Semud kavminin helak edilmesine sebep olan bazı hususiyetler - kainatingunesi.com

Semud kavminin helak edilmesine sebep olan bazı hususiyetler

1-Küfür üzere idiler.Sâlih’i (a.s.) yalanlıyorlardı. Tuğyan yani küfürde çok ileride idiler. Kötülüklerin en kötüsü, Allahü tealaya inanmamak, ateist yani dinsiz olmaktır. İnanılması lazım olan bir şeye inanmamak küfür olur. Meleklerin, insanların ve cinnin iman etmeleri, inanmaları emr olundu. Allahü tealanın var olduğunu anlamamak, düşünmemek günah olur. Allahü teala tarafından bildirilenlerden birine inanmamak, hepsine inanmamak olur. Herbirini bilmeden, hepsine inandım demek de iman olur. İman hasıl olmak için, küfür alameti olan şeylerden sakınmak da lazımdır. Dinin emir ve yasaklarından birini hafif görmek, Kur’an-ı kerim ile, melekle, peygamberlerden biri ile alay etmek, küfür alametlerindendir. İnkar etmek, yani işittikten sonra inanmamak, tasdik etmemek demektir. Bundan dolayı, şüphe etmek de, inkar olur.

2-Dinin temeli olan hususlarda Sâlih’e (a.s.) itaat etmeyip, nefslerinin arzu ve isteklerine uydular. Düşmanlık ve kibir gösterdiler.

Kur’an-ı kerimde; “Semud kavmi, gönderilmiş olan peygamberlerini (Saih’i (a.s.)) tekzip ettiler (yalanlayıp kabul etmediler).” (Şuara suresi:141), İmana gelmeyip tekebbür üzere olan o kavmin ileri gelenleri, zayıf ve aciz addettikleri mü’minlerle istihza (alay) ederek dediler ki: “Siz, Saih’in gerçekten rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu biliyor musunuz?” Mü’minler (tam bir iman bütünlüğü içinde sağlam bir imanla); Evet, (onun) bize ve size peygamber olduğunda şek ve şüphemiz yoktur” dediler. (O zaman) iman etmeyi kibirlerine yediremeyenler; “Biz sizin iman ettiğiniz şeye inanmıyor, inkar ediyoruz” dediler” buyuruldu.” (Â’raf suresi :75-76) Nefse uymak kötü huylardandır. Bunun kötü olduğu, ayet-i kerimelerde açıkça bildirilmiştir. Nefsin arzularının insanı Allah yolundan saptırıcı olduğu, Kuran-ı kerimde haber verilmiştir. Çünkü nefs, daima Allahü teâlâyı inkar, O’na inad, isyan etmek ister. Her işte, nefsin arzularına uymak, nefse tapınmak olur. Nefsine uyan, küfre veya bid’at sahibi olmaya, yahut fıska yani haram işlemeye başlar. Ebu bekr Tamistani diyor ki: “Nefse uymaktan kurtulmak, dünya nimetlerinin en büyüğüdür. Çünkü nefs, Allah ile kul arasındaki perdelerin en büyüğüdür.” Sehl bin Abdullah Tüsteri diyor ki: “İbadetlerin en kıymetlisi nefse uymamaktır.” Resullullah efendimiz (s.a.v.), uzun bir hadis-i şerifin sonunda buyurdu ki: “İnsanı felakete sürükleyen üçdür: Hasislik, nefse uymak, kendini beğenmek.” İmam-ı Gazali buyurdu ki: “Allahü teâlânın, insana yardımına mani olan perdelerin en kötüsü, ucbdur. Yani ayıplarını görmeyip, kendini beğenmektir.”

Hadis-i şerifte; “Ümmetimin, iki kötü huya yakalanmalarından çok korkuyorum. Bunlar, nefse uymak ve ölümü unutup dünya arkasında koşmaktır.”  buyuruldu. Nefse uymak, islamiyet’e uymaya mani olur. Ölümü unutmak, nefse uymaya sebep olur.

Hadis-i şerifde; “Aklın alameti; nefse galib ve hakim olmak ve öldükten sonra lazım olanları hazırlamaktır. Ahmaklık alameti, nefse uyup Allahü teâlâdan af ve merhamet beklemektir.”

