MÜSLİMÂNLIĞI SEÇENLER Bayan MAVİŞ B. JOLLY (İngiliz) - kainatingunesi.com

 

MÜSLİMÂNLIĞI SEÇENLER

Bayan MAVİŞ B. JOLLY (İngiliz)

Ben İngilterede hıristiyan olarak doğdum. Vaftiz edildim ve bugün elimizde bulunan İncîlde yazılı olanları öğrenerek büyüdüm. Çocukken kiliseye gittiğim zaman, muhtelif ışıklar, minberde yanan mumlar, müzik, günnük kokuları ve muhteşem elbiseler giymiş râhibler, üzerimde büyük bir te’sîr yapıyordu. Mânasını hiç anlıyamadığım duâlar okunurken, bunların âhengi beni ürpertiyordu. Sanırım ki, bu çocukluk zamanımda, ben koyu bir hıristiyandım. Fakat, zaman geçtikce ve benim tahsîl derecem yükseldikce, kafamda bazı sü’aller hâsıl olmaya başladı. O zamana kadar tam inandığım hıristiyanlık dîninde, bazı noksanlar bulmaya başladım. Gün geçtikce içimdeki şüphelerin arttığını görüyordum. Yavaş yavaş hıristiyanlıktan uzaklaşmaya başladım. Artık, hiç bir dîne inanmıyordum. Kilisenin çocukken beni kendisine hayrân eden o muhteşem manzarası, bir hayâl gibi gözümün önünden uçup gitmişti. Mektepten me’zun olduğumuz zaman, tâm mânası ile bir dinsiz (ateist) olmuştum. Fakat, bir müddet sonra, farkına vardım ki, hiç bir şeye inanmamak, insânın ruhunda derin bir ye’s, zafiyet, boşluk bırakmaktadır. İnsanın muhakkak bir melce’e, bir dayanağa ihtiyacı vardır. Bunun için başka dinleri tedkîk etmeye başladım.

Evvelâ budistliği ele aldım. Onların (Sekiz Yol) adını verdikleri esasları iyice tedkîk ettim. Bu (Sekiz Yol)da çok derin felsefe ve çok güzel nasihatler vardı. Ama, insâna ne doğru bir yol gösteriyor, ne de doğru yolu seçebilmek için lüzûmlu bilgileri veriyordu.

Bu sefer Mecûsîliği tedkîke başladım. Ben üç tanrıdan kaçarken, bu dinde de karşıma birçok tanrı çıktığını gördüm. Sonra bu din, o kadar inanılmaz efsâneler, hurâfelerle doldurulmuştu ki, böyle bir dîni kabûl etmeye imkân yoktu.

Bundan sonra yahudiliği incelemeye başladım. Yahudilik benim için yeni bir din sayılmazdı. Çünkü, Kitap-ı mukaddesin (Ahd-i Atîk) denilen eski kısmı tamamen yahudilerin Tevrâtından alınmıştı. Fakat yahudilik de beni tatmîn edemedi. Evet, yahudiler tek Allaha inanıyorlardı ve ben bunu çok doğru buluyordum. Fakat ondan sonra her şeyi inkâr ediyorlar ve yahudi dîni, bir rehber olacak yerde, türlü karışık ibâdet şeklleri ve merâsimlerle dolu bir hâl alıyordu.

Dostlarımdan biri bana ispiritizme ile meşgûl olmamı tavsiye etti. (Ruhlarla konuşmak, din yerine geçer!) diyordu. Bu beni hiç tatmîn etmedi. Çünkü, ispiritizmenin insanın kendi kendini hipnotize etmesinden ibâret olduğunu, insan ruhunu hiç bir zaman besleyemiyeceğini pek çabuk anlamıştım.

İkinci Cihân Harbi sona ermişti. Ben bir ofiste çalışmaya başladım. Fakat, hâlâ ruhum bir din arıyordu. Birgün gazetede bir ilân gördüm. (Îsâ aleyhisselâmın ulûhiyyeti hakkında bir konferans verileceği ve bu konferansa her dinden adamların iştirâk edebileceği yazılıydı. Bu konferansı çok merak ettim. Çünkü, orada Îsâ aleyhisselâmın Allahın oğlu olup olmadığı münâkaşa edilecekti. Konferansa katıldım ve orada bir müslümanla tanıştım. Bu müslüman, kendisine sorduğum suâllere o kadar güzel, o kadar mantıkî cevaplar verdi ki, o zamana kadar, hiç aklıma gelmediği hâlde, islâmiyet ile meşgûl olmaya karar verdim. Müslümanların kudsî kitabı olan Kur’an-ı kerimi okumaya başladım. Bu kitapta beyan edilen hükmlerin, 20. asırda ki birçok tanınmış devlet adamlarının beyanlarından çok daha yüksek olduğunu, büyük bir hayret ve takdîr ile görüyordum. Bu sözleri hiç bir insan söyliyemezdi. Onun için, vaktîle bize öğrettikleri gibi (İslâm dîni yalandır. Kur’an uydurma bir kitaptır)sözüne artık inanmıyordum. Kur’an-ı kerim uydurma bir kitap olamazdı. Bu kadar mükemmel sözleri, ancak insan üstü bir varlık söyliyebilirdi.

