ÖLÜM HÂLLERİNE DÂİR - kainatingunesi.com

ÖLÜM HÂLLERİNE DÂİR

Ey biçâreler, siz ölümden kaçarsınız. Filan öldü, ben dahî onun yanında bulunacak olursam, bana dahî, bulaşır dersiniz. Ve tâun, bulaşıcı hastalık filan mahalleye geldi diyerek, başka yere kaçarsınız. Bu îtikat dahî, haramdır. Hastalık, Allahü teâlâ isterse bulaşır.

Ey biçâreler, nereye kaçarsınız! Ölüm size vaat olunmuştu. Ecel ileri gitmez! Hallâk-ı âlem size, eceliniz geldikte, göz açıp yumuncaya kadar vakit vermez. Mukadderden ne ziyâde ve ne eksik olur.

Hak teâlâ, emrini, her nerede hükm ettiyse, o kişi, malını ve evladını ve ayâlini, cümleten bırakıp, o mahalle gider. Ve toprağı olan memlekete varmayınca, canını almaya emrolunmaz.

Herkes, eceli geldikte ölür. A’râf sûresi otuzüçüncü âyetinde meâlen, (Ecelleri geldiği zaman, onu az zaman ileri ve geri alamazlar) buyuruldu.

Kişi doğmadan önce, ne kadar yaşayacağı takdîr edilmiştir. Ve kişi, ne yerde ölür ve tevbe ile mi ve tevbesiz mi ve hangi hastalıklardan ve îman ile mi, yoksa îmansız mı gider, cümlesi levh-i mahfûza yazılmıştır. Nitekim, Lokman sûresi son âyetinde buna işaret vardır.

Hallâk-ı âlem ölümü yarattı. Sonra diriliği yarattı. Sonra rızkımızı yarattı ve levh’e yazdı.

İmdi, Hak teâlâ, sizin günde ne kadar nefes alıp verdiğinizi bilicidir. Ve levh’e yazmıştır. Melekler, gözetirler, vakti gelince, melek-ül-mevte haber verirler.

Ve eğer hayatında, Kur’an-ı kerim ile sâbit olan sözleri, inanıp tutmuş isen, saadet ile gidersin! Cümle şeyleri, Allahü teâlâdan bil! Vefât edenin ardınca, feryâd etme! Bunlar gibi şeyler, îmansız gitmeye sebebdir. Neûzübillah. Günah ve hatâ vâki’ olursa, tevbe-i nasûh etmelidir.

Hak sübhânehu ve teâlâ, Azrâîla buyurur: (Dostlarımın canını, âsân al, düşmanlarımın canını güç al!) El-ayâz-ü billah, eğer âsî olursa!

Kıyâmetin bir gününün miktârı bin yılca ola veya ellibin yılca ola. Bu husûsta, tefsîr çoktur. Secde sûresinin beşinci ve Me’âric sûresinin dördüncü âyetlerinden anlaşılmaktadır.

