Mekke’nin fethi - kainatingunesi.com

Mekke’nin fethi: Hicretin sekizinci senesi idi. Hudeybiye sulhnâmesinin bir maddesi de; “Her iki tarafın dışında kalan Arap kabîleleri, istedikleri tarafın himâyesine girebilecekler, müslümanlar veya müşriklerle birleşmekte serbest olacaklar” idi. Buna göre; peygamber efendimizin müttefiki olan Huzâa kabîlesi, müslümanlar; Benî Bekr kabîlesi de müşrikler tarafında yer almışlardır. Huzâa kabîlesi ile Benî Bekrler eskiden beri düşman olup, fırsat buldukça birbirlerine saldırırlardı. Hudeybiye sulhuna göre, onlar da bir müddet için saldırılarını durdurmuşlardı. Fakat, buna Benî Bekrler iki sene uyabilmişlerdi.          

Bekroğullarından biri, sevgili Peygamberimize hakâret eden bir şiir söylemiş, bunu işiten Huzâa kabîlesinden bir genç, dayanamamış ve başını yarmıştı. Bekroğulları, bunu fırsat bilip andlaşma gereği tehlikeden emin olan Huzâa kabîlesine saldırmışlardı. Bu saldırıya, Kureyşli müşrikler, silâh vererek ve gizli adam göndererek yardım etmişler, Harem-i şerîfde Huzâa kabîlesinden yirmiden fazla kimseyi öldürmüşlerdi. Çarpışma esnâsında Huzâa kabîlesinden bazı müslümanlar, peygamber efendimizden yardım istemişlerdi. Huzâa kabîlesinden, gece yapılan bu baskınlarda, bekroğulları arasında, kureyşli müşriklerin de bulunduğunu görenler olmuştu.

O gece, Medîne’de, hazret-i meymûne validemizin evinde bulunan sevgili peygamberimiz, namaz kılmak için kalkıp abdest alırken; Allahü teâlânın izni ile bir mûcize olarak, Mekke’deki müslümanların kendisinden yardım taleb ettiklerini işitmişti. Onlara cevâb olarak;

“Lebbeyk!  = Dâvetinize icâbet ediyorum!”

buyurdu.  Meymûne ( r.anhâ) vâlidemiz, peygamber efendimizin yanında kimse olmadığı hâlde böyle konuştuğunu görünce; “ Ya Resûlallah! yanınızda bir kimse mi var?” diye sordu. Sevgili Peygamberimiz ona, Mekke’de meydana gelen hâdiseyi ve Kureyşlilerin bu işe ortak olduklarını haber verdi.

Kureyş müşrikleri Benî Bekrlere yardım ederek, Huzâa kabîlesine baskın yapıp onları öldürmekle, hudeybiye sulh-nâmesinin maddelerine aykırı hareket etmiş, böylece sulh-nâmeyi bozmuş oluyorlardı. Fakat, bu hâdiseden, o sırada Şam‘a ticaret için giden Kureyş lideri Ebû Süfyan’ın haberi olmamıştı. Şam’dan dönünce hâdiseyi ona anlattılar ve; “Bu, mutlaka düzeltilmesi lâzım olan bir iştir. Gizlenmesi mümkün değildir. Eğer düzeltilmezse, Muhammed bizi Mekke’den sürer!” dediler. Ebû Süfyan ise; Her ne kadar bu hâdiseden benim haberim olmadıysa da, yapılan kıtal haberi Medîne’ye ulaşmadan, sulhü yenileyip uzatmak üzere acele gitmem lâzım” dedi.

Hâlbuki, sevgili Peygamberimiz, haberi ânında öğrenmişti. Ayrıca hâdiseden üç gün sonra, Huzâa kabîlesinden Amr Bin Sâlim, yanında kırk süvâri ile gelip, durumu Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimize anlattı. Habîbullah efendimiz de;

“Huzâa oğullarına yardım etmezsem, bana da yardım olunmasın!”

buyurarak bir mektup yazdırdı. Kureyş müşriklerine gönderilen bu mektup da, sevgili Peygamberimiz; “… Siz, ya Bekr oğulları ile olan ittifâkınızdan vazgeçip geri durursunuz, yâhut da Huzâa oğullarından öldürülenlerin diyetlerini ödersiniz! Şâyet bu söylediklerimden birini yerine getirmeyecek olursanız, sizinle harbedeceğimi bildiririm!…” buyuruyorlardı.

