Şeytanın değişik suretlere girerek insanlara vesvese ve zarar vermesi - kainatingunesi.com

Şeytanın değişik suretlere girerek insanlara vesvese ve zarar vermesi

Şeytan ilk insandan beri âdemoğullarını yer­yüzünde de rahat bırakmamakta, çeşitli suret ve şekillere girerek onlara vesvese vermekte ve kötülüklere teşvik etmektedir. Şeytan, sâdece sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) suretine gire­mez. “Sahîh-i Buhârî” ve “Müslim”de zikredi­len, Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivayet edilen hadîs-i şerîfde, Peygamber efendimiz {s.a.v.) buyurdu ki: “Her kim beni rüyada görürse uyanık hâlinde görmüş gibidir. Şeytan benîm suretime giremez.” Ebü Katâde (r.a.) Resülullah’ın (s.a.v.) şöyle buyur­duğunu anlattı: “Her kim beni rüyada görürse, gerçekten görmüş demektir.”

Şeytan, bâzan bir ihtiyar şeklinde, bâzan da başka suretlerde insanların gözüne görü­nebilir. Adem aleyhisselâm ve Havva valide­miz yeryüzüne indikten sonra, evlâdlarına, değişik suretlerde görünerek vesvese vermiş ve onları hak yoldan uzaklaştırmağa çalışmış­tır.

Şeytan, Kâbîl’e kardeşi Hâbîl’i öldürmesi için vesvese verdi. Kâbîl öldürmenin nasıl olduğunu bilemediğinden şeytan, insan kılı­ğında karşısına çıktı. Bir kuş tutup, taşın üstüne koyarak başka bir taşla başına vurmak suretiyle Kâbîl’e, kardeşi Hâbîl’i nasıl öldüre­ceğini gösterdi. Kâbîl de kardeşini aynı şekilde öldürdü.

Şeytanın hileleri:

Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmin A’râf sûresi 27. âyetinde meâlen; “Ey âdemoğuları! Şeytan, ana ve babanızı fena yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak nasıl Cennetten çıkardıysa, sakın size de bîr belâ yapmasın. Çünkü, şeytan ve kabilesi sizi, kendilerini göremiyeceğiniz yer­lerden görürler. Biz, şeytanları, imân etmiyeceklere dostlar yaptık” buyurarak insanların şeytanın hîle ve şerrinden sakınma­larını emr ediyor. Yine Kur’ân-ı kerîmin birçok yerinde, şeytanın insanların açık bir düşmanı olduğunu haber veriyor.

Peygamber efendimiz de (s.a.v.) hadîs-i şerîfde; “Şeytan dedi ki: “Yâ Rabbî! İzze­tin hakkı için canı çıkıncaya kadar onları (insanları) aldatacağım, doğru yoldan saptıracağım.” Allahü teâlâ da buyurdu ki: “İzzetim ve celâlim hakkı için istiğfar ettikçe ben de onları affedeceğim” ve “Şeytan, ademoğlunun damarında kan dolaşır gibi dolaşır, peşini bırakmaz” ve; “Şeytan, hortu­munu, ademoğlunun kalbinin üstüne koymuştur. O kimse Allah’ı zikr ederse (anarsa) hortumu kalkar, unutursa kalbi hortumun içine girer” buyurarak şeytanın hilelerini bildiriyor ve ondan sakınmamızı tav­siye buyuruyor.

