ÖLÇÜ - kainatingunesi.com

ÖLÇÜ

Evliyânın meşhurlarından Abdullah bin Menâzil (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: “İhtiyâcı olmayan bir şeye muhtâc gözü­ken, muhtâc olduğu bir şeyi kaybeder.”

Tebe-i tâbiînin büyüklerinden Abdullah bin Mübârek (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyururdu ki: “Âlimleri hafife alanların âhireti, ümerâyı hafife alanların dünyâsı, dostlarını hafife alanların mürüvveti yıkılır.”

“Sâlih kimselerden olmadığım hâlde, sâlihleri severim. Kötü kimse­lerden daha aşağı olduğum halde, kötüleri sevmem.”

Yine buyurdular ki: “Müstehabları yapmakta gevşek davranan, sün­netleri yapamaz. Sünnetleri yapmakta gevşek davranmak, farzların ya­pılmasını zorlaş­tırır. Farzlarda gevşek davranan da mârifete, Allahü teâlânın rızâsına kavuşa­maz.”

Evliyânın meşhurlarından ve Hanbelî mezhebinin büyük fıkıh âlimle­rinden Abdullah-ı Ensârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Bed­bahtlığın, za­rar ve ziyân içinde olmanın en açık alâmeti, Allah yolunda hergün ilerleyeme­mektir.”

Meşhûr velîlerden Ahmed bin Ebü’l-Havârî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) buyurdular ki: “Dünyâyı tanıyan ondan soğur, âhireti tanıyan ona ısınır. Hak teâlâyı tanıyan. O’nun rızâsını tercih eder.”

Evliyânın büyüklerinden Ahmed bin Ebû Verd (rahmetullahi teâlâ aleyh) şöyle buyurdular: “Üç şey vardır ki, bunlar bir velî kulda arttıkça, güzel hâlleri artar:

1. Makâmı yükseldikçe, tevâzusu artar.

2. Malı çoğaldıkça, cömertliği artar.

3. Ömrü uzadıkça, hizmeti artar.”

Tâbiînin meşhurlarından ve hâdîs âlimlerinden Ahnef bin Kays (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Çok gülmek, heybeti; çok şaka, vakar ve şahsiyeti giderir. İnsan ne ile beraberse, onunla bilinir. Meselâ bir kimse çok güler ve şaka yaparsa, hafîf olarak bilinir.”

Evliyânın büyüklerinden Ali Dede Bosnevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) haz­retlerine, vücudun sıhhat bulması, hastalıklara yakalanmaması üze­rine sordular. Buyurdular ki: “Dostlarım! Dört şey bedene kuvvet verir. Et yemek, güzel koku koklamak, gusl abdesti îcab etmediği hâllerde dahi ve bilhassa Cumâ günü sa­bahları gusl abdesti almak, keten giymek.

Dört şey ise bedeni zayıflatır. Çok cimâ etmek, çok düşünmek, aç iken çok su içmek ve mayhoş yemek.”

Bir talebesi gözünün iyi görmediğinden bahsedince buyurdu ki: “Ev­lâdım dört şey göze kuvvet verir. Kıbleye doğru oturmak. Uyurken göz­lere sürme çekmek. Yeşilliğe bakmak. Elbiseyi temizlemek.”

Mısır evliyâsından Ali Havâs Berlisî (rahmetullahi teâlâ aleyh) haz­retle­rine, müslümanın karşılaşabileceği tehlikeler sorulduğunda;

“Aklın âfeti, devamlı ve lüzumsuz çekişme yapmasıdır. Îmânın âfeti, inkâr­dır. Amelin âfeti, tembelliktir. İlmin âfeti, iddiâ sâhibi olmaktır. Sev­ginin âfeti, şehvet yolunu tutmasıdır. Tevâzûnun âfeti, tahkîr olunacak derecede kendini aşağı tutmaktır. Sabrın âfeti, Allahü teâlâdan başka­sına şikâyette bulunmaktır. Zenginliğin âfeti, hırsdır. Azizliğin, büyüklü­ğün âfeti, böbürlenmektir. Cömert­liğin âfeti, israftır. Arkadaşlığın âfeti kavgadır. Anlayışın âfeti, münâkaşadır. Allahü teâlâya duâ etmenin âfeti, baş olmaya meyilli olmaktır. Zulmün âfeti, yayılmasıdır. Adâletin âfeti, in­tikam hâlini almasıdır. Hürriyetin âfeti, sınırları aşmaktır.” buyurdular.

Evliyânın büyüklerinden Ali İsfehânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyu­rurdu ki: “Zenginliği aradım; ilimde buldum. Övülmeyi aradım; fakirlikte buldum. Âfiyeti günahsız olmayı aradım; zühdde, şüphelilere düşmek korkusuyla mübahların çoğunu terk etmekte buldum. Kolay hesâbı ara­dım, susmakta bul­dum. Rahat ve huzûru aradım; vermekte, cömertlikte buldum.”

Suriye’de yaşayan velîlerden Ali Kazvânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) soh­betlerinde buyurdular ki: “Kendisini fazla medheden kimse, başkasını da aynı derecede kötüler. Başkasını fazla kötüleyen, kendisini fazla medheder.”

Meşhûr velîlerden Ali Müzeyyen (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyur­dular ki: “Bir kimsenin bir günâh işledikten sonra tekrar günah işlemesi, ilk günâhın ce­zâsıdır. Bir sevap işledikten sonra tekrar sevab işlemek de, birinci sevabın kar­şılığı, mükâfâtıdır.”

Tâbiîn devrinin büyük hadîs, kırâat, fıkıh imâmlarından ve velî A’meş (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Halkın işi gücü fesâd olunca, şerliler başlarına geçer.”

Tâbiînin meşhurlarından olan Amr bin Meymûn Evdî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine; “Nelere dikkat edelim?” diye sorulduğunda;” Buyurdu ki: Beş şey gelmeden önce beş şeyi ganîmet bil: Ölümden önce hayâtını, meşgale­den önce boş vaktini, fakirliğinden önce zenginliğini, ihtiyarlığın gelmeden önce gençliğini, hastalığından önce sıhhatini.” ha­dîs-i şerîfini rivâyet etti.

Mâverâünnehir böldesinde yetişen velîlerin büyüklerinden Aziz Ne- sefî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Her kim şunlara uyarsa kâ- mil bir müslüman olur: 1) Helal lokma, 2) Doğru söz, 3) Doğru iş, 4) Evliyânın sohbe­tinde bulunmak, 5) Allahü teâlânın varlığını birliğini tas­dik etmek, 6) Allahü teâlâya karşı kulluk vazîfelerini yerine getirmek, 7) Kimseye eziyet vermemek, 8) Herkese rahatlık vermek, 9) İlim öğren­mek.”

“Hakîkat ehlinin alâmeti şunlardır: 1) Allahü teâlânın rızâsına kavuş­muşlar­dır. 2) İnsanlarla sulh üzeredirler. Kimseye düşmanlık etmezler. İnsanları se­verler. ” 3) Halka şefkat üzeredirler. Şefkatin aslı halka nasî­hat etmek, onlara doğru yolu göstermektir. 4) Halka karşı tevâzu ve e- deb gösterirler. 5) Tevekkül sâhibidirler. Sabır ve tahammülleri fazladır. 6) Tamâı, nefsin arzu ve isteklerini terketmiş, kanâat sâhibidirler. 7) Al- lahü teâlânın verdiğine şükrederler. 8) İn­sanlara rahatlık ve ferahlık ve­rirler.”

Kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin beşincisi olan Sultân-ül-Ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyu­ruyor ki: “Siz havada uçan birisini gördüğünüz zaman hemen o kimsenin fazîletli, kerâ­met sâhibi birisi olduğuna hüküm vermeyin. Hatâ edebilirsi­niz. O kimsenin ha­kîkaten fazîlet ve kerâmet sâhibi olduğunu anlamak için, İslâmiyetin emirlerine uymaktaki hassasiyetine, Peygamber efendi­mizin ahlâkı ile ahlâklanması ve sünnet-i seniyyeye uymasına, hakîkî İslâm âlimlerine olan muhabbet ve bağlılı­ğına bakın. Bunlar tam ise, o kimse fazîlet ve kerâmet sâhibidir. Bunlara uy­makta en ufak bir gevşeklik ve zayıflık bulunursa, o kimse için fazîlet ve kerâ­met sâhibidir, demek mümkün olmaz.”

Yine buyuruyor ki: “Şu on şey beden üzerine farzdır: 1) Farzları nok­sansız yerine getirmek, 2) Haram kılınan şeylerden kaçınmak, 3) Allah için mütevâzî olmak, 4) Müslüman kardeşlerine eziyet etmekten sakın­mak, 5) İyi ve kötü her­kes için hayır isteyen olmak, 6) Allahü teâlânın mağfiretini arzulamak, 7) Her işte ve her hâlükârda Allah rızâsını gözet­mek, 8) Öfkeyi, gurur ve taşkınlığı, zulüm ve haksızlığı, üzücü ölçüde mücâdeleyi terketmek, 9) Kendi kendine nasîhatçı olmak, nefsi terbiyeye çalışmak, 10) Ölüme bilerek hazırlanmak.”

Şu on şey bedeni korur: 1) Gözleri haramdan ve lüzumsuz şeylerden koru­mak, 2) Dili zikre alıştırmak ve bunu îtiyâd hâline getirmek, 3) Nefis muhâse­besi yapmak, günlük hayâtı bu ölçü içinde sürdürmek, 4) İlim öğ­renmek ve öğ­renilen ilmi faydalı olacak şekilde kullanmak, 5) Edeb ve terbiyeyi her yerde ve herkese karşı muhâfaza etmek, 6) Bedeni, dünyâ­nın faydasız işlerinden kurtarıp, dünyâ ve âhiret için faydalı işlerde kul­lanmak, 7) İnsanlarla haşır-neşir olma­mak, kalbi geliştirmek, düşünceyi berraklaştırmak, zekâyı işletmek için uzlete çekilmek, 8) Nefis ile kıya­sıya mücâdele etmek, 9) Çokça ibâdet etmek, 10) Peygamber efendimi­zin sünnetine uymak.

Şu on şey bedenin şerefidir: 1) Tevâzu içinde yumuşak huyluluk, 2) Hayâ ve edep, 3) İlim, 4) Haram ve şüpheli şeylerden kaçınmak, gönül rahatlığı içeri­sinde ibâdetleri hatâsız yapmaya çalışmak, dünyâ şatafa­tına değer vermemek, 5) Her işte, atılan her adımda Allahü teâlâdan korkmak, 6) Güzel ahlâk, 7) Başa gelen belâ ve musîbetleri yüklenmek, sabrı dayanak yapmak, 8) Halk ile iyi ge­çinme yollarını, idâre etmek çâ­relerini bilip yürütmek, 9) Öfkeye mâni olmak, 10) Dilenmeyi terketmek.

