Tevrât'da bulunan bâzı husûslar - kainatingunesi.com

Tevrât’da bulunan  bâzı husûslar

Ekserî kaynaklarda zikredildiğine göre, Hz. Mûsâ Tûr’a birinci gidişinde, Allahü teâlâ, ona peygamberliğini bildirdiği gibi, ayrıca başka husûslar da bildirdi. On levha hâlinde bildiri­len bu husûslar, daha sonra Tevrât nâzil oldu­ğunda, burada da zikredilmiştir. Tevrât’ın ve başka zamanlarda gönderilmiş olan ilâhî kitapların, hak dînlerin esaslârının da bu husûslar olduğunu âlimler haber vermişlerdir.

Bu husûslar kaynaklarda şöyle zikredil­mektedir:

“Rahman ve Rahîm olan Allah’ın ismiyle. Bu, Melik ve Cebbar, Azîz ve Kahhâr olan Allah’dan, kulu ve resulü Mûsâ bin İmrân’a yazılmıştır. Beni tesbîh ve takdis et! Benden başka mâbud yoktur. Yâlnız bana ibâdet et!  Bana hiç bir şeyi şerîk (ortak) koşma! Bana ve ana-babana şükret! Dönüş banadır. Akıbet, dönüp varılacak yer benim huzûrumdur. Sana temiz bir hayat veririm. Allah’ın sana haram ettiği hiç kimseyi öldürme! Yoksa göğü ve yeri sana dar ederim. İsmimle yâlan yere yemîn etme! Çünkü ben, ismimi tazim etmeyeni temiz ve pak etmem! Kulağınla duymadığın, gözünle görmediğin ve kalbinin vâkıf olmadığı şeye şâhidlik etme! Çünkü ben, şâhidleri, kıyamet günü, şâhitlikleri üzere durdururum ve yaptıklarından sorarım. İnsanlara verdiğim rızık ve nîmetlere hased etme! Çünkü hasedci, nîmetime düşmandır ve taksimime râzı değildir. Zina ve hırsızlık etme! Yoksa vechimi senden perdelerim, ettiğin duâlar makbul olmaz. Ben­den başkası için kurban kesme! Çünkü yeryü­zünde kesilen kurbanlardan, benim ismime kesilmeyenler, benim katıma çıkarılmaz. Baha inanan kullarım, komşunun hanımı ile sakın zina etmesinler! (Zina etmek, çok çirkin ve pek büyük bir günahtır. Komşusunun hanımı ile zina etmek ise daha çirkin ve daha büyük günahdır) Çünkü, katımda en kızdığım şey budur. Kendin için sevdiğini, insanlar için de sev; sevmediğini, kendin için istemedi­ğini, onlar için de isteme!”

Evâmir-i aşere (on emir) bugünkü yahudi kitablarında şöyle yazılıdır:

1) Puta tapmayacaksın, tek Allah’ın varlı­ğına inanacaksın,

2) Allah ismini hürmet ve muhabbet ile zikredeceksin,

3) Altı gün çalışıp, yedinci gün dinleneceksin.

4) Kimsenin malını çalmıyacaksın,

5) Adam öldürmeyeceksin,

6) Zina yapmayacaksın,

7) Anne ve babana hürmet, itâat edeceksin,

8) Yalan söylemiyeceksin,

9) Helâl yollardan olmayan, kazanmadığın parayı almayacaksın. (Buraya, rüşvet, faiz ve kumar paraları da dâhildir.)

10) Haram olan kurbanı kesmeyeceksin. (Bu kurban, putperestlerin putlara kesdiği, bâzan insan bile olan kurbandır.)

Allahü teâlâ, bu husûsların hepsini İsrâ sûresinin 22-38. âyet-i kerîmelerinde Peygam­ber efendimiz sallallahü aleyhi ve selleme de bildirmiştir. Bu âyet-i kerîmelerde meâlen buyruluyor ki:

“(Ey insan!) “Allahü teâlâ ile berâber bir diğer mâbud edinme! Sonra melekler ve mü’minler tarafından zemmedil­miş kötülenmiş ve Allahü teâlâdan yârdımsız kalmış olarak Cehennemide kalırsın, Allahü teâlâ, hiç bir şeye ibâ­det etmeyip ancak zâtına ibâdet etme­nizle hükmetti. Çünkü kendisinden başka ibâdete müstehak bir mâbud yoktur. Ve Allahü teâlâ, anne ve baba­nıza iyilik ve ihsân etmeyi de hükmetti. Anne ve babandan birisi veyahut her ikisi senin yânında yaşlanırlar, ihti­yarlık yaşına ulaşırlarsa, sen aslâ onlara sert söyleme! Yüzünü ekşitme. Onlara öf, aman deme! Sana bir şey tek­lif ederlerse onları reddetme ve onlara tatlı ve şirin söz söyle! (isimlerini söyleye­rek hitâb etme! Onlara, suçlu bir kölenin, çok gadablı olan efendisine karşı konuştuğu gibi söz söyle.)

