KİBİR, UCB ve RİYÂ NEDİR ? - kainatingunesi.com

1-Kibir Nedir?

Bir insanın kendini, iyiliklerini ve ibâdetlerini üstün görmesi, kötü bir huydur. Allahü teâlâ, kendini başkalarından üstün görmeyi ve üstün bilmeyi haram etmiştir. Nitekim sevgili peygamberimiz “sallallâhü aleyhi ve sellem” (Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse Cennete giremez) buyurdu.

İnsanlardan, Allahü teâlâya karşı bile üstünlük taslayanlar oldu. Nemrud ve Firavn böyleydiler. Tanrılıklarını ilân ettiler. Allahü teâlânın nasihat vermek için gönderdiği peygamberini, İbrâhim aleyhisselâmı Nemrud ateşe attı. Firavn da Mûsâ aleyhisselâmı öldürmek istedi. Nemrud da, firavn da âciz, zavallı kimselerdi Allahü teâlâ Nemrudun canını, burnundan beynine giren bir sinek ile aldı. Firavnı da Kızıl Denizde boğdu. Her asırda böyle ahmaklar gelmiştir. Tarihte bazı zalimler, milyonlarca insanı öldürerek ve işkence yaparak, din adamlarını ve müslümanları, din kitaplarını yok ederek, milletlerini sindirmişler, korkutarak kendilerine taptırmışlardır.

Peygamberlere karşı büyüklük gösterenler de oldu. Şeytan, İlk peygamber Âdem aleyhisselâma secde etmeyerek ilk kibirli kimse oldu. Sevgili peygamberimiz İslâmiyeti açıkladığı ve yaymaya başladığı zaman, (Bu din, Mekkenin ileri gelenlerine indirilseydi, daha iyi olurdu) dediler.

Büyüklük ve azamet, Allahü teâlâya mahsustur. Kullarına tevazu ve alçak gönüllülük yakışır. Nitekim sevgili peygamberimiz “salIallâhü aleyhi ve sellem” (Allahü teâlâ buyuruyor ki, üstünlük ve azamet, bana mahsustur. Bu ikisinde bana ortak olanı cehenneme atarım, hiç acımam) buyurdu. Fakat kalbinde zerre kadar îmân olan, Cehennemde sonsuz kalmayacak, Cennete girecektir. Büyük günah işleyip de tövbe etmeyen, şefâata ve affa da kavuşamayan mü’min, Cehennemde günahlarının karşılığı olan azâpları çektikten sonra çıkarılacak, cennete sokulacaktır. Cennete giren, oradan bir daha hiç çıkmayacaktır. Hadîs-i şerifte (Kibri, hıyaneti ve kul borcu olmayan mü’min, hesapsız Cennete girecektir) buyuruldu.

İnsanlardan cahil olanlar, yedi şeye kavuşunca, kendilerini başkalarından üstün, büyük görürler. Büyüklenmeye sebep olan yedi şey şunlardır:

1- Din ve fen bilgilerinde yükselmek,

2- Yapılan ibâdetler,

3- Mensup olduğu aile, soyu-sopu,

4- Güzellik,

5- Kuvvetli olmak,

6- Mal, mevki ve rütbe sahibi olmak.

Bunlar, iyi niyetlerle yapılırsa her biri, Allahü teâlânın rızâsını kazanmaya sebep olur. İnsanlara faydalı olmaya yarar. Bu sıfatları ile büyüklük, üstünlük taslayanları Allahü teâlâ sevmez. Haset, kin tutmak ve riyâ (gösteriş)da büyüklenmeye sebep olur.

Kibrin ilâcı tevâzudur. Tevazu alçak gönüllü olmak, büyüklenmemek demektir. Yüce Rabbimiz, (Büyüklenenleri sevmem, tevazu edenleri severim) buyuruyor. Sevgili peygamberimiz de,( Allahü teâlâ tevazu üzere olmayı bana emretti. Hiçbiriniz, hiçbir kimseye büyüklük, üstünlük göstermeyiniz) buyurdu.

