RÛH - kainatingunesi.com

RÛH:

  1. Can; bedene hayâtiyet (canlılık) veren kuvvet.

Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyuruyor ki:

Yâ Muhammed! Sana rûhtan soruyorlar. De ki: Rûh, Rabbimin emrindendir (O’nun yarattığı varlıklardan biridir. Bu husûsta) size, az bir ilimden başkası verilmemiştir. (İsrâ sûresi: 85)

Şehîdlerin rûhları, arş-ı ilâhîdedir. İstedikleri zaman Cennet’in diledikleri yerlerine gidip, tekrar kendi makamlarına dönerler. (Hadîs-i şerîf-Dürret-ül-Fâhire)

Dînimiz, rûhun ne olduğunu anlatmağı men (yasak) etmektedir. Bunun için İslâm âlimlerinden çoğu, rûhun ne olduğunu konuşmaktan kaçınmışlardır. Kur’ân-ı kerîmden anlaşılıyor ki: Rûhun yalnız hakîkatini, ne olduğunu konuşmak yasaktır. Yoksa hassalarını, özelliklerini anlatmak yasak değildir. (Ali bin Emrullah)

Rûhun nasıl olduğunu dînimiz açıkça bildirmedi. Rûh madde değildir. Sıfat da değildir. İnsan öldükten sonra rûhu yok olmaz. İdrâk etmesi ve anlaması vardır. Şakî olanların yâni kâfirlerin ve fâsıkların (açıktan büyük günâh işleyenlerin) rûhları azâbdadır. Saîdlerin, yâni mü’minlerin, sâlihlerin (iyi kimselerin) rûhları, nîmetler ve lezzetler içindedir. (İmâm-ı Gazâlî)

İnsan ölünce, cesed çürüyünce, rûh yok olmaz. Ölmek, rûhun bedenden ayrılması demektir. Rûh, bedenden ayrılınca, maddî olmayan âleme karışır. (Ali bin Emrullah)

Peygamberler, öldükten sonra da peygamberdirler. Çünkü, peygamber olan ve îmân sâhibi olan rûhtur. İnsan ölünce, rûhunda bir değişiklik olmaz. İnsan, beden demek değildir. İnsan, rûh demektir. Beden, rûhun konak yeridir. (İmâm-ı Abdullah Nesefî)

Peygamberlerin rûhları, göklerde ve diledikleri yerlerde ve kabirlerinde görünür. Kabirlerinde her ân bulunmadıkları gibi, büsbütün ayrı da kalmazlar. Kabirleri ile ilişkileri ve o toprağa ayrı bir bağlılıkları vardır. Bunun nasıl olduğu bilinemez. Her müslümanın rûhu ile kabri arasında, devâmlı bir bağlılık vardır. Kendilerini ziyâret edenleri anlarlar, selâmlarına cevâb verirler. (Ali bin İsmâil)

Resûlullah efendimize, vefâtından sonra da, mübârek rûhuna bağlanmak, elbet daha faydalı, hattâ lâzım ve vâcibdir. Fakat O’nun mübârek rûhuna bağlanmak, yâni inanmak ve sevmek, böylece mübârek kalbinden fışkıran feyzlere, (bereketlere) kavuşmak için; O’nu tanımak, îtikâdı (inancı) doğru olmak, bid’atlerden (dinde olmayıp, sonradan ortaya çıkan şeylerden) sakınmak ve İslâm dînine uymak lâzımdır. (S. Abdülhakîm-i Arvâsî)

Rûhun lezzetlerinin en tatlısı, en yükseği; âhirette, Allahü teâlâyı görmek olacaktır. (Ali bin Emrullah)

İslâm âlimleri, kalb, rûh mütehassısları olup, herkesin istidâdına (kâbiliyetine) uygun rûh ilâclarını, hadîs-i şerîflerden seçerek söylemişler ve yazmışlardır. Peygamber efendimiz, dünyâ eczâhânesine yüz binlerce ilâc hazırlayan baş tabib olup, evliyâ ve âlimler de, bu hazır ilâçları, hastaların derdlerine göre dağıtan, emrindeki yardımcı tabîbler gibidir. (Abdülhakîm-i Arvâsî)

Allah adamları, kalb hastalıklarının tabîbleridir. Bâtın (iç, gizli, mânevî) hastalıklarının giderilmesi, bu büyüklerin tedâvîsi ile olur. Bunların sözleri, rûh ilâçlarıdır. Bakışları şifâdır. Onlarla berâber bulunanlar kötü olmaz. (Ahmed Fârûkî)

  1. Bir şeyin özü, cevheri, hakîkati.
  2. Emr âleminin beş latîfesinden biri.

Bizim seçtiğimiz yolda (müceddidiyye yolunda) ilerlemeye kalbden başlanır. Kalb madde değildir. Maddesiz, ölçüsüz olan âlem-i emrdendir. Bu yolda kalbi geçtikten sonra, kalbin üstünde olan rûh mertebesinde, sonra sırasıyla sır, hafî ve ahfâ latîfelerinde ilerlenir ve herbirine mahsus mânevî ilimlere kavuşulur. (Ahmed Fârûkî)

Rûh-ul-Emîn:

Dört büyük melekten Cebrâil aleyhisselâm. (Bkz. Cebrâil Aleyhisselâm)