Kureyşliler, bu merhameti dahi anlayamadılar. “Hem ittifâkımızı kesmeyiz, hem de diyeti ödemeyiz! Ancak harbedebiliriz” diye haber gönderdiler. Fakat, böyle yaptıklarına Bin defâ pişmân olup, korkularından muâhedeyi yenilemek üzere Ebû süfyân’ı Medîne’ye doğru hemen yola çıkardılar.

Daha Ebû süfyân Medîne’ye gelmeden, sevgili peygamberimiz, onun geleceğini Eshâb-ı kirâmına bildirdi ve; “Şöyle anlarım ki, Ebû süfyân, sulhü yenileyip, sulh müddetini de uzatmak üzere geliyor. Lâkin, murâdı hâsıl olmayıp geldiği gibi geri döner!…”buyurdu.

Henüz müslüman olmayan Ebû süfyân, Medîne-i münevvereye geldi. Kızı ve peygamber efendimizin mübârek hanımı, mü’minlerin annesi olan Ümmü Habîbe’nin ( r.anhâ ) evine gitti. Sevgili Peygamberimizin döşeği üzerine oturmak istedi. Hazret-i Ümmü Habîbe vâlidemiz, oturmadan yetişip döşeği kaldırdı. Babası buna çok üzülüp; Ey kızım ! Bu döşeği benden mi esirgiyorsun ? ” diyerek hayretini belirtince, Resûlullah’ın muhabbetini her şeyin üzerinde tutan mü’minlerin annesi Hazret-i Ümmü Habîbe, babasına; ” Bu döşek, Allahü teâlânın Resûlünün döşeğidir. Ona müşrikler oturamaz! Sen, müşrik ve necissin! Bu döşek üzerine oturman, aslâ  lâyık değildir !” diye cevap verdi. Babası; ” Ey kızım ! Evimden ayrılalı sana bir şeyler olmuş ! deyince, o da; ” Elhamdülillah ki, Allahü teâlâ bana İslâmiyeti nasîb etti. Sen ise hâlâ, işitmeyen, görmeyen taştan yapılmış putlara tapıyorsun ! Ey baba ! Senin gibi Kureyş’in büyüğü ve yaşlısı olan bir kimse, nasıl olur da İslâm’a uzak kalır ?…” dedi. Babası, çok hiddetlenip; “Bana bu kadar hürmetsizlik edip câhillikle suçluyorsun! Demek ben, atalarımın senelerdir taptıklarını bırakıp, Muhammedin dinine mi gireceğim?! ” diyerek oradan ayrıldı.

Sevgili Peygamberimizin huzûruna gelen Kureyş lideri; “Ben, Hudeybiye sulhnâmesini yenilemek ve müddetini de uzatmak için geldim. Haydi, aramızdaki bu muâhedeyi bir yazı ile yenileyelim !” dedi. Habib-i ekrem Sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz; “Biz, Hudeybiye sulh-nâmesine aykırı bir davranışta bulunmayız ve onu değiştirmeyiz !” buyurdu. Kureyş lideri, tekrar tekrar; “Sulh-nameyi değiştirelim ! Yenileyelim !…” dediyse de, sevgili peygamberimiz, ona hiçbir cevabda bulunmadı. Kureyş lideri gösterdiği bütün çabaların hiçbir fayda vermediğini görünce, Mekke’ye dönüp, müşriklere durumu anlattı. Müşrikler;”Demek hiçbir şey yapamadan geri döndün öyle mi?!…” diyerek onu kınadılar. Artık onlar için beklemekten başka yapacak bir şey kalmamıştı.

Kim mescid-i Haram ‘a sığınırsa…

Ebû Süfyân  Medîne’den ayrılınca, Sevgili Peygamberimiz Mekke’yi fethetmeye karar verdi. Çünkü kureyşliler, ahdlerinde durmamışlar ve muâhedeyi bozmuşlardı. Fakat bu sırrı gâyet gizli tutuyor, müşriklere hazırlanma fırsatı vermeden ve Harem-i şerifde kan dökülmeden Mekke’yi teslim almak istiyordu. Bu bir harp tedbiri idi. Zirâ, Mekke fethedilince, kim bilir niceleri müslüman olmakla şereflenecekti.