Şu on şey insanın maddî ve mânevî yapısını tahrib eder: 1) Dînine önem vermeyen kimseyle arkadaşlık etmek, 2) Hayırlı ve yararlı kişiler­den ayrılmak, onlarla dostluk kurmamak, 3) Nefsin isteklerine boyun eğip onun peşine takıl­mak, 4) İslâmiyetten uzaklaşmak, 5) Dinden olmayan şeyleri din adına uydurup dîne sokan kimselerle oturup kalkmak, 6) Dün- yâ ve âhiret için yararlı olmayan şeylerle uğraşmak ve bu tür şeyleri ar- zulamak, 7) Halkı kötü zan altında tutmak, 8) Üstünlük taslamak, 9) Dünyâlıktan yana üzüntüye kapılmak, 10) Âhireti dü­şünmemek.

On şey insan varlığını öldürür: 1) Terbiye azlığı, 2) Cehâlet çokluğu, 3) Halktan nîmet beklemek, 4) Şehvet azgınlığı, nefis kudurganlığı, 5) Baş olma sevdası, 6) Dünyâya lüzumundan fazla meyletmek, 7) Allahü teâlâ katında nefis ile dostluk kurmak, 8) Çok yemek, 9) Çok uyumak, 10) Kalabalığa uymak.

On şey insanı aşağılık yapar: 1) Öfke ve hiddet, 2) Kin ve nefret, 3) Bü­yüklenme, 4) Zulüm ve haksızlık, 5) İnat yollu mücâdele, 6) Cimrilik, 7) Başka­sına ezâ ve cefâ etmek, 8) Mümin kardeşine saygısızlık, 9) Kötü huy ve fenâ ahlâk, 10) İnsaf ölçülerini aşmak.

Irâk’ta yetişen evliyâdan Bekâ bin Batû (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyur­dular ki: “Kendisinden daha aşağı derecede olan birinin nasîhatini kabûllenmek, yüksek derecelerden birine sâhib olmaya işârettir.”

Mısır velîlerinden Bennân el-Hammâl (rahmetullahi teâlâ aleyh) bu­yur­dular ki: “Başkalarının zarar görmesine sevinen kişi, kurtuluşa kavu­şamaz.”

“Allahü teâlâyı tevhîd edersen, husûsî ihsâna kavuşursun. Eğer doğ- ru yolda olursan, seçilmişlerden olursun. Eğer doğruyla yanlışı karış­tırır- san cefâ çeker­sin.

“Allahü teâlâdan uzaklaşan kimse, bâtıl yollara sapar.”

“Kötülüklerden sakınan cesâretli, hâin ise korkak olur. Kötülük ya­pan, ken­dini yalnız hisseder.”

Peygamber efendimizin arkadaşlarının yetiştirdiği âlim ve velîlerden Bilâl bin Sa’d (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Bir insan kendi­sinin medhi yapıldığı zaman, bu medh ve öğmeler kendisine iyi gelmi­yorsa ne iyi… Ama bunları duyunca seviniyorsa zarardadır.”

Büyük velîlerden Bişr-i Hâfî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde bu­yurdular ki: “Nâfileler farzların terk edilmesine sebeb olduğu zaman, nâfileleri terk ediniz. İyiyi iyi olarak kabul etmeyen, çirkini de çirkin olarak kabul etmez. İhtilâf ve ayrılıkla birlikte îtilâf ve birleşme olmaz.

Biz nîmetler yüzünden değil, nîmetlere karşı az şükrettiğimizden bu hâle geldik. Nitekim biz amelimizin azlığından değil de amelde sıdk ve ihlâsımızın olmayışından bu hâle geldik. Yine bizim uğradığımız musî­betler, günâhlarımı­zın çokluğundan değil, hayâmızın azlığındandır, is­tiğ- fârımızın azlığından değil, vefâmızın azlığından ve süratle günâhlara dü- şüşümüzdendir. Eğer biz derhâl günahlarımızın cezâsını görmüş ol­saydık bütün günâhları bırakırdık.

Ey kardeş! Bunu bil ve içini dünyâ sevgisi ve şehvetinden temizle. Al- lahü teâlâyı çok zikret. Kalbini iyice temizlediğin zaman, Allahü teâlâ seni hikmetle konuşturur ve sen zamânın bir hakîmi olursun. Fakat dünyâ sevgisi ve şehveti ile birlikte hikmet sâhibi olamazsın.”

Talebelerine ve sevenlerine verdiği muhtelif vâz ve nasîhatler sıra­sında bu­yurdukları ise şunlardır:

“İnsanlar arasında tanınmak isteyen, âhiretin tadını alamaz.”

“Şöhreti seven kimse, Allah’tan korkmaz.”

“Övülmekten hoşlanmak kadar ahmaklık düşünülemez.”

“Dünyâ ve âhirette elem ve kederlerden kurtumak istiyenler, kötü ahlâk sâ­hipleriyle görüşmemelidir.”

“Hüzün pâdişâhtır. Bir yere yerleşince oraya başka bir şeyin yerleş­mesine râzı olmaz.”

“Ben, Muâfâ bin İmrân’dan işittim. O da Süfyân-ı Sevrî’den şöyle de­diğini işitmiş; insanları memnun etmek, ulaşılamayan gâyedir.”

Ehl-i beytten ve meşhûr velîlerden İmâm-ı Câfer-i Sâdık (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Bir kimse, kusûr, günah işlediği zaman utanmıyorsa, yaşlandığı zaman pişmanlık duyup kötü işlerinden vaz- geçmezse ve tenhâ bir yerde olduğu zaman Allahü teâlâdan kork­mazsa, onda hayır yoktur.”

İmâm-ı Câfer-i Sâdık hazretlerinin, rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bi­risi şudur: Peygamber efendimiz buyurdular ki: “Allahü teâlânın hidâyete kavuştur­duğunu kimse saptıramaz. Allahü teâlânın hidâyet vermediğini, kimse hidâyete erdiremez. Sözlerin en iyisi, Allahü teâlânın kitâbıdır. Yolların en iyisi, Muhammed aleyhisselâmın gösterdiği yoldur. İşlerin en kötüsü, bu yolda yapı­lan değişikliklerdir. Bid’atlerin hepsi, dalâlettir, sa­pıklıktır.”

Yine buyurdular ki: “İyilik üç şeyle tamam olur:

1. O iyiliği yapmakta acele etmek.

2. Yaptığı iyiliği gözünde büyütmemek, dâimâ küçük görmek.

3. İyiliği yaparken, gizlice yapmak.”

“Üç şey vardır ki, müslümanları çok aziz, şerefli eder:

1. Kendisine zulüm edeni affetmek.

2. Kendisine bir şey vermeyene iyilikte bulunmak.

3. Kendisini aramayanları, arayıp hâllerini sormak.”

Evliyânın meşhurlarından Ebû Abdullah Seczî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “İlmini, din bilgisini doğru ve sağlam öğrenmeyenin işi, ameli doğru ve sağlam olmaz. Ameli doğru olmayanın bedeni saf ve temiz olmaz ve kalbi temizlenmez. Kalbi temiz olmayanın da niyeti temiz, doğru olmaz.”

Evliyânın büyüklerinden Ebû Ahmed el-Kalânisî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Bizim yolumuzun esâsı üçtür: İnsanlardan bir şey iste­memek, üzerimizde hakkı olanların haklarını yerine getirmek, kendi­mizi kimse­den üstün görmemek.”

Evliyânın büyüklerinden Ebû Ali Cürcânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bu­yurdular ki: “Bedbaht kişi, unutulmuş günahlarını açığa vuran kimse­dir.”

“Kişinin saâdetinin ve ibâdetlerin ona kolay gelmesinin alâmeti, bütün işle­rinde sünnete uymak, sâlihlerle sohbet etmek, dostlarına karşı güzel ahlâklı ol­mak, ilâhî mârifet ve insanlara muhabbet ile bezenmek ve va­kitlerini değerlen­dirmektir.”

Evliyânın büyüklerinden Ebû Ali Rodbârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbeti sırasında şöyle buyurdular: “İnsanlara felâket şu üç yoldan gelir. Hasta tabiat ve mîzac, alışkanlıklara sıkı bağlılık ve kötü arkadaş­lık.”

“Hasta tabiatla neyi kasdediyorsun?” diye sorulunca; “Haram yemeyi kasdediyorum.” buyurdu.

“Alışkanlıklara sıkı bağlılık ile neyi kasdediyorsun?” diye sorulunca da; “Harama bakmayı ve gıybet dinlemeyi kasdediyorum.” buyurdu.

“İnsana felâket getiren kötü arkadaşlıktan maksad nedir?” diye so­rulunca da; “Nefiste şehvet coşunca ona uymayı, yâni nefisle dostluk yapmayı.” diye cevap verdi.”

Evliyânın büyüklerinden Ebû Bekr-i Dükkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) haz­retleri buyurdular ki: “Allahü teâlâyı tanıyan kimse O’ndan ümîdini kesmez ve hep O’na ilticâ edip, sığınır. O’nu unutan kimse de, mahlûk­lara ilticâ eder. Nef­sinin kötülüklerini tanıyan kimse, hiçbir amelini be­ğenmez, güzel ve kusursuz bilmez. Hep kendini kusurlu bilir. Mümin bile­rek hatâ yapmaz. Gaflet ile bir hatâ yaparsa, hemen hatâsını düşünüp üzülür ve derhal tövbe istigfâr eder.”

Evliyânın meşhurlarından Ebû Bekr bin Sa’dân (rahmetullahi teâlâ aleyh) her hâlinde Allahü teâlâya ümid bağlamış ve O’na tevekkül etmiş kimseler­dendi. Vâz-ü nasîhatlarında dâimâ sabır ve ümidi, yâni Allahü teâlâdan bekle­meyi tavsiye ederdi. Buyurdu ki: “Allahü teâlâdan ümid et­tiği şeyler üzerine sabreden, O’nun fadl ve ihsânından ümid kesmez. Kim bir şeyi kulağı ile din­lerse, o dinlediğini başkalarına anlatır. Kim kalbi ile dinlerse, onu anlar ve kabûl eder. Kim işitip, öğrendiği ile amel eder- se, hidâyet bulur ve başkalarının hidâ­yete kavuşmasına sebep olur.”

Dünyâda, Allahü teâlâdan başka herşeyi maksad ve arzu etmekten uzaklaş­mış olan Ebû Bekr bin Ebî Sa’dân, herkese de Allahü teâlâdan başka her şeyden uzaklaşmayı tavsiye ederdi. Buyurdu ki: “Nefsden gelen arzu ve maksadları bı­rakmak, Allahü teâlâya kavuşmağa sebep­tir.”

Evliyânın meşhurlarından Ebû Bekr Verrâk (rahmetullahi teâlâ aleyh) bu­yurdular ki: “Seni Allah’a yaklaştıran şey, ihtiyacını O’ndan is­temendir. Halka sevdiren şey de onlardan bir şey istememendir.”

“Sabahleyin insanlara bakar; kimin helâl, kimin haram yediğini bilirim: Kim kalkar kalkmaz, boş lâf ve sövüp saymakla dilini açarsa, o haram yemiştir. Kim ki, dilini Allahü teâlânın zikri ve kelime-i tevhidle açar ve is­tiğfârla meşgûl ederse, o kişinin helâl yediğini bilirim.”

