NAMAZ VAKİTLERİ - kainatingunesi.com

NAMAZ VAKİTLERİ

Âkıl ve bâlig olan, yâni aklı olup, evlenme yaşına gelmiş olan her müslüman erkeğin ve kadının, hergün beş vakit namazı, vakitlerinde kılmaları farzdır. Bir namaz, vakti gelmeden önce kılınırsa, sahih olmaz. Hem de büyük günah olur. Namazın sahih olması için, vaktinde kılmak lâzım olduğu gibi, vaktinde kıldığını bilmek, şüphe etmemek de farzdır.

Hadis-i şerifte, (Namaz vaktinin bir evveli vardır. Bir de sonu vardır) buyuruldu. Bir mahalde, bir namazın evvel vakti, güneşin o mahal üfkundan belli bir irtifâ’a geldiği vakttir. Her mahallin üç üfku olduğu için, her namazın üç vakti vardır: Hakîkî, zâhirî ve şer’î vakitler. Bunlardan herbirinin Riyâdî ve Mer’î kısmları vardır. Riyâdî vakitler, güneşin irtifâ’ından hesap ile bulunur. Mer’î vakitler, riyâdî vakitlere 8 dakika 20 sâniye ekliyerek hâsıl olur. Yâhut güneşi görerek anlaşılır. Riyâdî ve hakîkî vakitlerde namaz kılınmaz. Namazlar mer’î vakitlerde kılınır. Riyâzî vakitler, mer’î vakitlerin bulunmalarına vâsıta olurlar. Güneşi görenler için, bir namazın zâhirî mer’î vakti, görmiyenler için şer’î mer’î vakti kullanılır. Zâhirî mer’î vakit, güneşin kenârının, bu mahaldeki zâhirî üfuk hattına nazaran, bu namaz vaktine mahsûs olan irtifâ’a geldiği görülünce başlar. Bu irtifâ’a (Zâhirî irtifâ’) ve bu vakte (Zâhirî vakit) denir. Şer’î vakit, güneşin kenârının, şer’î üfuk hattına nazaran, bu namazın irtifâ’ına geldiği hesap ederek anlaşılır. Tulû’ ve gurûb vakitlerinin irtifâ’ı sıfırdır. Fecr-i sâdık vaktinin başlaması irtifâ’ı, dört mezhepte de, -19 derecedir. Yatsı namazı vaktinin başlaması irtifâ’ı, İmâm-ı a’zama göre -19 derece, iki imama ve diğer üç mezhebe göre -17 derecedir. Güneşin merkezinin, üfk-ı hakîkîden, gaye irtifâ’ına yükseldiği görülünce, mer’î hakîkî (Zevâl vakti) olur. Zevâlî saat makinalarının ayârları bu vakit 12 yapılır. Öğle ve ikindi vakitlerinin irtifâ’ları hergün değişmektedir. Bu iki irtifâ’ hergün yeniden tâyîn edilir. Bir beldede, güneşin gaye irtifâ’ derecesi, o beldenin arz derecesinin tamamîsi ile, o günkü meyl-i şemsin cebrî toplamıdır. Güneşin kenârının, zâhirî üfuk hattından, namazın irtifâ’ına geldiği vakit görülemiyeceği için, fıkh kitapları bu mer’î vaktin alâmetlerini, işaretlerini bildirmektedir. Semada bu alâmetleri görebilenler, namazlarını bu mer’î (Zâhirî vakitler)de kılar. Güneşi veya zâhirî vakitlerin alâmetlerini göremiyenler ve takvim hazırlıyanlar, güneşin kenârının, şer’î üfuklara göre olan (riyâdî şer’î) irtifâ’lara geldiği vakitleri hesap eder. Namazlarını, saate bakarak bu (Riyâdî şer’î vakitler)de kılarlar. Saat makinelerinin bu riyâdî şer’î vakitleri gösterdiği vakit, (mer’î şer’î) vakit olur. Namazlar, bu mer’î vakitlerinde kılınmış olur.

Tenbîh: Hesap ile, güneşin, irtifâ’ noktasına geldiği, riyâdî vakitler bulunmaktadır. Güneşin, bu riyâdî vakte geldiği, bu riyâdî vaktten 8 dakika 20 sâniye sonra görülür ki, bu vakit, mer’î vakttir. Yâni, mer’î vakit, riyâdî vaktten 8 dakika sonradır. Saat makinelerinin başlangıçları, yâni hakîkî zevâl ve şer’î gurûb vakitlerinin sıfır olduğu vakitler, mer’î vakitler olduğu için, saat makinelerinin gösterdikleri riyâdî vakitler, mer’î vakitler olmaktadır. Şer’î vakitler, hesap ile bulunduğu ve takvimlerde riyâdî vakitler yazılı olduğu hâlde, saat makinelerinde mer’î vakitler hâline dönmektedirler. Hesap ile, önce güneş merkezinin, hakîkî üfka göre, namazın irtifâ’ına geldiği (Riyâdî hakîkî vakitler) bulunmaktadır. Bunlar, sonra temkin ile muamele olunarak,(riyâdî şer’î) vakitlere çevrilir. Riyâdî vakitlere 8 dakika 20 sâniye ilâve etmek lâzım olmaz.

