ABDULLAH-I ENSÂRÎ - kainatingunesi.com

ABDULLAH-I ENSÂRÎ

“rahmetullahi teâlâ aleyh”

Buyurdular ki:

“Yâ Rabbî! Dostlarını öyle yaptın ki, onları tanıyan sana kavuşuyor ve sana kavuşmayan onları tanıyamıyor. Yâ Rabbî! Her kimi felâkete düşürmek istersen, onu dostlarının, evliyânın ve gerçek İslâm âlimlerinin üzerine atarsın.”

“Öyle zaman olur ki, Allahü teâlâ bir kulunu ibâdetleri ile meşgûl eyler. O ibâdetler, o kulun azıtmasına sebeb olur. Yâni kibir ve ucba kapılmasına yol açar. Yine öyle zaman olur ki, o kulunu bir işe, bir günâha düşürür. O günâhı sebebiyle kul o kadar üzülür ki, bu üzülmesi o kimsenin hidâyetine sebeb olur. Hâline bakıp gafletten uyanır. Tövbe ve istigfâr eder. Bu her iki durumda da atılgan olmamalıdır. Allahü teâlâ, cesâret ve atılganlıkla günâh işleyip de; “O bizi affeder.” diyen kullarını sevmez. Günâhları küçük görmekten daha zararlı bir şey yoktur. Günâhların küçüklüğünü değil de, kimin koyduğu yasakları çiğnemekte olduğunu düşünüp, hayâ etmelidir.”

“Hak teâlânın sevdiklerinin yolunda olmak ile dünyaya kıymet vermek, dünyâya düşkün olmak, bir arada bulunmaz. Bu yolda bulunan bir kimsenin kalbinde, dünyânın zerre kadar kıymeti bulunursa, yağdan kıl çıkması gibi, kolayca bu yoldan çıkar. Allahü teâlânın dostları, dünyâya hiç kıymet vermezler, onun için gam yemezler. Bütün dünyâyı bir lokma hâline getirip, bir velînin ağzına koysan, israf olmaz. Gerçek israf, bir şeyi Allahü teâlânın rızâsına aykırı olarak sarfetmektir. Allahü teâlâ, dünyâyı eliniz ile terketmeyi değil, kalbiniz ile terketmeyi ister ve beğenir.”

“İşlediğin tâat ve ibâdetleri beğenmemelisin. O tâat sana hoş gelmemeli, bir lezzet aramamalısın. Tâatini beğenmek şirktir. Yalnız Allahü teâlânın emri olduğu için, buyurulduğu gibi, yânî ilmihâl kitaplarında bildirdiği gibi işlemeli. Tâatini Hak teâlâya ısmarla ve kendi beğenmeni şeytanın yüzüne çarp. ”

“Bedbahtlığın, zarar ve ziyân içinde olmanın en açık alâmeti, Allah yolunda hergün ilerleyememektir.”

“Malı seviyorsan, yerine sarf et de sana sonsuz arkadaş olsun! Eğer sevmiyorsan, ye de yok olsun.”

“Allahü teâlâ, kendi rızâsını istiyenlerin yardımcısıdır.”

“Üç kısım ilim vardır ki, bunlar tövbe, tevekkül ve hakîkat ilimleridir. Tövbe ilmi ki, bu ilmi seçilmişler, büyük zâtlar ve avâm, diğer insanlar kabûl ettiler. Tevekkül ilmini, seçilmişler kabûl etti, ama avâm kabûl etmedi. Hakîkat ilmini ise, insanların ilim, akıl ve anlayış seviyelerinin üstünde olduğu için, çok kimse anlıyamadı.”

“Allahü teâlânın azâbına müstehak olanlar, her an gaflette bulunanlardır. Bunlar, başlarına gelmesi muhtemel olan korkunç azâbdan gâfil oldukları için, kendilerini emniyette ve rahat hissederler. Her zaman uyanık olan kalbler ise, her an korku ve hüzün ile dolu olurlar. Devamlı âhiret için hazırlık yaparlar. Dolayısı ile bu kimseler cezâya müstehak değildir.”

“İnsana, âhirete giden yolda mutlaka şu dört şey lâzımdır: Birinci olarak, îtikâd ve amel. Bunun için kendisine lâzım olan ilmi öğrenip tatbik etmek lâzımdır. Bu ilim yolcuya yön verir, idâre eder. İkinci olarak, bir zikir lâzımdır. Bu, yolcuya tenhâda arkadaşlık eder ve zikir yardımı ile yalnızlık çekmez. Üçüncü olarak, bu yolcunun haram ve şüphelilerden sakınması ve dünyâya düşkün olmaması lâzımdır. Bu uygun olmayan düşünce ve başka şeylerin kendisini meşgûl etmemesine sebeb olur. Dördüncü olarak, bir yakîn lâzımdır. Bu da, yolcuyu gideceği yere kadar götürür. İşte ömründe bu dört şeyden ayrılmayan saâdete kavuşur.”