Ba’dehu, o melekler, âsînin canını azâb ile alırlar. Dil ile vasf olunamaz. Bizi yoktan var eden Allaha sığındık. Bazı meyyit, döşeğinde, yay gibi, o yana bu yana döner. Nitekim, Allahü teâlâ Vennâziâti sûresinde buyurur. O melekler azâblar edip, birbirine söyleşirler. Cebrâîl o meleklere der ki, (Merhamet etmeyin!) Münâfıkların canı, burnunun ucuna gelir. Yine koyuverirler. Her azasını,öyle sıkarlar ki, gözlerinin nûru dökülür. Melekler, diyeler ki: (Sen Cennetlik değilsin! Hallâk-ı Cihân, sana gadap etti! Sana inayet yoktur! Sen diri iken işlediğini unuttun mu? Ey yaramaz kişi! Sana şol azâb hazırlandı ki, münâfıklar ve kâfirler azâbıdır. Zîrâ, sende namaz yok, zekât yok, sadaka yok, fakirlere merhamet yok idi. Haramdan sakınmazdın, bütün işlerin fesat idi. Gıybet ederdin, yine de Allah kerimdir derdin, işte azâb dahî, elîmdir.) Pes, Hak sübhânehü ve teâlâ hazretlerinden hitâb gele ki: (Şol münâfıklar, bir gün dahî ölümlerini hâtırlamadılar. Mütekebbir olurlardı. Farz, sünnet, vâcibi tutucu değillerdi. Şimdi benim azâbımı görsünler!) Yine zebânîler, tırnaklarının dibinden yapışıp, canını göğsünün damarlarından çıkarırlar ve hulkûma götürüp, yine koyuverirler. Pes, yine hitâb gele ki, (Âlimler size bildirmedi mi? Kitabımızı okumadınız mı? Gâfil olmayın, şeytana uymayın, demedi mi? Her şeyi, Allahdan bilin demedi mi?) Dünya cîfesine harîs olmayın! Allahü teâlânın verdiğine kanaat edin, fakir kullarına merhamet edin, miskînleri taâmlandırın! Allahü teâlâ, şol pâdişâhdır ki, sizi yarattı ve üzerine aldı ki, besleye ve sana Ondan bir belâ gelse yine Ona çağırasın, yalvarasın ve dermânı Ondan dileyesin. Ben hekimlere akça verdim ve iyi oldum deme! Allahü teâlânın inayetinden bil! O senin malım dediğin, sana emânettir. Ondan, sizin derdinize dermân yoktur. Helâl ise, Hesabını vermeye memursunuz. Dahî, Hak sübhânehü ve teâlâ, ne kadar takdîr ettiyse, alırsın, ne maldan ve ne evlattan ve ne dosttan, her ne kadar feryâd etsen ve hangi sahrâya kaçsan, kurtulamazsın. Ancak, toprağın nerede ise, o yere defnolunursun. Ecelin gelmedikce, sana kimseden ziyân gelmez. Yalnız tehlikeden korunmakla ve derdlere devâ olan sebeplere yapışmakla emrolundun.

Ve ne zaman Hak teâlâ, size sağlık gibi, mal gibi, evlat gibi nîmet verse, sevinip Elhamdü-lillah, bizim Rabbimiz bize ikrâm eyledi dersiniz. Ne vakit Allahü teâlâ size musîbet verse, yâni size bir belâ verse, gam çekersiniz, sabr etmezsiniz, Şükretmeyi unutursunuz.

Pes, Hak teâlâdan hitâb gele ki: (Yâ meleklerim! Onu tutun!) Melekler, onun canını cemî’ kılları dibinden alıp, yine koyuverirler. Hak teâlânın azâb ettiğini, kimse halâs etmeye kâdir değildir.

O ölüm döşeğinde yatan kimse, bu azâbı görüp, ah, ah, keşke dünyada iken amelimi îfâ ve edâ edeydim de, bugün, bu siyâseti çekmeseydim der. Yine, o hastayı bekleyen kişilere, hitâb gele ki: (Ey benim mütekebbir kullarım! İşte bu dostunuzu, mal harcayıp kurtarınız! Dünyada benden gelen belâya sabr etmezsiniz, benden şikâyet edersiniz. İşte bu kul, azâbda ve canı hulkûma geldi. Benim kudretimden!) Melekler bu nidâyı işitip, (Ey Rabbimiz! Senin azâbın haktır) deyip secdeye kapanalar. Hak teâlâ bunları, Kur’an-ı kerimde haber vermektedir. Sonra, yine meleklere, tutun diye nidâ gelir. Pes, öyle tutalar ki, her yerinin, bir kılının dibi dahî boş kalmaya. Melekler bir uğurdan haykırıp: (Ey Allahın âsî kulunun canı, gel çık teninden. Bugün o gündür ki, sana azâb ola. Allahü teâlâdan gayriye muhabbet eylediğinden ötürü, mütekebbir olup, fakirlere selâm vermezdin, haram olan şeyleri yapardın, bâtılı hak görürdün ve hakkı bâtıl görürdün) diyeler. Bunlar Kur’an-ı kerimde haber verilmektedir.