Mu’az bin Cebel (r.a.) Abdullah ibni Abbâs’ dan nakl ederek rivayet etti. Abdullah bin Abbâs buyurdu ki: Bir gün Ensârdan birinin evinde Resûlullah’la (s.a.v.) birlikte bulunu­yorduk. “Ey ev sahibi! İçeridekiler! İçeri gir­mem için bana izin verir misiniz, görülecek işim var” diye bir ses duyduk. Bunun üzerine herkes Resûlullah efendimizin (s.a.v.) yüzüne baktılar. Resûlullah efendimiz (s.a.v.); “Bu seslenen kimdir bilir misiniz?” buyurdu. Biz; “Allah ve resulü daha iyi bilir” dedik. Peygamber efendimiz (s.a.v.); “O mel’ûn, iblistir (şeytandır). Allah’ın laneti üze­rine olsun” buyurunca, Hz. Ömer; “Yâ Resûlallah! İzin veriniz onu öldüreyim” dedi. Resûlullah efendimiz (s.a.v.); “Dur yâ Ömer! Bilmiyor musun ki ona belli bir vakte kadar mühlet verilmiştir. Öldür­meyi bırak” buyurdu. Sonra; “Kapıyı ona açın gelsin. O, buraya gelmek için izin almıştır. Diyeceklerini anlamaya çalı­şınız. Size anlatacaklarını iyi dinleyiniz” buyurdu. Kapıyı ona açtılar. İçeri, gözü şaşı, köse, çenesinde altı veya yedi kıl sallanan, gözleri yukarı doğru açılmış, kafası bir fil kafası gibi, dudakları manda dudağına benzeyen bir ihtiyar kılığında girdi. Sonra; “Selâm sana yâ Muhammed! Selâm size ey cemâat-i müslimîn” diye selâm verdi. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.); “Selâm Allah’ındır ya lain! Bir iş için geldiğini duy­dum. Nedir o iş?” diye cevap verdi. Şeytan; “Benim buraya gelişim kendi arzumla değildir. Mecbur kaldığım için geldim” dedi. Resûlullah efendimiz (s.a.v.); “Nedir o mecburiyet?” diye sordular. Şeytan; “İzzet sahibi olan Allah’ ın katından bana bir melek geldi dedi ki: “Allahü teâlâ sana emrediyor. Zelîl bir hâlde tevazu ile habîbim Muhammed’in huzu­runa gideceksin. Ademoğullarını nasıl aldattı­ğını, O’na bir bir anlatacaksın. Sonra O, sana ne sorarsa, doğrusunu söyleyeceksin. Söyle­diklerine bir yalan katarak doğruyu söylemezsen, seni kül ederim. Düşmanlarının önünde seni rüsvâ ederim” buyurdu. Yâ Muhammed! İşte sana bunun için geldim, istediğini bana sor. Şayet bana sorduklarına doğru cevap ver­mezsem, düşmanlarım benimle eğlenecek. Muhakkak olan şudur ki, düşmanlarımın eğlencesi olmaktan bana daha ağır ve zor gelen bir şey yoktur” dedi

Bundan sonra Resûlullah efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Madem ki sözlerinde doğru olacaksın, o hâlde bana anlat: Halk arasında en çok sevmediğin kimdir?” İblis laîninin cevâbı biraz gecikti. Zîrâ Resülullah’ın şahsı ile alâkalı idi. Bu konuşma­ları hepimiz merakla ve sabırla dinliyorduk. Çünkü bu konuşma, ümmet-i Muhammed’in geleceği ile alâkalı idi. Belki de böyle bir hâdi­seye bir daha rastlayamayacak, düşmanımızın tavrını tesbitte güçlük çekecektik. Peygamber efendimiz (s.a.v.) sorusunu tekrarladılar: “Madem ki yalan söylemeyeceksin, o hâlde bana anlat. En çok sevmediğin kimdir?” Şeytan; “Sensin yâ Muhammed! Allah’ın yarattıkları arasında senden daha çok sevmediğim kimse yoktur. Sonra, senin gibi kim olabilir ki?” diye cevap verdi. Resûlullah efendimiz (s.a.v.) tekrar sordular: “Benden sonra en çok kimlere buğz edip sevmezsin?” Şeytan; “Allah’ın emir ve yasaklarına uyan, haramlardan kaçınan, varlı­ğını Allah yoluna veren bir gence buğz edip, onu sevmem” dedi. Bundan sonraki konuşma­lar soru-cevap şeklinde söyle devam etti: Pey­gamberimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Sonra kimi sevmezsin?” “Dîn-i islâm’a hizmette sabırlı olup, şüpheli işlerden sakınan âlimi.”; “Sonra ihtiyacını hiç kimseye söylemeyen ve hâlinden şikayet etmeyen sabırlı fakiri.”; “Peki, bu fakirin sabırlı olduğunu nereden bilirsin?” “Ey Muhammed! ihtiyâcını kendi gibi birisine açmaz. Her kim ihtiyâcını kendi gibi birine üç gün üst üste anlatırsa, Allah onu sabredenlerden saymaz. Sabreden kimse böyle olmaz. Dolayısıyla onun sabrını, hâlinden, tavrından ve şikâyet etmeyişinden anlarım.”; “Sonra kim?” “Şükreden zengin”; “Peki o zenginin şükreden olduğunu nasıl anlarsın?” “Aldığını helâl yoldan kazanıyor ve hayırlı olan yere harcediyorsa, bilirim ki o şükreden bir zengindir.”