Yine buyurdu ki: “Akıllılara tâbi ol, dünyâya düşkün olmayanlarla gü­zel geçin, câhillere karşı da sabırlı ol!” Dâimâ seninle olması gereken beş şey var­dır. Bunlar, Allah, nefis, şeytan, dünyâ ve halktır. Eğer bun­la- ra karşı şu beş şeyi tatbikte muvaffak olursan saâdete erersin. Allahü teâlânın emirlerine itâat edip, yaptığı her şeyi beğenip râzı olmak, nefse muhalif olup, şeytana düşman olmak, dünyâdan sakınmak, halka karşı da şefkatle muâmele etmek lâzımdır.”

“Halktan uzak durmadıkça Hak’la berâberliği düşünme, dünyâ ile meşgûl olduğun müddetçe tefekkürü düşünme, gönlünü makam ve mev- ki düşüncesin­den temizlemedikçe de ilhâm ve hikmeti düşünme. Çünkü bunlar birbirinin bu­lunduğu yerde bulunmazlar.”

Büyük velîlerden Ebû Câfer bin Sinan (rahmetullahi teâlâ aleyh) bu­yur­dular ki: “Kişinin güzelliği sözlerinin güzelliğinden, kişinin kemâli de işlerinin doğruluğundandır.”

“Allahü teâlâdan başka her şeyden yüz çeviren kimsenin, bu hâlinde doğru olmasının alâmeti; dünyâ ve başka şeylerin kendisini hiç meşgul etmemesidir.”

“Bildiği bir şeyi, nefsinden bilip onu beğenen kimse, Allahü teâlânın be­ğenmediği bir şeyi sevmiş demektir.”

“Israr ile devâm edilen küçük bir günah, pişman olunmuş, tövbe edilmiş büyük bir günahtan daha büyüktür. İhlâs ile yapılan az bir iyilik de, gösteriş için, kendini beğenerek, kibirle yapılan çok iyilikten daha çoktur.”

Büyük velîlerden Ebû Hafs Haddâd en-Nişâbûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir sohbetinde; “Zamânın fesâda varmasına şu üç topluluğun ha­reketi sebeb oldu: 1. İrfân sâhibi olduklarını iddiâ edenlerin günah işle­mesi. 2. Mu­habbet ehli olduklarını söyleyenlerin hıyâneti. 3. Allah yo­lunda olduklarını söyleyenlerin yalanı.” buyurdular.

Yine buyurdular ki: “Üzerinde dâimâ Allahü teâlânın lütfunu gören kimse­nin mahvolmayacağı ümid edilir.”

“İbâdet ve amel sâhibi için en fazîletli şey, Allahü teâlânın huzûrun­daki mu­râkabe hâlidir.”

“Allahü teâlâya güvenip kendini zengin bilmek ne hoştur. Bir nâ­merde da­yanıp kendini zengin bilmek ise ne fenâdır.”

“Kulluk, kulun zînetidir. Kulluğu terkeden süsten mahrûm kalır.”

“Zehir ölümün habercisi olduğu gibi, günahlar da küfrün habercisidir.”

Tâbiînin meşhurlarından ve büyük velî, fıkıh âlimi Ebû İdrîs Havlânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Bir mescidde toplanmış insan­lar ara­sında yanan bir ateş görmek, orada âlim olmıyan birinin anlatma­sını görmekten daha iyidir.

Büyük velî ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimi Ebû Midyen Mağribî (rah- metullahi teâlâ aleyh) bir sohbeti sırasında buyurdular ki: “İlim ganî­mettir. Sükût kurtuluştur. Halktan bir şey ummamak rahatlıktır. Zühd, dünyâya düşkün olmamak âfiyettir. Bir göz açıp kapayacak kadar Allahü teâlâyı unutmak, O’nun verdiği emânete hıyânettir.”

“Almayı, vermekten daha tatlı gören, hal sâhibi olamaz.”

“Fakirliğin kendine has bir nûru vardır ve onu gizlediği müddetçe du­rur. Açığa vurunca, kaybolup gider.”

“Allahü teâlânın emirlerini yapıp, yasaklarından sakınmakla huzur bulmak, Cennet’tir. Bu halden yüz çevirmek ateştir. Allahü teâlâya yakın­lık, lezzettir. O’ndan ayrılmak, O’na karşı yabancılık, ölümdür.”

Yine buyurdular ki: “Hatâsı olan kimsenin, bu hatâsını üzülerek, kal­binin kırık, boynunun bükük olması, itâatkâr kimsenin, itâatına güvene­rek kendini kıymetli sanmasından, kırıcı hareket etmesinden hayırlıdır.”

“Bir kimse halkı doğru yola dâvet ettiği halde, kendisi bu yolda de­ğilse, halkı fitneye düşürür.”

“Normal insanların bozulmasının alâmeti, âmirlerinin kendilerine zul- met­mesiyle meydana çıkar. Büyük zâtların, ileri gelen âlimlerin bo­zulma- sının alâ­meti de, dinde çeşitli karışıklıkların ve fitnelerin ortaya çıkması- dır.”

“Sâlihlerin hizmetinde bulunan kimse yükselir. Allahü teâlânın, ken­disini, sâlihlere hürmet etmekten mahrûm ettiği kimse, insanlardan gelen sıkıntılara mübtelâ olur.”

“Yaratılmış olan bir şeye, şehvet arzusu ile bakan kimse, o şeyden ibret alamaz ve o şeyden faydalanamaz.”

Büyük velîlerden Ebû Osman Hîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyur­dular ki: “Reddedilmemek için Allahü teâlâya itâate devâm etmek, saâ­detin; tövbesi­nin kabûl olunacağını umarak, tövbe etme ümidiyle isyânda ısrar ve günaha de­vâm etmek, şekâvetin alâmetidir.”

“Üç şey düşmanlığa sebeb olur: Mala tamahkârlık, insanların ikrâm­larına düşkünlük göstermek, insanların göstereceği îtibâra önem ver­mek!”

“Korku, Allahü teâlânın adâletinden; ümid ise lütfundandır.”

Yine buyurdular ki: “Dünyâyı sevmek, Allah sevgisini kalpten götürür. Allahü teâlâdan başkasından korkmak, Allah korkusunu kalpten çıkarır; Allah’­tan başkasından istemek, Allahü teâlâya olan ümidi kalpten uzak­laştırır.”

Zenginlerle sohbet ederken azîz, fakirlerle sohbet ederken alçak gö­nüllü ol. Zenginlere karşı izzetli davranman tevâzu, fakirlere karşı alçak gönüllü olman şereftir.”

Büyük velîlerden Ebû Osman Mağribî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bu­yur­dular ki: “Başkalarının halleriyle meşgul olan, kendi hâlini kaybeder.”

“Her şey zıddı ile bilinir. Bir şeyin zıddı bilinmezse, o şeyi tanımak müm­kün değildir. İhlâs sâhipleri de, ihlâsın zıddı olan riyâyı tanıyıp onu terkettikten sonra ihlâsı bilebilirler.”

Horasan bölgesinin büyük velîlerinden ve Şâfiî mezhebi fıkıh âlimi Ebû Türâb-ı Nahşebî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Şu dört şeyi dört yerde sarf edersen Cennet’i kazanırsın: Uykuyu kabirde, rahatı sırat köprüsünde, iftiharı ve öğünmeyi mîzânda, nefsin arzularını Cen- net’te.”

Tasavvuf büyüklerinden Ebû Yâkûb Nehrecûrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “İnsanın kazançlı olmasının esâsı, az yemek, az uyumak, az ko­nuşmak ve nefsin arzu ve isteklerini terketmektir.”

Endülüste’te ve Mısır’da yetişmiş olan büyük velîlerden Mâlikî mez­hebi fı­kıh âlimi Ebü’l-Abbâs-ı Mürsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretle­rinin üstün­lüğünü, Ebü’l-Hasan-ı Şâzilî hazretleri bildirerek buyurdular ki: “Aralarında şu dört kimseden biri bulunan bir topluluk helâk olmaz: İmâm, velî, sıddîk ve üstâd. Ebü’l-Abbâs-ı Mürsî, imâmdır.”

Irak velîlerinin büyüklerinden Ebü’l-Hasan Cûsukî (rahmetullahi teâ- lâ aleyh) buyurdular ki: “Sabır şecâat, yalan âcizlik, doğruluk kuvvet­tir.”

Kendilerine “Silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velîlerin altıncısı olan Ebü’l-Hasan-ı Harkânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Nîmetlerin en iyisi, çalışarak kazanılanıdır. Arkadaşların en iyisi, Allahü teâlâyı hatırlatan­dır. Kalblerin en nurlusu, içinde mal sevgisi olmayandır.”

“Dünyâda, âlimler ve âbidler (ibâdet eden) çoktur. Ama, akşam ve sabah cenâb-ı Hakkın rızâsı üzere bulunmak mühimdir.”

“Kalblerin en nurlusu, içinde Allahü teâlânın sevgisinden başka bir şey bu­lunmayandır. Amellerin en iyisi, riyâdan uzak olan, yâni ihlâs üzere olanıdır.”

“Siz Allahü teâlâdan konuşurken, başka şeyden bahsedenle arka­daşlık et­meyiniz.”

“Cennet’te Tûbâ ağacının altında, Allahü teâlâdan bîhaber olarak bulun­maktansa, dünyâda bir diken ağacının altında, dâimâ O’nu hatırla­mayı daha çok arzu ederim.”

“Resûlullah efendimizin vârisi; O’nun işlerine uyan ve şerîatine tâbi olan­dır.”

“Ömrüme bakınca, yetmiş üç yıllık ibâdetlerimin hepsini, bir saatlik kadar kısa, günahlara bakınca da, Nûh aleyhisselâmın ömrü kadar uzun gördüm.”

“Dünyâ, peşinden koştuğun sürede senin pâdişâhındır. Ondan yüz çevirince, sen ona sultan olursun.”

“Allahü teâlâ, nasıl senden vaktinden evvel namaz kılmanı istemi­yorsa, sen de O’ndan, vaktinden önce rızık isteme.”

“Ulemâ; “Biz Peygamberin vârisiyiz.” diyor. Fakat Peygamberimizin vâ­risleri arasında biz de varız. Çünkü O’nda olan şeylerin bâzısı bizde de var. Resûlullah efendimiz fakirliği seçmişti. Biz de fakirliği tercih etmiş bulunuyo­ruz. O cömertti. Güzel bir ahlâkı vardı. Hâinlik bilmezdi. Basîret sâhibiydi. Halkın rehberiydi. Aç gözlü ve hırs sâhibi değildi. Hayır ve şerri Allahü teâlâdan bilirdi. Tabiatında yalan ve kandırma diye bir şey yoktu. Zamânın esiri değildi. İnsanların korktuğu şeyden korkmazdı. İnsanların güvendiği şeye gü­venmezdi. Hiç gururlanmazdı. İşte bunlar evliyânın sıfatlarıdır. Resûlullah efendimiz, ucu bucağı bulunmayan bir umman idi. Eğer o ummandan bir damla ortaya çıksaydı, bütün âlem ve mahlûkât şaşırır kalırdı. Sûfîlerin kervanı; Allahü teâlâ, Resûlullah ve Eshâb-ı ki­râm sevgisinden ibârettir. Bu kervanda bulunan ve ruhları bunların ruhla­rıyla kaynaşan kimseye ne mutlu.”

