MUHAMMED ALEYHlSSELÂM'IN Evlenmesi - kainatingunesi.com

MUHAMMED ALEYHlSSELÂM’IN Evlenmesi

Hazret-i Hadîce validemiz, Varaka bin Nevfel’in verdiği müjdeyle ve sev­gili Peygamberimizin güzel hasletlerini görünce, O’nun hanımı olup, hizmetiyle şeref­lenmeye meyl etti. Nefîse binti Müniyye, bu hâli sezip araya girdi. Bu niyetle Resûl-i ekre-min yüksek huzuruna geldi ve; “Yâ Muham­medi Zât-ı âlinizi evlenmeden alıkoyan nedir?” diye sordu. Peygamberimiz; “Evlenmek için yeterli para elimde mevcut değildir” buyurdu. Nefîse Hâtûn; “Yâ Muhammed! Eğer iffetli ve şerefli, mal ve cemâl sahibi bir hâtûnla evlen­mek istersen hizmetine hazırım” dedi. Sevgili Peygamberimiz; “O hâtûn kimdir?” buyurunca; “Hadîce binti Hüveylid’dir (r.anhâ)” dedi. Resûlullah efendimiz; “Bu işe kim vesîle olur?” buyurunca da; “Bu işi ben yaparım” deyip huzurlarından ayrıldı. Hazret-i Hadîce’ ye varıp müjdeyi verdi. Hadîce (r.anhâ), akrabası Amr bin Esed ile Varaka bin Nevfel’i çağırıp durumu anlattı. Ayrıca Resûlullah efendimize haber gönderip belli bir saatte teş­rif etmesi için davet etti. Ebû Tâlib ve kardeş­leri de hazırlıklarını yaptılar ve Peygamber efendimizle birlikte gittiler.

Hazret-i Hadîce validemiz, evini donatıp süsledi. Bu günün şükrânesi olarak bütün zînetlerini hizmetçilerine hediye etti. Sonra onları hürriyetlerine kavuşturdu, Resûlullah efendimiz, Hadîce validemizin evini amcaları ile teşrif ettiler. Ebû Tâlib; “Yaradanımıza hamdolsun ki, bizi İbrahim aleyhisselâmm evlâdın­dan ve İsmail aleyhisselâmm neslinden eyledi. Bizi, Beytullah’ın muhafızı kıldı. İnsanların kıb­lesi ve âlemlerin tavaf ettiği o mübarek haneyi, her kötülükten koruduğu Harem-i şerifi bize müyesser eyledi. Kardeşim Abdullah’ın oğlu Muhammed (s.a.v.) öyle bir kimsedir ki, Kureyş’ten her kim ile kıyaslansa üstün gelir. Gerçi malı azdır, lâkin mala îtibâr olunmaz. Çünkü mal gölge gibidir. Elden ele geçerek gider. Yeğenimin şerefi, üstünlüğü hepinizin malûmudur. Şimdi Hadîce binti Huveylid’i helâllığa taleb eder. Malımdan ne kadar mehr verilmesini istersiniz? Yemîn ederim ki, Muhammed’in mertebesi yüksek olsa gerektir” dedi. Varaka bin Nevfel, bu konuşmaları tas­dik etti. Hadîce validemizin amcası Amr bin Esed; “Şâhid olun ki, Hadîce binti Huveylid’i Muhammed aleyhisselâma hâtunluğa verdim” dedi. Böylece nikâh akdi tamam oldu. Bir rivayete göre mihr; 400 mıskal altın, bir riva­yete göre de beş yüz dirhem,başka bir rivayete göre de 20 deve idi. Ebû Tâlib, düğün ziyafeti için bir deve kesip, o güne kadar görülmedik bir yemek verdi. Evlilik vâki oldu. Hazret-i Hadîce validemiz bütün varlığını Peygamber efendimize hediye etti ve; “Bu malların hepsi yüce şahsınıza aittir. Ben de sana muhtacım ve minnetin altındayım” dedi. Hazret-i Hadîce validemiz, evlilik hayâtı boyunca, peygamberi­miz Muhammed aleyhisselâma dâima hizmet edip yardımcısı oldu. Peygamber efendimizin bu evliliği, Hadîce validemizin vefatına kadar yirmi beş sene sürdü. Bunun on beş senesi bi’setten önce, on senesi bi’setten sonra idi. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm, ilk zevcesi hazret-i Hadîce hayatta iken başkası ile hiç evlenmedi. İkisi erkek, dördü kız olmak üzere altı çocuğu oldu. Bunlar; Kasım, Zey­nep, Rukayye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma ve Abdullah (Tayyib veya Tâhir) dir. Peygamber­liği sırasında evlendiği hazret-i Mâriye’den de İbrahim adında bir oğlu olmuştu. Diğer zevce­lerinden çocuğu olmadı. Zeynep, kızlarının en büyüğü idi. En küçük kızı Fâtıma, babasının en sevgilisiydi. Hicretten onüç sene önce doğdu. Erkek evlâtları küçük yaşta vefat ettikleri gibi, hazret-i Fâtıma’dan başka bütün kızları da O’ ndan önce vefat ettiler. Fâtıma validemiz de Peygamber efendimizden altı ay sonra vefat etti. Hazret-i Ali ile evlenmişti. Sevgili peygam­berimiz Muhammed aleyhisselâmın soyu, hazret-i Fâtıma’nın evlâdları ile devam etti.

Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, Hadîce (r.anhâ) validemizle evlen­dikten sonra da ticâretle meşgul oldu. Kazanç­larıyla; misafirleri ağırlarlar, yetimlere ve fakirlere yardım ederlerdi.

Zeyd bin Harise: Zeyd bin Harise (r.anh) çocuk yaşlarında iken, annesi Su’da ile birlikte akrabalarını ziyarete gitmişti. Bu sırada başka bir kabilenin baskınına uğradılar. Zeyd’i esir aldılar. Mekke’ye Sûk-ı Ukaz denilen panayıra getirip satılığa çıkardılar. Hz. Hadîce’nin yeğeni Hâkim bin Hizam, Zeyd’i 400 dirheme satın aldı. Hâkim bin Hizam da, Zeyd bin Hârise’yi halası Hz. Hadîce’ye, o da Peygam­ber efendimize hediye etti. Peygamber efendi­miz (s.a.v.), Hz. Hadîce ile evli bulunuyorlardı.Peygamber efendimiz onu derhal âzâd ederek yanında alıkoydu. Zîrâ âzâd olan Zeyd bin Hârise’nin gidecek yeri olmadığı gibi, Resûlullah’dan daha iyi ona bakacak kimsesi de yoktu. O da seve seve Resûlullah’ın yanında kaldı.

Zeyd bin Harise (r.anh), islâmiyet’ten önce de, adalet, insaf, merhamet, insan sevgisi, güler yüzlülük, kerem, cömertlik, ahde vefa (sözünde durma), emânete riâyet, yardım severlik, fedâkârlık, güvenilirlik, mazlumu, düşkünü, fakiri koruma, çocuklara sevgi ve muhabbet gösterme, dürüstlük, doğru sözlü­lük, nezâket, tevazu, îtidâl, insanları güzel surette idare etme, cesaret ve şecaat gibi görünür-görünmez, bilinir-bilinmez her türlü güzel ahlâkı tamamlamak için yaratıl­mış, her bakımdan, gelmiş-gelecek bütün yaratılmışlardan üstün olan, herkesin itimâdını kazanarak “EI-Emîn” lakabını alan Peygamber efendimizden gördüğü güzel muameleden dolayı, babasından ve anasından daha çok seviyor, yanından hiç ayrılmak istemiyordu.

Anne ve babası, oğullarının nereye götü­rüldüğünü, ne yapıldığını bilmiyorlardı. Babası Harise, evlâd ateşiyle yanıp tutuşuyor, diyar diyar dolaşarak oğlunu arıyordu. Yemen’ den çeşitli ülkelere giden akrabalarına ve tanı­dıklarına sıkı sıkı tenbih ederek, oğlu Zeyd’den bir haber getirmelerini istiyor, şiirler söyleye­rek, gözyaşı döküyordu. Oğluna olan hasretini dile getiren bir şiiri şöyledir:

 

Ağladım Zeyd’ime bilmem ne yaptı?