Peygamber efendimiz mevzuu değiştirerek buyurdu ki: “Peki ümmetim namaza kalkınca senin hâlin nice olur?” “Yâ Muhammed! Beni bir sıtma tutar, titrerim.” “Neden böyle oluyorsun ey lain?” “Çünkü, bir kul Allah için secde ederse, bir derece yükselir”; “Peki ya oruç tuttukları zaman nasıl olursun?” “Onlar iftar edinceye kadar bağlanırım”; “Ya hac yaptıkları zaman nasıl olursun?” “O zaman çıldırırım”; “Ya Kur’ân-ı kerîm okuduk­ları zaman nasıl olursun?” “O zaman da tıpkı ateşte eriyen bir kurşun gibi eririm”; “Ya sadaka verdikleri zaman hâlin nasıl olur?” “İşte o zaman hâlim pek yaman olur. Sanki sadaka veren, testereyi eline alıp beni ikiye böler.” Resûlullah efendimiz (s.a.v.); “Neden böyle testere ile ikiye biçilirsin yâ Ebâ Mürre?” diye sebebini sordular. Bunun üzerine şeytan; “Anlatayım. Çünkü sadakada dört güzellik vardır. Bunlar: 1) Allah, sadaka verenin malına bereket ihsan eder. 2) O sadaka; vereni, insanlara sevdirir. 3) Allahü teâlâ, onun verdiği sadakayı Cehennemle ara­sında bir perde yapar. 4) Allahü teâlâ; belâyı, sıkıntıyı ve günahları ondan def eder.”

Peygamber efendimiz (s.a.v.) Eshâb-ı kiram hakkında da bâzı sorular sordu: “Ebû Bekr için ne dersin?” Şeytan dedi ki: “O, bana câhiliyet devrinde dahî itaat etmedi. İslâm’a girdikten sonra bana nasıl itaat eder?” “Peki ya Ömer bin Hattâb için ne dersin?” İblis dedi ki: “Allah’a yemîn ederim ki, onu her gördüğüm yerden kaçtım. “”Peki, Osman bin Affân için ne dersin?” İblis dedi ki: “Ondan çok utanırım. Allahü teâlânın melekleri ondan nasıl utanırlarsa, ben de öyle utanırım.” “Peki, Ali bin Ebî Tâlib için ne dersin?” “Onun elinden bir kurtulabilsem, benim yakamı bıraksa da kendi başıma bir kalabilsem. Fakat o beni hiç bırakmaz.”

Bundan sonra Resûlullah efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Ümmetime saadet ihsan eden, seni de tâ belli bir zamana kadar şakî kılan Allah’a hamdolsun.” Bu söz­leri işiten laîn şeytan şöyle dedi: “Heyhat! Ümmetinin saadeti nerede? Ben, o belli vakte kadar diri kaldıkça, sen, ümmetin için kendini nasıl rahat hissedersin. Ben, onların damarla­rına girerim. Etlerine karışırım. Ama onlar, benim bu hâlimi göremez ve bilemezler. Beni yaratan ve kıyamet kopuncaya kadar bana hayat veren Allah’a yemîn ederim ki, onların hepsini azdınrım. Câhillerini ve âlimlerini, ümmîlerinı ve okumuşlarını, fâcirlerini ve âbidlerini, hâsılı bunların hiç biri elimden kurtula­maz. Ancak Allah’ın ihlâslı olan hâlis kullarını azdıramam.” Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Sana göre ihlâs sahibi olan muhlis kullar kimlerdir?” İblis dedi ki: “Yâ Muhammed! Bir kimse parasının, malının ve mülkünün sevgisini kalbine koymuşsa, o ihlâs sahibi değildir. Para ve mal sevgisini kalbine koymamışsa, övülmekten ve medhedilmekten hoşlanmıyorsa, bilirim ki o ihlâs sahibidir. Hemen onu bırakıp kaçarım. Birkimse, malı ve övülmeyi sevdiği, kalbi de dünyâ arzularına bağlı kaldığı müddetçe, bana en çok itaat edenler arasına girmiştir. Bildiğiniz gibi mal sevgisi, büyük günahların en büyüğüdür. Ayrıca baş olma sevgisi de büyük günahların arasındadır.

Yâ Muhammed! Bilmez misin ki, benim yetmişbin çocuğum var. Bunların herbirinin vazi­fesi başkadır. Ayrıca her birine yetmiş bin şeytan yardımcıdır. Bunların bir kısmını, âlim­lerin yoldan çıkması için vazifelendirdim. Bir kısmını gençlere yolladım. Bâzılarını ihtiyar kadınlara musallat ettim. Gençlerle aramızda hiçbir anlaşmazlık yoktur. Onlarla çok iyi geçi­niriz. Çocuklar ise bizimkilerle istedikleri gibi oynarlar. Çocuklarımın bir kısmını âbidlerin, bir kısmını da zâhidlerin peşine gönderdim. Onlar, bunların yanına girer, hâlden hâle sokarlar. Bir tepeden diğerine dolaştırıp dururlar. O hâle gelirler ki, sebeplerden her­hangi birine sövmeye başlarlar. İşte böylece onları ihlâssız hâle getiririm. Artık yaptıkları ibâdeti ihlâssız yaparlar da farkında bile olmazlar. Bilmez misin yâ Muhammed? Râhib Bersisa, Allah’a tam yetmiş yıl ihlâs ile ibâdet etti. Ona öyle ihsanlarda bulunuldu ki, her dua ettiği hasta, onun duası bereketiyle şifâ bulu­yordu, Onun peşine takıldım, hiç bırakmadım. Zina etti, adam öldürdü ve en sonunda da küfre girip, kâfir oldu.”

