Ya'kûb aleyhisselâmın, oğlu Yûsuf la (a.s.) karşılaşması - kainatingunesi.com

Ya’kûb aleyhisselâmın, oğlu Yûsuf la (a.s.) karşılaşması

 Senelerdir ayrı­lık ateşiyle yanan Ya’kûb (a.s.), Yûsuf aley-hisselâmın daveti üzerine, oğulları ve ailesine mensup olan kimseleri topladı. Mısır’a gitmek üzere hazırlandı. Bu kafilede; hanımlar, oğul­ları ve torunları vardı. Ken’ân ili ahâlisiyle ve­dalaşan Ya’kûb aleyhisselâm, Mısır’a hicret et­mek üzere yola çıktı.

Ya’kûb aleyhisselâmın bütün aile fertleriyle Mısır’a gitmek üzere yola çıktığını haber alan Yûsuf (a.s.), babasını karşılamak üzere pek çok hazırlıklar yaptı. Bir çok binek hayvanı ve askerle, babasını karşılamak üzere yola çıktı. Karşılamaya çıkanlar arasında, Mısır melîki Reyyân bin Melik de vardı. Babası ve berabe­rindekilerin yaklaştığı haberini alan Yûsuf (a.s.), yolda beklemeye başladı. Askerler saf saf dizildiler. Babasının dinlenmesi için bir göl­gelik de hazırlatmıştı.

Süslü devesine binmiş olan Ya’kûb (a.s.), evlâdları ve kalabalık maiyeti ile yaklaşıyordu.

Bu sırada Cebrail aleyhisselâm gelerek, Ya1 kûb’a (a.s.); “Semâya bak, nice zaman sizin elem ve üzüntünüz sebebiyle hüzünlü olan melekler, sürür ve sevincinizi görmek üzere seyre çıkmışlardır” dedi. Ya’kûb (a.s.); “Oğlum Yûsuf nerede? Bana onu göster” deyince, Ceb­rail (a.s.); “İşte, üzerinde gölgelik bulunan karşıdaki kimsedir” dedi. Ya’kûb (a.s.), Yûsuf’u görünce, devesi üzerinde duramayarak yere indi. Yehûda’nın omuzuna dayanarak yürü­meye başladı.

Yûsuf (a.s.) tevazu ve hürmetle babasına yaklaştı. Yûsuf (a.s.) önce selâm vermek istedi. Cebrail (a.s.); “Evvelâ Ya’kûb’un (a.s.) selâm vermesi münâsibdir” dedi. Karşılaştıkları sırada Ya’kûb (a.s.); “Esselâmü aleyke Yâ müzhibel-ahzân!” (Selâm sana ey hüzünleri ve üzüntüleri gideren) dedi. Yûsuf aleyhisselâm da babasının selâmını aldı. Uzun yıllardır has­ret olan baba ve oğul, birbirlerinin boyunlarına sarılıp kucaklaştılar. Sürür ve sevinçlerinden ağladılar. Her iki taraftan gelenler, birbirleriyle kaynaşıp muhabbetle sohbet ettiler. Daha sonra, babasını ve maiyetindekileri alıp saraya götürdü. Onlara, ikram ve ihsanda bulundu. Ya’kûb (a.s.), saraya gelince yanına gelen torunlarını (yâni Hz. Yûsuf’un; Efrâyim, Mişa ve Rahîme adlı çocuklarını) kucaklayıp öptü. Onlar da, dedelerinin ellerini öptüler.

Sohbet esnasında, Yûsuf aleyhisselâm babasına; “Babacığım, benim ayrılığım sebebiyle, gözlerini kayb edinceye kadar ağladın. Allahü teâlânın bizi, kıyamette buluşturacağını bilmiyor muydun?” dedi. Ya’kûb aleyhis­selâm da; “Biliyordum oğlum, fakat senin dînine bir zarar getireceklerinden ve bu suretle senin ile benim aramı açacaklarından korktum. Bütün korkum, dînine zarar gelmesiydi. Bu bakımdan, Allahü teâlâdan bizi devamlı îmânı­mızda sabit kılmasını diliyorum” cevâbını verdi.