Rûh-ul-emîn’in vazîfesi, peygamberlere vahiy getirmektir. O değişik şekillere girebilmekte idi. Nitekim, Peygamber efendimize değişik şekillerde görünmüştür. Ekseriyâ, Eshâb-ı kirâmdan (Resûlullah efendimizin arkadaşlarından) Dıhye-i Kelbî’nin sûretinde gelirdi. Aslî şekliyle görünmesi ise, biri ilk vahiy getirdiği Hira dağında ve diğeri Mî’râc esnâsında olmuştur. Her sene bir kere gelip, o âna kadar inmiş olan Kur’ân-ı kerîmi, Levh-i mahfûz’daki (Allahü teâlânın, ezelde takdîr ettiği şeylerin yazıldığı yerdeki) sırasına göre okur, Peygamber efendimiz de dinler ve tekrar ederdi. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)

Rûh-ul-Kuds:

  1. Cebrâil aleyhisselâm.

Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

Meryem oğlu Îsâ’ya da beyyineler (çok açık deliller ve mûcizeler) verdik ve onu Rûh-ül-kuds ile takviye ettik, kuvvetlendirdik. (Bekara sûresi: 87, 253)

De ki; onu (Kur’ân-ı kerîmi) îmân edenlere tam bir sebat vermek, müslümanlara bir hidâyet ve bir müjde olmak için Rabbinden hak olarak Rûh-ül-kuds indirmiştir. (Nahl sûresi: 102)

Rûh-ül-kuds kalbime şöyle ilkâ etti (bildirdi ki): “Allah’tan başka kimi seversen sev, mutlaka ondan ayrılacaksın. (Hadîs-i şerîf-İhyâu Ulûmiddîn)

  1. Allahü teâlânın Îsâ aleyhisselâma ihsân ettiği kudret, kuvvet.

Îsâ aleyhisselâmdan sonra Îsevîler bozuldular. Doğru yoldan uzaklaştılar. Îsâ aleyhisselâmın uydurma resim ve heykellerini yaptılar. Haç işâretlerini kabûl ettiler ve bunu bir sembol edindiler. Îsâ aleyhisselâmı Allah’ın oğlu kabûl ettiler. Hâlbuki Îsâ aleyhisselâm onlara kat’iyyen böyle bir şey söylememiş, onlara ancak Rûh-ul-kuds’ten bahs etmiştir. (Herkese Lâzım Olan Îmân)

  1. Hıristiyanlıktaki teslis (üçlü tanrı) inancında, baba-oğul unsurlarından türeyen üçüncü unsur.

Hıristiyanlar hem Allah’a hem de O’nun oğlu kabûl ettikleri Îsâ’ya (aleyhisselâm) bir de Rûh-ul-kudse inanmak zorunda kalınca, bütün hak dinlerin esâsı olan Allahü teâlâ birdir ve değişmez yaratıcıdır inancından uzaklaşarak üç tanrıya birden tapmak durumuna düştüler. Bu inanışa teslis adı verilir. (Harputlu İshâk Efendi)

Îsâ aleyhisselâmın hak dîni kendisinden sonra düşmanları tarafından sinsice değiştirildi. Bolüs (Pavlos) adındaki bir yahûdî, Îsâ aleyhisselâma inandığını söyleyerek ve Îsevîliği yaymaya çalışıyor görünerek Allahü teâlânın indirdiği İncîl’i yok etti. Daha sonra Îsevîliğe teslis (üçlü tanrı) fikri sokuldu. Baba-Oğul-Rûh-ül-kuds diye akıl ve mantığın kabûl edemeyeceği bir inanış sistemi kuruldu. (Harputlu İshâk Efendi)

  1. İsm-i âzam.

Bâzı âlimler Rûh-ul-kudsten maksad, İsm-i âzam duâsıdır. “Îsâ aleyhisselâm ölüleri bu duâyı okuyarak diriltir, birçok mûcizeleri, bunu söyleyerek gösterirdi” demişlerdir. (Fahreddîn-i Râzî)

  1. İncîl.

Bâzı âlimler de Rûh-ul-kudsten maksad İncîl’dir demişlerdir. Şûrâ sûresi 52. âyet-i kerîmesinde; “Sana nezdimizden bir rûh vahy ettik” buyrulmuştur. (Fahreddîn-i Râzî)

  1. Allahü teâlânın hayat verici, koruyucu mânâsına gelen sıfatları.

Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem İslâm şâirlerinden birkaçına kâfirleri kötülemelerini emir buyurdu. O şâirlerden biri Resûlullah’ın önünde minbere çıktı. Herkese karşı kâfirleri kötüleyen şiirleri okudu. O server aleyhissalâtü vesselâm; “Bu, kâfirlerin kötülüğünü açığa vurdukça, Rûh-ul-kuds bununla berâberdir” buyurdu. (İmâm-ı Rabbânî)

Rûhlar Âlemi: Maddî olmayan âlem. (Bkz. Âlem)

Hızır aleyhisselâm, rûhânî olarak dedi ki: “Biz, rûhlar âlemindeniz. Allahü teâlâ, bizim rûhlarımıza öyle kuvvet vermiştir ki, insan şeklini alırız. İnsanların yaptığı işleri, bizim rûhlarımız da yapar. İnsanların yaptığı gibi, yürür, durur ve ibâdet ederiz. (İmâm-ı Rabbânî)