İblis, bundan sonra kötü huylar üzerinde durarak, bunların herbirinden nasıl istifâde ettiğini anlattı.

“Yâ Muhammed! Bilirsin ki, yalan benden­dir ve ilk yalan söyleyen de benim. Kim yalan söylerse, o benim dostumdur. Kim yalan yere yemin ederse, o da benim sevgilimdir. Adem’e ve Havva’ya yalan yere Allah adına yemin edip, dedim ki: “Muhakak ben size nasihat ediyorum.” Bunu yaparım, çünkü yalan yere yemin, gönlümün eğlencesidir.Gıybet ve koğuculuk, benim meyvelerim ve şenliğimdir.

Yâ Muhammed! Şimdi de namazını kılmayıp da tehir edenleri anlatayım. O, her ne zaman namaza kalkmak isterse tutar, ona vesvese veririm. “Henüz vakit var, sen ise meşgul­sün, şimdilik işine bak, sonra kılarsın” derim. Böylece o vakti çıktıktan sonra namazını kılar. Bu sebepten, onun kıldığı namazı yüzüne atı­lır. Şayet o kimse beni mağlup ederse, ona insan şeytanlarından birini gönderirim. Böy­lece onu vaktinde namaz kılmaktan alıkoyarım. O, bunda da beni mağlup ederse, bu defa onun hesabını namazda görmeye bakarım. O, namazda iken; “Sağa bak, sola bak” derim. Bakınca, onun yüzünü okşar, alnından öpe­rim. Sonra; “Sen yaramaz bir iş yaptın” diyerek huzurunu bozarım. Şayet yine mağlup olur­sam, tek başına namaz kıldığı”zaman yanına gider çabuk çabuk kılmasını emrederim. O da tıpkı horozun, gagasıyla yerden bir şeyler top­ladığı gibi, namazını acele ile kılmaya başlar. Bu işi ona yaptıramazsam, cemâatle namaz kılarken ona yaklaşırım. Başına bir gem takar, başını imâmdan evvel secdeden ve rükûdan kaldırırım. Yine imâmdan önce de rükû ve secde yaptırırım. O, böyle yaptığı için, kıyamet günü Allah onun başını merkep başına çevirir. Bu işte de mağlup olursam, ona namazda par­maklarını çıtlatmasını emrederim. Böylece beni tesbîh eder. Şayet bu işi namaz içinde yaptıramazsam, ona esneme veririm. Bu esneme esnasında elini ağzına kapamazsa, dünyâya olan bağlarını ve hırsını çoğaltmak için onun içine küçük bir şeytan girer. İşte bundan sonra o kimse, bize hep itaat eder; sözümü dinler ve dediklerimi yapar.”

Şeytan konuşmasına devam ederek dedi ki: “Ben onlara ne tuzaklar kurarım, ne tuzak­lar… Onların miskinlerine, çaresizlerine ve zavallılarına giderim. Namazı bırakmalarını emreder, namaz size göre değildir, Allah’ın afi­yet ihsan ettiği ve bolluk verdiği kimseler için­dir derim. Sonra hastalara gider, namaz kılmayı bırakın, çünkü Allahü teâlâ; “Hastalara zorluk yok” buyurdu. İyi olduğun zaman çokça kılarsın derim. O da böylece namazını bırakır, Hatta küfre bile girebilir. Şayet hastalığında namazı terkederek ölüp giderse, Allahü teâlâyı gadablı bulur.”

İblis konuşmasına söyle devam etti: “Eğer yalan söyledimse, Allah’dan dile, beni kül eylesin. Yâ Muhammed! Sen ümmetin için nasıl ferah duyarsın? Ben onların altıda birini dinden çıkardım.”

Resûlullah efendimiz (s.a.v.) sıra ile sorular sordu ve aralarında çeşitli konularda aşağıdaki konuşmalar oldu: “Ey laîn! Senin düşüp kalktığın arkadaşın kimdir ?” İblis dedi ki. “Faiz yiyen.”, “Dostun kim?” “Zina eden;” “Yatak arkadaşın kim?” “Sarhoş.”; “Misafirin kim?” “Hırsız.”; “Elçin kim?” ‘Sihirbazlar”; “Gözünün nuru nedir?” “Hanım boşamak.”, “Sevgi­lin kimdir?” “Cuma namazını bırakanlar.”