3-Rey (kendi görüşlerine uymak); Semud kavmi kendi görüşlerini dini nasslarına (esaslarına tercih ediyor, ona uyuyorlardı. Kuran-ı kerimde; “Sâlih (onlara) dedi ki: “Ey Kavmim! Bana haber verin. Rabbim teâlâ bana açık bir beyyine (mucize) ve rahmet, peygamberlik vermişken, eğer ben risaleti tebliğ ve sizi Allahü teâlâya davet etmeyip O’na asi olursam, beni O’nun azabından kim kurtarır. Beni kendinize tabi kılmakla bana hüsrandan başka bir şey artırmazsınız” buyuruldu. (Hud suresi:63) Bu ayet-i kerimede Semud kavmini nassa muhalefetle hasıl olan şeyden korkutmak ve onları günahlardan sakındırmak manası vardır.

4-Nasihat edenlere buğz etmek, kızmak, ondan rahatsız olmak: Allahü teâlâ Kuran-ı kerimde Sâlih’in (a.s.), kavmine mealen şöyle söylediğini buyurdu. “Ey kavmim! Ben size Rabbimin risaletini tebliğ ettim ve size nasihat ettim. Lakin siz nasihat edenleri sevmezsiniz.” (Â’raf suresi: 79)

Haris bin Esed Muhasibi (r.a.) kitabında Hz. Ömer’in şöyle buyurduğunu bildiriyor. “Birbirine nasihat etmeyen ve nasihat edenleri sevmeyen bir kavimde (cemiyette) hayır yoktur.”

Beyheki “Şuab-ül-iman” kitabında, İbn-i Mes’ud’dan (r.a.) şöyle rivayet etti: “Allahü teâlânın katında en büyük günah, bir kimse diğerine Allahü teâlâdan kork dediği zaman, diğerinin ona; “Sen kendine bak, sen mi bana emrediyorsun?” demesidir.”

5-Yeryüzünü ifsad edenleri itaat etmek, yaptıkları fesad ve bozuk işlerinde muvafakat etmek: Kuran-ı kerimde; “Şimdi, Allahü teâlâdan korkun. Size tebliğ ettiğim (bildirdiğim) O’nun emir ve yasaklarında bana itaat edin. Yeryüzünde bozgunculuk yapanların, ıslah yapmayanların emrine itaat etmeyin” buyuruldu. (Şuara süresi:150-151). Bu ayet-i kerimede; “Onlar ıslah yapmazlar” diye te’kid yapılmasında, onların fesadlarında salah olmadığı, onların iyi hasletlerinin bulunmadığına işaret vardır.

6-Hayır ehli ile (mü’minlerle) tetayyür, yahut mutlak tayare ve teşe’üm: Sâlih’in (a.s.) nasihatleri üzerine kavmi; “Ey Sâlih! Biz seninle ve sana iman eden maiyetinle (mü’minlerle) teşe’üm ederiz. Zira bu dini kavmine anlattığından beri bizim başımız beladan kurtulmuyor ve biz sizin sebebinizle uğursuz olduk. Bir çok musibetlere uğradık. Bunların hepsi sizdendir. Çünkü siz böyle bir din meydana koymadan evvel, bu belalardan hiçbirisine maruz kalmazdık” demekle Sâlih’e (a.s.); sertlik, kabalık, küstahlık gösterdiler. Sâlih (a.s.), onların mukabelelerini (karşılıklarını) işitince; “Ey Kavmim! Sizin uğursuzluğunuz Allah katında takdir edilmiştir. Zira siz iradenizi küfre ve bela icab edecek bir takım günahlara sarfettiğinizden, Allahü teâlâ sizin başınıza gelecek belaları takdir etmiştir. Siz öyle bir kavimsiniz ki; hayır, şer, izzet, zillet ve rahat ve şiddetle imtihan olunuyorsunuz. Lakin bilmiyorsunuz” teşe’ümün yani uğursuzluğun kendi işleri neticesi olduğunu bildirdi. Semud kavmi kıtlık ve mallarının telef olması gibi sevmedikleri bir takım afetlerin meydana gelmesine, Sâlih’in (a.s.) ortaya koyduğu hak dini sebep saydıklarından; “Biz seninle tetayyür yani teşe’üm ederiz ve kötülüklere sebep sizsiniz” demişlerdir.