Ben, hâlâ tereddüd ediyordum. İslâmiyeti kabûl etmiş İngiliz kadınları ile görüştüm. Onlardan yardım istedim. Bana kitaplar tavsiye ettiler. Bu kitaplar arasında Muhammed ile Îsâ aleyhisselâmı mukâyese eden (Mohammed and Christ) adlı Kitapla, islâm dînini îzâh eden (The Religion of İslâm) adlı eserler vardı. (Hıristiyanlığın Kaynakları = The Sources of Christianity) isminde diğer bir kitapta ise, hıristiyanlıkta bulunan birçok ibâdetlerin ibtidâî insanların ibâdet usûllerinden alındığı ve hakîkatte şimdiki hıristiyanlığın bir (puta tapmak) dîni olduğu çok açık bir tarzda anlatılıyordu.

Kur’an-ı kerimi ilk okuduğum zaman sıkıldığımı itiraf ederim. Çünkü, içinde pek çok tekrarlar vardı. Şunu bilmelidir ki, Kur’an-ı kerim insana yavaş yavaş te’sîr ve nüfûz eden bir kitaptır. Kur’an-ı kerimi iyi anlamak ve ona bağlanmak için, onu birçok defalar okumak lâzımdır. Ben de, okudukça bu mukaddes kitaba bağlandım. O kadar ki, her gece, onu okumadan uyuyamıyordum. Benim üzerimde en büyük te’sîr yapan husûs, Kur’an-ı kerimin insanlara mükemmel bir rehber oluşuydu. Kur’an-ı kerimde bir insanın anlıyamıyacağı tek şey yoktu. Müslümanlar Peygamberlerini kendileri gibi bir insan olarak kabûl ediyorlardı. Müslümanlarca, Peygamberlerin diğer insanlardan farkı, bunların çok yüksek akıl ve ahlâk sahibi, günahsız ve kusursuz olmaları idi. Yoksa, onların ulûhiyyet ile bir râbıtaları yoktu. İslâm dîni, Muhammed aleyhisselâmdan sonra artık hiçbir Peygamber gelmiyeceğini bildiriyordu. Ben buna itiraz ettim. (Niçin başka bir Peygamber gelmiyecek?) diye sordum. O zaman, müslüman refîkim [arkadaşım] bana bu husûsu şöyle îzâh etti, (Müslümanların kudsî kitabı olan Kur’an-ı kerim, bir insana lâzım olan bütün iyi ahlâkı, dînî esasları, Allahü teâlânın rızasına kavuşturan yolu, dünyada ve âhirette huzur ve selâmete vâsıl olmak için lâzım olan husûsları insanlara öğretmektedir. Artık insanların başka bir rehbere, başka birPeygambere ihtiyaçları kalmamıştır. )

Bu sözlerin çok doğru olduğu şundan bellidir ki, aradan on dört asır geçtiği hâlde, Kur’an-ı kerimin esasları hiç değişmeden bugünkü hayat tarzına ve bugünkü ilim seviyesine tamamen uymaktadır. Fakat, ben hâlâ tereddüd ediyordum. Çünkü, aradan 14 asır geçmişti. Biz şimdi 1954 senesinde bulunuyorduk. Acaba 571 senesinde doğmuş olan Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği islâmiyetin içinde bugünkü şartlara uymıyan tek bir nokta yok muydu? Büyük bir titizlikle, islâmiyette kusurlar aramaya başladım. Benim ruhum islâmiyete tamamen inandığı, bu dînin hak din olduğu gözümün önünde canlandığı hâlde, onda hâlâ kusur arayışım, muhakkak çocukken bize papazlar tarafından islâmiyetin çok kusurlu, âdî, bâtıl bir din olduğu hakkında yapılan telkînlerden ileri geliyordu.