Peygamber efendimiz (s.a.v.) bu sefer başka bir mevzûya geçti. Buyurdu ki. “Ey lain! Senin kalbini ne kırar?” iblis, “Allan yolunda cihâda giden atların kişnemesi” dedi. “Peki, senin cismini ne eritir?” “Tövbe edenlerin tövbesi.”; “Ciğerini ne parçalar ve ne çürütür?” “Gece ve gündüz yapılan istiğfar.”; “Yüzünü ne buruşturur?” Gizli verilen sadaka.” “Gözlerini kör eden nedir?” “Gece kılınan namaz.”; “Başını eğdiren nedir?”‘Cemâatle kılınan namaz.”

Resûlullah efendimiz (s.a.v.), başka bir mevzûya geçerek buyurdular ki: “Ey iblis! Seni işinden alıkoyan nedir?” “Ulemâ meclisleri.” “Yemeğini nasıl yersin?” “Sol elimle ve parmağımın ucuyla.” “Peki,” sam yeli esip, ortalığı sıcaklık bastığı zaman çocuklarını nerede gölgelendirirsin?” “İnsanların uzamış tırnakları arasında.”

Peygamber efendimiz {s.a.v.) başka bir mevzuda tekrar buyurdular ki: “Ey iblis! Rabbinden neler taleb ettin?” “On şey taleb ettim: 1) Allah’tan, beni insanların malına ve evlâdına ortak etmesini istedim. Kabul etti. Her besmelesiz kesilen hayvan etinden, faiz ve haram karışan yemekten de yerim. Şeytan­dan, Allah’a sığınılmayan malın da ortağıyım. Hanımı ile yakınlık ânında, şeytandan Allah’a sığınmayan kimse ile beraber olurum. Bu yakınlıktan meydana gelen çocuk, bize itaat eder, sözümüzü dinler. Her kim hayvana binerken helâl olan yere gitmeyi değil de, aksini isteyerek binerse, ben de onunla bera­ber binerim. Yol ve binek arkadaşı olurum. 2) Allahü teâlâdan bir ev vermesini istedim. Bana hamamları ev olarak verdi. 3) Bir mescid ver­mesini istedim. Pazar yerlerini bana mescid olarak verdi. 4) Okuyacağım bir kitap istedim. Bana müstehcen şiirler bulunan kitabı verdi. 5) Benim için ezan vermesini istedim. Çalgı âletlerini verdi. 6) Bir yatak arkadaşı istedim. Sarhoşları verdi. 7) Bana yardımcılar verme­sini istedim. Kaderiyye bozuk fırkasına mensup olanları verdi, 8) Bana kardeşler vermesini istedim. Mallarını boş yere israf edenleri ve parasını günah olan yerlere harcayanları verdi. Bu durum, Kur’ân-ı kerimde İsrâ süresinin yirmi yedinci âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle anlatılmaktadır: “Çünkü israf yapan­lar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise, Rabbine karşı çok nankör bulunuyor.” Bir ara Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) dedi ki; “Eğer söylediklerini Allahü teâlânın kitabındaki âyetlerle isbât etmeseydin seni tasdik etmezdim.” buyurdular. 9) Yâ Muhammed! Allah’tan, âdemoğulları beni görmesin, fakat ben onları göreyim istedim. Bu dileğimi de kabul etti. 10) Âdemoğullarının damarlarını bana yol yapma­sını istedim. Bu da oldu. Böylece ben, onlar arasında akıp giderim. İstediğim gibi gezerim. Bütün bu isteklerimin hepsinin bana ihsan edildiği bildirildi. İşte ben bu hâllerimle iftihar ederim. Şunu da söyleyeyim ki, benimle bera­ber olanlar, seninle beraber olanlardan daha çoktur. Bu şekilde, kıyamete kadar âdemoğullarının çoğu benimle beraberdirler.

Benim bir oğlum vardır ki, onun adı da Mütekazi’dir. Bunun da vazifesi, yapılan gizli amelleri yaymağa çalışmaktır. Bir kimse gizli bir tâat işlerse, Mütekazi onu dürter. Nihayet, o gizli amelin yayılmasına ve açığa çıkarılma­sına muvaffak olur. Böylece, Allahü teâlâ, o amel sahibinin yüz sevabından doksan doku­zunu imha eder, biri kalır. Çünkü bir kulun yaptığı gizli bir amel için yüz sevâb verilir. Benim Kühayl isminde bir oğlum daha vardır. Bunun vazifesi de insanların gözlerine sürme çekmektir. Bilhassa âlimlerin meclislerinde ve hutbe okurken bu sürme gözlere çekildi mi, uyuklamaya başlarlar. Konuşan âlimin sözle­rini işitmez ve hiç sevâb alamamış olurlar.”