Merhamet ve şefkatinden, onlara tevâzu kanatlarını döşe! Kendilerine lütuf ve mülâyemetle muâmele eyle. Kendilerine karşı, uygun, yumuşak ve naziklik ile hareket eyle. (Şâyet müslimân iseler) “Ey benim Rabbim! Anneme ve babama sen merhamet eyle ve benim kalbime, onlara merhameti yerleştir. Küçüklüğümde beni yetiştirip terbiye ettikleri gibi, benim de kendilerine hakkıyla hizmet edebilmemi nasib eyle” diye duâ et! (“Tefsîr-i Tibyân’da ve “Mevâkıb”da bildirildiğine göre, bir kimse pey­gamber efendimize (s.a.v.) gelerek; “Küçüklü­ğümde onların bana yaptıkları gibi ihtiyarlıklarında da ben anababama hakkıyla hizmet ettim. Acaba böyle yapmakla, üzerim­deki haklarını eda etmiş oldum mu?” diye arz etti. Resûlullah efendimiz (s.a.v.) buna cevaben; “Haklarını eda etmiş olmazsın. Zîrâ onlar senin yaşamanı isteyerek hizmet etmişlerdir. Sen ise ölümlerini isteyerek (bekleyerek) hizmet ediyorsun” buyurmuşlardır.)

Rabbiniz olan Hak teâlâ, iyilik ve takvâdan kalblerinizde olanı herkesden daha iyi bilir. Eğer siz sâlih olursa­nız, onlara lâyık olan iyiliği ifâ eder, yerine getirirseniz, Allahü teâlâ kusu­runuzu affeder. Zîrâ, O, günahdan tövbe edip O’nun tâatine dönenleri mağfiret eder. Akrabâna hakkını, ver (ki onların hakkı, sıla-i rahimde bulunmak, geçimlerinde yârdımcı olmak ve kendileriyle güzel geçinmektir.) Miskinin ve misafir olan yolcunun hakkını ver (ki onların hakkı, zekât, sadaka ve kendilerine yemek yedirmek­tir.) Bununla berâber tebzîr de etme! Malını kendine kalmayacak şekilde dağıtma. Saçıp savurma! Zîrâ tebzîr edenler, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankör bulunuyor.

Şâyet (yakınlarına, miskin ve misafir yol­culara) vereceğin bir şeyin yoksa veya Rabbinden ümîd ettiğin bir rahmeti aramak için onlardan ayrılmak mecbu­riyetinde isen, o vakit onlara yumuşak bir söz söyle. (Allahü teâlâ bize ve size rızık ihsân etsin diye duâ eyle veya kendilerine vâdde bulun. Gönüllerini al!)

Elini boynuna bağlanmış kılma. Elini tutma. Hak yoluna harcamakta cimrilik etme ve elini de büsbütün açma. Yanında bulunan kendine lâzım olan rızkın hepsini dağıtma ki, böyle yaparsan kınanmış ve perişan bir hâlde oturup kalırsın. Rabbin, kulla­rından dilediği kimsenin rızkını geniş­letir (bol verir), dilediğine de dar verir. Şüphesiz ki Allahü teâlâ kullarının her hâlini hakkıyla bilir ve görür.

Fakirlik korkusuyla evlâdlarınızı öldürmeyin. Biz onların ve sizin rızkı­nızı elbette veririz. (Can veren nân(ekmek) da verir.) Muhakkak ki, onların öldürülmesi büyük bir hatâdır. (Çünkü böyle yapmakla onların nesilleri kesilir. Bilindiği gibi, câhiliyet devrinde, kız çocuklarını diri diri gömmek, Arablarda umûmî bir âdet idi. Cenâb-ı Hak bu âyet-i kerîme ile bu fenâ âdeti men etmiştir.)