“Yol ikidir: Biri hidâyet, öbürü dalâlet, sapıklık yoludur. Kuldan Allahü teâlâya giden yol dalâlet yoludur. Allahü teâlâdan kula gelen yol ise hi­dâyet yoludur. Şimdi her kim hidâyete erdim derse, o, hidâyete erme­miştir. Her kim beni hidâyete erdirdiler derse, o, hidâyete ermiştir.”

“Allahü teâlânın karşısında şu üç şeyi muhâfaza etmek zordur: Hak ile iken sırrı, halk ile iken dili, amel (iş, ibâdet) yaparken temizliği.”

“Yakınların yakını, bizim maksadımız olanın yanında uzak kalır. Ey karde­şim, suya daha yakın olan daha çok batar; ateşe daha yakın olan, daha çok ya­nar.

“Ne zaman Allahü teâlânın varlığına nazar etsem, kendi yokluğumu görü­rüm, ne zaman kendi varlığıma nazar etsem, Allahü teâlânın varlı­ğını görürüm.”

“Şu iki kişinin çıkardıkları fitneyi, şeytan bile çıkaramaz: Dünyâ hır­sına sâ­hip âlim ve ilimden yoksun sûfî.”

“Şâyet bir mümini ziyâret edersen, hâsıl olan sevâbı, yüz adet kabûl edilmiş hac sevâbı ile değiştirmemen lâzımdır. Çünkü bir mümini ziyâret için verilen sevap, fakirlere verilen yüz bin altın sadakanın sevâbından daha fazladır. Bir mümin kardeşinizi ziyârete gittiğinizde, Allahü teâlânın rahmetine kavuştuk diye îtikâd edin.”

“İlimden en fazla nasîb alan, onunla amel edendir. En fazîletli amel ise, üze­rine farz olandır.”

“Dilini, Allahü teâlâdan başkası hakkında konuşmamak için mühürle! Kal­bini, Allahü teâlâdan başkasını düşünmemek için mühürle! İhlâssız bir iş yap­maman ve helâl olmayan bir şeyi yememen için de, davranışla­rına, dudaklarına ve dişlerine aynı şekilde mühür vur!”

“Bir mümin kardeşini sabahtan akşama kadar incitmeyen kimse, o gün ak­şama kadar Peygamber efendimizle yaşamış olur. Eğer bir mü­min kardeşini in­citirse, Allahü teâlâ onun o günkü ibâdetini kabûl etmez.”

“Allahü teâlâ kuluna, îmândan sonra temiz yürek ve doğru dilden daha bü­yük hiçbir şey ihsân etmemiştir.”

“Çok ağlayınız, az gülünüz; çok susunuz, az konuşunuz. Çok veriniz, az yi­yiniz; çok uyanık olunuz, az uyuyunuz.”

“İnsanoğlu, şu üç şeyle sürekli olarak tâatı yaparsa, sorgusuz suâlsiz Cennet’e gidebilir: Kalb, nefs ve dil.”

Kuzey Afrika’da yetişen büyük velîlerden Ebü’l-Hasan-ı Şâzilî (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Şu üç şey bir insanda mevcut olursa, ona ilmin aslâ bir faydası olmaz: 1) Dünyânın faydasız şeylerine aşırı bağlılık. 2) Âhireti hatırdan çıkarmak. 3) Fakir olmaktan korkmak.”

Yine buyurdu ki: “İki iyilik vardır ki, onlar bulunduğu sürece, çok da olsa kötülüklerin zarârı dokunmaz. Biri cenâb-ı Hakk’ın kazâ ve kaderine râzı olmak, diğeri Allahü teâlânın kullarına iyi muâmele etmek.”

Hindistan’ın büyük velîlerinden Ebü’l-Hayr Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Bedenin sıhhati şu üç şeye bağlıdır: İyi gıdâ, vü­cutta bo­zuk zararlı bir madde bulunmaması ve zararlı şeylerden uzak durmak. Kalbin sıhhati ise şunlara bağlıdır: 1) Sâlih amel; kalbin ve rû­hun gıdâsıdır. 2) Kin, ki­bir gibi kötü ahlâktan sakınmak; bunlar beden­de- ki bozuk maddeler gibidir.3) Günahlardan sakınmak.”

Evliyânın büyüklerinden Fudayl bin İyâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün sevdiklerine şu hikmetli sözleri söyledi: “Azarlaması çok olanın arkadaşı az olur. Kim fâcir, zâlim kimseye yardım ederse, onu günahlara karşı kamçılamış olur. Kim alçak kişiden meded umarsa, kendisine ihâ­net etmiş olur. Kim ilmiyle âmil olmayandan ilim öğrenmek isterse, câhil­liğini arttırmış olur. Kim ahmak adama ilim öğretmeye çalışırsa, şüphesiz ömrünü faydasız bir şeyle geçirmiş olur. Kim nanköre iyilik ederse, nî­meti zâyi etmiş olur.” buyurdu.

Fudayl bin İyâd hazretlerinin yanında birisinden sitâyişle bahsettiler; “O zât ağzına helva koymaz.” dediler. Bunun üzerine Fudayl hazretleri; “Helva yemeyi bırakmak bir mürüvvet mi sanki? Siz onun akrabâsını gö­zetip gözetmediğine, öfkesini yenip yenmediğine, komşularına, dul kal­mış kadınlara ve yetimlere karşı nasıl davrandığına bakınız. Din kar­deşleri ile arkadaşlarına karşı huy ve edebi nedir? İşte hükmünüzü verir­ken asıl bunlara dikkat edin.” buyurdu.

Fıkıh, hadîs ve tasavvuf âlimlerinden Hamdûn-ı Kassâr (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Kendinde bulunduğu zaman gizli kalma- sını istediğin bir şeyi, başka birinde görürsen ifşâ etme.”

Yine buyurdular ki: “Söz öyle olmalı ki, tekrar etmeye lüzum kalma­malı, tesirini hemen göstermelidir.”

“Dostlar arasındaki ülfetin, yakınlığın kalkması, dünyâ sevgisinden­dir.”

Muînüddîn-i Çeştî’nin talebelerinden Hamîdüddîn Nâgûrî (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) buyuruyor ki: Yüzünü yüce makâma çeviren­ler, Allahü teâlâya yö­nelenler üç sınıftır. Fâtır sûresi 32. âyetinde meâlen; “Kulları- mızdan seçtikleri­mizin kimi nefislerine zulmedicidir, kimi kötülüğü ve iyili-ği müsâvî gidendir, kimi de Allah’ın izniyle iyiliklerde ileri geçenlerdir.” buyruldu. Yâni özürlüler, şükürlüler ve fânîler. Özürlüler, hastalar, Allah’a îmân ve tevhîdi ikrâr ettikten sonra, huzûra hâzır olarak gelmemiş, gel- mişse geç ve yavaş gelmişlerdir. Acele edin hitâbından gâfillerdir. Şü- kürlüler, îmân ve ikrârla berâber gelmişlerdir. Fâ­nîler, “Ben sizin Rabbi- niz değil miyim?” hitâbını hatırında tutup, cevâbında; “Evet dediler.” Hita- bını unutmayanlardır. Bu âlemde dâvetten önce ezelî hitâb hükmüne, Hakkın cevâbına icâbet etmiş, başlangıçta nihâyetteki sırlara tâlib ol- muşlardır. Bunlardan çokları, gizli gitmişlerdir. Kimse onların nâ­mını ve ni­şânını bilmemiştir. Birkaç kişi bilmişlerse, Resûl-i ekrem efen­dimizin bildir­mesi ile bilmişlerdir. Yoksa onların nâmını ve nişânını kimse bile- mezdi. Bili­nenlerden biri Emîr-ül-müminîn hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk’tır. Biri, Emîr-ül-müminîn Ali Mürtezâ’dır ki, bâliğ olmadan önce dâveti ka- bûle elverişliydi. Biri de Üveys-i Karnî idi. Eğer Resûl-i ekrem bildirme- seydi, onun ismi hiçbir ki­tapta bulunmaz, nişânı hiçbir deftere yazıl- mazdı. Biri de Selmân-ı Fârisî’dir.

Evliyânın büyüklerinden Hâris el-Muhâsibî (rahmetullahi teâlâ a- leyh) bu­yurdular ki: “Gayretini, başkasının ayıplarını aramakta değil, kendi nefsini ıslâh etmek için harca.”

“Allahü teâlânın senin için murâd ettiğine, dilediğine râzı ol. Abdullah bin Mes’ûd şöyle buyurur: Allahü teâlânın senin hakkında yaptığı taksi­mine râzı ol. Böylece, insanların en zengini olursun. Allahü teâlânın ha­ram kıldığı şeylerden uzaklaş, onları yapma. Böylece, günahlardan en çok sakınan bir kimse olursun. Allahü teâlânın emirlerini yerine getir. İn­sanların en âbidi olursun. Hâlini Allahü teâlâya arz et. Sâdece O’ndan yardım iste. Hâlini insanlara şikâyet etme.”

Yine buyurdular ki: “İlim sâhipleri, Allahü teâlâdan daha çok korkar. Zühd, insanın kalbini dünyâ sıkıntılarından uzak tutar. Allahü teâlânın yüceliğini ve büyüklüğünü tanımak, tövbe etmeyi temin eder.”

Tâbiînin ve bu devirdeki evliyânın en büyüklerinden Hasan-ı Basrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Allahü teâlâya ve kullarına kar- şı edepli olmayan kimsenin ilmine îtibâr edilmez. Belâ ve musîbetlere, insanlardan gelen sıkıntılara günahlardan sakınıp, farzları yerine getir- meyenin dindarlığı mûteber değildir. Haramlardan ve şüphelilerden sa- kınmayanın Allahü teâlâ ka­tında bir mertebesi ve yakınlığı yoktur.”

Evliyânın büyüklerinden Hâtim-i Esam (rahmetullahi teâlâ aleyh) bu­yur­dular ki: “Ey kul! Allahü teâlâya isyân ettikleri için insanlara buğzet- tiğin halde, kendin Allahü teâlâya isyân edince, kendi nefsine buğzetme- yişin sende insâfın olmayışındandır.”

Bir kimse Hâtim-i Esam hazretlerinden nasîhat istedi. Bu kimseye nasîhat olarak şöyle buyurdu: “Eğer dost istersen Allahü teâlâ kâfi, yol arkadaşı istersen Kirâmen kâtibîn melekleri yeter. Eğer arkadaş istersen, Kur’ân-ı kerîm yeter. Eğer iş istersen, Allahü teâlâya ibâdet etmek yeter. Eğer vâz, nasîhat istersen, ölüm yeter. Eğer bu söylediklerimi kabullen­memiş isen sana Cehennem yeter.” buyurdu.