Allahü teâlâ Ya’kûb aleyhisselâma; “Oğlun Yûsuf’u niçin iade ettim biliyor musun?” buyurunca, Ya’kûb (a.s.); “Bilmiyorum Yâ Rabbî” dedi. Allahü teâlâ da; “Çünkü sen ümi­dini bana bağladın ve; “Umulur ki Allahü teâlâ onların hepsini birden bana getire” dedin ve yine; “Oğullarım! Tek­rar Mısır’a gidin de, Yûsufdan ve kar­deşi Bünyâmin’den bir haber sorun. Onlara ait malûmat edinmeye çalışın ve Allahü teâlânın rahmetinden, fazl ve ihsanından ümit kesmeyin” dediğin için iade ettim” buyurdu.

Ya’kûb aleyhisselâmın oğullarına kavuştuktan sonrası, Kur”ân-ı kerimde Yûsuf sûresi 100. âyetinde şöyle haber veriliyor: “Babasını ve anasını (teyzesi veya üvey anasını) tahtının üzerine çıkarıp oturttu. Hepsi onun için (ona kavuştukları için) secde ettiler. (Yâni onu selâmladılar.) Yûsuf (a.s.) dedi ki: “Ey babam! İşte bu, evvelce gördüğüm rüyanın te’vilidir (açıklamasıdır). Hakî­katen Rabbim, o rüyayı tahakkuk ettirdi. Beni zindandan çıkarıp mülk ihsan etti. Şeytan, benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, (Allahü teâlâ) sizi çölden (Ken’ân diyarından) getirdi. Şüphesiz ki Rabbim, dilediği şeyleri çok güzel, çok ince tedbir eden­dir. Şüphesiz ki, hakkıyla bilen, tam hikmet sahibi olan ancak O’dur.”

Yûsuf aleyhisselâmın annesi Râhil, kardeşi Bünyâmin’in doğumundan hemen sonra vefat etmişti. Müfessirlerin ekserîsi, bu âyet-i keri­medeki annenin, üvey annesi veya teyzesi olduğunu bildirmişlerdir. Çünkü Ya’ kûb aleyhisselâm, Yûsuf aleyhisselâmın anne­sinden önce, onun kız kardeşi Leyâ ile de evlenmişti. Kur’ân-ı kerîmde, teyze, anne yerine zikredilmiştir. Nitekim amca da, baba yerine zikredilmiştir.

Ayet-i kerîmede geçen secde de, selâmla­mak mânâsındadır. Çünkü o devirde selâm­lama eğilmek suretiyle yapılmakta idi. Yoksa bugünkü mânâda Allahü teâlâdan. başkasına secde etmek küfürdür. Peygamberler bundan berîdir, uzaktır.

Yûsuf aleyhisselâmın gördüğü rüya üze­rinden kırk sene geçmişti. Bu kadar uzun zamandan sonra babası ve kardeşleriyle karşı­laşan Yûsuf aleyhisselâm, babasına; şeytanın kardeşleriyle arasını bozduktan sonra, Allahü teâlânın kendisini zindandan çıkarıp, mülk ihsan ettiğini, ailesini de çölden (Ken’ân diya­rından) buraya (Mısır’a) getirdiğini söyledi. Kardeşlerini mahcûb etmemek için, kardeşleri tarafından kuyuya atıldığından hiç bahset­medi. Kardeşlerini itham etmeyip, şeytanın kardeşleri ile aralarını ifsad ettiğini söyledi. Çünkü o, kardeşlerini bağışlamış ve hakkını helâl etmişti. Ayrıca zindandan çıkıp mülke kavuşmayı da”Nîmet” olarak zikretti. Çünkü zin­danda kâfirlerle; kuyuda İse Cebrail aleyhisselamla beraber idi.

Daha sonra Yûsuf aleyhisselâm babasının elinden tutup evrak, altın, gümüş ve silâh hazî­nelerini gezdirdi. Ya’kûb aleyhisselâm, saray­daki süslü olan odaları bırakıp; “Bana hasırotu ve kamıştan Ken’ân’daki çardağım gibi bir çardak hazırlayın” dedi. Kalması için arzu ettiği şekilde bir yer hazırladılar.