Zina tarafına sakın meyletmeyin ve yâklaşmayın. Şüphesiz ki, çirkin bir amel ve çok kötü bir yoldur. Haklı bir sebep olmadıkça, Allahü teâlânın haram kıldığı bir cana kıymayın. Bir kimse, öldürülmesi icâbeden bir hâl yokken mazlum olarak öldürülürse, öldürülenin velisi için kuvvet, salâhi­yet verdik. (Yâni, öldürülenin velîsi, yâ öldü­rülenin yerine kısas olarak katîlin de öldürülmesini ister, yâ diyetini alır veyahut da affeder.) Fakat o vâris yâni öldürülenin velîsi olan kimse de, katîlde (kısas olarak katîlin öldürülmesi husûsunda) israf etme­sin. (Câhiliyet zamanında olduğu gibi, katîlin yerine akrabâsından veya kabîlesinin eşrafın­dan bir başkasının öldürülmesini veya öldürü­len eşraftan idi diye, kısas olarak karşı taraftan bir kaç kişinin öldürülmesini istemesin.) Muhakkak ki öldürülenin velîsi olan kimse, âmirlerin, hakimlerin yârdı­mıyla zâten yârdıma mazhar olmuştur.

Yetimin malına da yâklaşmayın. Ancak, rüşdüne (bulûğ yaşına) ulaşıncaya kadart en güzel şekilde malını koruyup çoğaltmak için yaklaşabilirsiniz. Bir de gerek kendinizle Rabbiniz arasında ve gerekse kendinizle diğer insanlar ara­sındaki ahidlerinize vefâ edin. (Sözleş­meyi yerine getirin.) Çünkü kıyamet günü, verdiği sözden cayan, ahdine vefâ göstermeyen kimse mesûl olacak, suâ­le çekilecektir.

Ölçtüğünüz zaman da tam ölçün. Doğru terazi ile tartın. Bu ölçü ve tartıda vefâ etmeniz (ölçü ve tartıya dikkat etmeniz, adaletle tartmanız, ticâretiniz için) daha hayırlı ve akıbet cihetinden (netîce İtiba­riyle) daha güzeldir.

Hakkında kat’î bilgi sâhibi olmadı­ğın bir şeyin ardından gitme. Bilmedi­ğin şeyi bilirim deme. Zîrâ, kulak, göz ve kalbin amelinden sâhibi suâl olunur.

Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Zîrâ sen, (ne kadar kibirli ve sert basârak yürüsen) yeri yârıp nihâyetine varamazsın. (Kibirle kendini ne kadar yük­sek göstersen, uzunlukta hiç bir dağa ulaşa­mazsın.)

Nehy olunan (yasâklanan) şu kötülük­ler, yasaklar, Rabbinin katında mek­rûhtur. (Allahü teâlânın rızâsına muhâlifdir.)”

Tevrat’ta Muhammed aleyhisselâmın ümmetinin medhi:

“Arâis-ül-mecâlis” kitabında, Ka’b-ül-Ahbâr’dan (r. anh) şöyle nakledilmektedir Ka’b-ül-Ahbâr, bir yahudiyi ağlarken gördü ve niye ağlıyorsun dedi.

Yahudi; “Bâzı şeyleri hatırladım da onun için ağlıyorum” diye cevap verdi. Kâ’b; “Allah için, seni ağlatan şeyi sana haber verirsem, beni tasdîk eder misin” dedi. yahudi âlimi; “Evet, tasdîk ederim” dedi. Ka’b-ül Ahbâr dedi ki: “Allah için söylel Mûsâ aleyhisselâma indi­rilen Allah’ın kitabında, Mûsâ aleyhisselamınTevrât’a bakıp; “Ben burada bir ümmet buluyorum. Onlar insanlar içinden çıkarılmış ümmetlerin en hayırlısıdır. Mârufu, yâni Allahü teâlânın sevdiği, beğendiği şeyleri emrederler. Münkeri, yâni O’nun sevmediği, beğenmediği şeyleri yasaklarlar. İlk ve son kitaplara îmân ederler. Kör deccâli Öldürünceye kadar, dalâlet ehli ile harbederler” buyrulduğunu gördü. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâmın; “Yâ Rabbî, onları bana ümmet eyle” dediğini, Allahü teâlânın da ona; “Onlar, Muhammed aleyhisselâmın ümmetidir ey Mûsâ!” buyurduğunu buldun mu? Okuduğun kitaplarda hiç böyle bir hâdiseye rastladın mı?” yahudi âlimi; “Evet” dedi.

