Kıbrıs'ın Fethi - kainatingunesi.com
YAZAR: Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil

“Aldı Kıbrıs Adasın Şah Selim”

Hala Sultan’dan Mehmetçik’e, binlerce şehide mâlolan kadim bir İslâm beldesi…

“Bir vilayet eskiden Müslüman mülkünden iken sonradan, düşman ele geçirip medrese ve mescidlerini harap bir duruma düşürse… Eskiden yapılan barış antlaşması İslâm şeriatına göre böyle bir beldenin fethine engel olur mu? Beyan buyrula!”

“El cevab: Allah bilir; asla engel olması ihtimali yoktur…”

Şeyhülislam Ebüssuud Efendi

Kıbrıs, Peygamber Efendimizin, “Hala Sultan” denilen Ümmü Hiram ile bir konuşması ve devam edegelen hadiseler manzumesi sonucunda manevî yönden müslümanlar için fev­kalade önemli bir mevki haline gelmiş­tir. İstanbul’a, Eba Eyyûb el Ensari hazretleri ne büyük bir kıymet bahşetmişse Hala Sultanda Kıbrıs’a aynı şe­refi kazandırmıştır. Şöyle ki:

Peygamber Efendimiz, süt teyzeleri tarafından akrabası olan Ümmü Hi­ram’ın Medine’deki evini ziyaretlerinde bir müddet uyumuşlardı. Peygamberimiz’in gülerek uyandıklarını gören Üm­mü Hiram “Ya Resulullah! Niçin güldünüz?” diye sordu. Peygamber Efendimiz; “Yâ Ümmü Hiram! Üm­metimden bir kısmını gemilere binip, kafirlere gazaya gider gördüm” bu­yurdular. Ûmmü Hiram’da; “Ya Resu­lullah! Dua et de ben de onlardan olayım” deyince Peygamber Efendimiz “Ya Rabbi! Bunu da onlardan eyle” diye dua buyurdular.

Aradan seneler geçti. Ümmü Hi­ram Hazreti Osman zamanında Hazreti Muaviye’nin komutasında Kıb­rıs adasına düzenlenen deniz seferine kocası Ubâde bin Samit’le birlikte gö­nüllü olarak katıldı. O bu sırada 86 ya­şında bulunuyordu. Sefer sırasında nice zahmetlere katlanan ve gazileri devam­lı gayrete getiren Ümmü Hiram, Larnaka yakınlarında atından düşmesi üze­rine şehid oldu. Kabri Larnaka şehrinin Tuz Gölü kıyısındadır. Ümmü Hiram ve daha pek çok sahabenin şehid düşmesi ile Kıbrıs Müslümanlar için önemli tari­hî kıymeti olan bir belde haline geldi.

Ancak Kıbrıs’ın Müslümanlar elinde kalması fazla uzun sürmedi. Halife Yezid döneminde ada tekrar Bizanslılar’ın hakimiyetine geçti. 1191’de Arslan Yürekli Rişar tarafından zaptedilen Kıbrıs, 1192’de Lusipanlar’ın; 1489’da ise Venedikliler’in eline geçmiştir.

Kıbrıs Haraca Bağlanıyor

Osmanlılar’ın Kıbrıs’la ciddi olarak ilgilenmesi Mısır’ın fethi ile başladı. Ya­vuz Sultan Selim, kethüdası Ali Ağa’yı Kıbrıs’a göndererek Memlûkler’e ödenmekte olan verginin bundan böyle kendilerine gönderilmesini istedi. Memlûk Devleti’nin bir hamlede orta­dan kaldırılmış olması zaten Venedik’in gözünü korkutmuştu. Teklif derhal ka­bul edildi. Bu arada Haliç Tersanesi’nin büyütülme çalışmaları da onları kuşkulandırmaya yetmişti. Dolayısıyla ikinci kez gelen Osmanlı elçisi Mustafa Ça­vuş’u büyük bir itibar ile karşılarken ha­racı da iki katına çıkardılar.

Kanunî Sultan Süleyman döne­minde de Venedik, Kıbrıs’ın haracını muntazaman ödemeye devam etti ise de 1570 yılına gelindiğinde artık ada­nın zaptı için pek çok zaruret doğmuş bulunuyordu. Öncelikle Osmanlılar’ın Afrika ve Arabistan’da yapılması muh­temel askerî hareketlerinde en emin ulaştırma ve ikmal yolu Doğu Akdeniz idi. Kıbrıs adası Venedikliler’in elinde kaldıkça Osmanlılar’ın bu denizdeki ha­kimiyetine gölge düşürüyordu. Ayrıca Kıbrıs’a hakim olunursa Güney Anado­lu, Suriye ve Mısır’a yapılması muhte­mel bir düşman saldırısında ada mü­kemmel bir savunma üssü görevi yapa­caktı.