Meşhur velîlerden Huzeyfetü’l-Mer’âşî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Mûsâ bin el-Muallî’ye buyurdular ki: “Yâ Mûsâ! Eğer sende üç haslet, gü- zel huy varsa, Allahü teâlânın yarattığı her hayırda nasîbin vardır. Amel- lerini Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için yapmak, kendin için sevdiği- ni kardeşin için de sevmek, yiyeceklerin helâlinden olmasına dik­kat etmek.”

Evliyânın büyüklerinden İbn-i Atâ rahmetullahi teâlâ aleyh) buyur­dular ki: “Kullara ve yaratılmış olan şeylere bakıldığında, Allahü teâlânın varlığı bilinir.”

“Kim nefsine sünnetleri uygularsa, Allahü teâlâ onun kalbini mârifetle nurlandırır.”

Yine buyurdular ki: “En iyi iş yapılmış, en iyi ilim söylenmiştir. Bu se­beple, şimdiye kadar yapılmamış bir işi yapma, söylenmedik sözü söy­leme.”

Evliyânın büyüklerinden İbn-i Atâullah İskenderî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “İki işten, nefsine ağır geleni yap! Çünkü, hak olan iş, nefse ağır gelir. Vâcibleri yapmakta gevşek davranıp, nâfile hayrâtı yapmaya çalışmak, nefsin isteklerine uymak alâmetlerindendir.”

Yine buyurdular ki: “Gönlünde günahlar ve dünyâ sevgisi olanın, kalbi nasıl parlar? Yahut, nefsi emmârenin arzularına göre hareket eden, Allahü teâlânın rı­zâsını nasıl kazanır? Gaflet ve günahlardan temizlen­meden, Allahü teâlânın hu­zûruna girmeyi nasıl ister? Çirkin işlerinden tövbe etmeyen, ince sırları anla­mayı nasıl umar?”

“Kendinde bulunan gizli ayıbları araştırman, bilmediğin gâip şeyleri araş­tırmandan daha iyidir.”

“Amelinin semeresini dünyâda görmek, âhirette makbûl olmaya işâ­rettir.

Allahü teâlâ katındaki kadrini, değerini bilmek istersen, seni hangi işlerde bulundurduğuna dikkat et!”

“İhtiyâcı olmadığı hâlde bir kimseye tâati nasîb eden Allahü teâlânın, be­dene ve bâtına âit nîmetlerde hiç eksiklik yapmayacağını bilmek lâ­zımdır.”

“Eğer adâletle muâmele olunursan, küçük günahlardan bile helâk olursun. Allahü teâlâ ihsân ile muâmele ederse, büyük günâhın da olsa kurtulursun.”

“O’nun yolunda kötülük üzere olduğun hâlde, sana ihsânları devâm edi­yorsa, bunların istidrâc, yâni seni felâkete götüren şeyler olmasından kork. A’râf sûresi 182. âyet-i kerîmesi, meâlen; “Onları, bilemiyecekleri yönden azar azar helâke yaklaştırırız.” bunu haber vermektedir.”

“İki iş arasında durakladığın, iki şey arasını ayıramadığın zaman, hangisinin nefse daha ağır geldiğine dikkat et ve onu yap. Çünkü nefse ağır gelen, ancak doğru, hak olandır.”

“Boynu büken, ihtiyaç duyuran kusur, büyüklük ve kibir veren ibâ­detten iyidir.”

“Mahbûbundan, sevdiğinden karşılık bekleyen ve ondan maksadını, dileğini isteyen sâdık bir seven değildir. Çünkü muhib, seven, elinde olanı sevgilisi için verendir, sevdiğinde olanı almak isteyen değil.”

Tâbiînden, meşhur hadîs âlimi ve veli İbn-i Muhayrız (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Peygamberimizin Eshâbından Fudale İbn-i Ubeyd ile gö­rüştüm. Nasihat istedim: “Eğer bu üç haslet sende bulu­nursa Allahü teâlâ bu hasletlerle sana iyilikler ihsân eder. Bu üç haslet, bilmediğini öğren, dinlemesini bil, kendini ziyâret etmeyeni ziyâret et” buyurdu.

Tâbiînin meşhûr âlimlerinden ve evliyânın büyüklerinden İbrâhim bin Edhem (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Öbür dünyâda terâzide en ağır amel, burada bedene en zor gelenidir.”

Hindistan’da yetişen en büyük velî, âlim müceddid ve müctehid İmâ- m-ı Rabbânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Mübahları ge­lişi güzel kulla­nan, şüpheli şeyleri yapmağa başlar. Şüphelileri yapmak da harama yol açar.

Tâbiînin tanınmışlarından ve evliyânın büyüklerinden Ka’b-ül-Ahbâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Allahü teâlâ, yersiz güleni, bir ideâli, maksadı olmadan yola çıkanı sevmez.”

Yine buyurdular ki: “İdârecinin iyi olmasıyla halk da iyi, kötü olma­sıyla, onlar da kötü olurlar.”

Tâbiînin büyüklerinden, Medîne-i münevveredeki yedi büyük âlimden biri Kâsım bin Muhammed (rahmetullahi teâlâ aleyh) öleceğini anla­yınca oğluna; “Beni üzerimde bulunanlarla kefenleyin.” dedi. O sırada ü- zerinde gömlek, peştemal ve cübbe vardı. Oğlu; “Babacığım bunu iki katına çıkarsak olmaz mı?” diye sorduğunda, “Dedem Ebû Bekr de böyle üç parça bir kefene sarılmıştı. Bi­zim için ölçü onlardır. Bu kadarı kâfi, sonra dirilerin yeni giyeceklere ölülerden daha çok ihtiyacı var.” bu­yurdular.

Büyük velîlerden Mansûr bin Ammâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) bu­yur­dular ki: “Kendi ayıplarını gören kimse, başkasının ayıbı ile uğraş­maz. Haram­lardan sakınma elbisesini soyan ve takvâdan mahrum olan kimseyi, artık dün­yâda hiçbir şey örtmez. Kim Allahü teâlânın verdiği rızka râzı olursa, kaybettiği şeye üzülmez. Kendi kusurlarını unutan kimse, başkalarının kusurlarını büyük görür. Kendi görüşünü beğenen sapıtır. Aklına güvenenin ayağı kayar. İnsanlara büyüklük taslayan zillete düşer. İnsanların malına göz diken fakir düşer. Âfiyet isteyen sabreder. Hakk’a karşı savaşan, yıkılır. Ecelini gören yâni ölümü düşü­nen kimse uzun emel sâhibi olmaz, bitmek bilmeyen arzu ve isteklerin peşinde koşmaz. Tevâzû; hakka uymakta sıkıntılara, acılara sabretmek, dinde bildirilen edeplerle edeplenmek ve başkalarının fazîletini üstün tutup, kendi fazîletini bü­yük görmemektir.”

Büyük velîlerden Ma’rûf-ı Kerhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hakkında Sırrî-yi Sekâtî buyurdular ki; Ma’rûf-ı Kerhî’yi şöyle söylerken işittim: “Kim kibirli olur, kendini büyük görürse Allahü teâlâ onu yere vurur; kim Allahü teâlâ ile münâzea ederse (karşı gelirse) Allahü teâlâ ona gazâb eder. Kim Allahü teâlâya tevekkül eder O’na sığınır ve güvenirse; Allahü teâlâ onun yardımcısı olur. Kim Allahü teâlâya tevâzû ederse, Allahü teâlâ onu yükseltir.”

Ma’rûf-ı Kerhî buyurdu­lar ki: Mertliğin alâmeti üçtür: “Hilafsız tam bir vefâ, istenmeden vermek ve kendisine cömertlik, iyilik yapılmadan başkalarını medh etmek.”

Yine buyurdular ki: “Üstün olmak sevdâsında olan, ebedî olarak felâh bul­maz, kurtulamaz.”

“Sâlihler için çokluğun, sıddîklar için azlığın önemi yoktur.”

“Kim öldükten sonra unutulmak istemezse, güzel (amel) işlesin ve is­yân etmesin.”

Büyük velîlerden Mimşâd ed-Dîneverî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bu­yur­dular ki: “Sâlih kimselerle berâber olan sâlih, fâsıklarla bulunan da fâsık olur.”

Hirat’ta yetişen âlim ve büyük velîlerden Molla Câmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:   “Her kime şu beş saâdet verilmiş ise, tatlı ya­şayışın diz­gini onun eline bırakılmıştır: 1- Vücud sağlığı, 2- Güven, 3- Rı- zık genişliği, 4- Şefkatli ve vefâlı arkadaş, 5- Ferâgat duygusu.”

“Üç zümreye, üç şey çirkin düşer: Pâdişâhlara sertlik, âlimlere mal sevdâsı, zenginlere cimrilik.”

“İhtiyarlık, gençliğin sonu ve netîcesidir. Netice ise, başa bağlıdır. Gençli­ğini iyi geçirenin, ihtiyarlığının da iyi geçeceği umulur.”

“Kötü kimse, başkalarının ayıplarını saymak isterken, kendini dile getirir.”

“Bir kimse bütün ilimleri kendinde toplasa, Allahü teâlânın rızâsına uygun hareket etmedikçe kurtulamaz.”

“Önceden Allahü teâlânın adını dile getirip, O’nu övmeden mübârek bir işe başlayan kimse, cılız bir kuş gibi uçmağa güç yetiremez. Gâye­sine ulaşmadan kanatları kırılır, bir daha kalkmayacak gibi yere düşer.”

En büyük velîlerden ve on iki İmâmın beşincisi Muhammed Bâkır (rahmetullahi teâlâ aleyh) sohbetlerinde buyurdular ki: “Bir kimsenin kal­binde ne kadar kibir varsa, aklında o kadar noksanlık var demektir.”

“Kul ne kadar duâ ederse, Allahü teâlâ ondan o kadar belâyı giderir.”

“Kendisinde mevcud olan bir kusuru başkasında arayan ve kendi iş­lemekte olduğu bir ayıbı başkasına yapmamasını emreden kimse ne ka­dar kusurludur.”

Yine buyurdular ki: “Bir kimsenin seni ne kadar çok sevdiğini anla­mak is­tersen, senin o kimseyi ne kadar sevdiğine dikkat et. Yâni sen onu ne kadar se­viyorsan o da seni o kadar seviyor demektir.”

Oniki imâmın dokuzuncusu, tanınmış büyük velîlerden Muhammed Cevâd (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “İffetli olmak fakirliğin, şükür belânın, tevâzû üstünlüğün, fesâhat sözün, hıfz rivâyetin, tevâzu ilmin, edep ve mâlâyânîyi terk etmek verânın, güler yüzlülük de kanâatin zîneti, süsüdür.”

“İnsanın şerefi ve mertliği kimseyi hoşlanmadığı bir şeyle karşılama­ması; ahlâkının güzelliği başkasına eziyet veren şeyi terk etmesi; cö­mertliği, üzerinde hakkı olan kimselere iyilik etmesi, insaflı olması; hak ortaya çıktığı zaman hakkı kabul etmesidir.”