Ka’b buyurdu ki: “Allah için söyle! Allahü teâlânın Mûsâ aleyhisselâma indirdiği kitabda, Mûsâ aleyhisselâmın Tevrât’a bakıp; “Ben bir ümmet buluyorum ki, onlar hamd edici, güneşi gözetip, ona göre amel edici bir iş yapmak isteyince, inşâallahü teâlâ deyicidirler” buyrulduğunu gördü. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâmın; “Onları bana ümmet eyle!” dediğini, Allahü teâlânın; “Onlar, Muhammed aleyhisselâmın ümmetidir, ey Mûsâ!” buyur­duğuna, rastladın mı?” yahudi âlimi; “Evet” cevâbını verdi.

Ka’b dedi ki: “Allah için söyle! İndirilen kitapda, Mûsâ aleyhisselâmın Tevrât’a bakıp; “Yâ Rabbî, ben bunda bir ümmet buluyorum. Keffâret (yemin, oruç) borçlarını ve sadakala­rını (zekâtlarını) emredilen yerlere verirler, heba etmezler. Onlar tesbih ederler, duâlarının kabûl olmasını isterler, duâları kabûl olunur, şefaat ederler, şefaatleri kabûl olunur” buyrul­duğunu gördü. Mûsâ aleyhisselâmın bunun üzerine; “Yâ Rabbî! Onları bana ümmet eyle” dediğini, Allahü teâlânın; “Onlar Muhammed aleyhisselâmın ümmetidir, ey Mûsâ!” buyurdu dediğini buluyor musun? Kitaplarınızda bunu da okudun mu?” yahudi âlimi; “Evet okudum” dedi.

Ka’b (r.anh) devam edip; “Allah için söyle! indirilen kitapda (Tevrat’ta), Mûsâ aleyhisse­lâmınTevrât’a bakıp; “Ben burada bir ümmet buluyorum, onlardan biri yüksek bir yere çıkınca, Allahü teâlâyı tekbîr eder, yâni “Allahü Ekber”der, alçak bir yere inince “Elhamdülillah” der. Toprak onlar için temiz, yeryüzü onlara mesciddir. Nerede olsalar, cünüblükten temizlenirler. Su bulamadıkları zaman, temiz toprakla temizlenmeleri (teyem­müm etmeleri), su ile abdest almaları gibidir” buyrulduğunu gördü. Bunun üzerine, Hz. Mûsâ nın; “Onları bana ümmet eyle” dediğini, Allahü teâlânın; “Onlar, Muhammed aleyhisselâmın ümmetidir ey Mûsâ!” buyurduğunu da görüp okudun mu?” dedi. yahudi âlimi; “Evet” dedi.

Ka’b dedi ki: “Allah için söyle! Tevrât’ta, Mûsânın ona bakıp; “Yâ Rabbî, ben bunda bir ümmet buluyorum. Onlardan biri, bir iyilik yapmaya niyet edince, yapmasa da ona sevâb verilir. O iyi işi yaparsa, ondan yedi yüze kadar sevâb verilir. Kötülük yapmaya niyet edince, yapmayınca günah yazılmaz, yaparsa bir günah yazılır” buyrulduğunu gördü. Bunun üzerine Hz. Mûsânın; “Yâ Rabbî! Onları bana ümmet eyle” dediğini, Allahü teâlânın; “Onlar, Muhammed aleyhisselâmın ümmetidir” buyurduğunu buluyor musun?” yahudi âlimi; “Evet” dedi.

Ka’b yine dedi ki: “Allah için söyle! İndiril­miş olan kitapda, Mûsâ aleyhisselâmın Tevrât’a bakıp; “Yâ Rabbil Ben, asfiyâ olan rahmet olunmuş bir ümmet buluyorum, kitaba vâris olurlar, kimi nefsine zulm eder, kimi hak, ada­let üzere olur, kimi de iyilikte çok ileriye geçer. Ben onların hepsini merhamet olunmuş bulu­yorum. Onları bana ümmet eyle” dediğini ve Allahü teâlânın; “Onlar Ahmed’in (Muhammed aleyhisselâmın) ümmetidir ey Mûsâ!” buyurdu­ğunu buluyor musun?” yahudi âlim; “Evet” dedi.

