Abdullah b. Muhammed Mürteiş Hazretleri - kainatingunesi.com

Abdullah b. Muhammed Mürteiş Hazretleri

Babası, Nişâbûr şehrinin zenginlerinden idi. Evleri önünde idi. Evleri önünde otururken, yanına bir genç geldi. Sırtında es­ki bir hırka, başında keçe külâh vardı! Abdullah Mürteiş’ten, bir şeyler istedi. O hiç cevap vermedi ve içinden: “Sapasağlam bir genç olsun da, sıkılmadan dilencilik yapsın, olacak şey de­ğil” diye düşündü.

Daha bu düşünce kafasında iken, genç fasîh (açık) şekilde: “Ey Abdullah! Kalbine gelen düşünceden, Allahü teâlâya sığı­nının!” dedi.

Abdullah bin Muhammed Murteiş (rh.a) çok korktu! Bu korku ile, kendinden geçti ve yere düştü. Onun düştüğünü gö­ren, hizmetkârlardan biri yanma koştu. Başını dizlerine alıp, ayıltmaya çalıştı. Kendine geldiği zaman, herkes başına top­lanmış bulunuyordu. Yalnız o genç yoktu! Gittiğini anlayınca, çok üzüldü. Yaptığına pişman olarak, gününü geçirdi. O gece, dert ve üzüntü içinde uyuya kaldı. Rü’yasında, Hazreti Ali’yi gördü. Yanında, o genç de bulunmaktaydı. Çok heyecanlandı. Hazreti Ali: “Ey Mürteiş! Keşke öyle düşünmeyip, bu gence bir şeyler vereydin! Çünkü Allahü teâlâ, ‘Allah rızâsı’ için; hiçbir şey vermeyenleri sevmez” buyurdu.

Sabah olup uyanınca Abdullah Mürteiş; kendisine âit ne varsa, “Allah rızâsı için” fakirlere dağıttı. Sonra da, sefere çıktı! Bağdat’a gitti ve 15 yıl, orada ilim tahsil etti.Babasının vefâtı üzerine, Nişâbûr’a döndü. Babasından ona, büyük bir servet kalmıştı. O serveti de tamamen, fakirlere ve muhtâçlara bağış­ladı. Ve tekrar, Bağdat’a geldi. Bu kadar zaman geçmesine rağ­men, yakınlarına derdi ki: “O gencin bakışı, hâlâ gözlerimin önünde! Devamlı olarak üzülüp, pişmanlık duyuyorum!”

Hattâ bu üzüntüsünün vefâtına kadar, devam ettiği rivâyet olunur!

Kendisi sık sık: “Kalbimizin; Allahü teâlâdan ve onun dost­larından başkasına meyletmesi, kalbimizin hastalığına işârettir” buyurmuştur.

Sordular: “Yâ Şeyh! Bir zât, su üzerinde yürüyor! Ne dersi­niz?”

Cevaben buyurdu ki: “Hevâ—i nefse muhâlefet (nefsimize uymamak); havada uçmaktan da, su üzerinde yürümekten de iyidir.”

Bağdat’ta, sâlih bir zât yaşıyordu. Biıgün kalbinden geçirdi ki: “Ebû Muhammed Mürteiş gelse de; bana 15 gümüş ile, bir aba hediye eylese! Hacca giderken abayı giyer, gümüşle ihtiyâçlarını gideririm!” Daha düşüncesi kalbinde iken, kapı çalındı! Kapıyı açınca karşısında, Ebû Muhammed duruyordu! Elinde, bir aba vardı. Abayı uzattı ve 15 gümüş saydı: “Bunları sana, hediye ediyorum. Hacca gidecekmişsin. Bize duâ et!” buyurdu. O zât almak istemedi. Hazreti Mürteiş: “Lütfen al ve bizi üzme! Bunlar istediğin ve ihtiyâcın olan şeyler,” diyerek, ısrâr etti.

Bazıları gelip, kendisinden nasihat istediler. Buyurdu ki: “Size nasihat etmeye; benden hayırlı ve benden münâsip olan­lara gidiniz. Böylece beni de; sizlerden çok hayırlı olan, Rabbimle başbaşa bırakmış olursunuz!”

939 (328h) yıllarında, Irak’ta hastalandı. Şunûziye Mescidinde, etrafında bulunanlara: “Allahü teâlâdan üç şey nasîbet- mesini dilemiştim! Vefât ederken; (1) Fakir olarak hiç dünyalı­ğa sâhibolmamayı! (2) Şunûziye mescidinde bulunmayı! (3) Allahü teâlânın sevdiği kimselerin, yanımda bulunmasım! El­hamdülillah şu anda; istediklerim hepsi mevcût!” buyurdu. Sonra, vasiyetlerini bildirdi: w10 dirhem, borcum var. Üstüm­deki elbiseleri satarak, borcumu ödeyin! Allahü teâlâyı, Rab olarak tanıyın! Onu ‘bir’ olarak, ikrâr eyleyin! Hiçbir şeyi, Ona ortak koşmayın! Çünkü tevhidin esâsı; bu üç şeydir!”