Pes, sonra o kişi, meleklere diye ki, bir dem aman verin, aklımı başıma devşireyim, deyince, göre ki, melek-ül-mevt başı ucunda durmakta. Onu görünce, bu azâbları unutup, titremeye başlaya. Melek-ül-mevti gördükte, deye ki, bunca melekler azâb ederken, sen kimsin ve neye geldin? Ondan sonra ölüm, bir heybetli âvâz ile, çağırıp deye ki: Ben, şol ölümüm ki, seni dünya yüzünden çıkarsam gerek. Ve evlatlarını yetîm kılsam gerek ve dünyada sevmediğin akrabâna malını miras etsem gerek.

Ölümden bu sözleri işitince titreyip, yüzünü öte beri çevire. Zîrâ, alâmeti budur ve hadis-i Buhârîde, Resûl-i ekrem, (Melekleri işitince, yüzünü duvara çevirir, önünde ölümü ayakta görür) buyurur.

Her ne tarafa dönerse, ölümü o tarafta göre ve yine arkası üzerine döne.

Melek-ül-mevt bir şiddetli âvâz ile çağırıp, deye ki, ben o ulu meleğim ki, babanın ve ananın canlarını aldım, sen o vakit, orada hazır idin ne faydan oldu? İşte, cümle dostların bakarlar, ne fayda? Dahî, ben şol ulu meleğim ki, tahkîk, öldürdüğüm senden evvelkilerin kuvvetleri senden ziyâde idi.

Bu yatan kişi, meleklerle bu kadar söyleştikte, azâb melekleri çekilip giderler. Azrâîlı bu heybet ile gördükte, o saat aklı zâil olur.

Azrâîl suâl ede ki, dünyayı nice gördün? Deye ki, dünyanın mekrine aldandım da, bu hâle geldim.

Ve Hallâk-ı cihân, dünyayı bir kadın şekline koya, gözleri gök ve dişleri öküz boynuzu gibi, bir kabîh kokuyla gelip, göğsünün üzerine otura.

Sonra, o kişinin malını karşısına getirirler. Kahr ile, haram ve helâl demeyip kazandığı malı, gözünün önünde vârislerine verirler.

Ve ondan sonra o mal kendi sahibine, (Ey âsî! Beni kazandın, nâhak yere harcadın, sadaka, zekât vermedin. Şimdi ise, senden çıktım, senin istemediğin kimselerin eline girdim, senden minnetsiz aldılar) der.

Pes, bu hâl içindeyken, susayarak ve yüreği yanıp tutuşarak, dört yanına bakar.

Sonra, bu hâldeyken, şeytan fırsat bulup, îmanını almak için, başının ucuna gelir. O merdûd elinde bir kadeh tutar. İçinde, buzlu su, hastanın başının ucunda o kadehi çalkarlar. Onu görür ve işitir. O mahalde ve o ânda, fakir ve zenginin hâli belli olur.

Eğer saadetsiz ise, getir şu sudan içeyim der. O mel’ûnun canına minnet olur. Der ki, -hâşâ- âlemlerin yaratıcısı yoktur, de! Eğer şakî ise, dediği gibi söyler ve -el-ayâzü billah- îmanı gider. Lâkin, her şeyde, yine hikmet Hüdânındır ki, o hâlde olan hastanın yanında su bulundurmak gerek. Ve sıkça sıkça, ağzı açıp, su vermek lâzımdır.

Eğer, hidâyet erişir ise, şeytana lânet edip red eder.

Pes, vadesi tamam oldukta -Eğer mümin ise- emrolunur. Azrâîl canını alır. Üçyüzaltmış melek, o canı Azrâîlın elinden alıp, cümle yârânı ve dostları sûretine girip, uçmak hullelerini giydirip, ruhunu Cennet sarayına ileteler ve yine -derhal- meyyitin yanına getireler.

Ve eğer, îmansız gittiyse, üçyüzaltmış siccîn melekleri, Cehennemden, katrandan daha kara zakkum yaprağı getirip, o îmansız çıkan ruhunu, ona sarıp, derhal Cehenneme iletip ve yerini gösterip, yine yanına getirirler.

Ve dahî, bir kişi bâliğ olup, dünyada ne kadar yaşarsa ve isyânda bulunup, tevbesiz giderse -neûzü billah- bu ukûbetleri görür ve kıyâmette rüsvâ olur ve onun gideceği yer dahî, Cehennemdir. Meğe Allahü teâlâdan hidâyet erişe yâhut şefaat-i Muhammedî yetişe.