1.CİLD 24.MEKTÛB - kainatingunesi.com

 

İMÂM-I RABBÂNÎ AHMEDÎ FÂRÛKÎ SERHENDÎ

1.CİLD

24.MEKTÛB

 

Bu mektûb, Kılınc Hâna yazılmıştır. Sofînin kâin ve bâin olduğu ve kalbin birden fazla şeye bağlanmıyacağı ve muhabbet-i zâtiyye hâsıl olunca sevgiliden gelen elemlerle nîmetlerin müsâvî olduğu ve mukarreblerle ebrârın ibâdetleri arasındaki başkalığı ve kendini yok bilen Evliyâ ile insanları dâvet için geri dönmüş olan Evliyânın başkalıkları bildirilmektedir:

Allahü teâlâ, Peygamberlerin en üstünü hurmetine size selâmet ve âfiyet versin! Hadis-i şerifte, (Kişi, sevdiği ile birlikte olur) buyuruldu.

Kalbinde, Allahdan başka hiçbirşeyin sevgisi kalmayan ve ancak Onu dileyen kimselere müjdeler olsun. Bu hadis-i şerife göre, bu kimse, Allahü teâlâ ile berâber olur. Görünüşte insanlar ile birlikte ve onlarla alış verişte ise de, hakîkatte Allahü teâlâ iledir. Kâin ve bâin olan sofînin hâli böyledir. Bu sofî, Allahü teâlâ ile (Kâin)dir. Yâni Allahü teâlâ ile bulunur ve insanlardan (Bâin)dir. Yâni ayrıdır. Yâhut, görünüşte insanlar ile kâindir. Hakîkatte ise insanlardan bâindir. Kalb, yâni gönül birden fazla şeyi sevmez. Bu bir şeye olan sevgisi kesilmedikçe başka şeyi sevemez. Kalbin mal, evlat, mevkı’, medh olunmak gibi çeşidli arzuları ve bağlantıları ve sevdikleri görülür ise de bu sevgilileri hakîkatte hep bir sevgilisi içindir. O biricik sevgilisi de, kendi nefsidir. Onların hepsini, kendi nefsi için sevmektedir. Bunları, hep kendi nefsi için istemektedir. Onların nefslerini düşünmemektedir. Nefsine olan sevgisi kalmazsa, nefsi için onlara olan sevgisi de kalmaz. Bunun içindir ki, kul ile Rabbi arasındaki perde, kulun kendi nefsidir. Çünkü hiçbirşeyi o şey için sevmemektedir. Onun için hiçbirşey perde olmaz. Kul, hep nefsini düşünmektedir. Bunun için perde, yalnız kendisidir. Başka hiçbir şey değildir. Kul, kendinin nefsini düşünmekten büsbütün kesilmedikçe Rabbini düşünemez. Allahü teâlânın sevgisi onun kalbine yerleşemez. Bu büyük nîmet, ancak tam fena hâsıl olduktan sonra elde edilebilir. Mutlak olan Fena da, Tecellî-i zatîye bağlıdır. Çünkü, ortalıktan karanlığın kalkması, ancak, parlak olan güneşin doğması ile olur. (Muhabbet-i zatiyye) denilen bu sevgi hâsıl olunca, sevgilinin nîmetleri ve elemleri, sevenin yanında eşid olur. Bu zaman, ihlâs hâsıl olur. Rabbine ancak Onun için ibâdet eder. Kendi nefsi için değil. İbâdeti, nîmetlere kavuşmak için olmaz. Çünkü, ona göre nîmetlerle azâblar arasında başkalık yoktur. İşte bu hâl mukarreblerin derecesidir.

Ebrâr böyle değildir. Bunlar, Allahü teâlâya nîmetlerine kavuşmak için ve azâbından korktukları için ibâdet ederler. Bu iki dilekleri ise, nefslerinin arzularıdır. Çünkü bunlar, Allahü teâlânın zâtını sevmek saadetine kavuşmamışlardır. Bunun için (Ebrârın hasenâtı, mukarreblerin seyyiâtı olmuştur). Çünkü, ebrârın hasenâtı, bir bakımdan hasenâttır. Başka bakımdan seyyiât olur. Mukarreblerin hasenâtı ise, her bakımdan hasenâttır. Yâni iyiliktir. Evet, mukarreblerden, tam Bekâya kavuştuktan ve bu sebepler âlemine indikten sonra Allahü teâlâya, korku ile ve nîmetlerine kavuşmak için ibâdet eden de vardır. Fakat, bunların korkuları ve arzuları kendi nefsleri için değildir. Bunlar, Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşmak için ve Onun gazâbından, gücenmesinden korktukları için ibâdet ederler. Bunlar Cenneti de isterler. Çünkü, Cennet, Allahü teâlânın rızasının, sevgisinin bulunduğu yerdir. Yoksa Cenneti istemeleri, nefslerinin zevkleri için değildir. Bunlar Cehennemden korkar. Ondan koruması için duâ ederler. Çünkü, Cehennem, Allahü teâlânın gazâbının bulunduğu yerdir. Yoksa, Cehennemden korkuları, nefslerini azâbdan kurtarmak için değildir. Çünkü, bu büyükler, nefslerine köle olmaktan kurtulmuşlardır. Allahü teâlâ için hâlis kul olmuşlardır. Bu mertebe, mukarreblerin en üstün derecesidir. Bu mertebeye kavuşan, (Vilâyet-i hâssa) makamına erdikten sonra (Peygamberlik) makamının yüksekliklerinden bir şeylere de kavuşur.

Sebepler âlemine inmeyen ise, müstehlik olan, yâni kendini yok bilen Evliyâdan olur. Bunun Peygamberlik makamının kemâlâtından haberi yoktur. Başkalarını kemâle getiremez. Yukarıda bildirdiğimiz birinci sınıf Evliyâ gibi değildirler. Allahü teâlâ, insanların en üstünü hürmetine bizleri bu büyükleri sevmekle şereflendirsin. Çünkü, (Kişi, sevdiği ile berâber olur). Evvelimiz ve sonumuz selâmette olsun!

Niçin küfrân eder insân, Hudâ nîmet verir iken,

Utanmayıp eder isyân, kamûyu ol görür iken.

Beher an hamdü şükretmez, dahî ihsânı fikretmez,

Hergün Hakkı zikretmez, bedende cân durur iken?