7-Kadınlara itaat emek: Kıdâr ve Mısda’ deveyi öldürmeye iten sebep, Saduf ve Uneyze isimlerindeki kadınlara itâat etmeleri idi. Kadınlara kanarak deveyi boğazlayan bu insanlar, evvel gelenlerin en şakisi oldu. Kadının, haram yolla kendisini veya bir başkasını erkeğe teklif etmesi en büyük günahlardandır. Saduf ve Uneyze’nin durumu böyledir. Allahü teâlâ ikisini de takbih buyurdu. Çünkü bunlar Mısda’ ve  Kıdâr’a mübah olan evliliği teklif etmeyip haram ve gayr-i meşrû olanı teklif ettiler. Kudai, İbn-i Asakir, hazret-i Aişe’den (r.anha) rivayet ettikleri hadis-i şerifde; “Kadınlara itâat nedamettir” buyruldu. Allahü teâlâ Nisâ suresi 34. ayet-i kerimesinde mealen; “Erkekler, kadınlar üzerine hakimdirler. Çünkü Allahü teâlâ bazı kullarını bazısından üstün yaratmıştır. Hem de, erkekler, kendi mallarını, onlar için harcederler. Kadınların iyileri Allahü teâlâya itaat eder ve zevclerinin haklarını gözetirler. Zevcleri namuslarını ve mallarını, Allah’ın yardımı ile korurlar. Hıyanet etmesinden korktuğunuz kadınlara, zevc haklarını  öğretin ve tatlı sözlerle nasihat edin! Onları yatağınızdan ayırın” buyurularak erkeklerin kadınlardan üstün olduğu bildirildi.

8-Cemal sahiplerine (güzel kadınlara) rağbetten dolayı, masiyete günaha ve belaya düşmek. Bir kimse malından ve güzelliğinden dolayı bir kadın ile evlenirse, o kimsenin dinine zarar gelir. Nitekim Kıdâr ile Mısda’nın durumu böyledir.

Evlenebilmek için önce, dinin emir ve yasaklarını öğrenmek, nefsi dine uyar hale getirmek, gönül sahibi olmak, olgunlaşmak lazımdır. Ondan sonra, sünneti yerine getirmek niyeti ile evlenir. Edebi, hayası, ahlakı olan; dinin, imanını, islam’ın şartlarını öğrenmiş, dine uyan, sokakta İslamiyet’in emr etdiği gibi örtünen bir kızla nikahlanır. İffet sahibi, dinini kayıran bir kız aramalıdır. Malı ve güzelliği çok olanı aramamalıdır. Mal için güzellik için iffeti ve salahı elden kaçırmamalıdır. Hadis-i şerife buyruldu ki; “Kadın, ya malı için, veya güzelliği için, yahut dini için alınır. Siz dini olanı alınız! Malı için alan, malına kavuşamaz. Yalnız cemal için alan, cemalinden mahrum kalır.” Din ile cemalin (güzelliğin) birlikde olması çok iyi olur.

9-Dünyâ malına aldanmak: Semud kavmi, ömürlerinin uzunluğuna, rahatlıklarına, mallarının-mülklerinin çokluğuna güveniyorlardı. Salih (a.s.) onlara dedi ki: “(Ey Kavmim!) Şu bulunduğunuz halde, bahçeler, pınarlari ekinler ve latif (hoş) tomurcuklanmış hurma ağaçları arasında ve dağlardan yonttuğunuz, yaptığınız, kâşânler, saraylar içinde ölüm ve azabdan emin ve ferah olarak terk olunur musunuz? Öyle bırakılacağınızı mı zannediyorsunuz? Allahü teâlâdan korkun; tul-i emelde olmayın artık bana itaat edin. Zira ki benim emrime itaat, Allahü teâlâya itaattır.”(Şuara suresi: 146-150)