Bir mahallin şâkûlüne, yâni Erd küresinin bu mahaldeki yarı çapına dik olan sonsuz düzleme bu mahallin (Üfk)u denir. Yalnız sathî ve şer’î üfuklar, böyle değildir. Güneşe bakan insana (Râsıd) denir. Herhangi bir yükseklikte bulunan Râsıdın, o mahallin, ova ve deniz gibi en aşağı noktaları ile semanın birleşmiş gibi gördüğü dâireye râsıdın (Zâhirî üfuk hattı) denir. Bu dâireden geçen üfuk düzlemine bu yüksekliğin (Üfk-ı mer’î)si denir. Altı çeşit üfuk düzlemi vardır. Herhangi bir yükseklikte bulunan Râsıddan geçen, MF üfuk düzlemine (Üfk-ı riyâdî)si denir. Râsıdın bulunduğu mahallin en aşağı yerine, yâni Erd küresinin sathına [yüzüne] temâs eden BN üfuk düzlemine râsıdın (Üfk-ı hissî)si denir. Râsıdın bulunduğu mahalden geçen ve Erd küresine K noktasında temâs eden [değen] MS düzlemine râsıdın, (Sathî üfuk)u denir. Bir mahaldeki muhtelif yükseklikler için, muhtelif sathî üfuklar vardır. Herbiri için, güneşin ayrı irtifâ’ları vardır. Belli bir yüksekliğe mahsûs olan bir sathî üfuk, râsıdın şâkûlü etrâfında devr ederse Erd küresine temâs eden K noktaları, zâhirî üfuk hattını meydana getirirler. Râsıd, mahallin en yüksek noktasında iken, sathî üfkuna (Şer’î üfuk) denir. Erd küresinin merkezinden geçen AE üfuk düzlemine râsıdın (Üfk-ı hakîkî)si denir. Merkezinde Erd küresi bulunan ve üzerinde güneş ile yıldızların bulundukları düşünülen büyük küreye (Sema küresi), şâkûlün sema küresini deldiği noktaya, bu mahallin (Semt noktası) denir. Şâkûlden geçen sonsuz miktârdaki düzlemlere (Semt düzlemi) denir. Güneşten geçen semt düzlemi, sathî üfuklardan birini keser. Bu MS doğrusuna, (Sathî üfuk hattı) denir. Bu hat, EK şâkûlüne amûddur, [dik]dir ve râsıdın gözünden geçer. Semt düzlemlerinin sema küresini kestiklerini düşünürsek, küre sathında hâsıl olan bu dâirelere, bu mahallin (Semt dâireleri) veya (İrtifâ’ dâireleri) denir. Bu dâireler, bu mahallin üfuk düzlemlerini dik olarak keserler. Güneşin merkezinden geçen semt dâiresinin, hakîkî üfuk düzlemini kestiği A noktası ile güneşin merkezi arasında kalan AG kavsinin derecesine, güneşin o mahalde ve o andaki (Hakîkî irtifâ’ı) denir. Şems, her an, başka semt dâirelerinden geçmektedir. Şemsin bir Z kenârından geçen semt dâiresinin, bu kenârı kestiği Z noktası ile hissî, mer’î, sathî ve riyâdî üfuk düzlemlerini kestiği iki nokta arasında kalan semt kavsinin derecesine, güneşin bu üfuklara göre (Zâhirî irtifâ’)ları denir. Şemsin bu üfuklardan aynı irtifâ’da olduğu vakitler farklıdır. Güneş bir mahallin hissî üfkunun altına girince, yâni bu üfka nazaran zâhirî irtifâ’ı sıfır olunca, bu üfkun her yerindeki Râsıdlar, güneşin bu üfuktan gurûb ettiğini görürler. Yüksekte bulunan Râsıd, LK kendi üfk-ı zâhirîsi hattının bir K noktasından geçen, başka bir MS üfk-ı hissî üzerinde bulunduğu için, güneşin bu üfk-ı hissîden gurûbunu görür. LK Üfk-ı zâhirî dâiresinin her noktasından geçen birer hissî üfuk düzlemleri vardır. Güneşten geçen ZS semt dâiresi, bu üfuklardan birini S noktasında dik olarak keser. K noktasındaki MKO hissî üfku, Râsıdın (Sathî üfk)udur. Sathî üfuk ve riyâdî üfuk, Râsıdın bulunduğu yükseklikten geçiyorlar. Fakat, aralarında bir C zâviyesi [açı] vardır. Bu açıya (İnhitât-ı üfuk zâviyesi) denir. Ahmed Ziyâ bey diyor ki, (râsıdın bulunduğu mahallin, üfk-ı hissîden, metre olarak, irtifâ’ının kare kökü 106,92 ile çarpılınca, bu mahallin inhitât-ı üfuk açı sâniyesi olur). Yüksekteki Râsıda nazaran güneşin gurûb etmesi, üfk-ı sathîye nazaran irtifâ’ının sıfır olmasıdır. Diğer namazların şer’î vakitleri de, bunun gibidir. Yâni, güneşin sathî üfka nazaran irtifâ’ları ile hesap edilir. Güneşin sathî üfka nazaran (ZS) irtifâ’ı, Râsıdın bulunduğu mahallin şâkûlünden geçen semt dâirelerinden, güneşin kenârından geçen dâirenin kavsidir. Bu kavs, Râsıdın gözünden çıkıp, bu kavsin iki ucundan geçen iki yarım doğru arasındaki zâviyenin derecesini göstermektedir. Bu kavse muvâzî [paralel] olarak, zâviyenin iki kenârı arasında çizilen sayısız miktârdaki kavslerin hepsi de, güneşin bu irtifâ’ derecesini göstermektedirler. Râsıd, bu kavslerden, sathî üfkun, üfk-ı zâhirî hattını kestiği K noktasından geçen HK kavsini, güneşin üfk-ı zâhirî hattına nazaran irtifâ’ı olarak görmektedir. Bunun için, sathî üfka nazaran irtifâ’ olan, ZS kavsi yerine, zâhirî üfuk hattına nazaran olan, HK (zâhirî irtifâ’ı) kullanılmaktadır. Mer’î şer’î vakitler, bu irtifâ’ ile hesap edilmektedir. Şemsin zâhirî irtifâ’ı, Sekstant veRubu’ dâire tahtası ile bulunmaktadır.

Erd mihverinin [ekseninin] sema küresini kestiği iki noktaya (Sema kutbu) denir. Mihverden geçen düzlemlerin sema küresinde hâsıl ettikleri dâirelere (Meyl dâireleri) denir. Erd merkezinden geçen ve mihverine amûd [dik] olan düzleme (Ekvator) sathı denir. Güneşin merkezi ile Ekvator sathı arasında kalan meyl dâiresi kavsinin derecesine (Güneşin meyli) denir.

Bir mahalde, bir meyl düzlemi ve birçok semt düzlemleri vardır. Bir mahallin şâkûlü ile Erdın mihveri, Erdın merkezinde birleşirler. Hâsıl ettikleri zâviyenin düzlemine (Nısf-ün-nehâr düzlemi) denir. Bu düzlemin sema küresini kestiği dâireye (Nısf-ün-nehâr dâiresi=Meridiyen), hakîkî üfku kestiği doğruya (Nısf-ün-nehâr hattı) denir. Güneşin günlük mahrekleri, birbirlerine ve Ekvator düzlemine paralel olan dâirelerdir. Bu dâirelerin bulundukları düzlemler, Erdin mihverine ve Nıfs-ün-nehâr düzlemine diktirler. Üfuk düzlemlerini eğik [mâil] olarak keserler. Güneş bir mahallin üfk-ı zâhirî hattı üzerinde kaldığı zaman, o mahalde şemsî gündüz olur. Güneşten geçen semt dâiresi, üfk-ı zâhirî hattını dik olarak keser. Güneş, bir mahallin Nısf-ün-nehâr dâiresi üzerine gelince, yâni merkezi hakîkî üfuktan gaye irtifâ’ında iken, merkezinden geçen meyl dâiresi ile, o mahallin semt dâiresi aynı olur. Bu dâirenin, güneş merkezi ile Ekvator arasındaki kavsi (Meyl), üfk-ı hakîkî arasındaki kavsi, (Hakîkî gaye irtifâ’ı) derecesi olur. Râsıd Ekvatorda ise, hakîkî üfku, Erdin mihverinden geçer. Her zaman, gece ve gündüz oniki saat olurlar. Râsıd Kutubda ise, hakîkî üfuk düzlemi, Ekvator düzlemi ile aynı olur ve güneş, Râsıdın bulunduğu yarım kürede iken, altı ay gündüz, diğer yarım kürede olunca, altı ay gece olur. Güneşin senelik hareketini yaptığı (Husûf düzlemi), Ekvator düzlemini Erdın bir kutru [çapı] istikâmetinde keser. Aralarında dâimâ 23 derece 27 dakikalık zâviye vardır. Güneş Ekvatorun bir tarafında iken, bu mahallerde yaz, diğer yarım kürede kış olur.

Sabah namazının vakti, dört mezhepte de, (leyl-i şer’î) sonunda, yâni (Fecr-i sâdık) denilen beyazlığın şarktaki üfk-ı zâhirî hattının bir noktasında görülmesinden, (leyl-i şemsî)nin sonuna, yâni güneşin üst kenârının, o mahaldeki üfk-ı zâhirî hattından doğuncaya kadardır. Beyazlık, üst kenârı bir mahallin üfk-ı zâhirî hattına 19 derece yaklaşınca, bir noktada görülür. Oruç da bu vakit başlar. İslâm âlimleri, -19 derece irtifâ’ ile hesap ettikleri imsak vakitlerinin, bulutsuz ve berrak havada, üfk-ı zâhirî hattına ve saate bakarak, beyazlığın, üfk-ı zâhirî hattının bir noktasında başladığı vakit ile aynı olduklarını görmüşlerdir. Biz de böyle gördük. Şimdi, oruç tutmaya bu vakitlerden sonra başlıyanların orucları sahih olmamaktadır. Daha sonra, irtifâ’ -18 olunca, beyazlık bu üfuk hattı üzerine yayılır. Sabah namazını bu vakit kılmak ihtiyâtlı olur. Avrupalılar, bu vakte fecr diyorlar. Müslümanların, din işlerinde, hıristiyânlara değil, islâm âlimlerine uyması lâzımdır. Beyazlık, üfuk hattı üzerinde kırmızılığın başlamasından iki derece evvel başlar. -20 derece yaklaşınca beyazlığın başladığını bildirenlerin de bulunduğu, İbni Âbidînde ve M.Ârif beğin takviminde yazılı ise de, islâm âlimleri, -19 derece olduğunda ittifâk etmişlerdir. Kırmızılığın yayılması, güneşin üst kenârı, üfk-ı zâhirî hattına 16 derece yaklaşıncadır. Fecr ve imsak vakti için -16 derece irtifâ’ı kabûl etmek, islâm âlimlerine uymamak olur.