“Üç şey vardır ki, kimde bulunursa Allahü teâlâ ondan râzı olur. Çok istigfâr etmek, yumuşaklık ve sadâkat çokluğu.”

“Üç şey kimde bulunursa, pişman olmaz. Bunlar acele etmemek, meşveret ve tevekküldür.”

“Eğer câhiller susup, konuşmasalardı, insanlar arasında ihtilâf ol­mazdı.”

“Kim arkadaşına kimsenin olmadığı yerde yalnız başına nasihat ederse, onu süslemiş olur. Kim de arkadaşına alenî, halk arasında nasi­hat ederse, onu leke­lemiş olur.”

“İnsanın günahlarla mânen ölmesi, gerçekten ölmesinden daha bü­yük bir ölümdür. Hayâtının bereketli kısa bir hayat olması bereketsiz uzun hayattan daha hayırlıdır.”

“Kim Allahü teâlâya bağlanıp, tevekkül ederse, Allahü teâlâ onu her türlü kötülükten ve düşmandan korur.”

“Dindarlık şeref, ilim hazine, çok konuşmamak nur, aynı zamanda zühdün ve verânın en yükseğidir.”

“Dîni bid’attan daha çok yıkan ve insanı tamahkârlıktan daha çok bo­zan bir şey yoktur.”

Büyük velîlerden Muhammed bin Fadl Belhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “İlim kaledir. Cehâlet meçhûldür. İyi arkadaş rızıkdır. Kötü arka­daş, keder ve üzüntüdür. Akrabâyı ziyâret etmek hasenedir. Sıla-i rahmi kesmek musîbettir. Sabır kuvvettir. Cüret âcizlik­tir. Doğruluk kuvvettir. Yalan zayıflık­tır. Mârifet doğruluktur. Akıl tecrübe­dir.”

Horasan’da yetişen evliyânın meşhûrlarından Muhammed bin Hâ- mid Tirmizî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “İnsanın kalbine nur yerle­şince; dışı, âzâları, iyilik yapar ve iyiliği konuşur.”

Yine buyurdular ki: “Allahü teâlâya en yakın olan kimseler, fakirlerle bu­lunmaktan hoşlanan kimselerdir. Ebedî olanı, geçici olana tercih edenler ve ka­zâya rızâ gösterenlerdir.”

“Bir şeyi yapmaktan âciz kalırsan, bu âcizliğini, zayıflığını anlamak­tan da âciz kalma.”

“Bir kimsenin bir müslümanı hor görmesi, îmân ve mârifet zayıflığın­dan­dır.”

Büyük âlim ve velî, hazret-i Ali’nin oğlu Muhammed bin Hanefiyye (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: “Allahü teâlânın rızâsı için olmayan her şey boştur, mânâsızdır.”

“Kimin nefsi ıslâh olmuş ise, onun nezdinde dünyânın zerre kadar kıymeti yoktur.”

“Allahü teâlâ, Cennet’i nefslerinize karşılık kıldı. Nefsinizi, Cennet du­rur­ken, başka şeylere satmayınız.”

Tâbiîn devrinin meşhurlarından ve evliyânın büyüklerinden Muham- med bin Ka’b el-Kurazî (rahmetullahi teâlâ aleyh) Ali bin Ebû Tâlib’in şöyle dedi­ğini rivâyet etmiştir: “Allahü teâlâ şükür kapısını açıp, artırma kapısını kapa­maz, duâ kapısını açıp duâları kabûl etme kapısını kapa- maz, tövbe kapısını açıp mağfiret kapısını kapamaz.”

Kendisinden; “Kim zerre miktarı hayır yap­mışsa, onu görür. Kim de zerre mikdarı şer işlemişse onu görür.” Meâlindeki (Zilzâl sûresi: 7-8) âyet-i kerîmesi sorulduğunda buyurdular ki: “Kâfir olan bir kimse hayırdan zer- re miktarı bir iş yapsa karşılığını dünyâdan ayrılmadan önce kendisinde veya ehlinde veya malında bulur. Karşılığını dünyâda görmesi ken­disi için bir hayır değildir.

Mümin kişi de şerden zerre miktarı bir iş yapsa, âhirete gitmeden onun ce­zâsını kendisinde, ehlinde ve malında görür. Böyle olması ken­disi için şer de­ğildir.”

Evliyânın meşhûrlarından ve büyük İslâm âlimi Muhammed Ma’sûm Fârûkî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Kulun ıslah olması, kal­binin ıslah olmasına bağlıdır. Fesâdı da kalbin fesâdına bağlıdır.”

Müctehid âlim ve velîlerden Muhammed Şeybânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki:

“Sâdık arkadaş, seni hayra teşvik edendir.”

“Bir mecliste ilim ve irfân bulunmazsa, onun yerine, o mecliste nef- sânî hisler bulunur.”

“Kendi nefsini beğenmek kadar ahmaklık yoktur.”

“Affetmek aklın zekâtıdır. Güzel ahlâk, kötü nesebi örter.”

Evliyânın büyüklerinden Muhammed Zuğdân (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Zâlim ile arkadaşlık eden zâlimdir. Zîrâ zâlimle be­râber bu­lunmak, Allahü teâlâdan gâfil olmak ve nefsinden râzı olmak hastalığını ortaya çıkarır. Hemen bunun arkasından da şeytan ile otur­mak husûsu ortaya çıkar.”

Hindistan’ın büyük velîlerinden Muînüddîn-i Çeştî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Hakîkat ehli olmak için şu on şarta uymak lâ­zımdır: 1. Tam bir mârifete sâhip olup, Allahü teâlânın rızâsına kavuş­mak. 2. Hiç kimseyi incitmemek ve hiç kimse hakkında kötülük düşün­memek. 3. Dâimâ hak yolu gösterip, insanlarla hep faydalı şeyler ko­nuşmak. 4. Tevâzu sâhibi olmak. 5. Uzlet. 6. Bütün müslümanları iyi bi­lip,kendini herkesten aşağı görmek. 7. Rızâ, kadere râzı olmak ve tesli­miyet. 8. Sabır ve tahammül. 9. Yanıp erimek, acz ve niyâz içinde olmak. 10. Kanâat ve tevekkül üzere olmak.

Tabiînden hadîs ve fıkıh âlimi, velî Mutarrif bin Abdullah (rahme- tullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Kalbin doğruluğu amellerin doğruluğu iledir. Amellerin doğruluğu da niyetin doğruluğu iledir.”

“Beni medheden kimse ancak beni ve nefsimi küçültmüş olur.”

“Sâlih kalb; sâlih amel ile elde edilir. Sâlih amel de ancak niyyetin sâ- lih (doğru olmasıyla) ele geçer.

Evliyânın büyüklerinden Nesevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdu­lar ki: “Harama düşerim korkusuyla mübahların çoğunu terk etmek, âhi- ret arzusunun anahtarıdır.”

“Gözünün gördüğü nîmetleri senden esirgemeyeni nasıl sevmezsin? Yine O’na uymadığın hâlde, O’nu sevdiğini nasıl iddiâ edersin?”

“Allahü teâlânın kulundan râzı olmasının alâmeti nedir?” diye soru­lunca, buyurdu ki: “İbâdetlerin tatlı ve rahat, günahların zehir ve ağır gel- mesidir.”

“Cömert, cömertliğini küçük görmedikçe ve onu kabûl edeni kendin­den üstün görmedikçe sofi olamaz.”

Evliyânın büyüklerinden Nûreddîn Cerrâhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bu­yurdular ki: “Aba giyinmiş birini görünce küçültücü bir nazarla bakma. Kibirle arkadaşlık eden sonunda kahredilmişler safında yer alır.”

“Sen dünyâya gönül verme, aşk denizine dalarak lezzete kavuş. Hakk’ı ta­nımayanın, O’ndan uzak olacağını bil.”

Tâbiînden velî ve büyük bir fakîh (İslâm Hukûku âlimi) Recâ bin Hayve (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri ile ilgili olarak “Abdurrahmân bin Abdullah hazretleri şöyle anlattı: Bir gün vâz ve nasîhat ederken, Recâ bin Hayve; Adiy bin Adiy ve Ma’n bin Münzir’e dedi ki: “Bakınız! Herhangi bir işi yapıyorsu­nuz diyelim. Şâyet o işi yaparken Allahü teâ- lâya kavuşmak, içinizden geliyorsa o işe iyi sarılınız. Eğer içinizde hoşnutsuzluk ve tiksinti duyuyorsanız hemen o işi terk ediniz.”

Recâ bin Hayve buyurdular ki: “İnsan, ölümü hatırladığı müddetçe, hasedi, kıskançlığı terkeder.”

Evliyânın büyüklerinden Safiyyüddîn Erdebilî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Her şeyi yiyen, her şeyi konuşur. Her şeyi konuşan her şeyi ya­par. Her şeyi yapan Cehennem’e gider.

Bir kimsenin başına musîbet gelirse, şükretmesi gerekir. Sabır ile şü­kür, in­sanın kemâlinin alâmetidir. Îmân iki parçadır. Yarısı sabır, yarısı şükürdür.

Tâbiîn devrinde Basra’da yetişen meşhûr hadîs ve fıkıh âlimlerinden ve velî Sâlih bin Beşîr el-Mürrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Allahü teâlânın sana istediğin şekilde lütuf ve ihsânda bulunmasını isti­yorsan, kullarına O’nun istediği gibi davranman lâzımdır.”

Velî, aklî ve naklî ilimlerde âlim Sarı Abdullah Efendi (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Akıllı kimse dünyâsının harâb olmasına al­dırmaz, âhiretini mâmûr etmenin yollarını arar. Akılsız kimse ise, âhireti vîrân edip, dünyâsını mâmûr eder.”

Büyük velîlerden Sehl bin Abdullah Tüsterî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bu­yurdular ki: “Açlık için üç yer vardır. Tabiat açlığının yeri akıl, ölüm açlığının yeri fesad, şehvet açlığının yeri israftır. Birincisi düşünceyi yok eder, ikincisi fitneye, üçüncüsü israfa yol açar.”

Tâbiînin büyük âlim ve evliyâsından Ebû Hâzım Seleme bin Dînâr (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Senin ihtiyâcını giderecek mik­târ sana yetiyorsa, en asgarî maişet sana kâfidir. Eğer sana kâfi gelecek miktâr sana yet­miyorsa, o zaman dünyâda sana yetecek hiçbir şey yok­tur.”

Yine buyurdular ki: “Öldüğünde sana fayda vermeyecek her işi terk et. Böyle yaparsan, ne zaman ölürsen öl, zararda olmazsın”

Büyük ve meşhûr velîlerden Sırrî-yi Sekatî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bu­yurdular ki: “Dil, kalbin tercümânı, yüz kalbin aynasıdır. Kalbde gizli olan, yüzde meydana çıkar.”

Yine buyurdular ki: “Bir kimse âmirine itâat ederse, emrindekiler de kendi­sine itâat eder.”