Küfre Götüren Kibir

Menkıbe-1: Cebele ibni Eyhem, Gassânî meliklerinin sonuncusudur. Daha önce müslüman olmuştu. Hicretin birinci senesinde Medine’ye geldi. Melik olduğu için hizmetçileri, eşyaları çoktu. Kendisi ve hizmetçileri çok güzel giyinmişlerdi. Hazret-i Ömer hacca gidiyordu. Onu da beraber götürdü. Ka’be-i muazzamayı tavaf esnasında yoksul bir müslüman kalabalık ve sıkışıklık sebebiyle, yanlışlıkla Cebelenin eteğine basarak yırttı, Cebele de çok kızarak, o yoksul müslümana bir tokat vurup, burnunu kirdi. O da Hazret-i Ömere giderek şikâyetçi oldu Hazret-i Ömer Cebeleyi çağırdı. Aralarında şu konuşma geçti:

-Ya hasmını râzı et, yahut kısas yaparım.

-Ben bir melikim O şahıs ise yoksul bir adamdır. Onun için bana nasıl kısas yaparsın.

-İslâmiyet sizin aranızdaki ayrılığı kaldırmıştır. Kanunlar önünde herkes birdir

-Ben islâmdan çıkarsam, aramızdaki ayrılık kalkar mı?

-Suç, cezâsız kalmaz.

-Hıristiyan olursam ne olur?  ,

-Hıristiyan olursan boynunu vururum.

Bunun üzerine Cebele, Hazret-i Ömerden düşünmek için izin aldı. O gece adamlarıyla beraber Medine’den kaçtı. İstanbul’a gitti. Hıristiyan oldu ve orada öldü. Kibir ve gururu yüzünden hem yurdundan, yuvasından oldu, hem de müslümânlıktan çıkarak sonsuz felâkete yuvarlandı

Sakın Böbürlenme

Menkıbe- 2: İslâm âlimlerinden Muhammed bin Semmâk Abbasi halifelerinden birisinin huzuruna girdi. Halife, bir bardak ile su içiyordu. Bu sırada halife İbn-i Semmâk’a “rahmetullahi aleyh”

– Bana Öğüt ver, dedi. İbn-i Semmâk:

– Sen şiddetli susuzluğa yakalandığın vakit, bu suyu sana ancak bütün servetin karşılığında verecek olsalar ne yapardın? diye sordu. Halife:

– Bütün servetimi verir, bu suyu alırdım, dedi. Bunun üzerine İbn-i Semmâk

– O halde, bir bardak su değerinde olan servetinle sakın böbürlenme! buyurdu

2- Ucb Nedir ?

Kötü huylardan biri de ucbdur. Ucb, yapdığı ibâdetleri, iyilikleri beğenerek, bunlarla övünmekdir. Yaptığı ibâdetlerin, iyiliklerin kıymetini bilerek, bunların elden gitmesini düşünerek korkmak, üzülmek ucb olmaz. Yâhud, bunların Allahü teâlâdan gelen ni’metler olduğunu düşünerek, sevinmek de, ucb olmaz. Bunların Allahü teâlâdan gelen ni’metler olduğunu düşünmiyerek kendi yaptığını, kazandığını sanarak kendini beğenmek, ucb olur.

Ucbun zıddına (Minnet) denir. Minnet, ni’mete kendi eliyle, kendi çalışmasıyla kavuşmadığını, Allahü teâlânın lütfü ve ihsânı olduğunu düşünmekdir. Böyle düşünmek, ucb tehlikesi olduğu zemân farz olur. Diğer zemânlarda ise müstehabdır. İnsanı ucba sürükleyen sebeblerin başında cehâlet ve gaflet gelmekdedir. Gaflet, Allahü teâlâyı unutmak demektir. Ucbdan kurtulmak için, her şeyin Allahü teâlânın dilemesi ile ve yaratması ile meydâna geldiğini ve akıl, İlm, ibâdet etmek, mâl ve mevki’ gibi kıymetli ni’metlerin, Allahü teâlânın lütfü ve ihsânı olduklarını düşünmek lâzımdır. (Ni’met), insana fâideli olan, tatlı gelen şey demekdir. Bütün ni’metleri gönderen Allahü teâlâdır. Ondan başka yaratıcı ve gönderici yokdur.

Eshâb-ı kirâmdan ba’zıları “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în”, Huneyn gazâsında, askerin çokluğunu görerek, artık biz hiç mağlûb olmayız, dedi. Bu sözler Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mübârek kulağına gelince, üzüldü. Bunun için, harbin başlangıcında nusret-i ilâhî (Allahü teâlânın yardımı) yetişmeyip, mağlûbiyyet başladı. Sonra, Cenâb-i Hak merhamet ederek, zafer nasîb eyledi.

