SÛ-İ ZAN - kainatingunesi.com

 

SÛ-İ ZAN

24 – Günahının affolunmıyacağını zannetmek, Allahü teâlâya sû-i zan olur. Müminleri haram işleyici, yâni fâsık zannetmek, sû-i zan olur. Sû-i zan haramdır. Haram işlediğini öğrenerek, bilerek onu sevmemek, sû-i zan olmaz. Buğd-i fillâh olur, sevap olur. Din kardeşinin aybını görünce, ona hüsn-i zannetmeli, teviline çalışmalıdır. Onu islâh etmelidir. Kalbe gelen hâtıra, düşünce, sû-i zan olmaz. Zannetmek, yâni kalbin o tarafa kayması, sû-i zan olur. Hucurât sûresinin onikinci âyetinde meâlen, (Ey îman edenler! Sû-i zannetmekten kendinizi koruyunuz! Zannetmenin bazısı günahtır) buyuruldu. Hadis-i şerifte, (Sû-i zannetmeyiniz. Sû-i zan, yanlış karar vermeye sebep olur. İnsanların gizli şeylerini araştırmayınız, kusurlarını görmeyiniz, münâkaşa etmeyiniz, haset etmeyiniz, birbirinize düşmanlık etmeyiniz, birbirinizi çekiştirmeyiniz, kardeş gibi sevişiniz. Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, yardım eder. Onu, kendinden aşağı görmez) buyuruldu. Müslümanın müslümanı öldürmesi haramdır. Bir hadis-i şerifte, (Müslüman müslümanın cânına, mâlına ve ırzına saldırmaz. Allahü teâlâ, bedenlerinizin kuvvetine, güzelliğine bakmaz. Amellerinize de bakmaz. Kalblerinize bakar) buyuruldu. Allahü teâlâ kalblerde olan ihlâsa ve Allah korkusuna bakar. Amellerin, ibâdetlerin kabûl edilmesi için, yâni sevap verilmesi için, hem şartlarına uygun olması, hem de ihlâs ile niyet edilmesi lâzımdır. (İbâdet, sahih olursa, kabûl edilir. Niyete bakılmaz) demek, ilhâd olur, zındıklık olur. Allah rızası için yapılmıyan hayrât ve hasenât ve ibâdetler, kabûl edilmez. (Allahü teâlâ, kalbe bakar. İyi niyetle yapılan herşeyi kabul eder) demek de, câhil şeyhlerin, tarîkatçıların sözleridir.

[Kalbimiz temizdir diyerek haramları, çirkin ve kötü şeyleri yapıyorlar. İyi niyet ile yapılan her şey hasenât ve ibâdet olur diyorlar. Böyle açıkça günah işliyenleri ve müslümanları aldatarak kendilerine mürîd toplayanları sevmemek, bunlara uymamak lâzımdır. Bunların fâsık olduklarını söylemek, sû-i zan olmaz.]

Hadis-i şerifte, (Allahü teâlâya hüsn-i zannediniz) buyuruldu. Zümer sûresi, elliüçüncü âyetinde meâlen, (Ey günahı çok olan kullarım! Allahın rahmetinden Ümidinizi kesmeyiniz. Allah, günahların hepsini affeder. O, sonsuz magfiret ve nihâyetsiz merhamet sahibidir) buyuruldu. Şartlarına uygun tevbe yapılınca, her türlü küfrü ve her türlü günahı muhakkak affeder. Dilerse, küfürden başka günahları tevbesiz de, affeder. Hadis-i kudsîde, (Kulum beni nasıl zannederse, ona zannettiği gibi muamele ederim) buyuruldu. Kabûl edeceğini zannederek tevbe edeni affeder.

[Allahü teâlânın, Peygamberlerine haber vermesine, bildirmesine (Vahy) denir. Vahy, iki türlüdür: Cebrâîl ismindeki bir melek, Allahü teâlâdan aldığı haberleri getirerek Peygambere okur. Buna, (Vahy-i metlû’) denir. Bu vahyin kelimeleri de, mânaları da Allahdan gelmiştir. Kur’an-ı kerim, vahy-i metlû’dür. Vahyin ikinci kısmı, (Vahy-i gayri metlû’)dür. Bu vahy, Allahü teâlâ tarafından Peygamberin kalbine bildirilir. Peygamber, bu vahyi, kendi bulduğu kelimelerle yanındakilere söyler. Bu sözlere, (Hadis-i kudsî) denir. Hadis-i kudsînin kelimeleri, Peygamberdendir. Peygamberin kelimeleri de, mânaları da kendinden olan sözlerine, (Hadis-i şerif) denir.]

Hadis-i şerifte, (Allahü teâlâya hüsn-i zannetmek, ibâdettir) ve (Kendisinden başka ilâh olmıyan Allahü teâlâya yemin ederim ki, Allahü teâlâ kendisine hüsn-i zannederek yapılan duâyı, elbette kabûl eder) ve (Kıyâmet günü, Allahü teâlâ bir kulunun Cehenneme atılmasını emreder. Cehenneme götürülürken arkasına dönerek, yâ Rabbî! Dünyada sana hep hüsn-i zannettim diyince, onu Cehenneme götürmeyiniz! Kulumu, bana olan zannı gibi karşılarım buyurur) buyuruldu.

Sâlih veya fâsık olduğu bilinmiyen mümine hüsn-i zannetmelidir. Fâsık ve sâlih olmasının ihtimali müsâvi ise (Şek), şüphe denir. Müsâvî değilse fazla olana (Zan), az olana (Vehm) denir.