Bu durumu, Hazret-i Ebû bekr’e ve eshâbının ileri gelenlerinden bir kaçına bildirdi. Eshâbına, sefer için hazırlık yapmalarını emredip, nereye gidileceğini bildirmedi. Eshâb-ı kirâm, cihâd için hazırlığa başladılar. Peygamber efendimiz, ayrıca çevredeki müslüman kabîlelerden Eslem, Eşçâ, Cüheyne, Husayn, Gıfâr, Müzeyne, Süleym, Damra ve Huzâaoğullarına haber gönderdi; “Allahü teâlâya ve âhıret gününe imân edenler, ramazân-ı şerifin başında Medîne’de bulunsunlar” buyruluyor, harbe katılmaya dâvet ediliyordu.

Habibullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, bir tedbir olarak, Mekke’ye giden yolları tutup irtibatı kesmek üzere, Hazret-i Ömer’e vazife verdi. Hazret-i Ömer, derhal dağ yollarına, geçitlere ve diğer yol başlarına nöbetçiler dikip; “Mekke’ye gitmek isteyen herkesi geri çevireceksiniz !” emrini verdi.

Sevgili Peygamberimiz, bu için gizlice yürütülmesi için;”Yâ Râbbi !Yurtlarına ansızın varıp, kavuşuncaya kadar, Kureyşlilerin câsus ve habercilerini tut, görmez ve işitmez eyle. Bizi ansızın görüp işitsinler” diyerek Allahü teâlâya duâ ediyordu.

Peygamber efendimiz, kuzeydeki müşrikler veya bizanslılar üzerine yürünecek intibâını vermek için de, Ebû katâde hazretlerini askeri bir birlik ile kuzeye, izam vâdisine doğru gönderdi.

Bu arada Medîne‘deki hazırlıkları, Mekkeli müşriklere bildirmek üzere gönderilen bir mektubu, Sevgili Peygamberimiz bir mucize olarak haber verdi. Hazret-i Ali’yi göndererek yakalattı.

Ramazan ayının ikinci gününe kadar, çevre kabîlelerden yardım gelmiş, Ebû inebe kuyusu başındaki karargâhda toplanılmıştı. Eshâb-ı kirâmın sayısı on iki Bine ulaşmıştı. Bunlardan dört Bini ensâr, yedi yüzü  muhâcir, geri kalanı da çevredeki müslüman kabîlelerdendi.

Sevgili Peygamberimiz, Medîne’ye vekil olarak, abdullah Bin ümmi mektum Hazretlerini bıraktı. Zübeyr Bin avvâm hazretlerini de iki yüz kişilik bir süvâri birliğinin başında keşif kolu olarak ileri gönderdi.

Âlemlerin efendisi, gönülleri Allahü teâlâ ve Resûlunun muhabbetiyle dolu olan on iki Bin kişilik muazzam ordusunun başında, Allahü teâlânın ismi ile yola çıktılar. Bundan sekiz sene önce, işkence, zulüm yapılarak hicrete mecbur bırakıldıkları yurtlarına, Mekke’ye gidiyorlardı. Puthâne hâline çevrilen muazzam kâbeyi putlardan temizlemeye gidiyorlardı… İnatlarından bir türlü vaz geçmek istemeyen müşriklere, hak, adâlet ve merhamet göstermeye gidiyorlardı… Allahü teâlânın dinini yaymaya, oradakilerin ebedi cehennem azâbından kurtulmalarına vesile olmaya gidiyorlardı. Aman yâ Rabbi! Bu ne büyük merhametti ! …

İslâm ordusu Zü’l-huleyfe’ye geldiği sırada, Mekke’den âilesi ile birlikte hicret eden peygamber efendimizin amcası hazret-i Abbâs ile karşılaştı. Sevgili Peygamberimiz, amcasının geldiğine çok sevindi ve ; “Ey Abbâs ! Ben peygamberlerin sonuncusu olduğum gibi, sen de, muhâcirlerin sonuncusun” buyurarak gönlünü aldı. Hazret-i abbâsın ağırlıklarını Medîne’ye gönderdi. Abbâs ( r.anh ), peygamber efendimizin yanında kalıp, Mekke’nin fethine katıldı.

Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, Mekke’nin yakınında bulunan kudeyd’e geldiğinde, şanlı Eshâbına harp düzeni aldırdı. Her bir kabîleye ayrı yarı sancaklar ve bayraklar verdi. Onları, her kabîlenin bayrakdâr ve sancâkdarına teslim etti. Muhâcirlerin bayrağını, Hazret-i ali, zübeyr Bin avvâm ve sad Bin ebi vakkâs ( r.anhüm ) taşıyordu. Ensârın on iki bayrakdârı, Eşcâların ve Süleymlerin bir bayrakdârı, Müzeynelerin üç, Eslemlerin iki, Huzâaoğullarının üç, Cüheynelerin dört sancakdârı vardı.

Medîne’den ayrılalı on gün olmuştu. Akşam üzeri Mekke’ye iyice yaklaşılmış, yatsı vaktinde merr-uz-zahrana gelinmişti. Peygamber efendimiz, eshâbına burada durmalarını emir buyurdu. Ayrıca hazret-i Ömer’e vazife verip, her mücâhidin  ateş yakmasını da emir verdi. Bir anda on Binden fazla ateş yanınca, Mekke aydınlığa boğuldu. Hiçbir şeyden haberi olmayan Mekkeli müşrikler, şaşkına döndüler. Ne olduğunu anlamak için Ebû süfyân’ı görevlendirdiler. O da yanına birini alarak islâm ordusuna doğru gizlene gizlene yaklaştı. Bu sırada Sevgili Peygamberimiz, eshâbından bâzılarına; “Ebû süfyân’a göz kulak olunuz. Mutlaka onu bulursunuz !” buyurdu.

Kureyşliler, ilerledikçe hayretleri artıyor, dehşete düşüyorlardı. Mekke’nin çevresine ne kadar çok asker birikmişti ve ne kadar çok da ateş yakmışlardı… onlar, bunları konuşa konuşa, erak isimli yere geldiler. Bu sırada peygamber efendimiz, yine; “Ebû süfyân, şu anda eraktadır”buyurdu. hazret-i Abbâs, onları tanıdı ve peygamber efendimizin huzuruna götürdü. Yolda Ebû süfyân, hazret-i Abbâs’a;”haberler nasıldır?” diye sordu. O da; “Ey Ebû süfyân ! sana yazıklar olsun ! Resûl aleyhisselâm, karşı koyamayacağınız bir ordu ile üzerinize geliyor. Yemin ederim ki, kureyşlilerin hâli yaman olacak. Vay onların başına geleceklere! ” dedi. Ebû süfyân ve yanındakiler, korku ile mücâhidlerin arasından geçerek Sevgili Peygamberimizin huzuri şeriflerine geldiler. Kâinâtın sultânı, onları güzel karşıladı. Mekkeliler hakkında bilgi aldı. Geç vakitlere kadar konuştuktan sonra, onların İslâm’a dâvet eyledi. Hâkim Bin hizâm ile Büdeyl, derhal kelimei şehâdet getirerek müslüman oldu. Fakat Ebû süfyân’ın tereddütü devâm ediyordu. Sabah olunca, merhamet deryâsı Sevgili Peygamberimiz; “Ey Ebu Süfyân ! Yazıklar olsun sana ! Allahü teâlâdan başka ilâh bulunmadığını öğrenme zamânı hâlâ gelmedi mi?” buyurdu. o da; “Anam babam sana feda olsun ! Yumuşak huylulukta ve şereflilikte ve akrabâ hakkını gözetmekte üstüne yoktur. Sana ettiğimiz bu kadar cefâdan sonra, sen, hâlâ bizi hidâyet yoluna dâvet ediyorsun. Ne güzel kerem sahibisin. Allahdan başka ilâh olmadığına inandım… Eğer olsaydı bana bir faydası olurdu. Sen de allahın Resûlüsün” diyerek eshâbı kirâmdan olmakla şereflendi.