Büyük velîlerden Süfyân-ı Sevrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdu­lar ki: “Birisi sana gelip; “Sen ne mübârek bir zâtsın” dese, bir başkası da; “Sen ne kötü ve aşağı bir kimsesin” dese, sana birinci söz ikinci söz­den daha hoş geli­yorsa, anla ki fenâ bir kimsesin.”

“Edeb öğrenilmeden ilim öğrenilmez.”

“İlmine ve ameline güvenerek, bu hâliyle kendini din kardeşlerinden üstün zanneden kimsenin ilmi de ameli de zâyi olmuştur.”

“Lüzumsuz yere konuşan zelil olur.”

“Haram para ile sadaka veren, câmi yaptıran, hayrat yapan kimse, kirlenmiş elbiseyi idrar ile yıkayan adama benzer ki, daha çok pislenir.”

“Sende olmayan meziyetleri söyleyerek seni medheden kimse, hiç şüphe yok ki, sende olmayan günahı söyleyerek seni kötüler.”

“Dîni ve îmânı hakkında, “Sonum ne olur?” diye söğüt yaprağı gibi titremiyen kimsenin, sonu tehlikelidir.”

“Allahü teâlâdan korkmakta, emirlerini yapmakta, ibâdet etmekte ve O’nun yasak ettiklerinden sakınmakta İmâm-ı A’zam’ dan daha üstün kimse görme­dim.”

“Kişinin Allah’tan korkmak, haramlardan uzak durmak, şüphelilerden sakınmak ve sabırlı olmak gibi güzel huylara sâ- hib olması, ilmi, Allah rızâsı için öğrendiğinin alâmetidir.”

“Allahü teâlâ, sevdiği bir kuluna hiçbir zaman düşman olmaz. Düş­manını da hiçbir zaman dost edinmez.”

Tâbiînin büyüklerinden, meşhûr bir âlim ve velî Şa’bî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Din kardeşlerinin ayıplarını araştırıp bulan kimse, arka­daş edinemez.”

“Dünyâda iyi bir şey bırakana, Allahü teâlâ ona âhirette daha hayırlı­sını ve­rir.”

Yine buyurdular ki: “İlmin süsü, ilim sâhibinin hilmidir (yumuşaklığı­dır).”

“İlmi ehline veriniz, ehli olmayana vermeyiniz. Yoksa günaha girersi­niz.”

Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden olan Şâfi mezhebinin kuru­cusu ve evliyânın büyüklerinden İmâm-ı Şâfiî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyur­dular ki: Herkese akıllı denmez. Akıllı kimse, kendisini her türlü kötülükten ko­ruyandır.

“Haksız sözleri tasdik eden, dalkavuk ve iki yüzlüdür.”

“Sâdık dost, arkadaşının ayıplarını görünce ihtar eder, ifşâ etmez.”

“Kendisine faydası olmayanın, başkasına da faydası yoktur.”

Dünyâ işlerinde bir darlığa ve sıkıntıya düşen kimse, ibâdete yönel­melidir.

Hizmet edene, hizmet edilir.

Bütün düşmanlıkların aslı, kötü kimseler ile dostluk etmek ve onlara iyilik yapmaktır.

İlim öğrenmek, nâfile ibâdetten üstündür.

Kendini bilmeyene ilim öğreten, ilmin hakkını zâyi etmiş olur. Lâyık olan­dan ilmi esirgeyen de, zulmetmiş olur.

Resûlullah’tan sallallahü aleyhi ve sellem sonra insanların en üstünü hazret-i Ebû Bekir, sonra hazret-i Ömer, sonra hazret-i Osman, sonra hazret-i Ali’dir. (r.anhüm)”

Kimin düşüncesi, arzusu, maksadı yemek içmek (dünyâ) ise; kıymeti, barsaklarından çıkardığı kazûrat kadardır.

Dünyâda en huzursuz kimse, kalbinde hased ve kin taşıyanlardır.

Başkalarını senin yanında çekiştiren, senin bulunmadığın yerde de seni çe­kiştirir.

Kanâatkâr olmak, rahatlığa kavuşturur.

Sırrını saklamasını bilen, işinin hâkimidir.

İmâm-ı Şâfiî hazretleri’nin rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden biri şudur: “Kendisine yumuşaklık verilen kimseye, dünyâ ve âhiret iyilikleri veril­miştir. Yumuşaklıktan mahrûm olan kimse, dünyâ ve âhiret iyiliklerinden mahrûm olur.”

Büyük velîlerden Şâh Şücâ Kirmânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bu­yurdular ki: “Rabbini tanıyan O’ndan başka her şeyi unutur. O’nu tanı­mayan O’ndan başka her şeye tutulur.”

Evliyânın büyüklerinden Şakîk-i Belhî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bir gün, kendilerine nasîhat kâr etmeyen bir grub insanlara şöyle buyurdu­lar: “Eğer ço­cuk iseniz mektebe, deli iseniz tımarhâneye, ölü iseniz kab­ristana gidiniz. Ama müslüman iseniz müslüman olmanın şartlarını ye­rine getiriniz!”

Yine buyurdular ki: “Bir kimsenin yanında mübârek bir zâtın iyilik ve güzel hâlleri anlatılır da, o kimse bundan zevk duymaz ve o mübârek zâta karşı kal­binde muhabbet hâsıl olmazsa, bilsin ki kendisi kötü kim­sedir.”

“Sıkıntının mükâfâtını bilen, ondan kurtulmağa heves etmez.”

Yine buyurdular ki: “Bir kusuru ve ayıbı var diye bir kimseyi kötüle­yen, hakâret eden kimse, kendi kendini helâk etmiş demektir. İnsanlar, bir kimse hakkında; “Bundan bize zarar gelmez bu emin bir kimsedir.” derlerse, o kimse bütün insanların zarar ve kötülüklerinden emindir. Kim müslümanların aley­hinde konuşur, onları gıybet eder, onlara iftira ederse, aralarında söz taşıyıp koğuculuk yaparak müslümanları birbirine düşürürse, müslümanların hakkını gözetmez, onların kalblerini kırar, in­citirse ve onları kendinden aşağı görürse, o kimse şeytanın hizmetçisi olmuş olur, dünyâda fakir olur, âhirette iflâs etmiş vaziyette hakir ve zelîl olur.”

“Rızkı hususunda Allahü teâlâya tevekkül eden kimsenin güzel huy­ları fazlalaşır, cömert olur ve ibâdetlerinde vesvese bulunmaz.”

“Allahü teâlânın azâbından korkmanın alâmeti haramları terk etmek­tir. Allahü teâlânın rahmetinden ümidli olmanın alâmeti de çok ibâdet et- mektir.”

“Gönül ferahlığı, hesap kolaylığı ve can rahatlığı fakirlerin hâlidir. Gönül meşgûliyeti, hesapların zorluğu ve can sıkıntısı da zenginlerin hâ­lidir.”

“Kendisine bir şey ikrâm ettiğin kimse ile, sana ikrâmda bulunan iki kişi­nin senin kalbindeki yerlerine dikkat et. Eğer kalbindeki muhabbet, kendi­sine ikrâmda bulunduğun kimseye karşı daha fazla ise, bu ikrâm ve muhabbetin Allah için olduğu anlaşılır. Ama kalbindeki muhabbet, sana ikrâmda bulunan kimseye karşı daha fazla ise, bu dostluk menfaat için­dir.”

Akıllı, zeki, derviş, zengin ve cimrinin kimlere denildiğini yedi yüz ta- ne âlimden sordum. Hepsi de birbirine yakın cevaplar verip şöyle de­diler: “Dün­yâyı sevmeyen kimse, akıllıdır. Dünyânın aldatıcı ve yalan olan zevklerine al­danmayan kimse, zekîdir. Allahü teâlânın takdir ettiğine râzı olan, kanâat eden, zengindir. Dünyâya âit arzusu bulunmayan, Allahü teâlânın rızâsını isteyen kimse, dervişdir. Allahü teâlânın verdiği nîmet- lerden, mahlûkuna faydalı olan­ları vermekten kaçınan, cimridir.”

“Dilini muhâfaza et. Amel defterinde ve terâzide sevâbını bulamıya- cağın söz söyleme. Sözü söylemeden önce düşün; hayırlı ise söyle, yok- sa sükût et.”

Konya’ya gelen büyük velîlerden Şems-i Tebrîzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “İlim üç şeydir: Zikreden dil, şükreden kalp, sabre­den beden.”

“Perhizi olmayan bir vücûd, meyvesiz bir ağaç; utanması olmayan bir be­den, tuzsuz bir aş; gayreti olmayan bir vücûd, sâhipsiz bir köle gibidir.” buyur­dular.

Hindistan’ın büyük velîlerinden Şerâfeddîn Ebû Ali Kalender (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: Ey kardeşim! Nefsi iyi tanırsan, dün­yâyı iyi tanımış olursun. Rûhunu tanırsan, âhireti tanımış olursun. Gelip geçici olan dünyâyı terkedip âhirete yönelmen, âhirete faydası ola­cak ameller yapman, nefsi, dünyâyı rûhu ve âhireti tanıman nisbetinde ola- caktır. Allahü teâlâ hepi­mize selâmet, saâdet versin! Âmin.”

Büyük velîlerden Ebû Bekr-i Şiblî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyur­dular ki: “Kim Allahü teâlâyı bilirse, gam ve keder içinde olmaz.”

“Eshâb-ı kirâma hürmet etmeyen kimse, Muhammed aleyhisselâma îmân etmiş olmaz.”

“Şükür; nîmeti değil, nîmeti vereni görmektir.”

“Sevgi; zevkte şaşkınlık, saygıda ise hayranlıktır.”

“Hürriyet, kalbin hür olmasından başka bir şey değildir.”

“Cehennemlik olmanın alâmeti; Allahü teâlânın rızâsı için bir fakire bir parça ekmek vermemek. Fakat nefsin isteklerini tatmin etmek için, bir ziyâfette yüz altın harcamaktır. Cennetlik olmanın alâmeti ise bunun tam tersidir.”

Yine buyurdular ki: “Allahü teâlâ, Dâvûd aleyhisselâma vahy gön­derdi ve “Ey Dâvûd! Zikrim zikredenlerin, Cennetim ibâdet edenlerin, kâfi olmaklığım tevekkül edenlerin, nîmetimin çoğalması şükredenlerin, rah­metim iyi işler ya­panların, ünsiyetim müştakların ve ben, muhiblerime mahsûsum” buyurdular.

İran’da yetişen büyük velîlerden Şirvânî es-Sagîr (rahmetullahi teâlâ aleyh)   buyurdular ki: “İzzet ve şerefi, Allahü teâlânın dînine uygun olma­yan hâllerde arayan kimseyi, Allahü teâlâ, hor-hakîr ve zelîl eder.”

Evliyânın büyüklerinden Tâc-ül-Ârifîn Seyyid Ebü’l-Vefâ (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Vaktini boş yere harcayan kimse câhil- dir.”

“Dünyâya aşırı düşkün, mağrur ve fitneci kimselerle dostluk kurup onların bulunduğu yerlerde dolaşmayın. Bunlarla birlikte olanın gideceği yer Cehennem’dir.”

