Râfızînin Bir Gecede Dişlerinin Dökülmesi - kainatingunesi.com

Ebû Bekr, Ömer ve Osmân “radıyallahü anhüm” Menâkıbı:

Râfızînin Bir Gecede Dişlerinin Dökülmesi

Beşinci Menâkıb:

İstanbulda Mustafâ Pâşa Câmi’inde halka nasîhat eden, Sünbül efendi seccâdesinde halîfe olan Hasen efendi “rahimehullah” rivâyet eder. Arabistânda seyâhat ederken, Hasen-i Basrî “kuddise sirrûh” hazretlerinin mezârını ziyâret etmek niyyeti ile Basraya vardım. Hâcı Ahmed derler bir mü’min muvahhid kimsenin odasına müsâfir oldum. Birkaç gün orada müsâfir kaldım. Konuşma esnâsında, hâcı Ahmed hikâye eyledi ki, şehrimizde Yahyâ adlı bir imâm var idi. Gâyet ilm ve söz sâhibi bir kimse idi. Lâkin râfizîlerden idi. Def’alarca, hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer-ül Fârûk ve hazret-i Osmân bin Affân “radıyallahü teâlâ anhüm” haklarında nice uygunsuz sözler işitdik. Ammâ gelen pâşaların koltuğuna girmekle [onlar ile iyi geçinmek ile] kimse ona bir şey yapmağa cür’et edemezdi. Onların ona zararı olmazdı. Hattâ bir gün pâşaya benden şikâyet eder. Benim onun ardında nemâz kılmadığımı müslimânları onun arkasında nemâz kılmakdan, ona uymakdan men’ etdiğimi söyler. O da beni çağırıp, niçin imâma uyarak nemâz kılmazsın, dedi. Ben de dedim ki, sultânım, ahvâline vâkıf olduğum için uymuyorum. Pâşa ıtâb tarîkiyle [azarlama yolu ile] dedi ki, elbette uyup nemâz kılmalısın, yoksa sen bilirsin, hâlini perîşân ederim. Ben dedim ki; sultânım! Göz göre göre kişi kendini ateşe bırakır mı? Bir kimsenin ahvâlini bildikden sonra, o ânda başımı dahî kessen ona uyup [iktidâ’ edip] nemâz kılmam, dedim, dışarı çıkdım. Birkaç günden sonra, bir gün çarşıda otururken, o râfizî imâm Yahyâyı gördüm. İmâm durmayıp, yüksek sesle çağırıp, yanıma gelin müslimânlar diye seslenir. Acele ile, acaba ne haber var diye yanına vardık. Gördük ki, avucu içine dişlerini doldurmuş. Ne oldu diye süâl etdik. Cevâb verdi ki, bunlar, ağzımda olan dişlerimdir. Bu gece rü’yâmda gördüm. Kıyâmet kopmuş. Bana da susuzluk ârız olmuş ki, helâk olmak üzereyim [ölmek üzereyim]. Mahşer yerine giderken bir büyük havuz gördüm. Kenârında yaşlı, nûr yüzlü biri durur. Gelip-geçenlere su ulaşdırır. Yanına vardım. Süâl etdim ki, sen kimsin. Ebû Bekr-i Sıddîkım “radıyallahü anh”, dedi. Ben dedim ki, dünyâda iken ben seni sevmezdim. Suyundan da içmem. Sonra havuzun bir tarafını dolaşdım. Uzun boylu, salâbetli [sağlam] ve mehâbetli [heybetli] sultân durur. Gelenlere su ulaşdırır. Yanına varıp, dedim ki, sen kimsin. Dedi ki, Ömer-ül Fârûkum “radıyallahü anh”. Ne dünyâda iken severdim, ne şimdi. Suyundan içmem deyip, havuzun bir tarafını dolaşdım. Gördüm ki bir alîm ve selîm bir pîr-i mubârek durur. Gelene ve gidene su ulaşdırır. Nûr yüzünden ışık vurur. Yanına varıp, dedim, sen kimsin! Ben Osmân-ı Zinnûreynim “radıyallahü anh”. Ben dedim. Seni dünyâda sevmezdim. Suyundan da içmem. Havuzun o köşesini de dolaşdım. İri yapılı, orta boylu, uzun sakallı ve şecâ’at ve mehâbetli [heybetli] ve cesâretli bir sâhib-i se’âdet su ulaşdırır. Havuz kenârına, yanına vardım. Dedim ki, sen kimsin. Dedi ki, Aliyyül mürtedâyım “radıyallahü anh”. Ben hemen mubârek ayaklarına düşüp, yüzümü ve gözümü sürdüm. Dedim ki, sultânım, meded bana. Bir içim su ihsân et ki, gâyet susamışım. Buyurdu ki, yukarıda benim kardeşlerime rast gelmedin mi. Ben dedim, evet rast geldim. Lâkin ben onları sevmiyorum. Sularını da içmedim. Seni severim. Suyundan içmek isterim, deyince, İmâm hazretleri “radıyallahü teâlâ anh” benim sûratıma bir tokat vurdu ki, o ızdırâb ile uyandım. Bütün dişlerim avucumun içine düşdü. Ey müslimânlar, bu âna kadar dalâlet yolunda idim. Allahü teâlâya hamd olsun ki, Allahü Sübhânehü ve teâlâ şimdi hidâyet edip, doğru yola kavuşdum, deyip, çihâr yâr-i güzînin muhabbetini kalbinde ihlâs ile yerleşdirdi. Rübâi:

Gördüğü rü’yâda ki, döküldü bütün dişleri,

Se’âdet yolunu buldurdu, dökülen bu dişleri.

Zebânîler ona ateşi hâzırlamışlar iken,

Böylece kurtuldu o elîm ateşden!