Hazret-i abbâs; “Yâ resullallah ! Ebû süfyân’a Mekkelilerce itibâr kazandıracak bir şey ihsân eder misiniz?” dedi. Peygamber efendimiz, bunu kabul edip;”kim Ebû süfyân’ın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir, öldürülmekten kurtulur”buyurdu. Ebû süfyân hazretleri; Yâ Resulallah! Biraz daha genişletir misiniz? Diye istirhamda bulununca, Sevgili Peygamberimiz; “Kim mescidi harama girer, sığınırsa ona emân verilmiştir! Kim kapısını kapayıp evinde oturursa, ona emân verilmiştir” buyurdu.

Resuli ekrem Sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, Ebû Süfyân’ın (radıyallahü anh) , islâm ordusunun heybetini ve çokluğunu görüp, Mekkeli müşrelere bunu anlatması için hazret-i abbâsa; ” Onu, vâdinin daraldığı, atların sıkışa sıkışa geçtiği dağ boğazına ilet. Müslümanları, allahü teâlânın ordusunun ihtişâmını görsün” buyurdu. Ebû süfyân ( r.anh ) görmeliydi ki, şâhid olduğu manzarayı müşriklere anlatsın ve karşı çıkan olmasın… Böylece, haremi şerifte kan dökülmesin…

Hazret-i Abbâs, Ebu Süfyân ( r.anh ) ile dağ geçidine giderken, mücâhidler harp düzenine girdi. Her kabîle, sancaklarını açmış olduğu hâlde geçitten geçmeye başladılar. Her birinin üzeri zırhlı ve silâhlı idi. Her grup geçerken tekbir getiriyorlardı. Ebû Süfyân hazretleri; “Bunlar kim?” diye soruyor, hazret-i abbâs da; ” Bunlar, süleymoğulları! Kumandanları Hâlid Bin Veliddir!” ” Bunlar Gıfâroğulları!” ” Bunlar Kâboğulları!…” diyerek cevap veriyordu. Yeri göğü; “Allahü ekber! Allahü ekber!” nidâları dolduruyor, mücâhidlerin çokluğu ve silahların parıltıları göz kamaştırıyordu. Hazret-i Ebû Süfyân’ın en çok merak ettiği, Fahr-i Âlemlerin sallallahü aleyhi ve sellem efendimizdi. Onun çevresindeki askerlerin geçişini çok merak ediyor, diğerlerinden farklı olacağını tahmin ediyordu. Bu sebeple sık sık; ” Bunlar Resûlullahın birliği midir? ” diye sormaktan kendini alamıyordu… Nihâyet peygamberlerin sultânı, Âlemlerin efendisi güneş gibi, nur saçarak devesi kusvanın üzerinde göründü. Etrafında Muhâcirler ve Ensâr bulunuyordu. Her biri tepeden tırnağa dâvudi zırhlara bürünmüş, hindi kılıçlar kuşanmış, cins atlara ve develere Binmiş olarak geliyorlardı. Ebû süfyân hazretleri onları görünce; kim bunlar yâ Abbâs diyerek merakla sordu. O da; “Ortadaki resul aleyhisselâm. Etrâfındakiler de şehid olmak aşkı ile yanan Ensâr ve Muhâcirlerdir!…” dedi.

Sevgili peygamberimiz Sallallahü aleyhi ve sellem, onların yanından geçerken Ebû Süfyân hazretlerine; “Bugün, Allahü teâlânın, kâbenin şanını yücelteceği bir gündür. Bugün, beytullaha örtü örtüleceği gündür! Bugün, merhamet günüdür… Bugün, Allahü teâlânın kureyşlileri islâm ile aziz edeceği bir gündür.”  buyurdu.

Hazret-i Ebû süfyân, göreceğini görmüş, işiteceğini de işitmişti. “Ben, kayserin de, kisrânın da saltanatını gördüm. Fakat böyle ihtişamlısını görmedim. Ben, hiçbir zaman bugünkü gibi bir ordu ve cemâat ile karışlaşmadım. Böyle bir orduya hiç kimse karşı koyamaz. Onlara güç yetiremez.” diyerek Mekkenin yolunu tuttu…