Semudlular sahip oldukları dünyalıkları sebebiyle şımarmışlardı. Kavuştukları geçici nimetler sebebiyle taşkınlık ve azgınlık içinde yaşıyorlardı. Fakat, kendilerine verilen bu nimetlerde cimrilik ediyorlar, ihtiyaç sahiplerini gözetmiyorlardı. Dünyalık kazanmak ve kazandıklarını muhafaza edip, koruyabilmekte çok dikkatli idiler. Pek çok dünya malına sahip oldukları halde, gözleri doymuyor, aşırı derecede düşkünlük gösteriyorlardı. Kendilerini ve yaptıkları iş, ne olursa olsun, onları güzel görüyorlar ve beğeniyorlardı. Allahü teâlânın mekrinde yani hilesinden emin bir halde idiler. Allahü teâlânın verdiği nimetlerin şükrünü yapmıyorlar, bilakis nankörlükte bulunuyorlardı. Türlü türlü nimetlerden faydalandıkları halde, isyan içinde idiler. Bir gün gelip ölecekleri, yaptıklarının tek tek hesabını verecekleri hiç akıllarına gelmiyordu. Semud kavmi, tul-i emel ve nimetlere nankörlük üzere idiler. Tul-i emel, çok yaşamayı istemektir. İbadet yapmak için, çok yaşamayı istemek, tul-i emel olmaz. Tûl-i emel sahibleri, ibadetleri vaktinde yapmazlar. Tövbe etmeyi terk ederler. Kalbleri katı olur. Ölümü hatırlamazlar. Vaaz ve nasihatten ibret alamazlar. Hadis-i şerifde; “Lezzetlere son veren şeyi (ölümü) çok hatırlayınız” buyuruldu. Hadis-i şerifte; “Ölümden sonra olacak şeyleri bildiğiniz gibi, hayvanlar da bilselerdi, yemek için semiz hayvan bulamazdınız ve “Gece gündüz ölümü hatırlayan kimse, kıyamet günü şehidler yanında olacaktır” buyuruldu. Tûl-i emel sahibi hep dünya malına ve mevkiine kavuşmak için ömrünü harcar. Ahıreti unutur. Yalnız zevk ve sefasını düşünür. Çoluk-çocuğunun bir senelik ihtiyacını hazırlamak, uzun emel olmaz. Hadis-i şeriflerde: “İnsanların en iyisi ömrü uzun ve ameli güzel olan kimsedir” ve “İnsanların en kötüsü, ömrü uzun, ameli kötü olandır”, “Ölmek istemeyiniz. Kabr azabı çok acıdır. Ömrü uzun olup İslamiyete uymak, büyük saadettir” ve “Müslümanlıkta beyazlaşan kıllar, kıyamet günü nur olacaklardır” buyuruldu.

Tûl-i emelin sebepleri, dünya zevklerine düşkün olmak ve ölümü unutup sıhhat ve gençliğine aldanmaktır. Bu hastalıktan kurtulmak için, sebepleri yok edip, ölümün her an geleceğini düşünmelidir. Sıhhatin ve gençliğin, ölüme mani olmadıklarını unutmamalıdır. Çocuklardaki ve gençlerdeki ölüm sayısının yaşlılardaki ölüm sayısından çok olduğunu istatistikler göstermektedir. Çok hastaların iyi olup yaşadıkları, çok sağlam kişilerin çabuk öldükleri her zaman görülmektedir. Tûl-i emel sahibi olmanın zararlarını ve ölümü hatırlamanın faydalarını öğrenmelidir. Hadis-i şerifde; “Ölümü çok hatırlayınız. Onu hatırlamak, insanı günah işlemekten korur ve ahırete zaralı olan şeylerden sakınmağa sebep olur” buyruldu. Eshâb-ı kirâmdan Bera bin Azib diyor ki: “Bir cenazeyi götürdük. Resulullah (s.a.v.) kabir başına oturup ağlamaya başladı. Mübarek gözyaşları toprağa damladı. Sonra “Ey kardeşlerim! Hepiniz buna hazırlanın” buyurdu. Ömer bin Abdülaziz (r.aleyh) bir alimi görünce nasihat istedi. O da; “Şimdi halifesin istediğin gibi emredersin. Yarın öleceksin” dedi. Biraz daha söyle deyince; “Âdem’e (a.s.) kadar dedelerin ölümü tattı. Şimdi sıra sana geldi” dedi. Halife uzun zaman ağladı. Peygamber efendimiz (s.a.v.); “İnsanlara vaiz olarak ölüm yetişir”, “İnsanların en akıllısı ölümü hatırlayandır. Ölümü çok hatırlayan insana; dünyada şeref, ahırette yüksek dereceler nasib olur”, “Allahü teâlâdan haya ediniz. Başkalarına kalacak olan şeyleri toplamakla vaktinizi gayb etmeyiniz. Kavuşamayacağınız şeyleri ele geçirmek için uğraşmayınız. İhtiyacınızdan fazla binalar yapmakla hayatınızı harcamayınız”, “Evlerinizi haram malzeme ile yapmayınız. Dininzin ve dünyanızın harab olmasına sebep olur” buyurup, çok sevdiği Üsame bin Zeydin bir ay sonra ödemek üzere yüz altına bir köle satın aldığını işitincede; “Siz buna hayret etmediniz mi? Üsame Tûl-i emel sahibi olmuş” buyurdu. İhtiyaç maddelerinin veresiye de alınmaları da caizdir. Bir hadis-i şerifde; “Cennete gitmek isteyen, uzun emel sahibi olmasın. Dünya işleri ile uğraşması ölümü unutturmasın. Haram işlemekte Allahü teâlâdan haya etsin” buyuruldu. Haram olan lezzetler içinde yaşamayı düşünerek uzun emel sahibi olmak haramdır. Çok yaşamağı değil, sıhhat ve afiyet ile yaşamayı istemelidir.