Ka’b dedi ki: “Allah için söyle! indirilmiş kitapda, Mûsâ aleyhisselâmın ona (Tevrat’a) bakıp; “Yâ Rabbî, ben bir ümmet buluyorum. Mıshafları göğüslerindedir. .(Kitapları olan Kur’ân-ı kerîmi ezberlemişlerdir.) Cennet ehli­nin çeşitli elbiselerini giyerler, nâmazlarında melekler gibi saflar hâlinde dururlar, mescidlerinde sesleri arı vızıltısı gibidir, onlardan bir kişi Cehennem’e girmez ve onlardan kimisi, hesaba çekileceği kıyamet gününü, ölümü, ağaç ardındaki harman gibi (yâni pek yâkın) görürler. Onları bana ümmet eyle” dediğini ve Allahü teâlânın ona; “Onlar Muhammed aley­hisselâmın ümmetidir. Ey Mûsâ!” buyurdu­ğunu buluyor musun?” yahudi âlim; “Evet” dedi.

Mûsâ aleyhiss’elâm, Muhammed’in (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmetine ihsân olunan iyiliklerin ve nîmetlerin bu kadar çok olduğunu hayretle müşahede edince; “Keşke Muhammed’in,(s.a.v.) eshâbından olsaydım ” dedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ ona vahyederek, O’nu seçip beğendiğini, O’nun eshâbından olmasının imkânsız olduğunu, çünkü O’nun daha sonraki zamanlarda yâni kıyamete yâkın geleceğini bildirdi. Fakat, kıya­mette seni O’nunla buluştururum. yâkınında eylerim buyurdu.

Kur’ân-ı kerîmde Saf sûresinin 6. âyetinde, meâlen buyuruldu ki: “Isa bin Meryem de (a.s.) bir zaman şöyle demişti: “Ey İsrâiloğulları! Ben size Allahü teâlâ tarafından gönderilmiş bir peygamberim. Benden evvelki (benden evvel gönderilmiş olan)Tevrât‘ın tasdîklisi, benden sonra gelecek bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim. Ki o peygamberin ismi Ahmed’dir, (Muhammed’dir)”

Tevrat’ta bildirilmiş olan hükümlerden bir kısmı Kur’ân-ı kerîmde zikredilmiştir. Bunlar­dan bir kısmı Necm sûresinde beyân edilmiş olup, şöyledir:

1- Kimse kimsenin günâhını yüklenemez. Bir kimse bir başka kimsenin suçundan dolayı hesaba çekilmez ve cezâlandırılmaz.

2- İnsana âhırette, ancak dünyâda işlediği sâlih ameller ve niyeti fayda verir.

3- Her mükellef insan, iyi olsun, kötü olsun kıyamet günü amelini mîzânda görecektir.

4- Kıyamet gününde insana çalışmasının karşılığı tam olarak verilecektir. Sâlih amel işlemişse mükâfat, günah işlemişse cezâ göre­cektir.

5- Öldükten sonra bütün mahlûkâtın dönüşü Allahü teâlâyadır. Kıyamet günü hepsi diriltilip, dünyâda yaptıklarının karşılığını göre­ceklerdir.

6- İnsanı güldüren de ağlatan da Allahü teâlâdır. İnsanın yaptığı bütün işler, Allahü teâ-lânın takdiri ile, yâni kaza ve kaderi ile olmaktadır.

7- Dünyâda hayat veren, öldükten sonra da âhırette dirilten ancak Allahü teâlâdır. O’ndan başka kimsenin öldürmeye ve diriltmeye kud­reti yoktur.

8-Nutfeden (menîden) erkek ve dişi iki sınıf canlıyı yâratan Allahü teâlâdır. Nutfe (menî) tek bir şey olduğu hâlde, ondan muhtelif uzuv­lar ve farklı tabîatler, erkek ve dişi yâratan Allahü teâlâdır. Bunlar O’nun kudreti ile olmaktadır.

9- Kıyamette yeniden diriltmek de Allahü teâlâya âittir, insanlar öldükten sonra, Allahü teâlâ onları kıyamet günü tekrar diriltecek ve hesaba çekecektir.

Bu husûsların İbrâhim aleyhisselârmın suhufunda da bildirildiği Kur’ân-ı kerîmde zik­redilmektedir. (Bkz. ibrâhim aleyhisselâm)