Ebû Süfyân ( r.anh ) Mekkeye gelip, kendisini merakla bekleyen müşriklere müslüman olduğunu açıkladıktan sonra, “Ey kureyş cemâati Muhammed aleyhisselâm karşısında dayanamayacağınız kadar büyük bir ordu ile yanı başınıza gelmiş bulunuyor. Boş yere kendi kendinizi aldatmayınız. Müslüman olunuz ki, kurtulasınız. Ben sizin görmediklerinizi gördüm sayısız bahadırlar, atlar ve silahlar gördüm. Hiç kimsenin onlara gücü yetmez kim, Ebû süfyân’ın evine girerse, ona emân verilmiş, öldürülmekten kurtulmuştur. Kim Beytullah’a sığınırsa, ona emân verilmiştir. Kim, evine girip kapısını kapatırsa, ona da emân verilmiştir.”dedi. Bunun üzerine müşriklerin azılılarından bazılar, Ebû Süfyân hazretlerine karşı çıkarak, hakâret ettiler. Hattâ, İslâm ordusuna karşı çıkmak için, acele hazırlığa başladılar. Fakat bunların sayıları çok azdı. Diğerleri, bunlara iltifat etmeyip evlerine koştular. Bir kısmı da Mescid-i Harama sığındılar.

Serveri âlemlerin efendisi Sallallahü aleyhi ve sellem ve şanlı sahâbiler, zituvâ vâdisine gelip toplandılar. Âlemlerin efendisi, mübârek gözleriyle eshâbı kirâmını şöyle bir süzdükten sonra, hatırına, sekiz sene önce Mekke den ayrılışı, hicreti geldi. O zaman saâdethanelerinin etrafını müşriklerin sardığını, yâsini şeriften âyeti kerimeler okuyarak çıktığını, Hazret-i Ebû bekr ile kimselere görünmeden Sevr mağarasına girdiklerini, Mekke hudutlarından ayrılmadan son bir defâ görüp, “Ey Mekke vallahi, biliyorum ki sen, Allahü teâlânın yarattığı yerlerin içinde ne hayırlısısın. Rabbim katında da benim yanımda da ensâr sevgili olanısın. Senden zorla çıkarılmamış olsaydım, senden çıkmaz ayrılmazdım.” Buyurduğunu, bu mahzunluğu karşısında, Cebrâil aleyhisselâmın Kasas süresi 85. âyeti kerimesini okuyup, mübârek hâtırını teselli ettiğini ve Mekke-i Mükerremeye döneceğini müjdelediğini, bir avuç eshâbı ile bedr de uhud da hendekte hayberde mütede düşmanlara nasıl gâlip geldiğin hatırladı. Şimdi, on iki Bin eshâbı etrafında pervâne olmuş, Mekkeye girmek için bir emrini bekliyorlardı. Serveri Âlemlerin efendimiz, bütün bunları ihsân eden Allahü teâlâya, ensâr derin minnet ve şükran duygularıyla dolu olarak hamd etti. Tevâzu ile mübârek başını önüne eğdi.

Fahri kâinât efendimiz, kahraman eshâbını dört gruba ayırdı. Sağ kol kumandanlığına hâlid Bin velid hazretlerini, sol kol kumandanlığına zübeyr Bin avvâm hazretlerini, piyâdelerin başına Ebû übeyde Bin cerrâh hazretlerini, diğer gruba da sad Bin ubâde hazretlerin tâyin eyledi. Hazret-i hâlid, Mekke’nin güneyinden girecek, müşriklerden kim karşı çıkarsa cezâlarını verecek, safâ tepesinde, fahri kâinât efendimizle birleşecekti. Hazret-i zübeyr, Mekke’nin kuzeyinden girecek, hacun mevkiine bayrağını dikip server-i âlemlerin efendimizi bekleyecekti. Batıdan, hazret-i sad Bin ubâde hazretleri ilerleyecekti.

Resuli ekrem efendimiz, kumandanlarına, “size saldırılmadıkça, aslâ, hiç kimseyle, çarpışmaya girmeyeceksiniz. Hiç kimseyi öldürmeyeceksiniz.” Buyurdu. Ancak isimleri belirtilen on beş kişiden kim yakalanırsa, Kâbe’nin örtüsü altına bile gizlenseler, başları uçurulacaktı.