10-Allahü teâlâya ahd ve misakı bozdular: Semudlular Salih (a.s.); “Bize kayadan deve çıkarırsan sana iman edeceğiz. Senin Rabbine itaat edeceğiz” dediler. Salih (a.s.) da Allahü teâlânın izniyle kayadan deve çıkarınca, hak sözden rücû ettiler yani döndüler. Sonra da azaba uğradılar.

Hakim, Cabir’den (r.a.) rivayet etti; Resulullah (s.a.v.) Hicr’e uğramıştı. Bu sırada buyurdu ki: “Mucize istemeyiniz. Muhakkak Salih’in kavmi mucize istedi de, Allahü teâlâ onlara deve gönderdi. Deve bu yoldan suya gelir, şu taraftan giderdi. Sonra onlar, Rablerinin emrinden (hak sözden) dönüp haddi aştılar. Allah’ın hareminde olan bir kişi dışında (ve iman edenler müstesna) Semud kavminden herkesi helak eden bir sayha, onları yakalayıverdi” Eshâb-ı kirâm, o bir kişi kimdi? diye sorduklarında, Resulullah efendimiz (s.a.v.); “Ebû Rigâl’dir. Harem’den çıktığında kavmine isabet eden azab ona da isabet etti”

Tefsir alimleri bildirdiler ki: “Salih (a.s.) ve ona tabi olanların dışında Semud zürriyetinden Ebu Rigâl denilen bir kişi hariç, hiç kimse kalmayıp hepsi helak oldu. Ebû Rigâl, o sırada Mekke-i Mükerremede Harem-i şerifde idi. Bu sebepden ona bu musubetten bir şey isabet etmedi. Günlerden bir gün Harem’den çıktığında gökten bir taş düşüp onu öldürdü”

Abdürrezzak dedi ki: Ma’mer’i, İsmail bin Ümeyye’den naklettiğine göre; “Peygamber efendimiz, Ebu Rigal’in kabrine uğradı ve Eshâb-ı kirâmına; “Bu kimdir biliyor musunuz?” diye sordu. Onlar da; “Allah ve resulü daha iyi bilir” dediler. O zaman Resulullah efendimiz (s.a.v.); “Bu, Ebu Rigal’in kabridir. Semud kavminden birisidir. Allahü teâlânın Harem’inde idi. Bu mekan onu azabtan korumuştur. Oradan çıkınca, kavminin başına gelen onun da başına geldi ve burada defnolundu. Onunla birlikte altın bir dal da gömülmüştü” buyurdu. Halk onun kabrini kazmaya ve o altını aramaya koyuldular ve altın dalı çıkardılar.

Buhari Abdullah bin Dinar’dan, o da, Abdullah ibni Ömer’den rivayet ettiğine göre; Resulullah efendimiz (s.a.v.), Tebük gazasında Semud kavminin helak olduğu vadide konakladığı zaman, Eshâb-ı kirâmına (r.anhüm) buranın kuyusundan su içmemelerini ve buradan su alamamalarını tenbih etti. Eshâb-ı kirâm; “Ya Resulullah (s.a.v.)! Biz bu kuyunun suyundan alıp hamur yoğurduk ve kaplarımı da doldurduk” demeleri üzerine Resul, Ekrem (s.a.v.); “Öyle ise hamuru atınız, aldığınız suyu da dökünüz” buyurdu.