Zâhirî zuhr, yâni güneşi görenler için, öğle namazının evvel mer’î vakti, güneşin arka kenârı zâhirî zevâl mahallinden ayrılınca başlar. Bu vakit, dik bir çubuk gölgesinin, en kısa iken, uzamaya başladığını görmekle anlaşılır. Bu vakit, güneş merkezinin, o mahaldeki gündüz müddetinin ortasından [semadaki Nısf-ün-nehâr dâiresinden] yâni hakîkî üfka göre, hakîkî gaye irtifâ’ına yükseldikten, yâni (Hakîkî zevâl vakti)nden sonra, arka kenârının, Erd üzerindeki üfk-ı zâhirî hattının garp tarafından, zâhirî gaye irtifâ’ına indiği görülünce başlar. Güneşi görenler için, namaz vakitlerinin, [güneşin merkezinin] üfk-ı hakîkîye nazaran olan, hakîkî irtifâ’ları ile değil, kenârının üfk-ı zâhirî hattından zâhirî irtifâ’ına geldiği görülünce başlıyacağı, Tahtâvînin (İmdâd hâşiyesi)nde yazılıdır. Zâhirî zuhr vaktinin, güneşin, zâhirî gaye-i irtifâ’dan alçaldığı görüldüğü vakit başladığı (Mecma’ul enhür)de de yazılıdır. Etrâfımızda, bir dâire şeklinde gördüğümüz (zâhirî üfuk hattı) nın mahalli, Râsıd, en aşağı yerde iken, üfk-ı hissî üzerinde bir B noktasıdır. Zâhirî gaye irtifâ’ındaki (Zâhirî zevâl mahalli) de, semadaki hakîkî zevâl noktası olur. Râsıd, insân boyu kadar bile yükseldikce, üfk-ı zâhirî hattı, üfk-ı hissîdeki B noktasından ayrılarak, nısf kutru, inhitât-ı üfuk derecesi kadar bir kavs olan, bir dâire şeklini alır ve üfk-ı hakîkîye doğru alçalır. Semadaki, zâhirî zevâl mahalleri de, üfk-ı zâhirî hattından gaye irtifâ’ında olan noktaların, hakîkî zevâl noktası etrâfında husûle getirdikleri bir dâirenin, güneşin mahrekini kestiği iki nokta arasındaki mahrek kavsi olur. Bu zevâl dâireleri, Nısf-ün-nehâr düzlemine diktir ve nısf kutrları olan kavsler, inhitât-ı üfuklar kadardır. Zâhirî zevâl kavsinin başı ve sonu, güneşin günlük mahrekinin, zâhirî zevâl dâiresini kestiği iki noktadır. Güneşin ön kenârı, birinci noktaya gelince, gölgenin kısalması fark edilmez, zâhirî zevâl vakti başlar. Arka kenârı, ikinci noktadan çıkınca, tamam olur. Bu vakit, gölgenin uzamaya başladığını görmekle anlaşılır. (Zevâl mahalli dâireleri)nden her biri, Erd üzerindeki, râsıdın bulunduğu mahalle mahsûs olan zâhirî üfuk hattı dâiresinin noktalarından aynı gaye irtifâ’ında bulunan noktalardan meydana gelmiştir. (Şer’î zevâl vakti), güneşin ön kenârının, bu dâirelerin en dışındaki, en büyüğü üzerindeki iki noktadan birincisine geldiği vakit başlar. Arka kenâr, bu dâireden ayrılırken, şer’î zevâl vakti tamam olarak (şer’î zuhr vakti) başlar. Riyâdî şer’î vakitler hesap ile bulunarak takvimlere yazılır. Zuhr vakti, asr-ı evvele kadar, yâni bir şeyin gölgesi, zevâl vaktindeki boyundan, bu şeyin boyu miktârı uzayıncaya veya asr-ı sânîye, yâni boyunun iki misli uzayıncaya kadar devam eder. Birincisi, iki imama ve diğer üç mezhebe göre, ikinci vakit ise, İmâm-ı a’zama göredir.

İkindi namazının vakti, öğle vakti bitince başlıyarak, güneşin arka kenârı üfk-ı zâhirî hattından batıp, gayb olduğu görülünciye kadar ise de, güneş sarardıktan sonra, yâni alt [ön] kenârı üfk-ı zâhirî hattına bir mızrak boyu yaklaşınca, her namazı kılmak ve ikindiyi bu vakte geciktirmek haramdır. Güneşin veya ziyâsının geldiği yerlerin sararması, merkezinin üfk-ı hakîkîye beş derece irtifâ’a geldiği vakit başlar. Bu vakte (İsfirâr vakti) denir. Türkiyede şehirlerde ikindi ezanları, iki imama göre okunduğundan, ikindi namazını, bu ezandan, kışın 36 dakika, yazın ise 72 dakika sonra kılmalıdır ki, böylece İmâm-ı a’zama da uyulmuş olur. Arz derecesi 40 ile 42 arasındaki mahallerde, her ay için 6 dakika, yaza doğru 36 ya ilâve, kışa doğru 72 den tarh edilince, bu aydaki iki asır vakti arasındaki zaman farkı olur.

Akşam namazı, şemsî ve şer’î gecenin başlaması ile birlikte başlar. Güneş zâhirî gurûb edince, yâni üst kenârının Râsıdın bulunduğu mahallin üfk-ı zâhirî hattından gayb olduğu görülünce başlar. Hadis-i şerifte, (Gece başlayınca, orucu bozunuz! Gecenin başlaması, güneş ziyâsının, şark tarafında, en yüksek tepeden gayb olması ile olur) buyuruldu. Bu hadis-i şerif ve (İbni Âbidîn) ile (Tahtâvî)nin açıklamaları gösteriyor ki, güneşin zâhirî üfuk hattından gurûb etmesinin görülmediği yerlerde ve hesap yapılırken, gurûb, güneş ziyâsının en yüksek tepeden çekildiği mer’î şer’î gurûb vaktidir. Ezanî saat makineleri, bu vakit 12 yapılır. Akşam namazının vakti, şafak kararıncaya, yâni garbda, iki imama ve diğer üç mezhebe göre, kırmızılık gayb oluncaya veya İmâm-ı a’zama göre, bundan iki derece sonra, beyazlık gayb oluncaya kadar devam eder. Akşam namazını, vaktin evvelinde kılmak sünnettir. (İştibâk-i nücûm) vaktinden, yâni yıldızlar çoğaldıktan, yâni güneşin arka kenârının üfk-ı zâhirî hattı altına on derece irtifâ’a indikten sonraya bırakmak haramdır. Bu vakit ile gurûb vakti arasındaki zaman, İstanbul gibi, arzı 41 derece olan mahaller için, bir senede, 53 ile 67 dakika arasında değişmektedir. Hastalık, seferî olmak, hazır taâmı yimek için, yıldızlar çok görülünceye kadar geciktirilebilir.