Hak geldi, bâtıl zâil oldu… Ramazânı şerifin on üçü, Cumâ günü idi. Mücahitlerden en önce harekete geçen, Hâlid Bin velid hazretleri oldu. Mekke’nin güneyinden, handeme dağının, eteklerine geldiklerinde, azılı kureyş müşriklerinin kendilerine ok yâğdırdıklarını gördü. İki mücahit şehid olmuştu. Hazret-i Hâlid, savaş düzenindeki askerlerine, “Ancak bozguna uğrayıp kaçanlar öldürülmeyecektir.” Emrini verdikten sonra, ileri atıldılar. Bir anda müşrikleri geriye püskürttüler. Çarpışma esnâsında yetmiş müşrik öldürüldü. Diğerleri, dağ başlarına, evlerine kaçtılar.

Mukaddes Mekke’ye diğer yönlerden giren şanlı sahâbiler, her hangi bir direnişle karşılaşmadılar. Öldürülmesi emredilenler içinde beş tanesi yakalanıp cezaları verildi. Diğerleri Mekke’den kaçtılar. Mücâhidler, büyük bir heyecanla, dalga dalga, Allahü ekber Allahü ekber tekbirleri arasında Mekkeye giriyorlardı. Serveri âlem Sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, devesi kusvânın üzerinde terkisinde üsâme Bin zeyd ( r.anhümâ) olduğu halde büyük bir tevâzü içinde, doğduğu belde mukaddes Mekke’ye giriyordu. Kendisine bu günleri gösteren Allahü teâlâya hamdediyor, Mekke’nin fethini müjdeleyen, fetih süresinin tilâvet buyuruyordu.

Fahri kâinât efendimiz, büyük bir sürür içinde, muzaffer eshâbının arasında Kâbe-i muazzamaya doğru yöneldiler. Sağında hazret-i Ebû Bekir, solunda üseyd Bin hudayr hazretleri olduğu halde Kâbe-i muazzamaya yaklaştılar. Hacer-ül esvedi ziyaret ettikten sonra, telbiye ve tekbir getirdiler. Bunu sahibeler tâkib etti ve “Allahü ekber! Allahü ekber!”  sesleri ile Mekke-i mükerreme semâları inlemeye başladı. Bu ulvi manzara karşısında Müslümanlar sevinç gözyaşları döküyor. Harem-i şerife sığınmış, evlerine kapanmış müşrikler, korku ile bekleşiyorlardı.

Sonra âlemlerin efendisi ve şanlı eshâbi tavâfa başladılar. Tavâfın yedinci devresini bitirdikten sonra, devesinden inen sevgili peygamberimiz, makâm-ı İbrâhimde iki rekat namaz kıldı. Sonra hazret-i Abbâsın kuyudan çıkardığı zemzemden içti. Zemzem ile abdest almayı arzu buyurdular. Fahri kâinât efendimiz abdest alırken, eshâbı kirâm, Sevgili Peygamberimizin mübârek vücuduna değen abdest suyunu yere düşürmeden havada kapışmaya başladılar. Bu durumu gören müşrikler, “biz hayatımızda böyle bir hükümdar ne gördük  ne de işittik.” diyerek hayrete düştüler.

Serveri âlemlerin Sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, kâbenin çevresine taştan ve tahtadan yapılmış bütün putların yıkılmasını murâd ettiler. İsrâ süresinin meâlen “Hak gelince bâtıl gider, bâtıl her zaman gidicidir.”  81 âyeti kerimesini okuyarak, mübârek elindeki asâyı putlara doğru uzattılar. Asânın değdiği her put, birer birer yüzü üzere yıkılıverdi. Üç yüz altmış put yerle bir edildi.

Öğle vakti girdiğinde, Resul-i Ekrem efendimiz Hazret-i Bilâl’e Kâbe’de ezânı şerifi okumasını emir buyurdu. O da, derhâl bu mukâddes vazifeyi ifa eyledi. Ezân okunurken, müminlerin kalBinde engin bir sürür meydana geliyor, müşrikler ise ziyâde elem ve üzüntü içinde kahroluyorlardı.

Sevgili Peygamberimiz, Kâbe’nin anahtarını istedi. Getirdiler. İçerdeki resimleri ve yıkılan bütün putları temizlettikten sonra, yanında Hazret-i Usâme Bin zeyd, hazret-i Bilâl, Hazret-i Osman Bin talhâ olduğu halde, Kâbe’ye girdiler. Peygamber efendimiz, içerde kapıyı arkasına alarak iki rekat namaz kıldı. Her köşede tekbir getirip duâ eyledi. Hâlid Bin velid hazretleri kapının önünde duruyor. Halkın oraya yığılmasına mâni olmaya çalışıyordu.