“Eğer azığınız takvâ olursa, kıyâmet gününde selâmette olursunuz.”

“Dünyâ zıll-i zâildir. Ona güvenen nâdimdir. O seninle kalırsa da, sen onunla kalmazsın. Dünyâdan çıkmadan önce, kalbinden dünyâ sevgisini çıkar. Dünyâ lezzetlerine aldanmıyan, Cennet nîmetlerine kavuşur. İki âlemde azîz ve muhterem olur. Dünyâ harâbdır. Şerbetleri serâbdır. Nî­metleri zehirli, safâları kederlidir. Bedenleri yıpratır. Emelleri arttırır. Ken- dini kovalıyandan kaçar. Ka­çanı kovalar. Nîmetleri geçici, hâlleri de­ğişicidir. Dünyâya ve buna düşkün olanlara inanılmaz. Selâmeti ve doğru yolu, ancak dünyâyı terk eden kimseler bulabilir.”

Tâbiînden, meşhûr hadîs âlimi ve velî Hazret-i Tâvûs bin Keysân (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte Re- sûlullah efendimiz buyurdular ki: “Ben kimin sevgilisi isem, Ali de onun sevgilisidir.”

Evliyânın büyüklerinden Vecîhüddîn Ömer Efendi (rahmetullahi te- âlâ aleyh) buyurdular ki: “Dört kimseden şu dört işin meydana gelmesi güzeldir: 1) Bir pâdişâhın âdil olup, halka adâletle muâmele etmesi, 2) Âlimin, ilmi, âhiretle ilgili derecelere kavuşmayı kolaylaştırmak için öğ­renmesi, 3) Tüccarın, bedeni kuvvet kazanıp, Allahü teâlâya ibâdete yar- dımcı olması için dolaşması, 4) Tövbe edip, tasavvuf yoluna girenin bu- nu Allah için yapmış olması.

Dört iş vardır ki, onlardan sakınmak lâzımdır: 1) Pâdişâhın zulme rı- zâ göstermesi, 2) Âlimin ilmini, dünyâlık ve dünyâ makamlarını elde et- meye vâsıta yapması, 3) Tüccarın bu işini mal toplayıp insanlar ara­sında parmakla gösterilmeye vâsıta yapması, 4) Tövbe edip tasavvuf yoluna girenin, riyâzet ve mücâhede ettiği halde, tasavvufun hakîkatından gâfil, habersiz olması. Böyle olanların Allahü teâlânın ga­zâbına ve azâbına uğrayıp, Cehennem’e girmesi muhakkaktır.”

Buyururlar ki: Tövbenin icâbı, ibâdettir. Bir büyüğe bağlanmanın icâbı ise, ona itâattir. Kulluğun icâbı, tövbe etmek, dâimâ Allahü teâlâyı anıp, ibâdet üzere olmak ve her zaman hocasına itâattan ayrılmamaktır.

Tâbiîn devrinde yetişen büyük âlim ve velî Vehb bin Münebbih (rah- metullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Tenbelin alâmeti üçtür: Gev­şektir. İhmâlkârdır. Vakitlerini zâyi eder. Hattâ günaha bile girer.”

“İnsanlardan dünyâyı en çok seven, kazancına haramın karışmasına aldır­mayan kimsedir. Böyle birisi, dünyâdan yüz çevirmiş gibi görünse de, harama helâle dikkat etmeyişi, onun dünyâ sevgisi hastalığına tutul­duğunun alâmeti, işâretidir.”

“İnsanların en cömerdi; Allahü teâlânın hukûkuna riâyet edip, emirle­rini ve yasaklarını yerine getirendir. En cimrisi de, bunlara riâyet etme­yendir. Etrafına çok para pul dağıtsa bile.”

“Allahü teâlânın katında, şirkin dışında en büyük günahlardan birisi, insan­larla alay etmektir.”

“Çok gıybet edip, buğz edenlerin nasîhatına güvenilmez.”

“Kendini olduğundan fazla gösteren kimse, kendi durumunu inkâr et- miş olur.”

Evliyâdan ve büyük İslâm âlimlerinden Vekî’ bin Cerrâh (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Kim, Kur’ân-ı kerîm mahlûktur derse, küf- re girmiş­tir.”

Peygamber efendimiz zamânında yaşamış büyük velî Veysel Karânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Allahü teâlâyı tanıyana hiçbir şey gizli kalmaz.”

“Ey insan bu fâni hayatta Allah korkusunu kalbinden çıkarma! Kurtu­luş çâ­resi O’na itâattedir.”

“Yüksekliği aradım, tevâzuda buldum. Başkanlık aradım, halka nasi- hatta buldum. Neseb aradım, takvâda buldum. Şeref aradım, kanâ­atte buldum. Rahat­lık aradım, zühdde buldum. Zenginlik aradım, tevek­külde buldum.”

Hanefî fıkıh âlimlerinin büyüklerinden ve şânı yüce bir velî olan Yah- yâ bin Eksem (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretleri, Me’mûn’un çocuk- larının terbiyesi ile görev­lendirilmişti. Yahyâ bin Eksem, Me’mûn zama- nında mahkeme reisliği yapı­yordu. Ona birisi gelip; “Allahü teâlâ kâdı- mıza iyi­likler verip, hâlini iyi eylesin. Bana yemek yemede ölçüm ne ol- sun, söyler misin?” dedi. Yahyâ bin Eksem; “Açlık ile tokluk arasında yi- yeceksin” dedi. O kimse tekrâr; “Gülmede ölçü ne olacak?” deyince; “Yü- zünde açıklık olacak, fakat sesini yükseltmeyeceksin.” cevâbını verdi. “Ağlama hakkında ne dersin?” diye sorunca; “Allahü teâlânın korkusun- dan ağla­dığını kimseye söyleme!” cevâbını verdi. “Amellerimi giz­leme husûsunda ne söylersin?” deyince; “Gücünün yettiği kadar gizle.” diye ce­vap verdi. “Amelimden ne kadar göstereyim?” deyince de; “Sâlih kim- selerin sana uyacağı, insanların sana îtimâd edebileceği kadar.” cevâ- bını verdi. Bu su­âlleri soran şahıs, aldığı cevaplardan çok memnun oldu.

Büyük velîlerden Yahyâ bin Muâz-ı Râzî (rahmetullahi teâlâ aleyh) bu­yurdular ki: “Açlık nûrdur. Tokluk ateştir. Şehvet odundur. Şehvet ve tokluk bir araya gelince, ateş yanmaya başlar. Sâhibini yakıp bitirir.

Yine buyurdular ki: “Dînî ve ahlâkî bir vazîfeyi îfâ etme fırsatını elden ka­çırmak, ölümden daha zordur.”

“Allahü teâlâyı sevdiğin kadar, herkes seni sever. Allahü teâlâdan korktu­ğun kadar, herkes senden korkar. Allahü teâlâya kulluk ettiğin mikdârda, herkes sana yardımcı olur.”

“Dünyâ sevgisini terk etmek gâyet zordur. Ama Cennet’e kavuşmak için, dünyâyı terketmek lâzımdır.”

“Kişinin ayağının sürçmesi, bir kusuru sebebiyledir.”

“Bir müslümanı medhedemiyorsan, bâri kötüleme. Faydalı olamıyor­san bâri zararlı olma, sevindiremiyorsan hiç olmazsa üzme.”

“Esas fakirlik, fakir olmaktan korkmak, esas zenginlik ise, Allahü teâ- lâya güvenmektir.”

Tebe-i tâbiînin büyüklerinden, hadîs, fıkıh ve kırâat âlimi, velî Yûsuf bin Esbât (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Az bir şekilde şüp­heli şeyler­den sakınmak, çok amel etmekten; az bir tevazû sâhibi olmak, nefsin istemediği bir çok ibâdeti yapmakdan daha sevâbdır.”

“Zühdün esası, sıkıntılara katlanıp, şehvetleri terk etmek ve yenilen lokma­nın helâlden olmasına dikkat etmektir.”

Büyük velîlerden ve Mısır’da yetişen Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerinden Zekeriyyâ Ensârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: “Evliyânın soh­betlerine katılmayan ve gitmeyen bir fıkıh âlimi, yenen katıksız ek­meğe ben­zer.”

“Beni kınayan bir kimse, benim tattığım zevki ve aşkı tatmış olsaydı, be­nimle birlikte âşık olurdu. Ne yazık ki, benim tattığımı tatmamıştır.”

Mısır’da yetişen büyük velîlerden Zünnûn-i Mısrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) sevdiklerine buyurdular ki: “Fesadın altı sebebi vardır: 1) Âhiret işindeki niyetin zayıflığı, 2) Bedenin şeytana esir olması, 3) Ecelin yakın olmasına rağ­men uzun emelin gâlip gelmesi, 4) Kulun rızâsını Allahü teâlânın rızâsından önde tutmak, 5) Hevâ ve hevese uyup sünneti terk etmek, 6) Önce geçenlerin iyiliklerini söylemeyip kusurlarını araştırmak.”

Yine buyurdular ki: “İnsanı arzulardan kurtaran dost ikidir. Gözü ve kulağı muhâfaza etmektir.”

“Yemekle dolan mîdede hikmet durmaz.”

“Eline geçen bir parça ekmeğin yanında, ayrıca katık olarak tuz ara­yan kimse, velîler katında umduğunu bulamaz.”

“İlim tahsil ettiği hâlde, bununla amel etmeyene âlim denilemez.”

“Eline iki ekmek geçip, bunların hangisi helaldandır diye araştırma­dan, dü­şünmeden yiyen kimse, hak yoldan felah bulamaz.”

“Kanâat eden rahat bulur, üstün olur.”

“İnsanların ayıpları ile meşgûl olan, kendi ayıbını görmez.”

“Biz öyle insanlara kavuştuk ki, onların herbirinin ilmi arttıkça, zühdü de artıyordu. Dünyâya karşı ihtiyaçsız olup, onu sevmiyorlardı. Ama siz, bu hâlin tam zıddına sâhipsiniz. İlminiz arttıkça, dünyâya karşı sevginiz artıyor. Ona ka­vuşmak için, birbirinizi iterek geçiyorsunuz. Onlar baş­kaydı. Dünyâ malını ilim elde etmek için harcarlardı, onları böyle gördük. Ama siz şimdi tam tersine; bir bilginiz varsa, dünyâlık sâhibi olmak için, ortalığa saçıyorsunuz.”

“Rûhun sıhhati az günah işlemek, bedenin sıhhati az yemektedir.”

“Sevgi seni konuşturur, korku rahatsız eder, hayâ susturur.”

“İnsanlar Allahü teâlâdan korktukları müddetçe, doğru yolda yürürler. Bu korku kalblerinden gitti mi, yollarını kaybederler.”

“Bir kula bak, vaktini boşa harcıyorsa, boş şeylerle vakit geçiriyorsa, Allahü teâlâyı anmıyorsa, bilesin ki, Allahü teâlâ onu sevmiyor.”