Yatsı namazının vakti, İmâmeyne göre, işâ-i evvelden, yâni garbdaki zâhirî üfuk hattı üzerinde kırmızılık gayb olduktan sonra başlar. Diğer üç mezhepte de böyledir. İmâm-ı a’zama göre, işâ-i sânîden, yâni beyazlık gayb olduktan sonra başlar. Şer’î gecenin sonuna, yâni Fecr-i sâdıkın ağarmasına kadardır. [Güneşin üst kenârı, zâhirî üfuktan 17 derece irtifâ’a inince kırmızılık, 19 derece inince, beyazlık gayb olur.] Şâfi’î mezhebinde yatsı namazının âhır vakti, şer’î gecenin, yâni gurûb ile fecr-i sâdık arasındaki zamanın yarısına kadar diyenler vardır. Yatsıyı, şer’î gecenin yarısından sonra kılmak, bunlara göre câiz değildir. Hanefîde ise, mekruhtur. Mâlikîde de fecre kadar kılmak sahih ise de, şer’î gecenin üçte birinden sonra kılmak günahtır. Öğle ve akşam namazlarını iki imamın bildirdiği vakitlerde kılamıyan, kazaya bırakmayıp, İmâm-ı a’zamın kavline göre edâ etmeli, bu takdîrde, o gün ikindi ve yatsı namazlarını da, İmâm-ı a’zama göre kılmalıdır.

Beş vakit namazın ve bilhâssa sabah ve yatsı namaz vakitlerinin başlangıcı, her memleketin arz [Enlem] derecesine, yâni Hatt-ı istivâdan uzaklığına ve güneşin meyline, yâni ay ve günlere göre başkadır. Kutba yaklaştıkca, fecr ve şafak vakitleri güneşin tulû’ [doğma] ve gurûb [batma] vakitlerinden uzaklaşır. Yâni sabah ve yatsı namazlarının ilk vakitleri, birbirlerine yaklaşır. Tenvîr sathı ile Erdın mihveri arasındaki (Tenvîr zâviyesi), güneşin meyline müsâvî olduğu için, 90 – arz < meyl +19 yâni arz dereceleri ile meyl-i şemsin toplamı, yetmişbir [90-19=71] veya daha ziyâde olan yerlerde ve zamanlarda, meselâ Pariste güneşin meyli, çok olduğu Haziranın 12 ile 30 u arasında, şafak kırmızılığı gayb olmadan, fecrin beyazlığı başlar. Bunun için, yatsı ve sabah namazlarının vakitleri başlamaz. (Se’âdet-i Ebediyye) sayfa 175’e bakınız! Hanefî mezhebinde vakit, namazın sebebidir. Sebep bulunmazsa, namaz farz olmaz. O hâlde, hanefî mezhebi âlimlerinin çoğu, böyle memleketlerde, bu iki namaz farz olmaz, dedi. Bazı âlimlere göre ise, arz dereceleri bunlara yakın yerlerdeki veya böyle bir yerde, böyle zamanların başlamadan evvelki günlerdeki vakitlerinde kılmalıdır.

Nehâr-ı şer’înin, yâni oruç zamanının dörtte biri, (Duhâ) yâni kuşluk vaktidir. Oruç zamanının dörtte biri, fecr vaktine ilâve edilince, Duhâ vakti olur. Nehâr-ı şer’înin yarısı, (Dahve-i kübrâ) vaktidir. Ezanî Fecr vaktinin yarısı, Dahve-i kübrâ vaktidir. Vasatî saate göre, gece yarısından îtibaren imsak ve iftâr vakitleri toplamının yarısıdır.

Öğle ve ikindi namazlarının vakitlerini kolayca anlamak için, Muhammed Mâsum-i Fârûkî Serhendînin talebesinden Abdülhak Sücâdilin yazmış olduğu, fârisî (Mesâil-i şerh-ı Vikâye) kitabının Hindistânda Hayderî matbaasında 1294 [m. 1877] senesi baskısında ve (Mecma’ul-enhür)de şöyle yazıyor:

(Güneş gören düz bir yere, bir dâire çizilir. Bu dâireye (Dâire-i hindiyye) denir. Dâirenin ortasına, dâire kutrunun [çapının] yarısı kadar uzun, düz bir çubuk dikilir. Çubuğun tepesi dâirenin üç muhtelif noktasından aynı uzaklıkta olmalıdır ki, tam dik olsun! Bu dik çubuğa (Mikyâs) denir. Bu mikyâsın gölgesi, sabahları, dâirenin dışına kadar uzundur ve garp tarafındadır. Güneş yükseldikce, yâni irtifâ’ı arttıkça gölge kısalır. Gölgenin dâireye girdiği noktaya işaret konur. Öğleden sonra şark tarafında, dâireden dışarı çıkar. Çıktığı noktaya da bir işaret konur. Dâire çenberi üzerindeki bu iki işaret arasında kalan kavsin [yayın] ortası ile, dâirenin merkezi arasına düz bir hat çizilir. Bu hat, o mahallin (Nısf-ün-nehâr hattı) olur. Nısf-ün-nehâr hattının istikâmeti, şimâl ve cenûb cihetlerini gösterir. Güneşin doğduğu tarafa dönen kimsenin sol omuzu, şimâl cihetidir. Güneşin ön kenârı, üfk-ı zâhirî hattından, gaye irtifâ’ına yükselince, (Zâhirî zevâl vakti) başlar. Bundan sonra gölgenin uzayıp kısaldığı his edilmez. Gölgenin en kısa uzunluğuna (Fey-i zevâl ) denir. Arka kenâr, alçalmaya başlıyarak, sathî üfka [zâhirî üfuk hattına] nazaran gaye irtifâ’ına gelince, (Zâhirî zevâl vakti)nin sonu ve (Zâhirî zuhr vakti) olur. Gölgenin uzamaya başladığı görülür. Zâhirî zevâl zamanının, yâni gölgenin kısalmasının sonu ile uzamaya başlaması arasındaki zamanın ortasında, güneşin merkezi, semadaki Nısf-ün-nehâr dâiresi üzerine geldiği mer’î vakit olup, hakîkî üfuktan gaye irtifâ’ında olur. Bu an gündüz ortası, yâni (Mer’î hakîkî zevâl vakti)dir. Bu mer’î hakîkî zevâl vaktinde, hakîkî zevâlî saat 12 dir. 12 ile tâdîl-i zamanın cebrî toplamı, gündüzün başlangıcı yapılmaktadır. Bu vakit, mahallî, vasatî zevâlî saat 12 yapılır. Zevâlî saat makinelerinin başlangıcıdır. (Hakîkî mer’î zevâl vakti), güneşin zevâle geldiği (riyâdî zevâl vakti)nden 8 dakika 20 sâniye sonradır. Çünkü, güneşin ziyâsı, Erda 8 dakika 20 sâniyede gelmektedir. Hesap ile bulunan riyâdî namaz vakitlerine 8 dakika 20 sâniye eklenerek, mer’î vakitlere çevrilir. Bu çevirmeyi saat makineleri yapmaktadır. Riyâdî vakitlerin ve saat makinelerindeki mer’î vakitlerin, birbirlerinin aynı oldukları anlaşılmaktadır.

1193 [m. 1779] senesinde Erzurûmda hazırlanmış olan (Mi’yâr-ı evkat) ceb takviminde diyor ki, (Gölgenin en kısa görüldüğü (mer’î) zevâl vaktinde, ezanî saat makinesi, takvimde yazılı zuhr vaktinden temkin zamanı geri getirilerek ayârı tashîh edilir.) Çünkü, zevâl vakti, zuhr vaktinden temkin kadar öncedir. Yâhut, vasatî saat makinesi herhangi bir namaz vaktini gösterince, ezanî saat makinesi de, bu namazın ezanî vaktine getirilir. Fey-i zevâl, arz ve meyl derecelerine göre, yâni her arz derecesinde ve her gün başka boydadır.

İkindi namazı vaktindeki güneş irtifâ’ını bulmak için, (İrtifâ’-gölge uzunluğu) cetveli kullanılır. Bu cetveli, 1924 (Takvim-i sâl) sonunda görerek, kitabımızın 558. sayfasına koyduk. Meselâ, 13 Ağustosta, İstanbulda, güneşin gaye irtifâ’ı 64 derece olduğundan, bir metre, dik çubuğun gölgesinin en kısa uzunluğu, cetvelde, 0,49 m. bulunur. Asr-ı evvelde, gölge 1,49 m. ve güneşin irtifâ’ı cetvelde 34 derece olur.