Sağ mı yoksa ona ecel mi çarptı?

 

Sorma ey gönül beyhude onu!

Bilemezsin mezarı ya ova, ya sarptı.

 

Zeyd’im, yavrum! Gidenin geri döneceğini bil­sem âh!

Senden başkasının dönmesini istemem vallahi

 

Anarım esince rüzgâr, nerde bir çocuk gör­sem; onu

Ve doğarken güneş hatırlatıyor seni her sabah.

 

Feryâd. ciğer parem için binlerce feryâd,

Binerek  hayvanıma  ararım,  hâlim olsa da berbâd.

 

Ben ve bineğim  bilmeyiz ne usanmak ne bıkmak

İhtimâlken oğlum bulunup karşıma çıkmak.

 

Ne kadar ümid İnsanı aldatsa da o fânidir nihayet,

Oğullarım! Kays, Amr, Yezîd, Cebel; Zeyd’im size emânet

 

Neticede, İslâmiyet’in gelmesinden önce Be­nî Kelb kabilesinden Kabe’yi ziyarete gelenler­den bâzıları, hazret-i Zeyd’i görerek tanımışlar, hazreti Zeyd onlara; “Ailemin benim için feryâdü-figân edeceğini bilirim, şu beytleri onlara ulaştırın” diyerek aşağıdaki şiiri söylemiştir.

 

Yanıyor yüreğim, uzağım ben yuvamdan

Komşuyum   Kabe’ye,  uzaksam   da   anam babamdan

 

Üzüntünüz sakın kalbinizi yakmasın.

Benim için feryadınız arşa kadar çıkmasın.

 

Hamdolsun Mevlâya öyle bir yuvadayım,

Ki gördüğüm şeref ve hayırdan hep duadayım.

 

Harise bu haber üzerine çok sevindi. Hemen kardeşi Ka’b ile birlikte yanına fazla mikdarda para alarak Mekke’ye geldi. Mekke’ ye varınca, Peygamberimizin (s.a.v.) evini öğrenip huzurlarına çıktı ve şöyle dedi: “Ey Kureyş kavminin efendisi, ey Abdülmuttalib’in torunu, ey Benî Hâşim soyunun oğlu! Siz Harem-i şerifin komşususunuz. Misafirlere ikram, esirlere ihsan eder, onları esaretten kur­tarırsınız. Köleniz bulunan oğlumuzun kurtul­ması için ne kadar para istersen onu verelim, serbest bırak, ne olur bu dileğimizi geri çevirme!” dedi. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem; “Zeyd’i çağırıp kendisine durumu bildirelim. Onu serbest bırakalım. Şayet size gelmeyi tercih ederse, siz herhangi bir para vermeden onu alıp götürebilirsiniz. Şayet beni tercih eder, yanımda kalmayı isterse, Allah’a yemîn ederim ki, beni tercih edeni kimseye terk etmem, yanımda kalır” buyurdu.

Harise ve kardeşi, Peygamber efendimizin bu cevâbına çok memnun oldular; “Sen bize çok adaletli ve insaflı davrandın” dediler. Bunun üzerine Peygamber efendimiz, Zeyd’i huzuruna çağırarak kendisine; “Bunları tanıyor musun?” buyurunca; “Evet biri babam, diğeri amcamdır” dedi. Bunun üzerine; “Ey Zeyd sen benim kim olduğumu öğrendin, sana olan şefkat ve merhametimi, davranışımı gördün. Bunlar seni almaya gelmişler. O hâlde, ya beni tercih et, yanımda kal veya onları tercih et, git” buyurdu.

Babası ve amcası artık bizi tercih eder, Zeyd’i alıp götürürüz diye bekliyorlardı. Zeyd; “Ben hiç kimseyi size tercih etmem. Siz, benim hem amcam, hem de babam makâmındasınız. Sizin yanınızda kalmak istiyorum” dedi.