Son olarak ve en önemlisi Kıbrıs, Akdeniz’de seyreden tüccar ve hacı ge­milerine baskın yapan korsanların yu­valandıkları bir sığınak yeri haline gel­mişti. Venedik ise korsanların faaliyet­lerini önlemeye çalışmak yerine özür dilemekle yetiniyor, bu tecavüzü yapanla­rın Mesina ve Malta korsan gemileri ol­duğunu belirtip meseleyi savuşturmaya çalışıyordu. Neticede korsanların faali­yetleri sonucunda Akdeniz, güvenli bir deniz ulaşımı ve ticareti yapılamaz hale gelmişti.

El Cevap: Allah Bilir

Nitekim bu önemli savaş sebebi Ebüssuud Efendiden istenilen fetva ve verilen cevapta da açık bir şekilde görül­mektedir. Osmanlı Devleti Venedik’le sulh halinde bulunduğundan Şeyhü­lislam’dan fetva alınmak zarureti doğ­muştu.

İşte Şeyhülislam Ebüssuud Efen­diden cevabı istenen mesele: “Bir vilâ­yet eskiden Müslüman mülkünden iken sonradan düşman ele geçirip medrese ve mescidleri harap bir duru­ma düşürür, minber ve mahfillerini küfür ve sapkınlıklarla doldurur, İslâm dinine ihanet gayesi ile türlü eylemle­re girişip çirkin davranışlarını dört ya­na duyurursa; dinin sığınağı olan padi­şah hazretleri, Müslümanlık gayreti gereğince söz konusu vilâyeti alçak ka­firler elinden alıp İslâm ülkeleri arası­na katmak için harekete geçse; eski­den yapılan barış antlaşması ile aynı kafirlere bırakılan ülkeler arasında şimdi söz konusu edilen bu vilâyetinde İslâm şeriatına göre anlaşmayı bozma­ya engel olur mu? Beyan buyurula!”

El Cevab:

“Allah bilir, asla engel olması ihti­mali yoktur. İslâm padişahının Allahü Teâlâ zaferlerini aziz kılsın kafir­lerle barış yapması, ancak Müslüman­ların tümüne yararlı olduğu takdirde dinimize uygun düşer. Yararlı olmazsa kesinlikle uygun düşmez…”

Ve donanma Kıbrıs’a

Artık Osmanlılar için adayı ele geçir­mek yolunda başka bir mani kalmamıştı.

1570 Mayısında (977 Zilhicce) 180 kadırga, 10 mavna, 170 parça ile “Ka­ramürsel” denilen küçük deniz vasıtasın­dan teşekkül eden 360 parçalık Osman­lı donanması Kaptan-ı derya Müezzinzâde Ali Paşa kumandasında İstanbul’dan Kıbrıs’a hareket etti. Adanın zaptına Ve­zir Lala Mustafa Paşa Serdar tayin edi­lip denizdeki donanma faaliyetine de tec­rübeli Vezir Piyale Paşa memur edildi.

İkinci Selim Han, serdarı uğurlamak için Yedikule’ye kadar gelmiş, daha ev­vel Beşiktaş’taki Barbaros Hayreddin Paşa türbesinde ananevi büyük törenler düzenlemiş, kurbanlar kesilerek fakirler doyurulmuştu.

Papa’dan İmdat

Osmanlılar’ın Kıbrıs’ı zaptedeceğini anlayan Venedik Cumhuriyeti, Papaya müracaat ederek Avrupa devletlerinin yardıma koşmaları için destek vermesini istedi. Ancak papalığın bu konudaki ça­lışmaları pek etkili olmadı. Almanya, Fransa, Avusturya, Rusya, Lehistan, İngiltere yardım yanlısı görünmekle bir­likte kendi iç ve dış meselelerinin zorluk­larını ileri sürerek Osmanlı Devletiyle olan barış ve dostluklarını bozamayacak­larını bildirdiler. İspanya’nın 100 kadırga ile harbe iştirak edeceğini öğrenen Os­manlı Devleti, Bosna eyâletinin güney batısındaki Kilis ve Hersek’te hudutlarını tahkim için sancakbeylerine hükümler gönderdi. Müttefik donanması araların­daki karar gereğince Girit’in Suda lima­nında birleşeceklerdi. Ancak 1570 Mayı­sı’nda Venedik donanması Suda limanı­na geldiyse de diğerlerinin geç katılması Osmanlılar’ın harekâtını büyük ölçüde kolaylaştırmıştı.