Pergel, fey-i zevâl boyu kadar açılıp, bir ayağı, Nısf-ün-nehâr hattının dâireyi kestiği noktaya konur. Diğer ayağının Nısf -ün-nehâr hattının dâire dışındaki kısmını kestiği nokta ile merkez arasındaki mesâfe nısf kutr olmak üzere ikinci bir dâire çizilir. Mikyâsın gölgesi bu ikinci dâireye geldiği vakit, (Hakîkî asr-ı evvel) vakti olur. İkinci dâireyi her gün yeniden çizmek lâzımdır.

Şer’î namaz vakitlerini, güneşin kenârının şer’î üfuktan olan irtifâ’ına göre hesap etmek lâzımdır. Namaz vakitlerinin irtifâ’ları, hakîkî üfuktan olamaz. Hakîkî üfka göre olan irtifâ’ ile hesap edilen hakîkî gurûb vaktinde, güneş yüksek yerlerin zâhirî üfuk hatlarından batmamış olarak görülmektedir.

Güneş merkezinin, Nısf-ün-nehârdan iki gündeki geçişleri, yâni iki gündeki hakîkî zevâl vakitleri arasındaki zamana (Hakîkî güneş günü) denir. Bunların uzunlukları birbirlerine müsâvî olmadığı için (Vasatî gün) kullanılır. Vasatî gün uzunluğu, bir güneş senesindeki 365,24 günün 360 da biri zamandır. Vasatî günler, birbirlerine müsâvîdir. Bunların hakîkî güneş günlerinden farkına, bir günlük (Tâdîl-i zaman) denir. Vasatî gün fazla ise, tâdîl-i zaman (-), noksan ise (+) dır. Tâdîl-i zaman, her gün değişerek, bir senede +16 ile -14 dakika arasında değişmekte, senede dört defa sıfır olmaktadır.

Güneşin merkezinin hakîkî üfuktan gurûb ettiği (Riyâdî gurûb) vaktinden sonra, arka kenârının, üfk-ı şer’îye inerek, ziyâsının en yüksek tepeden gayb olması için geçen zamana (Temkin Zamanı) denir. Bir beldenin [şehir veya köyün] temkini, yükseklik ile ve arz derecesi ile değişir, artar. Günlük değişmesi birkaç sâniyedir. Bütün namaz vakitleri ve iftâr vakti hesap edilirken, her beldede, en yüksek yerin temkini kullanılır. Meselâ İstanbulda, Çamlıca tepesinin 267 metre yüksekliği için hesap edilen 8 dakika temkin kullanılır. Temkinlerin hergün değişmeleri ve muhtelif saat birimlerinin birbirlerinden farkları düşünülerek, İstanbulun temkini 10 dakika kabûl edilmiştir. Güneşin tâdîl-i zamanı ve meyli ise, hergün takrîben yarım dakika değişmektedir. Fakat, günlük miktârı her beldede aynıdır.

Saat makineleri, bir vasatî günde 24 saati gösterir. Vasatî veya ezanî zamanları ölçerler. Bir beldenin vasatî saati, hakîkî mer’î zevâl vaktinden tâdîl-i zaman kadar farklı olarak 12 yapılır. Ezanî saat makinesi, güneşin üfk-ı şer’îden, yâni en yüksek tepeden gurûb ettiği görülünce, 12 yapılır. Bu saat makineleri gurubî vakitleri göstermez. Ezanî vakitleri gösterir. Şarka doğru gidildikce, yâni tûl derecesi arttıkca, mahallî saat makinelerinin ayârları ileri alınmakta, bunun için, tûl dereceleri değişince, saat makinelerindeki namaz vakitleri değişmemektedir. Gurûbî ve ezanî gün uzunlukları, birbirlerine takrîben müsâvîdir. Mebde’leri, temkin miktârı farklıdır. Hakîkî [zevâlî] gün uzunluğundan 1-2 dakika farklıdırlar. Hesap ile, namazların zevâlî veya gurûbî riyâdî vakitleri bulunur. Bu riyâdî vakitler, saat makinelerinin gösterdikleri mer’î vakitlerin aynıdır. Arz derecesi arttıkca, [yatsı hâriç] dört namazın vakti önce olur. Tûl derecesi arttıkca mahallî saatlerdeki vakitler değişmez ise de, müşterek saate göre, tûl derecesi arttıkca ileri [önce] olur.

İbni Âbidîn, oruclunun yapması müstehab olan şeyleri bildirirken ve Tahtâvî (Merâkıl-felâh) hâşiyesinde, namaz vakitlerinde diyorlar ki, (Bir kimse, güneşin üst kenârının, zâhirî üfuk hattından gurûb ettiğini görmedikçe iftâr yapamaz. Alçakta bulunan kimse, gurûbu daha önce görünce, yüksektekinden önce iftâr yapar. Güneşin üfk-ı zâhirî hattından gurûbunu göremiyenler için gurûb, şarktaki tepelerin kararmasıdır.) Yâni şer’î üfuktan olan gurûbdur. Namaz vakitleri ve iftâr yapmak hesap edilirken, (Temkin) kullanmak, yâni irtifâ’ları şer’î üfuklara göre düşünmek lâzım olduğu, buradan anlaşılmaktadır. Hesap yaparken, her yükseklik için ayrı olan zâhirî üfuk hatlarından olan zâhirî irtifâ’lar kullanılamaz. Çünkü muhtelif zâhirî üfuk hatları ve bunların her birine göre muhtelif irtifâ’lar ve bir mahalde, bir namazın muhtelif riyâdî vakitleri olur.