İblis sözüne şöyle devam etti: “Hangi kadın olursa olsun, onun kucağına bir şeytan oturur. Kadın kalktığı zaman da, oturduğu yere bir şeytan oturur. Kadını, bakanlara güzel göste­rir. Sonra kadına bâzı emirler verir. Meselâ; elini, kolunu dışarı çıkarıp göster, der. O da bu emri yerine getirir, elini, kolunu açar gösterir. Böylece o kadının haya perdesini tırnakları ile yırtar.”

İblis, bundan sonra Peygamberimize (s.a.v.) kendi durumunu anlatmaya başladı: “Yâ Muhammed! Bir kimseyi ben kendi elimle dalâlete sürükleyemem. Ben ancak vesvese veririm ve o şeyi güzel gösteririm. Hepsi o kadar. Eğer dalâlete sürüklemek yâni yoldan çıkarmak elimde olsaydı, yeryüzünde “Allah’ tan başka ilâh yoktur. Muhammed, Allah’ın resulüdür” diyen herkesi, oruç tutanı ve namaz kılanı dahî hiç bırakmaz, hepsini dalâlete düşürürdüm. Nasıl ki, senin elinde hidâyet cin­sinden bir şey yoksa, benim de o kimseyi doğru yoldan çıkaracağıma dâir bir şey yok­tur. Sen, ancak Allah’ın resulüsün ve tebliğ etmeye me’mûrsun. Eğer hidâyet elinde olsaydı, yeryüzünde bir tek kâfir bırakmazdın. Sen, Allah’ın yarattığı insanlar üzerine bir hüc­cetsin. Ben de, kendisi için ezelde şakî yazılan kimselere bir sebebim. Saîd olanlar, tâ ana kar­nında iken saîddir. Şakî olan da, ana karnında iken şakidir. Saadet ehlinden yapan da, şeka­vet ehlinden yapan da Allah’tır.” Bunun üze­rine Resûlullah efendimiz (s.a.v.); “Ey Ebû Mürre! Acaba senin bir tövbe etmen ve Allahü teâlâya dönmen mümkün değil mi ? Cennet ‘e girmene kefil olurum. Söz veririm” buyurdu. Bunun üzerine şeytan; “Yâ Muhammed! İş, verilen hükme göre oldu. Kıyamete kadar takdir edilen işler olacaktır. Seni peygamberlerin efendisi kılan Cennet ehlinin hatîbi eyleyen ve seni halkı içinden seçen ve onların arasında gözde yapan, beni de şakilerin efendisi kılan ve Cehennem ehli­nin odunu eyleyen Allahü teâlâ, bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Son sözümü söylü­yorum ki, bu anlattıklarımın hepsi de doğrudur.”

Şeytan, insanları türlü yollarla aldatmaya ve günahlara sevk etmeye çalışır. Onun hîle ve tuzaklarından emin olabilmek için bunların bilinmesine ihtiyaç vardır. Bu hileler şu şekilde sıralanabilir:

1- Şehvet ve gadab şeytanın hîlelerindendir. Gadab, aklı giderir. Akıl gidince şeyta­nın ordusu hücuma geçer. Çocuğun elindeki oyuncak gibi, kızan kimse de şeytanın elinde eğlence olur. Ahmed bin Hanbel’in “Müsned” inde yazılı olan hadîs-i şerîfde, Peygamber efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Gadab (kız­gınlık) şeytandandır. Şey tan ise ateşten­dir. Su, ateşi söndürür. Sizden birisi kızdığı zaman abdest alsın,”

Hadîs âlimlerinden Amr bin Mürre (r.aleyh) buyurdu ki: “Şeytan der ki: “İnsan kızdığı zaman ben yanına yaklaşırım, sevindiği zaman da kalbine vesvese veririm. Kendini kontrol etmezse, elimden nasıl kurtulur.”

2- İkinci hîle ve tuzağı hased ve hırstır. Kul bir şeye karşı hırslandığı zaman, hakkı gör­mez ve hakîkatı duymaz. Peygamber efendi­miz (s.a.v.); “Bir şeyi (aşırı) sevmen, seni sağır ve kör eder ” buyurmuştur. 3- Helâl olsa bile doyuncaya kadar yemek yemekdir. Çünkü, insan doyuncaya kadar yeyince şeytanın silâhı olan şehveti kuv­vetlenir. Rivayet edilir ki: İblis, Yahya aleyhisselâma elinde çeşitli çengeller olduğu hâlde geldi. Yahya aleyhisselâm çengelleri görünce şeytana; “Bu çengeller nedir?” diye sordu. Şeytân; “Bunlar şehvetlerdir. Ademoğlunu bunlara asar ve bunlarla aldatırım” cevâbını verdi. Yahya aleyhisselâm; “Beni hiç aldattın mı? Bana da hiç çengel vurabilir misin?” deyince, Şeytan; “Evet, karnını iyice doyurdu­ğun zaman, namaz ve Allah’ı anmakta sana da ağırlık veririm” dedi. Bunun üzerine Yahya aleyhisselâm; “O hâlde ben de asla karnımı doyurmayacağım” deyince, şeytan; “Ben de artık kimseye öğüt vermeyeceğim” dedi.