Evvelâ poligami (Birkaç kadınla evlenme) bahsini buldum. İşte mühim bir kusuru yakalamıştım. Nasıl olur da, bir erkek dört kadın ile evlenebilirdi?Yukarıda kendisinden bahs ettiğim müslüman arkadaşım, bunu kendisine sorunca, bana îzâh etti ki, islâmiyet ilk intişâr ettiği zaman, Arabistânda her erkek istediği kadar kadınla birlikte yaşıyor ve onlara karşı hiç bir mes’ûliyeti bulunmuyordu. İslâm dîni, kadının ictimâ’î mevkı’ini islâh etmek için, bir erkeğin alabileceği kadın miktârını çok azaltmış ve ona bu kadınlara bakmağı, aralarında adaleti temîn etmeği, onlardan ayrılırsa, kendilerine tazmînat vermeyi emretmişti. Sonra, kimsesiz kalan kadınlar, bu sâyede bir âileye, o âilenin bir ferdi gibi katılabiliyor, bir esîr muamelesi görmüyorlardı. Ayrıca, bir erkek için dört kadın almak bir emir değildi. Şartlarını yerine getirebilecekler için bir izindi. Bu şartları yapamıyacaklar için, birden fazla evlenmek haramdı. Bunun içindir ki, birçok erkeğin ancak bir zevcesi vardı. Dörde kadar kadın almaya ancak müsâmaha ediliyor, yâni izin veriliyordu. Hâlbuki, Amerikadaki Mormonlar, her erkeği birkaç kadın almak için zorluyorlardı. Müslüman arkadaşım, (Acaba İngilterede İngiliz erkekleri tek kadınla mı yaşar?) diye sordu. Yüzüm kızararak itiraf ettim ki, bugün garblı erkekler, evlenmeden evvel, hattâ evlendikten sonra, birçok kadınlarla düşüp kalkmaktadırlar. Sonra, müslüman arkadaşımın söylediği sözler, kocasını iş kazalarında, harbde gayb etmiş ve kimsesiz kalmış zevallı bir genç kadının bir erkeğin himâyesine girme ihtiyacını hâtırlattı. İkinci Cihân Harbi bittiği zaman, İngiliz radyosunda (Dear Sir) adlı programda, bir zevallı İngiliz kadının şöyle feryâd ettiği aklıma geldi. Bu zevallı genç kadın şöyle yalvarıyordu: (Genç bir kadınım. Kocamı harbde gayb ettim. Şimdi kimsesiz kaldım. Korunmaya ihtiyacım var. İyi huylu bir adamın ikinci karısı olmaya ve birinci karısını başımda taşımaya râzıyım. Yeter ki, bu yalnızlıktan kurtulayım).

Bu da gösteriyor ki, İslâmda teaddüd-i zevcât [poligami] bir ihtiyacı karşılamak içindir. Bu bir emir değil, ancak bir izindir. Bu gün, esasen işsizlikten, fakirlikten, çok yerde kalmamış gibidir. O hâlde, bunu islâmın bir kusuru olarak kabûl etmeme imkân kalmamıştı.

Sonra başka bir kusur daha bulduğumu zannettim. Müslüman arkadaşıma, (Günde beş defa ibâdet etmek, bugünkü hayat tarzımıza nasıl uyar?Bu kadar ibâdet, fazla gelmez mi?)diye sordum. O gülümsiyerek, bana şu suâli sordu, (Sizin piyano çaldığınızı duyuyorum. Mûsikîye merâklı mısınız?) (Hem de çok) diye cevap verdim. (Pek âlâ, her gün ekzersiz yapar mısınız?) (Tabî’î, işten eve gelir gelmez hergün hiç olmazsa iki saat piyano çalarım) diye cevap verdim. Bunun üzerine, müslüman arkadaşım, (Beşi bir arada, nihâyet yarım saat veya 45 dakika sürecek olan bir ibâdet, size niçin çok geliyor?Siz nasıl piyano ekzersizlerini yapmazsanız, piyano çalmak kudretiniz azalırsa, Allahü teâlâyı düşünmek, Ona secde ederek lutflarına Şükretmek azaldıkça, Ona giden yol uzaklaşır. Hâlbuki, her gün yapılan ibâdet, Allahü teâlânın doğru yolunda adım adım ilerlemek demektir) diye cevap verdi. Ne kadar haklıydı!

Artık müslümanlığı kabûl etmeme bir mani kalmamıştı. Ben islâm dînini bütün ruhum, bütün Mâneviyatım ile kabûl ettim. Gördüğünüz gibi, onu öyle ilk bakışta ve hiç düşünmeksizin seçmemiş, aksine, onu ancak iyice tedkîkten, hattâ içinde kusurları arayıp bunların cevabını bulduktan ve bu dînin her bakımdan tam ve mükemmel olduğunu anladıktan sonra müslüman olmuştum. Şimdi müslüman olmakla iftihâr ediyorum.