Güneşin kenârının şer’î üfuktan, namaz vaktinin irtifâ’ına geldiği, riyâdî şer’î vaktini hesap etmek için, evvelâ bu namaza mahsûs olan (Fadl-ı dâir = Zaman farkı) hesap edilir. Fadl-ı dâir, güneşin bulunduğu yer ile, gündüz veya gece yarıları arasındaki zaman farkıdır. Fadl-ı dâiri bulmak için, muhtelif düstûrlar [formüller], logaritme ile veya hesap makineleri ile çözülürler. Öğle (zuhr), ikindi (asr), isfirâr, akşam (gurûb), iştibâk ve işâ (yatsı) vakitlerinin Fadl-ı dâirleri, [saat makinelerinin gösterdiği mer’î] hakîkî zevâl vaktine eklenerek, bazı makinelerde, bulunan yatsı namazının Fadl-ı dâiri gece yarısından çıkarılarak, fecr ve tulû’ için gece yarısına eklenerek, işrak için hakîkî zevâl vaktinden çıkarılarak, hakîkî veya gurûbî zamanlara nazaran riyâdî (hakîkî vakitler) bulunur. Zuhr, asr, gurûb, iştibâk ve işânın hakîkî vakitlerine temkin ilâve ve fecr ile tulû’ riyâdî hakîkî vakitlerinden tarh edilince, (Şer’î vakitler) olur. Çünkü, bir namazın hakîkî vakti ile şer’î vakti arasındaki zaman farkı, hakîkî üfuk ile şer’î üfuk arasındaki zaman farkı kadardır. Bu da, (Temkin zamanı)dır. Her şehir için tek bir temkin vardır. Bu da, şer’î vakitleri bulmak için kullanılır. Bunlar da, (Ezanî) veya (Vasatî) zamanlara çevrilerek takvimlere yazılır. [Namaz vakitlerini hesap etmek için, (Se’âdet-i Ebediyye) kitabında misâller verilmiştir.] Hakîkî vakti vasatîye tahvîl için, (Tâdîl-i zaman) ile muâmele edilir. Gurûbî vakti ezanîye tahvîl için, dâimâ bir temkîn çıkarılır. Görülüyor ki, zuhr, asr, gurûb ve işâ namazlarının gurûbî vakitleri ile ezanî vakitleri, birbirinin aynıdırlar. İslâm âlimleri, asırlarca evvel, (Rub’-ı dâire) âleti veya Üstürlâb [Oktant] denilen âlet yaparak, bununla güneşin riyâdî üfka göre veya Sekstant ile zâhirî üfuk hattına göre irtifâ’ını ölçmüşler, bundan her namaz vaktinin hakîkî irtifâ’ını hesap etmişlerdir. Zevâlden evvelki vakitler, şer’î tulû’ üfkuna, zevâlden sonraki vakitler, şer’î gurûb üfkuna olan irtifâ’ları ile hesap edilir. Zuhr vakti, gündüz ortasından sonra olduğu için, (şer’î zevâl vakti), hakîkî zevâl vaktinden temkin zamanı sonra olması lâzım olur. Hüsâmeddîn efendinin (Şemâil-i şerife) tercümesine bakınız! Ahmed Ziyâ bey 1339 [m. 1921] tarihli (Rub’-ı dâirenin sûret-i isti’mâli) kitabında diyor ki, (Hakîkî mer’î zevâl vaktindeki 12 saata tevafuk eden vakit-i vasatîye o mevkie âid temkin miktârı cem’ olundukta, mahallî vasatî saat ile zuhr vakti olur.) (Kedûsî)nin (İrtifâ’ risâlesi)ni tercüme eden, Fatih medresesi ders-i âmlarından, yâni islâm ilimleri ordinaryüs profesörü Hezargradlı Hasen Şevkı efendi, dokuzuncu bâbında, imsak vaktini bulmağı bildirince diyor ki, (Bulduğumuz imsak vakitleri temkinsizdir. [Yâni güneşin merkezinin gurûbî saate göre, hakîkî üfka -19 derece irtifâ’a yaklaştığı [riyâdî] vakttir.] Oruç tutacak kimsenin, bundan onbeş dakika evvel imsak etmesi lâzımdır. Böylece, [oruca güneşin ön kenârının şer’î üfka ve ezanî saate göre olan imsak vaktinde başlıyarak] orucu fâsid olmaktan kurtulur.) Görülüyor ki, bu büyük âlim de, şer’î ezanî vakti bulmak için hakîkî vaktten temkin zamanının iki mislini çıkarmakta, temkin çıkarılmaz ise, orucun fâsid olacağını bildirmektedir. Çünkü, İstanbulda temkin sekiz dakika hesap edilmekte, ihtiyâten on dakika kabûl olunmaktadır. Ahmed Ziyâ bey de, (Rub’-ı dâire ile bulunan hakîkî fecr vaktinden temkinin iki misli çıkarıldıktan sonra, ezanî şer’î imsak vakti başlar) diyor. Hesap ile veya Rub’-ı dâire ile bulunan hakîkî fecr vaktinden, ezanî saat için temkin zamanının iki mislini çıkarmak lâzım olması, mahallî vasatî saat için, bir temkin çıkarmak lâzım olduğunu göstermektedir. Vasatî zaman için bir temkin çıkarılmazsa, oruç fâsid olur. Kedûsînin irtifâ’ risâlesinin önsözünde, (Meârif nezâretinin 1310 [m. 1892] senesi 230 numaralı ruhsatı ile basıldı) yazılıdır. Bunun için, Osmanlı âlimlerinin zamanında, meselâ Osmanlı âlimlerinin en yüksek makamı olan (Meşîhat-i islâmiyye)nin hazırladığı 1334 [m. 1916] senesinin (İlmiyye sâlnâmesi) ismindeki takvimde ve 1982 ye kadar hazırlanan takvimlerin hepsinde ve İstanbul üniversitesi Kandilli rasadhânesinin 1958 tarih ve 14 sayılı (Evkat-ı şer’ıyye) kitabında imsak vakitleri, hakîkî vakitlerinden temkin zamanı evvel başlamaktadır. Oruca, bu takvimlerdeki şer’î imsak vaktinden beş dakika bile sonra başlayanın orucu sahih olmaz. Şer’î zevâl vaktinde gölgenin boyu, hakîkî zevâl vaktindeki fey-i zevâlden daha uzundur. İkisi arasındaki fark, temkin zamanında hâsıl olan uzunluktur.

Gece, gündüz müddetleri birbirine dâimâ müsâvî olsaydı, güneş dâimâ hakîkî zevâlden altı saat evvel tulû’ ve altı saat sonra gurûb ederdi. Gece ile gündüz müddetleri müsâvî olmadığı için, yaz aylarında, hakîkî zevâl vakti ile hakîkî tulû’ ve hakîkî gurûb vakitleri arasında 6 saattan bir miktâr fazla zaman vardır. Kış aylarında, bu vakitler arasında, bir miktâr az zaman bulunur. Altı saatten olan bu zaman farkına (Nısf fadla) zamanı denir. Yaz aylarında, hakîkî tulû’ ve gurûb vakitleri, zevâl vaktinden, 6 ile Nısf fadlanın toplamı kadar farklı olmaktadır. Gurûb vakti, zevâl vaktinden uzaklaşınca, gurûbî saatın sabah mebdei, zevâl vaktine yaklaşır. Gurûbî saate göre zevâl vakti, yaz aylarında, Nısf fadlanın 6 saatten farkı olur. Herhangi bir mahalde:

sin Nısf fadla = tan arz-ı belde x tan meyl

müsâvâtından (Nısf fadla = Yarı fark) derecesi bulunur. Bunun dört misli, zaman dakikası olur. Meyl ile arz derecelerinin işaretleri aynı ise, yâni aynı nısf kürede iseler, Nısf fadla zamanının mutlak kıymeti 6 ya ilâve edilince, hakîkî zamana göre, riyâdî hakîkî gurûb vakti ve gece yarısı 12 den, sabah gurûbî 12 ye kadar olan zaman olur şemsin hakîkî tulû’ vakti ile zevâli vakti arasında da bu kadar zaman vardır. 6 dan çıkarılırsa, gurûbî zamana göre riyâdî hakîkî zevâl vakti yâni sabah 12 den zevâl kadar zaman olur ki, aynı zamanda, ezanî zamana göre şer’î zuhr vakti ve hakîkî zamana göre, hakîkî tulû’ vaktidir. Bulunulan mahal ile güneş başka nısf kürelerde ise, nısf fadlanın mutlak kıymeti 6 ya ilâve edilince, o mahallin gurûbî zamana göre hakîkî zevâl vakti ve hakîkî zamana göre, hakîkî tulû’ vakti olur. 6 dan çıkarılınca, hakîkî zamana göre o mahaldeki riyâdî hakîkî gurûb vakti olur. 1 Mayısta, meselâ Privileg hesap makinesinin 14.55 µ tan x 41 tan = arc sin x 4 = ¥ düğmelerine basılınca, makinenin levhasında, Nısf fadla 53 dakika 33 sâniye görünür. Hakîkî zamana göre, riyâdî hakîkî gurûb vakti 6 saat 54 dakika, mahallî vasatî zamana göre 6 saat 51 dakika ve müşterek zamana göre 18 saat 55 dakikadır. Şer’î gurûb vakti 19 saat 5 dakika olur. Gurûbî zamana göre hakîkî zevâl vakti 5 saat 6 dakika olur. Bundan, İstanbul için gurûb vaktindeki 10 dakika temkin zamanı dâimâ çıkarılıp 4 saat 56 dakika, ezanî zamana göre zevâl vakti olur. Buna zuhr vaktindeki, yine 10 dakika temkin zamanı ilâve edince, ezanî saate göre zuhr vakti, yine 5 saat 6 dakika olur. Zuhr vaktindeki temkin, gurûb vaktindeki temkinin aynı olduğu için, gurûbî zamana göre hakîkî zevâl vakti ile ezanî zuhr vakti aynı olmaktadırlar. İkindi ve yatsının ezanî vakitleri de böyledir. Müşterek saat ile şer’î tulû’ vakti 4 saat 57 dakika olur. 5 saat 6 dakika, hakîkî gece müddetinin yarısıdır. Hakîkî gece müddeti olan 10 saat 12 dakikadan 2 temkin zamanı çıkarılınca, ezanî zamana göre şer’î tulû’ vakti 9 saat 52 dakika olur. Türkiyenin her yerinde, imsak vaktinden onbeş dakika sonra sabah namazı kılınır. Yüksek bir yerin D inhitât-ı üfuk zâviyesi:

Y = metre olarak yüksekliktir.