Kâinâtın sultânı, Kâbe’nin kapısının iki kanadından iki mübârek eliyle tutmuştu. Bütün kureyşliler mescidi harama dolmuşlar, korku ile karışık ümitle, sevgili peygamberimize bakıyorlardı. Zirâ onlar, peygamber efendimize ve eshâbına her türlü işkenceyi yapmışlardı. Boyunlarına ip bağlayıp, sürümüşlerdi. Ateşe atıp, yakmaya çalışmışlardı. Kızgın kayaları göğüslerine koyup, bayılıncaya kadar işkence yapmışlardı. Ateşte kızartılmış şişleri vücutlarına sokmuşlardı. Üç sene aç susuz bir mahalleye hapsedip, her şeyden mahrum bırakmışlardı. Ayaklarından develere bağlayıp, ayrı yönlere çekmek suretiyle parçalamışlardı. Hepsinden öte yurtlarından çıkarmışlardı. Bu yetmiyormuş gibi, tamâmen ortadan kaldırmak için kaç defâ harbetmişlerdi. Fakat bütün bunlara rağmen ümitli idiler. Çünkü karşılarında, âlemlere rahmet olarak gönderilen merhamet deryâsı vardı.

Sevgili Peygamberimiz, bir müddet onlara baktıktan sonra, “Ey kureyş cemaâti, şimdi hakkınızda benim ne yapacağımı zan ediyorsunuz.” buyurdular. Onlarda biz senden hayır bekliyor, hayır ümid ediyoruz. Çünkü sen, kerim kardeşsin. Kerem ve iyilik sahibi bir kardeşimizin oğlusun. Bize gâlip geldin. Senden iyilik umuyoruz. Dediler. Resuli Ekrem Sallallahü aleyhi ve sellem onlara tebessüm buyurdular ve “Benim halimle sizin haliniz, Yusuf  aleyhisselâmın kardeşlerine söylediği gibi olacaktır. Onun gibi ben de bu gün den sonra günahınız yüzlerinize vurmak suretiyle benim tarafımdan size, bir kınama ve ayıplama yoktur. Allahü teâlâ sizi mağfiret buyursun.(Yusuf süresi 92) diyorum. Gidiniz. Hürsünüz serbestsiniz.” buyurdu. Bu muazzam merhamet, katı kalbleri yumuşatmış, nefret hâlini muhabbete çevirmişti. Âlemlerin efendisi, onları İslâma dâvet edince, Müslüman olmak için toplandılar. Sevgili Peygamberimiz, peygamberliğini, kureyşlilere bildirip ilk İslâma dâvet ettiği safâ tepesine çıktı. Yine orada, büyük küçük kadın erkek bütün Mekkelilerin biatını kabul etti. Böylece kureyşliler Müslüman olarak eshâbı kirâm arasına katılmakla şereflendiler.

Erkeklerle sözleştikten sonra kadınlarda bazı konularda söz alındı. Allahü teâlâ şirk koşmamak, peygamber efendimize isyân etmemek, hırsızlık yapmamak, iffet ve nâmusunu korumak, kız çocuklarını öldürmemek bunlardandı. Müslüman olan kadınların içinde öldürülecek kimselerin listesinde ismi bulunan hazret Ebû süfyân’ın hanımı hind’de ( r.anhâ ) vardı. Fakat âlemlere rahmet olan sevgili peygamberimiz onu da bağışlamıştı. Müslüman olan herkes evlerindeki bütün putları kırdılar. Çevre kabîlelere askeri birlikler gönderilerek oralardaki putlarda yerle bir edildi. Böylece hakkın gelmesi ile bâtın kökü kazındı. Merhamete kavuşanlar arasında Ebû cehl’in oğlu ikrime hazret-i şehit eden vahşi ( r.anhüm ) gibi kimselerde vardı. Bunlardan ikrime ( r.anh ) yermük muharebesinde şehid düşmüştü. Vahşi ( r.anh ) de yemâme savaşında müseyment-ül kezzabın öldürmüştü.