4- Süslenme sevgisidir. Şeytan insanın gönlünde ev, mobilya, elbise ile süslenme sev­gisini görünce, o kimsenin kalbine yerleşir. İnsanı ev ve geniş binalar yaptırmaya, evin kapı ve bacasının süsüne, binek vâsıtaları ve elbiselerle süslenmeğe teşvik eder. Ömrü boyunca onlara bağlar.

5- Tamâdır. Dünyâ lezzetlerini haram yollardan aramağa tamâ denir. Tamânın en kötüsü, insanlardan beklemektir. Kibre, ucba sebeb olan “nafile” ibâdetleri ve âhıreti unuttu­ran “mübâh”ları yapmak da tamâ olur. Tamânın zıddına, aksine tefviz denir. Tefviz, helâl ve faydalı şeyleri kazanmağa çalışıp da, bunlara kavuşmağı Allahü teâlâdan beklemektir. Tamâ kalbe yerleşince şeytan o kimseye tamâ ettiği şeyleri çeşitli hilelerle sevdirir. O dereceye varır ki tamâ ettiği şey onun mabudu olur.

6- Acele ettirmek de şeytanın hîlelerindendir. Peygamber efendimiz (s.a.v.); “Acele şeytandan, teenni (acele etmemek) ise Allah’tandır” buyurdu. Çünkü, iş, anlayıp bildikten sonra yapılmalıdır. Anla­yıp bilmek için de düşünmek gerekir. Acele ise bunlara mânidir. Şeytan ves­vese vererek işin acele olmasını ister.

7- Şeytanın hilelerinden birisi de dünyâ malıdır. İhtiyaçtan fazla toplanıp, Allah rızâsı için sarf edilmeyen mal ve servet, şeytanın merkezidir. Yalnız yetecek kadar dünyâlık top­layan kimsenin kalbinde bir şey yoktur. Hadîs-i şeriflerde; Mü’minin Alah indinde kıymeti, topladığı dünyalık kadar azalır” ve “Dünyâ sevgisi arttıkça, âhırete olan zararı da artar. Ahıret sevgisi arttıkça, dünyânın ona zararı azalır” buyuruldu. Hazret-i Ali diyor ki; Dünyâ ile âhıret, şark ile garb gibidir. Birine yaklaşan, diğerinden uzaklaşır.” Hadîs-i şeriflerde; “Dünyalık peşinde koşmak, su üze­rinde yürümeye benzer. Bunun ayakla­rının ıslanmaması mümkün müdür? İslâmiyet’e uymaya mâni olan şeylere dünyâ denir” ve “Allahü teâlâ bir kulunu severse, onu dünyada zâhid, âhırette râgıp yapar. Ayıplarını ona bildirir.” ve ”Dünyalık arayanın buna kavuşması güçtür. Âhıreti arayanın buna kavuşması, kolaydır” ve “Dünya­lığa düşkün olmak, hatâların başıdır” buyuruldu.

8- Cimrilik ve fakir olma korkusu. Bu korku; insanı, Allah rızâsı için fakir ve ihtiyaç sahiplerine yardım etmekten alıkor ve mal biriktirmeye sevk eder.

Bekara sûresi 268. âyet-i kerimede meâlen; “Şeytan sizi fakir olacaksınız diye korkutur. Size cimriliği emr eder. Allah ise kendisinden mağfiret ve fazl vâd ediyor” buyuruldu.

9-Kendi görüş ve düşüncelerini beğenmek suretiyle hasımlarına karşı kin tutmak da şeytanın hîlelerindendir. Bu hâl, günahkâr kimseleri olduğu gibi âbid kimseleri de felakete sürükler. Zira insanlarda kusur aramakla uğraşmak kötü huylardandır. Şeytan, insana bu yaptığı işin güzel bir şey olduğunu yerleşti­rir. Bu kimsenin bütün gayretini, doğru olsun, yanlış olsun; kendi görüş ve düşüncesinin haklı olduğunu isbât etmeğe sevk eder. O kimse çoğu kere din nâmına gayret sarf etti­ğini sanarak kendini sevinç ve neşe içinde bulur. Hâlbuki şeytanın hilesine aldandığını bilmez.