Fadl-ı dâir saati H, her yerde, aşağıdaki düstûr ile bulunur ki, aranılan vakit ile nısf-ün-nehâr arasındaki zamandır. Ezanî imsak vakti: [12 + zuhr – H – (1 ÷ 3) = Saat] ve işâ vakti: [H – (12 – zuhr)] Saat olur. Ziyâ te’sîri ile işliyen Privileg hesap makinesinde, H:

h = irtifâ’, ª = arz,  = meyl,

h irtifâ’ı, geceleri ve ª ile  da cenûb nısf kürede (-) olacaktır.

Namaz vakitleri de, Casio hesap makinesi ile, şu şekilde müşterek saat olarak bulunur:

S = saat başı tûl, T = tûl, E = tâdîl, N = temkin,

H, S, T değerleri derece; E, N değerleri saat olarak alınacaktır.

H ve N öğleden önce ( -), öğleden sonra ( + ) dır.

Temkin müddeti N, arz derecesi 44 dereceden aşağı ve en yüksek yeri 500 metreden az olan yerler için, aşağıdaki düğmeler ile saat olarak bulunur. Yâni, âletin levhasında görülen 0 saat ile dakika ve sâniye rakamları temkin olur:

Pil ile işliyen CASIO fx 3600 P hesap makinesinde H Fadl-ı dâiri bulmak için, makine, tertîb edildikten sonra, P1 irtifâ’ RUN meyl RUN arz RUN düğmelerine basılır. Meselâ, meyl 21°. 47′. 43.5” ise, meyl için, 21 ¬ 47 ¬ 43,5 ¬ düğmelerine basılır. Makinenin levhasında hakîkî saat görülür. Miktârlar (-) ise sonra           düğmelerine de basılır. Makineyi tertîb etmek için, MODE š P1 ENT sin – ENT Kin 1 sin x ENT Kin 3 sin = ÷ Kout 1 cos ÷ Kout 3 cos = INV cos ÷ 15 = INV ¬ MODE  düğmelerine basılır.

Tertîb edilmiş Kompütür [Bilgisayar]ler, tûl ve arz dereceleri verilen herhangi bir mahaldeki, bütün namaz vakitlerini, bir günlük veya bir senelik olarak, hemen, cetvel hâlinde vermektedir. Bu cetvel, telefona merbût (Faks) ile hemen, dünyanın her yerindeki bir telefon faksına gönderilmektedir.

Herhangi bir günde, güneşin meyli ve tâdîl-i zaman mâlûm ve arz derecesi 41 olan yerlerde nısf fadla ve fadl-ı dâir ve namaz vakitleri, hiçbir hesaba ve düstûra ve hesap makinesi kullanmaya lüzûm olmadan, (Rub’-ı dâire) ile kolayca ve sür’at ile anlaşılmaktadır. Rub’-ı dâire ve bunun istimâlini bildiren tarifesi, Hakîkat Kitabevi tarafından imâl ve tevzî’ edilmektedir.

İbâdetlerin vakitlerini tâyîn ve tesbît etmek, yâni anlayıp anlatmak, din bilgisi ile olur. İbâdetlerin vakitlerini, din âlimleri, yâni müctehidler anlamış ve bildirmişlerdir. Fıkh âlimleri, müctehidlerin bildirdiklerini (Fıkh) kitaplarında yazmışlardır. Bildirilmiş olan vakitleri, hesap etmek ise, astronomi bilen müslümanların vazîfesidir. Hesap edilmesi câiz olan vakitleri, astronomi âlimleri bulur. Bunların bulduğunu, din âlimlerinin tasdik etmeleri şarttır. Namaz vakitlerini saat ile ve kıbleyi pusula ile anlamanın câiz olduğu (İbni Âbidîn)de (Namazda kıbleye dönmek) bahsinde ve (Fetâvâ-i Şemsüddîn Remlî)de yazılıdır. (Mevdû’ât-ul-ulûm)da diyor ki, (Zamanımızda namaz vakitlerini hesap etmek, farz-ı kifâyedir. Müslümanların güneşin hareketinden veya takvimlerden anlamaları farzdır.)

İbni Âbidîn ve Şâfi’î (El-envâr) ve mâlikî (El-mukaddemet-ül-izziyye) şerhinde diyor ki, (Namazın sahih olması için, vakti girdikten sonra kılınması ve vaktinde kılındığını bilmek şarttır. Vaktin girdiğinde şüpheli olarak kılıp, sonra vaktinde kılmış olduğunu anlarsa, bu namazı sahih olmaz. Vaktin bilinmesi, vakitleri bilen âdil bir müslümanın okuduğu ezanı işitmekle olur. Ezanı okuyan âdil değil ise, [veya âdil müslümanın hazırladığı takvim yoksa], kendisi vaktin girdiğini araştırıp, kuvvetli zannedince kılmalıdır. Fâsıkın veya âdil olduğu bilinmeyen kimsenin, kıbleyi göstermesi, temiz, necis, helâl, haram demesi gibi dinden olan haberleri de, ezan okuması gibi olup, ona değil, kendi araştırıp anladığına uyması lâzımdır.) Yalnız kılanların, hastaların, yolcuların, işe dalıp namazı kaçırmak korkusu olanların, her namazı, vaktinin evvelinde kılmaları lâzımdır. Sabah namazını vaktinin sonunda kılmak, hanefî mezhebinde eftaldir.

Sabah namazının ve orucun evvel vakti, fecr-i sâdık vakti ile başlar. Bu vakit, gurûb vaktinde 12 den başlayan ezanî saatin fecr vaktine gelmesinden anlaşılır. Yâhut gece yarısı 12 den başlayan vasatî saatin fecr vaktine gelmesinden anlaşılır.

Şemsin tulû’u, gece yarısı 12 den, gece müddetinin yarısı sonra veya gurûb vaktindeki 12 den, gece müddeti kadar sonra veya zevâlden gündüz müddetinin yarısı kadar evvel başlar. Sabah gurûbî saatin 12 vakti, gurûb vaktindeki 12 den, 12 saat sonra veya gece yarısı 12 den gündüz müddetinin yarısı kadar sonra veya hakîkî zevâl vaktinden gece yarısı müddetinin yarısı kadar evveldir.

Tulû’ vakti ile sabahın 12 vakti arasında, gece ve gündüz uzunluklarının yarıları arasındaki fark kadar fark vardır.

Cemaat ile öğle namazını, yazın sıcakta geç, kış günleri ise, erken kılmak müstehabdır. Akşam namazını her zaman erken kılmak müstehabdır. Yatsıyı, şer’î gecenin üçte biri oluncaya kadar geç kılmak müstehabdır. Gecenin yarısından sonraya bırakmak tahrîmen mekruhtur. Bu geciktirmeler, hep cemaat ile kılanlar içindir. Evinde yalnız kılan, her namazı vakti girer girmez kılmalıdır. (Künûz-üd-dekâık)da yazılı ve Hâkimin ve Tirmüzînin bildirdikleri hadis-i şerifte, (İbâdetlerin en kıymetlisi, evvel vaktinde kılınan namazdır) buyuruldu. (İzâlet-ül hafâ)nın beşyüzotuzyedinci sayfasında yazılı, (Müslim) kitabındaki hadis-i şerifte, (Bir zaman gelecek, âmirler, imamlar, namazı öldürecekler, vaktinden sonraya bırakacaklardır. Sen, namazını vaktinde kıl! Senden sonra, cemaat olurlarsa, onlarla da, tekrar kıl! İkinci kıldığın nâfile olur) buyuruldu. İkindiyi ve yatsıyı, İmâm-ı a’zamın kavline göre kılmak ihtiyâtlı olur. Uyanamayan, vitri yatsıdan hemen sonra kılmalıdır. Yatsıdan evvel kılarsa, sonra tekrar kılar. Uyanabilen ise, gecenin sonunda kılmalıdır.