Dâvüd aleyhisselâm, duâ ederken, (Yâ Rabbî! Evlâdlarımdan birkaçının nemâz kılmadığı hiçbir gece yokdur ve oruç tutmadığı hiçbir gün geçmemişdir) demişdi. Buna karşılık Allahü teâlâ, (Ben dilemeseydim, kuvvet ve imkân vermeseydim, bunların hiçbiri yapılamazdı) buyurdu.

Kibre sebeb olan şeyler ucba da sebeb olurlar. Allahü teâlânın ni’metlerine şükr etmek de, büyük bir ni’metdir.

Ucbun zararları, âfetleri çokdur:

1- Kibre sebeb olur.

2- Günâhları unutmağa sebeb olur. Günâh kalbi karartır. Günâhlarını düşünen kimse, ibâdetlerini büyük görmez. İbâdet yapmanın da, Allahü teâlânın lütfü, ihsânı olduğunu düşünür.

3- Ucb sâhibi, Allahü teâlânın azâbını unutur.

4- Ucb sâhibi başkalarından istifâde etmekden mahrum kalır. Kimse ile istişâre etmez, danışmaz.

Hadîs-i şerîfde, (Üç şey, insanı felâkete sürükler: Buhl, hevâ ve ucb). Buhl sâhibi, ya’nî hasîs (cimri) kimse, Allahü teâlâya ve kullarına karşı olan hakları ve vazifeleri ödemekden mahrum olur. Hevâsına, ya’nî nefsinin arzûlarına uyan ve ucb sâhibi olan, ya’nî nefsini beğenen kimse, muhakkak helake ve felâkete düçâr olur. İmâm-ı Muhammed Gazâlî “rahime-hullahü teâlâ” buyurdu ki, (Bütün kötülüklerin başı, kaynağı üçdür: Hased, riyâ, ucb. Kalbini bunlardan temizlemeğe çalış!)

5- Ucb sâhibi, hep ben, ben der. Toplantılarda baş tarafda bulunmak ister. Her sözünün kabûl olunmasını ister. İlmi ile, ameli ile mağrûr olur. Egoist olur. Tevbe etmesi güç olur.  Halbuki günâh işliyenlerin iniltileri, Allahü teâlâya, tesbih çekenlerin övünmesinden iyi gelir.

6- Ucbun en kötüsü, hatâlarını, nefsinin hevâsını, arzu ve isteklerini beğenmekdir. Ucb sâhibi hep nefsine uyar. Nasîhat kabûl etmez. Başkalarını câhil sanır. Hâlbuki, kendisi çok câhildir. Bid’at sâhibleri, mezhebsizler böyledirler. Bozuk, sapık i’tikâdlarını ve amellerini, doğru ve iyi bilip, bunlara sarılmışlardır. Böyle ucbun ilâcı çok güçdür. Mâide sûresinin, (Kendinize bakınız. Kendiniz doğru yolda  oldukça,  başkalarının  sapıtması  size zarar vermez!)  mealindeki  yüzsekizinci  ayet-i kerîmesinin ma’nâsını Resûlullahdan sordular. Cevâbında, (İslâmiyyetin emirlerini bildiriniz ve yasak etdiklerini anlatınız! Bir kimse ucb eder, sizi dinlemezse, kendi hâlinizi islâh ediniz) buyurdu.

Ucb hastalığının ilâcını hâzırlıyan âlimler, Ehl-i sünnet âlimleridir, Fakat bu hastalığa yakalananlar, hastalıklarını bilmedikleri için kendilerini sıhhatli sanarlar. Bu tabîblerin nasîhatlerini, ilmlerini kabûl! etmezler, felâketde kalırlar. Hâlbuki bu âlimler, Resülullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” aldıkları ilaçları, hiç değişdirmeden, bozmadan sunmaktadırlar. Câhiller, ahmaklar, bu ilâçları, onların yapdıklarını sanır. Kendilerinin hak yolda bulunduklarına inanarak, kendilerini beğenirler.

3- Riyâ nedir ?

