkı, gözler dünyâda gördükleri şeklde göremezler. Lâkin gönüller bekâ hakîkatleri ile görür. Benim Rabbim birdir. Şerîki yokdur. Benzeri bulunmaz. İkincisi olmaz. Yer [mekân]dan münezzehdir. Üzerinden zemân geçmez. Akl ile idrâk edilmez. Yaratdıkları ile kıyâs edilmez.) Da’leb bu sözleri işitip, yüzü üzeri düşdü. Bayıldı. Bir zemân sonra kendine geldi. Dedi ki; Hak teâlâya söz verdim ki, kimseye imtihân niyyeti ile süâl sormıyacağım. Hazret-i Emîr-ül mü’minîn “radıyallahü teâlâ anh” buyurdu ki, (Eğer iş senin elinde olursa.)