Bir beldede, bir namaz vakti, mahallî veya müşterek vasatî zamana göre mâlûm iken, bu namazın ezanî zamana göre vaktini bulmak için, şu iki düstûr kullanılmaktadır:

Müşterek zamana göre vakit = Ezanî zamana göre vakit + Müşterek zamana göre şer’î gurûb vakti.

Ezanî zamana göre vakit = Müşterek zamana göre vakit – Müşterek zamana göre şer’î gurûb vakti. Gurûbdan evvelki zamanlarda, çıkarma yapabilmek için, önce 12 ilâve edilir. Ahmed Ziyâ beğin kitabında, gurûb vakti yerine, zevâl vakti düstûru kullanılmaktadır.

Bu ikinci düstûr, herhangi bir vaktte, ezanî saati ayârlamak için de kullanılır.

Namaz kılması tahrîmen mekruh, yâni haram olan vakitler üçtür: Bu üç vaktte başlanan farzlar sahih olmaz. Nâfileler sahih olursa da, tahrîmen mekruh olur. Bu nâfileleri bozmalı, başka zamanda kaza etmelidir. Bu üç vakit: Güneş doğarken, batarken ve zevâlde ikendir. Burada, güneşin doğması, üst kenârının mer’î üfuk hattından görünmeye başlayıp, bakamıyacak kadar yükselmesine, yâni (İşrak vakti)ne kadar olan zamandır. Güneşin zevâlde olması, şer’î zevâl mahalli olan dâirenin içinde bulunmasıdır. Yâni hakîkî zevâl vaktinden temkin zamanı evvel ve sonra olan iki vakit arasındaki zamandır. Bu zaman, İstanbul için, 20 dakikadır. Güneşin batması da, bakacak kadar sararmaya başladığı vaktten batıncaya kadar olan zaman demektir. Bu zamanın miktârı, İstanbul gibi 41 derece olan mahaller için, 37 dakika ile 42 dakika arasında değişmektedir. Bu zamanın evvel vaktine (İsfirâr-ı şems) vakti denir. Güneş batarken, yalnız o günün ikindisi kılınır. Fakat, ikindiyi isfirâr vaktine geciktirmek tahrîmen mekruhtur. İmâm-ı Ebû Yûsüfe göre, yalnız Cuma günü güneş tepede iken, nâfile kılmak mekruh olmaz. Bu kavl zayıftır. Önceden hazırlanmış cenâzenin namazı, secde-i tilâvet ve secde-i sehv de câiz değildir. Bu vakitlerde hazırlanan cenâzenin namazını, bu vakitlerde kılmak sahih olur.

Yalnız nâfile kılmak mekruh olan iki vakit vardır. Sabah Fecr-i sâdık [tan yeri] ağardıktan, güneş doğuncaya kadar, sabah namazının sünnetinden başka nâfile kılınmaz. İkindiyi kıldıktan sonra, akşam namazından önce nâfile kılmak tahrîmen mekruhtur. Cuma günü imam minbere çıkınca ve müezzin ikâmet okurken, diğer namazlarda imam namazda iken nâfileye, yâni sünnete başlamak mekruhtur. Yalnız sabah sünnetine başlamak mekruh değildir. Bunu da saftan uzak veya direk arkasında kılmalıdır. Minbere çıkmadan başlanan sünneti tamamlamalı denildi.

Sabah namazı kılarken, güneş doğmaya başlarsa, bu namaz sahih olmaz. İkindiyi kılarken güneş batarsa, bu namaz sahih olur. Akşamı kıldıktan sonra, tayyâre ile batıya gidince, güneşi görse, güneş batınca akşamı tekrar kılar. Orucunu bozmuş ise, bayramdan sonra kaza eder.

Hanefî mezhebinde, yalnız Arafât meydanında ve Müzdelifede hâcıların iki namazı cem’ etmeleri lâzımdır. Hanbelî mezhebinde, seferde, hastalıkta, kadının emzikli veya müstehâza olmasında, abdesti bozan özürlerde, abdest ve teyemmüm için meşakkat çekenlerde ve âmâ ve yer altında çalışan gibi, namaz vaktini anlamakta âciz olanın ve canından, malından ve nâmusundan korkanın ve maişetine zarar gelecek olanın, iki namazı cem’ etmeleri câiz olur. Namazı kılmak için işlerinden ayrılmaları mümkün olmıyanların, bu namazlarını kazaya bırakmaları, hanefî mezhebinde câiz değildir. Bunların, yalnız böyle günlerde, (Hanbelî mezhebi)ni taklîd ederek, öğle ile ikindiyi veya akşam ile yatsıyı takdim yâhut te’hîr ederek, birlikte kılmaları câiz olur. Cem’ ederken, öğleyi ikindiden ve akşamı yatsıdan önce kılmak, birinci namaza dururken, cem’ etmeyi niyet etmek, ikisini ard arda kılmak ve abdestin, guslün ve namazın hanbelî mezhebindeki farzlarını ve müfsidlerini öğrenmek ve bunlara uymak lâzımdır.

TENBÎH: Namazları vakitlerinden önce ve sonra kılmak haramdır. Büyük günahtır. Güneş mahreki üzerinde hareket ederken, kenârı, bir namaza mahsûs olan irtifâ’a gelince, bu namazın vakti başlar. Namaz vakitleri hesap edilirken, bazı takvimler, Türkiye gazetesi takvimlerinden üç sebeple ayrılmaktadır:

1- İrtifâ’ları, hakîkî üfuktan hesap ediyorlar. Hâlbuki, o mahallin en yüksek yerinden görülen zâhirî üfuk hattından, yâni şer’î üfuktan hesap edilir.

2- Bir yerdeki zâhirî üfuk hattının mahalli, o yerin yüksekliğine göre değişir. Hakîkî üfka göre buldukları vakitleri, o yerin aşağı noktalarının zâhirî üfuk hatlarına nazaran olan irtifâ’lara göre hesap edilen zâhirî vakitlere çeviriyorlar. Namaz vakitleri, şer’î vaktten farklı ve şüpheli oluyor. Hâlbuki, o yerin en yüksek noktasının zâhirî üfuk hattından, yâni şer’î üfuktan olan irtifâ’a göre hesap edilen şer’î vakitlere çevrilir.

3- Güneşin merkezinin, hakîkî irtifâ’a geldiği vakti hesap edip, buldukları bu hakîkî vakti, kenârının geldiği şer’î vakte çevirmeleri lâzımdır. İslâm âlimleri, bu üç hatâyı düzeltmek için, temkin zamanını hesaba katmışlardır. Her mahallin Temkin zamanı, bir dânedir. İstanbul için on dakikadır. Namazların ve orucların fâsid olmaması için, bu tek Temkin zamanını hesaba katmak lâzımdır. Bütün namazların, hesap ile bulunan, riyâdî hakîkî vakitlerini, riyâdî şer’î vakitlere çevirmek için, tek bir temkin kullanılır. Her namaz vakti için ayrı temkinler yoktur.

6) Namazın şartlarından altıncısı, namaza niyet etmektir. Niyet kalb ile olur.

7) Namazın şartlarından yedincisi, (İftitâh tekbîri)dir. Yâni, namazın evvelinde, (Allahü ekber) demektir. Bu yedi şartın birini namazdan evvel, sehven veya kasten, terk eden kimsenin namazı sahih olmaz.