Kalb hastalıklarının, ya’nî kötü huyların mühimlerinden biri de riyâdır. Riyâ, birşeyi olduğunun tersine göstermekdir. Kısaca, gösteriş demekdir. Âhıret amellerini yaparak âhıret yolunda olduğunu göstererek, dünyâ arzûlarına kavuşmak demekdir. Hülâsâ, dîni dünyâ kazancına âlet etmekdir. İbâdetlerini göstererek, insanların sevgisini kazanmakdır.

Riyânın zıddı, aksi (İhlâs)dır. İhlâs, dünyâ fâidelerini düşünmeyip ibâdetlerini yalnız Allahü teâlanın rızâsı için yapmakdır. İhlâs sâhibi, ibâdet yaparken başkalarına göstermeği hiç düşünmez. Bunun ibâdetlerini başkalarının görmesi ihlâsına zarar vermez. Hadîs-i şerîfde, (Allahü teâlâyı görür gibi ibâdet et! Sen görmüyor isen de, O, seni görmekdedir) buyuruldu.

Başkalarının sevgisine ve medh etmelerine kavuşmak için, dünyâ işleri ile, onlara iyilik yapmak, riyâ olur. İbâdet ile olan riyâ bundan daha fenadır.

İbâdet yaparak Allahü teâlâdan dünyâ menfe’atlerini istemek, riyâ olmaz. Yağmur duâsına çıkmak böyledir. İstihâre yapmak da, böyledir. Ücret ile imâmlık, hatîblik, mu’allimlik yapmak, sıkıntıdan, hastalıkdan ve fakîrlikden kurtulmak için âyet-i kerîmeler okumak da, böyledir denildi. Bunlarda hem ibâdet, hem de menfe’at niyyetleri bulunmakdadır. Ticâret maksadı ile hacca gitmek de böyledir. İbâdet niyyeti hiç bulunmazsa riyâ olurlar. İbâdet niyyeti çok olursa, sevâb hâsıl olur. İbâdetlerini başkalarına göstermek, onlara öğretmek ve teşvik etmek niyyeti ile olursa, yine riyâ olmaz ve çok sevâb olur. Ramezân orucunu tutmakda riyâ olmaz. Allahü teâlanın rızâsı için nemâza başlayıp, sonradan hâsıl olan riyânın zararı olmaz. Riyâ ile yapılan farzlar sahih olur. İbâdet borcu ödenmiş olur ise de, sevâbı olmaz. Et ihtiyâcını karşılamak niyyeti ile, kurban kesmek caiz olmaz. Allahü teâlâ için ve bir insan için birlikde niyyet ederek kurban kesmek câiz değildir. Allahü teâlânın rızâsı için olmayıp, yalnız hacdan, gazadan gelen için ve gelen emîri, reîsi karşılamak için kesilen hayvan leş olur. Kesmesi ve yimesî hâram olur. Riyâdan korkarak ibâdeti terk etmek de câiz değildir. Allahü teâlânın rızâsı için nemâza durup, nemâzı bitirinceye kadar hep dünyâ işlerini düşünürse, nemâzı sahîh olur.

Şöhrete sebeb olacak şeklde giyinmek de riyâ olur. Din adamlarının, temiz, kıymetli elbise giymeleri lâzımdır. Bunun için, imâmların, Cuma ve bayram günleri zînetli elbise giymeleri sünnetdir.

Şöhret için va’z vermek, nasîhat etmek, kitâb yazmak da riyâ olur. Va’z, emr-i ma’rûf ve nehy-i münker demekdir. Münâkaşa etmek, başkalarından üstün görünmek ve övünmek için ilm öğrenmek de, riyâ olur. Dünyâlık elde etmek, ya’nî mal, mevkı’ elde etmek için ilm öğrenmek de, riyâ olur. Riyâ harâmdır. Allahü teâlâ için olan ilm, Allahü teâlâdan korkmağı arttırır. Kendi ayblarını görmeğe sebeb olur. Şeytânın aldatmasına mâni’ olur. İlmini dünyâ kazancına, mâla ve mevki’e kavuşmağa vâsıta eden din adamlarına (ulemâ-i sû’), ya’nî kötü din adamları denir. Bunların gideceği yer, cehennemdir. Herkesin yanında sünnetlere uygun olarak, yalnız iken ise, edeblere uymayarak yapılan ibâdetler, riyâ olur.