Ebu Hureyre’den (r.a.) rivayet edilen bir hadis-i şerifde, Resulullah efendimizin (s.a.v.), Semud kavinin vadisine geldiği vakit; “Nefslerine zulmeden kimselerin meskenlerine girmeyin ki onlara dokunan azab, size de dokunmasın. Ancak ağlayarak girerseniz bir beis yoktur” buyurarak, bürdesini yani hırkasını başına alarak oradan uzaklaştığı beyan olunmuştur.

11-Emaneti zayi etmek (koruyamamak): Deve, Semudluların yanında Allahü teâlânın emaneti idi. Onlar bu emaneti korumak biryana, ihanet edip onu boğazladılar. Emaneti gözetmemek münafıklık alametidir ve büyük günahtır. Emanet, malda olduğu gibi sözde de olur. Hadis-i şerifde; “Münafıklık alameti üçtür: Yalan söylemek, vadini ifa etmemek, emanete hıyanet etmek” buyuruldu. Kendisine mal veya söz yahut sır emanet olunan kimsenin bunlara hıyanet etmesi münafıklık olur.   

“Buhari’de yazılı, Amr bin As’ın (r.a.) oğlunun bildirdiği hadis-i şerifde; “Dört şey münafıklık alametidir: Emanet olunana hıyanet etmek, yalan söylemek, vadini bozmak ve ahdine gadr etmek ve mahkemede doğruyu söylememek” buyuruldu. İbn-i Hacer buyurdu ki: “Nifak yani münafıklık, zahirin batına uymaması demektir. Sözü, özüne uymaz. İtikad edilecek şeylerde münafıklık yapmak, küfürdür. İşlerinde ve sözlerinde münafıklık yapmak, haram olur. İtikadda, imanda münafıklık, diğer küfürlerden daha fenadır”

12-Masiyet ehlinin (günah işleyenlerin) yaptığı günah ve küfür işlerini tasvip etmek. Emr-i ma’ruf ve nehy-i münkeri (iyiliği emir edip kötülükten men etmeyi) terk etmek: Aslında deveyi bir veya iki kişi, yedi kişinin yardımı ile boğazlamıştır. Fakat Allahü teâlâ onların hepsine, onu tekzip ettiler, deveyi bağladılar diye nisbet buyurdu. Onların hepsine azabı gönderdi. Çünkü onlar, zalimlerin o işi yapmasına mani olmadılar üstelik onlar deveyi boğazlayanların bu işinden razı idiler. Günahın işlenmesine rıza göstermek, masiyetin ta kendisidir.

İmam Ahmed Ebu Davud ve İbn-i Mace’nin Cerir Bin Abdullah Becli’den (r.a.) rivayet ettikleri hadis-i şerifde, Resulullah efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bir kavmin arasında masiyet işlenir, onlar o masiyeti yapandan daha üstün ve kalabalık oldukları halde, o masiyeti (kötülüğü) değiştirmezlerse, (ona mani olmazlarsa) Allahü teâlâ o kavmin hepsine umumi azab gönderir.”

13-Zaruret olmadan vakıf olan hayvanı boğazlamak ziyan etmektir: Sütünden içmelere için fakirlere vakfedilen koyun, hac edeceklere vakfedilen katır, cihada gidecek olanlar için vakfedilen at böyledir. Kimse, bunlara kötülük ile dokunamaz. Kim bunu çiğnerse, deveyi boğazlayan Semud kavmine benzemiş olur. O devenin sütü onlara sebil idi. Deve, kimsenin mülkiyetinde değildi. Onun sahibi ancak Allahü teâlâ idi. Aynı şekilde vakıf olan akarat (gelirler) ve diğerleri dinimizde Allahü teâlânın mülküdür. Telef, tahrib, tamir ve satmak sureti ile vakıflara hıyanet etmek bu kabildendir. Yine ihtiyaçların giderilmesi için müslümanların ortak mallarına da hıyanet bu kabildendir. Bu şekilde davrananlar hainlik yapmak hususunda Semud kavmine benzer.

14-Dokuz kişinin fesadda ileri olması: Semud kavminden dokuz kişinin yapmadıkları fesad yoktu. Bunlar her türlü kötülüğü yaparlar, başkalarının malını zorla elinden alırlar ve kadınlara tecavüz ederlerdi.