10-Câhil kimseleri Allahü teâlânın zât ve sıfatları hususunda düşünmeğe sevk etmek ve şüpheye düşürmekdir. Şeytan, câhil kimselerin hatırına hayâli şeyler getirir. O kimse bu düşünceleri sebebiyle ya bid’at ehli veya imansız olur. Aklı ve zekâsıyla bir şey anladığını sanır.

Hz. Aişe’nin rivayet ettiği hadîs-i serîfde Peygamber efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Şeytan birinize gelir vesvese vererek; “Seni kim yarattı?” diye sorar. O kimse; “Allahü teâlâ yarattı” deyince Şeytan; “Allah’ı kim yarattı?” der. Siz­den biriniz böyle bir suâlle karşılaştığınız zaman; “Allah ve Resulüne imân ettim” desin. Zira bu, şeytanı uzaklaştırır.” İlmi olmayanın Allahü teâlâ ve dinin ince bilgilerinden konuşması, kendisini bilmediği yerden küfre götürebilir. Bu tıpkı yüzme bilmeyen kişinin denize girmesine benzer.

11-Sû-i zan etmektir: Bir mü’mini, günahkâr sanmak, onun hakkında kötü düşünmektir. Allahü teâlâ Hucurât sûresinin 12. âyetinde meâlen; “Ey imân edenler! Sû’i zan etmekten kendinizi koruyu­nuz! Zan etmenin bâzısı günahtır” buyurdu. Hadîs-i şerifde; “Sû-i zan etmeyi­niz. Sû-i zan, yanlış karar vermeye sebep olur. İnsanların gizli şeylerini araştırmayınız, kusurlarını görmeyi­niz; münâkaşa, hased ve birbirinize düşmanlık etmeyiniz; birbirinizi çekiş­tirmeyiniz, kardeş gibi sevişiniz. Müslü­man, müslümanın kardeşidir. Ona zulüm değil, yardım eder ve onu, ken­dinden aşağı görmez” buyuruldu.

Kim bir zan ile başkasının kötülüğüne hük­mederse, şeytan bu kimseyi o kişinin aleyhinde gıybet etmeye ve kötü düşünmeye sevk eder. Bu sebeple o kimsenin hakkına riâyet etmemiş olur. Ona ikramda kusur eder; haka­retle bakar, kendini ondan hayırlı görür ve bu düşünceleri helakine sebep olur.

Bunun için dînimiz sû-i zanna sebep ola­cak hareketlerden ve yerlerden uzak olmayı emretmiştir. Peygamber efendimiz (s.a.v.); “Töhmet yerlerinden kaçınınız!” buyurmuştur.

Ali bin Hüseyn’den (r.a.) rivayet edildi. Safiyye binti Huyey bin Ahtâb haber verdi: Peygamber efendimizin (s.a.v.) mescidde îtikafda olduğunu öğrendim. O’nu ziyaret edip, bir müddet konuştuktan sonra ayrılmak üzere kalktım. Resûlullah (s.a.v.) beni kapıya kadar yolcu etti. Tam o sırada Ensârdan iki kişi ora­dan geçiyordu Peygamber efendimiz (s.a.v.) onlara seslendi ve; “Bu (zevcem) Safiyye binti Huyey’dir” buyurdu. O iki kimse de “Ya Resülallah (s.a.v.)! Senin hakkında hayır­dan başka bir şey bilmiyoruz” dediler. Bunun üzerine Peygamber efendimiz (s.a.v.) “Kanın bedende dolaştığı gibi şeytan da insanda hulul eder. Size vesvese vere­ceğinden korktum da vaziyeti izah ettim” buyurdu.

12-İbâdetlerde ve abdestte şüpheye düşürür. İslâm âlimleri buyurdular ki: “Şey­tan, âdemoğlunu günah işlemeye sürükler; yaptıramazsa aldatıp, azar azar kötülüğe yak­laştırmak için, nasîhatta bulunur, başarılı ola­mazsa, bid’atlere düşürmek için çok gayret sarfeder. Yine muvaffak olamazsa, ona bir helâli haram, bir haramı de helâl saydırmak için uğraşır. Bunda da muvaffak olamazsa, abdestinde yaklaşmak ister. Onu, abdestinde, namazında ve orucunda şüpheye düşürmeye çalışır.”

Buraya kadar şeytanın insanları aldatma yollarından ve hilelerinden bâzıları yazıldı. Çünkü insanın yapmış olduğu her kötü işte şeytanın hîle ve vesvesesi vardır. Bu hîle ve tuzaklarla ilgili daha geniş bilgi, islâm âlimleri­nin asırlardır yazdıkları kıymetli kitaplarında mevcuttur.