Hala Sultan’a selam

Öte yandan Osmanlı donanması Fi­nike limanında kara birliklerini de aldık­tan sona 30 Haziran 1570’te Kıbrıs isti­kametinde harekete geçmişti. 2 Temmuz’da Limasol limanına varan do­nanma, buraya küçük bir kuvvet çıkardı. Bu kuvvetler bir kaç kilometre içeriye gi­rip ilk ihtarda teslim olan Lefteri kalesine Türk bayrağını çektiler. 3 Temmuz günü Limasol’dan ayrılan asıl Türk kuvveti ve donanması, aynı günün akşamı Tuzla (Larnaka) körfezine demir attı. Burada 21 pare top atışı ile Hala Sultan selam­landı. Asıl çıkarma 4 Temmuz sabahı bu­rada yapıldı ve hiçbir direnme ile karşıla­şılmadı.

Serdar Lala Mustafa Paşa burada kurulan otağında, Vezir Piyale Paşanın da katıldığı bir savaş meclisi topladı. Ya­pılan görüşmeler sonunda adanın mer­kezi Lefkoşe üzerine yürüme kararı veril­di. Kale komutanına teslim olması yö­nünde bir mektup gönderildi. Bu sırada Girne kalesi kendiliğinden teslim oldu (9 Temmuz). Lefkoşe ise son derece müs­tahkem bir kale idi. Kalede yaklaşık 25 bin asker ve 250 top bulunuyordu. Kale­yi Venedikliler’den başka İtalyanlar, Katolik Arnavutlar, İspanyollar ve gönüllü birlikleri savunuyordu.

Kuşatma için bütün hazırlık ve ted­birleri olan Lala Mustafa Paşa, elindeki askeri yediye bölüp, tabyaların karşısı­na yerleştirdikten sonra büyük toplarla kaleyi dövmeye başladı. Düşman büyük bir inatla dayanmakta, bombardımana karşılık vermekte, hatta arada huruç hareketi yaparak Türk metrislerine sal­dırmaktaydı. Kuşatmanın 31. günü ya­pılan böyle bir huruç hareketi sırasında şiddetli ve kanlı boğuşmalar meydana gelmiş; Venedikliler ağır zayiat vererek kaleye dönmek zorunda kalmışlardı.

Ayasofya’da İlk Cuma

Kuşatmanın 51. günü (9 Eylül 1570) güneş doğmadan topçu desteği ve patlatılan lağımların oluşturduğu ge­niş yıkıntıların da yardımıyla, güneydeki dört burca karşı umumî hücuma geçildi. Hücumdan iki saat sonra Türk askeri­nin fevkalade azmi ve inancı, ilk meyve­lerini vermeye başladı. Karaman ve Anadolu eyaleti askerleri Podocataro burcunu ele geçirmeyi başardılar. Bura­dan süratle şehre giren birlikler boğaz boğaza mücadeleler sonunda son di­renme noktalarını da ele geçirdiler. Ve­nedikliler, Kıbrıs genel valisi Dandolo başta olmak üzere 20 bin ölü ve bin ka­dar da esir verdiler. 15 Eylül’de büyük bir törenle şehre giren Lala Mustafa Paşa Selimiye Camii adı verilen Ayasofya’da ilk cuma namazını kıldı.

Lefkoşe’nin fethedilmesi Baf, Limasol ve Larnaka’nın savaşmadan teslim olmasını sağladı. Bu sırada 206 gemi, 1300 top ve onaltı bin asker ile 36 bin gemici ve kürekçiden mürekkep Haçlı donanması Meyis adası önüne gelmiş­lerdi. Burada iken keşif gemilerinden Lefkoşe’nin zaptını öğrenen müttefik­ler, deniz mevsiminin de geçmesi sebe­biyle Suda limanına dönerek muhare­beyi gelecek seneye bıraktılar.