Mücahid ve başkalarından rivayet edildi ki: “Semud kavmi deveyi boğazlayınca, Salih (a.s.) onlara üç gün sonra size azab gelir buyurdu. O zaman bu dokuz kişi ittifak edip; “Eğer o, tehdidinde yalancı ise, ona layık olduğu cezayı verelim. Doğru ise, azab bize gelmeden önce işini bitirmekte acele edelim de kendimizi böyle bir azabdan kurtaralım” diyerek, Salih’i (a.s.) öldürmek için evlerine gittiler.

Abdullah ibni Abbas buyurdu ki: “Dokuz kişi, Salih’in (a.s.) evine geldiler. Kılıçlarını çektiler. Fakat Cebrail (a.s.) onları taşlarla öldürdü. Ancak onlar Cebrail’i görmeyip, sadece kendilerine atılan taşları görüyorlardı”

Katade (r.a.); “Dokuz kişi süratle Salih’in (a.s.) evine geldiler. Allahü teâlâ elinde kaya bulunan bir meleği onlara gönderdi. O, hepsini helak etti” diye bildirdi.

Dokuz kişi, diğer Semudlardan fazla olarak; mekr (hile), dinar ve dirhemleri kırmak ve başkalarının kadınlarına sarkıntılık etmek, öldürmeye azmetmek gibi çeşitli günahları işlemekte çok ileri gitmişlerdi.

Kur’ân-ı kerîmde Neml suresi 50 ve 51 ayeti kerimelerinde mealen buyuruldu ki: “Onlar bu şekilde (Salih’i (a.s.) öldürmek için) hile yaptılar. Biz de onların bu hilelerinin cezasını verdik. Halbuki onların bundan haberleri yoktu. İşte bak, o tuzaklarının akibeti nice oldu. Çünkü biz onları da kavimlerini de (Cebrail (a.s.) ile ve ateşle) helak ettik.”

Dokuz kişinin, başkalarının yapmadığı ortak hususiyetlerinden biri de günah işlemekte yardımlaşmaları idi. Bilhassa inananları öldürmek, öldürmeye teşvik ve bunun için hep birlikte yemin etmek pek kötü ve çok çirkin günahlardır. Bir müslümanın öldürülmesine bir parça söz ile de olsa  yardımcı olan kimsenin alnına; “Allah’ın rahmetinden ümidini kesmiştir” yazılır. Bu damga ile Allahü tealanın huzuruna çıkar.

Beyheki “Şuab” adlı eserinde şöyle anlattı: ”Malik bin Dinar, Neml suresi 48. ayet-i kerimesini okudu ve; ”Bu gün yeryüzünde ifsad yapan ve ıslahetmeyen nice kimseler vardır” dedi. Malik bin Dinar’ın (r.aleyh) zamanının hali böyle olursa, diğer zamanların nasıl olduğu artık meydandadır. Akıllı kimse, zamanın bozukluğu içerisinde (onun akışına kendini kaptırmaz) daima ölümü hatırlar. Ölümün bir müddet sonrada olsa geleceğini asla unutmaz. Rabbinin rızasını kazanmak için gayret sarfeder. Geçmiş milletlerin çok kuvvetli ve pek zengin olmalarına rağmen, ölüme karşı koyamadıklarından ibred alır. Halbuki onların ömürleri pek uzundu. Geniş arazileri ve mülkleri vardı. Fakat sonunda helak oldular ve sahip oldukları hiçbir şey fayda vermedi.”

 

  • Tefsir-i Taberi
  • Tefsir-i Kurtubi
  • Tefsir-i kebir
  • Tefsir-i Mazhari
  • Garaib-ül Kur’an (Nişaburi)
  • Tefsir-i Rûh’ul Beyan
  • Zad-ül mesir
  • Feth-ül Bari; cild-6, sh.268
  • İhyâu ulûmiddin
  • Metâlib-ül aliyye; cild-3, sh.271
  • Kısas-ı enbiyâ (Arais-ül mecâlis); cild-1, sh.171
  • Hasais-ül Kübrâ; cild-2, sh.180
  • El-Kail fit-Târih; cild 1, sh.90
  • Bedâyi-üz Zühür; sh.83
  • Tarih-i Taberi; cild-1, sh.115
  • Ravdat-ül ebrâr; sh.19
  • Mir’at-ı Kainat; sh.77
  • Lügat-ı Tarihiyye ve Coğrafya; cild-2, sh.173
  • Hüsn-üt tenebbüh; Vr.230
  • Ahsen-ül enbiyâ sh.6