Babası ve amcası hayretler içinde şaşırıp kaldılar. Babası, kızarak Zeyd’e; “Yazıklar olsun sana, demek ki, sen köleliği hürriyete, annene, babana ve amcana tercih ediyorsun!” dedi. Zeyd de babasına; “Babacığım ben bu zâttan öyle bir şefkat ve muamele gördüm ki, O’na kimseyi tercih edemem” cevâbını verdi.

Peygamber efendimiz Zeyd’i çok severdi. Kendisine olan bu bağlılığını ve sevgisini görünce, onu Kâbe-i muazzamada Hicr’e götü­rüp, oradakilere hitâb ederek; “Şâhid olunuz Zeyd benim oğlumdur. O bana vâris, ben ona vârisim” buyurdu. Babası ve amcası bu durumu görünce kızgınlıkları geçti. Sevinç içinde memleketlerine döndüler. Eshâb-ı kiram bundan sonra Zeyd’e, Zeyd bin Muhammed (Muhammed’in oğlu Zeyd) demeye başladılar. Daha sonra Allahü teâlânın, Ahzâb sûresinin 5. ve 40. âyetlerindeki; “Evlâdlarınızı babalarının ismiyle çağırın, böylesi Allah katında daha doğrudur.” “Muhammed (aleyhisselâm) sizden hiç bir erkeğin (Zeyd gibi) babası değildir” emirleri ile evfâd edinmek de kaldırılınca, Hz. Zeyd babasının ismiyle, yâni “Hârise’nin oğlu Zeyd” (Zeyd bin Harise) diye çağrılmaya başlandı.

Resûlullah efendimiz otuz beş yaşında bulunduğu sırada, Kabe hakemliği yaptı. O zaman, yağmur ve seller Kabe’nin duvarlarını iyice yıpratmıştı. Ayrıca çıkan bir yangın, Kabe’ yi tahrib etmişti. Binayı yeniden yapmak lâzımdı. Bunun üzerine Kureyş kabîlesi, Kabe’ yi İbrahim aleyhisselâmın yaptığı temele kadar yıkıp, yeniden yapmaya başladı. Her kabileye bir bölümünü vererek duvarları yükselttiler. Bu işin büyük bir şeref olduğunu bilen kabîleler, Hacer-ül-esved taşını yerine koyma hususunda anlaşamadılar. Her kabîle, bu şerefe kavuşmak istediğinden, aralarında büyük bir anlaşmazlık çıktı. Abdüddâroğulları; “Bu işi bizden başkası yaparsa kan dökeriz” diyerek ahdettiler. Dört-beş gün süren bu anlaşmazlık sebebiyle, neredeyse kan akıtılacaktı. Bu sırada Abdülmuttalib’in dayısı ve yaşlı bir zât olan Huzeyfe bin Mugîre; “Ey Kureyş toplu­luğu! Anlaşamadığınız iş hakkında hüküm ver­mek üzere, şu kapıdan ilk girecek zâtı aranızda hakem yapın” diyerek, Kabe’ye açılan Benî Şeybe kapısını gösterdi. Orada bulunanlar bu teklifi kabul ettiler ve Benî Şeybe kapısına bakarak, ilk girecek ve işin en nâzik ânında bu işi hâlledecek kimseyi beklemeye başladılar. Nihayet kapıdan; doğruluğunu, üstün ahlâkını son derece takdir ettikleri ve EI-Emîn yâni hep kendisine güvenilir dedikleri Muhammed aleyhisselâmın geldiğini gördüler. “İşte EI-Emîn. O’nun hükmüne razıyız” dediler. Durum, sev­gili peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma anlatılınca, bir örtü istedi. Onu yere sererek Hacer-ül-esved’i örtünün üzerine koyup; “Her kabileden bir kişi bir ucundan tutsun buyurdu. Taşı, konulacağı yere kadar kaldırttı. Sonra kendisi taşı kucaklayıp yerine koydu. Böylece, çıkmak üzere olan büyük bir çarpışmanın önlendiğini gören kabileler, bu hareketten memnun kaldılar. Duvarları, kaldık­ları yerden yaparak tamamladılar.