Magosa Önünde

Lefkoşe’nin tahkiminden sonra 8 Ekim’de tekrar harekete geçen Lala Mustafa Paşa, 12 Ekim’de Magosa önlerine geldi. Son derece müstahkem olan bu mevkiyi zaptetmenin uzun za­man alacağını gören Lala Mustafa Pa­şa kış mevsiminin de gelmesi üzerine kalenin sadece kuşatılmasıyla yetinilmesine, kesin zaptının ise ilkbahara bırakıl­masına karar verdi. Bu karar üzerine Piyale Paşa, Rodos Beyi Arap Mehmed Bey kumandasında kırk kadar ka­dırga bıraktıktan sonra Magosa lima­nından ayrıldı. Adada yalnız Serdar La­la Mustafa Paşa kaldı.

Serdar, 1570 Ekiminden başlaya­rak kışlamak üzere gerekli tedbirler al­maya ve mevziler hazırlamaya başladı. Kalenin dışarıyla olan bağlantılarını ta­mamen kesmek, giriş ve çıkışlarını en­gellemek maksadıyla karada ve denizde kuvvetli bir karakol ve devriye görevi düzenledi. Buna rağmen 6 Ocak 1571’de Hanya limanından Kıbrıs üze­rine harekete geçen Girit-Kandiye ko­mutanı Antoine Quirini, erzak, mü­himmat, araç ve gereç yüklü 1600 as­kerin bindirildiği dört yük gemisi ve oniki kadırgadan oluşan filo ile gelerek sa­vunmayı yarıp Magosa limanına girdi. Venedikliler’in bu yardımlarla daha da güçleneceğini gören serdar, merkezden acele donanmanın yardıma gelmesini istedi. İstanbul’dan derhal kuvvet ve donanma yollandığı gibi asıl mühim bir donanma da Pertev Paşa serdarlığıyla Akdeniz’e çıkarıldı.

Muhasara uzuyor

Yeni yardım ve bilhassa kudretli toplara kavuşan Serdar Lala Mustafa Paşa, Magosa ablukasını derhal yeni­den kuşatmaya çevirerek kaleyi şiddetle sıkıştırmaya başladı. Bir taraftan toplar surları dövüyor, bir taraftan derin la­ğımlar kazılarak kaleye doğru ilerleni­yordu. Kalenin her tabyasına karşı dör­der topla birer batarya yerleştirilmişti.

Muhasara uzayınca kale komutanı Bragadino erzağın azaldığını görerek ahaliden 8 bin kişiyi düşmanının insafı­na terketti. Ancak Osmanlılar bunları büyük bir insaniyetle karşılayıp çevre köylere yerleşmelerine yardımcı oldu­lar.

Türk topları kale surlarında yer yer tahribata sebep oldularsa da, düşmanın şiddetli direnmesi ve gündüz yıkılan yer­leri gece tamir etmesi sebebiyle hücum­la girilebilecek derecede büyük gedikler açamadı. Bunun üzerine lağım işine gi­rişildi. Bunlardan ustalıkla açılan birinin patlatılmasıyla şehir sarsıldıysa da, gedi­ğe yürüyen gazilerin hücumu netice vermedi. 28 Mayıs’da Kilis Sancakbeyi Canbolat Bey’in deniz tarafından kale­nin altında yürüttüğü lağımın patlaması pek müthiş oldu. Buradan taaruza ge­çen Osmanlılarla kale müdafileri ara­sında gün boyu devam eden şiddetli çarpışmalar meydana geldi. Neticesiz kalan taarruz sırasında Canbolat Bey şehid oldu. Kabri Magosa girişinde Os­manlı bayrağına sarılı olarak bulunmak­tadır.

Atılan lağımlar ve yapılan bombar­dıman neticesinde Magosa Kalesi’nin dayanma gücü gittikçe azalmaktaydı. Bir genel hücumda mühim bataryalar­dan biri alınmak üzere iken, Venedikli­ler bunun altına hazırladıkları lağımı patlatıp, Türk askerleriyle birlikte kendi askerlerini de havaya uçurdular. 21 Temmuz’da Anadolu askeri hücum ederek bir tabyayı alıp içindeki toplan dışarı çıkardılar. Ancak karşı hücuma geçen düşman bunların daha fazla ilerlemesine mani oldu.

VİRE GÜNÜ

Serdar Lala Mustafa Paşa son ve genel bir hücuma geçmeden önce yo­ğun bir hazırlık programı başlattı. Çeşit­li mıntıkalardan lağımlar açtırdı. Böyle­ce 1 Ağustos 1571 sabahı erkenden başlatılan şiddetli bombardımandan sonra lağımlar da patlatılarak hücuma geçildi. Şiddetle cereyan eden bu amansız taarruzun ilk safhalarında Leusus burcu ele geçirilerek Türk Bayrağı çekildi. Bu durumu gördük­ten sonra artık direnmenin gereksiz olduğunu kabul eden Venedik komu­tanlığı kale surlarına çektirdiği beyaz bayraklarla teslim olmak istediğini bildirdi.

Aynı gün yapılan görüşmelerle “Vire” şartlan belirlendi. Buna göre kaledeki askerler eşya ve silahlarını alıp çıkacaklar ve Osmanlı gemileriy­le Girit’e nakledileceklerdi. Sivil halk da her şeyini alıp gitmekte veya kal­makta serbest olacaktı. Kalanların can ve mal güvenliği sağlanacaktı. Venedikliler de kalede bulunan 50 Türk esirini serbest bırakacaklardı. Anlaşma bu şekilde imzalanmasına rağmen Venedikliler o gece ellerinde bulunan Türk esirlerin tamamını iş­kencelerle katlettiler.

BRAGADİNO’NUN KÜSTAHLIĞI

Bu feci hadiseden habersiz ertesi gün tahliye işlemleri başlatılmış bulu­nuyordu. Kale dışına taşınan müdafiler serdar tarafından tahsis olunan 20 gemiye yerleştirildiler. Bunlarla beraber gidip gemileri geri getirmekle, derya beylerinden Arap Ahmed Bey yirmi kadırga ile görevlendirilmişti.

Her şey hazır olup hareket edilece­ği sırada kale komutanı Bragadino ile bazı yüksek rütbeli subaylar veda için serdara geldiler. Kendilerine birer san­dalye verilerek serdarı karşısında otur­tuldular. Lala Mustafa Paşa: “Size bu kadar gemi verildi; denizde donan­manız var; gemilerimiz geri dönünceye kadar rehin olarak bir şey yanımız­da kalsın” dedi.

Ancak Bragadino bu haklı isteğe karşı: “Bey değil bir köpek dahi alıko­yamazsınız” diyerek nefretle infial gös­terdi. Bu cevaba hiddetlenen serdar “Öyle ise nerede bize teslim edeceği­niz Müslüman tutsaklar?” diye sordu. Sıkışan Bragadino: “Onların hepsi be­nim değildi. Her biri beylerden ve as­ker halkından birine ait bulunuyor­du; vire gecesi onları öldürmüşler” deyince serdar: “Ya sende olanlar nerede?” diye kükredi. Bragadino’nun verecek cevabı kalmayınca Lala Mus­tafa Paşa:” O halde vireyi sen bozmuşsun, neticesine katlanacak­sın” diyerek hepsini bağlattı ve otağının önünde on tanesini idam ettirdi. Gemi­lerdeki esirleri de dışarıya çıkartıp, ayaklarına sıkıca zincirli halkalar bağlattı ve donanma gemilerine dağıttı.

Koyu bir Türk ve İslam düşmanı olan Bragadino Müslüman esirlere akıl almaz işkencelerde bulunarak öldürt­müştü. Şahitlerin ifadelerini dinleyen Lala Mustafa Paşa, kendisini aynı akı­bete maruz bırakarak ortadan kaldırdı.

ELLİBİN ŞEHİD!

Kıbrıs adasının fethi Osmanlı ülkele­rinde büyük sevince sebep oldu ve şen­liklerle kutlandı. Şairler:

“Aldı Kıbrıs adasın Şâh Selim” (=978) ve “Hamdü li’llâh yine alın­dı hisarı Kıbrıs’ın” (=978) diyerek fethe tarihler düşürdüler.

Onbeş aydan fazla süren ve yak­laşık 50 bin şehide mâl olan Kıbrıs, bu tarihten itibaren Osmanlı idaresin­de asırlar sürecek bir huzur, sükun ve refah devrine geçti.

Fetihten sonra Kıbrıs, derhal tah­rir olunup beylerbeyiliğine Avlonya Sancakbeyi Muzaffer Paşa tayin olundu. Kalelere münasip miktarda muhafızlar yerleştirildi ve mühimmatı ikmal edildi. Bir eyalet itibar olunan Kıbrıs’a Tarsus, Alâiye ve İçel san­cakları ilhak edildi. Adaya, Ana­dolu’dan Konya, Karaman, Niğde, Kayseri sancaklarından göçmen nak­lolundu.

Bundan sonra “Kıbrıs Fatihi” di­ye anılacak olan Lala Musafa Paşa, 15 Eylül 1571’de top atışları arasın­da adadan ayrıldı ve birkaç hafta son­ra da büyük bir zafer alayı ile İstan­bul’a girdi.