“Dünyâ ne demektir biliyor musunuz? Gönlüne gelen ve seni Allahü teâlâdan uzaklaştıran her şey dünyâ demektir. Seni O’ndan başka bir şey ile meşgûl eden her şey de fitnedir. Bu kısa ömrü, Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeylere yaklaşmakla geçiren, O’ndan başka şeylerle meşgûl olan kimse, âhiretini harâb etmiş olur. Bu ise, akıl sâhiblerinin yapacağı şey değildir.”

“Sıdk ve muhabbetin alâmeti ahde vefâdır.”

“Nefsiniz sizi uygun olmayan şeylerle meşgûl etmeden evvel, siz nefsinizi hayırlı şeylerle meşgûl ediniz.”

“Hak teâlâya yakın olmayı istememek ve düşünmemek cinâyettir.”

“Mürşid-i kâmilin, yetişmiş ve yetiştirebilen rehberin mübârek cemâlini görmek ve sohbetine kavuşmak en büyük ganîmetlerdendir. Onların güzel cemâli ve sohbeti her zaman ele geçmez. Onu elden kaçırmamalıdır. Arafat dâimâ olur, fakat onlar dâimâ bulunmaz. Bu büyük ganîmeti lâyıkıyla değerlendirmeli, nîmetin kıymetini bilmelidir.”

“Tasavvuf ehli arasında;”Benim elbisem, benim ayakkabım.” demek edebe uygun değildir. Dostlar arasında, hiçbir şeyi mülkiyetle nisbet etmemek, onların âdâbındandır. Zarûret müstesnâ.”

“Kendisinden başka ilâh olmayan Allahü teâlânın kıymetli bir kulu vefât edeceği zaman, Azrâil aleyhisselâm gelerek; “Korkma! Erhamürrâhimîne gidiyorsun. Asıl vatanına kavuşuyorsun. Büyük bayrama vâsıl oluyorsun. Bu cihan bir konaktır. Bu konak mü’minin zindanıdır. Ödünç olarak sana verilen bu varlık bir bahânedir. Bu sebepten, bu bahâne gider ve uzaklaşır. Hakîkat meydana çıkarak, kişi devamlı diri olan Allaha kavuşur.” der. O kul için, dünyâda bundan daha tatlı, daha hoş ve daha rahat bir gün olmaz.”

“Kişinin sözü amelinden çok olursa noksandır. Ameli sözünden fazla olursa kemâldir.”

“Allahü teâlânın bir kulunu sevmediğinin alâmeti; o kulun, kendisine faydası olmayan boş şeylerle meşgûl olmasıdır.”

“Ümitsizlik, küfür içinde bir kapıdır. Allahü teâlânın rahmetinden ümidini kesmek küfürdür.”

“Ârif; kalbini Allahü teâlâyı düşünmek, unutmamak, vücûdunu da, insanların rahmet-i ilâhiyyeye kavuşmaları için seferber eden kimsedir.”

Âl-i İmrân sûresi 103. âyet-i kerîmesinin meâlen; “Allah’ın habline sımsıkı sarılın.” kısmını şöyle tefsîr etmektedir: “Âyet-i kerîmede geçen; “Allah’ın habline sımsıkı sarılın.”dan murâd, Allahü teâlânın emirlerine riâyet ederek ibâdete devâm etmektir. Âyet-i kerîmede geçen i’tisâmın, sarılmanın üç derecesi vardır.

“Bâzı sâlih kimseler, bir hâdisenin nasıl netîceleneceğini firâsetle söyler. Bu hâdisenin netîcesini Allahü teâlâ ona müşâhede ettirir, gösterir. Bu müşâhede, o kimsede devamlıdır. Bâzı kimseler de vardır ki, bu müşâhede onda bâzan olur, devamlı olmaz. O, onu Allahü teâlânın aşkının sarhoşluğu içinde iken söyler veya o söz dilinden çıkar da, söylediği hakîkat olur. Ama, onun bu hâlden haberi bile yoktur. İşte bu iki hâlin birinci olanı, yâni firâseti devamlı olanı makbûldür. Firâseti devamlı olanlara “Velâyet ehli” denir. Bu işler, “Abdal”, “Ebrar” ve “Zühhâd”da olur. Firâseti ve müşâhedesi bâzan olanlar da “Muhakkik”lerdir. Muhakkiklerde hâdiseler, bâzan kapalı, bâzan açık olur. Eğer şaka ile söyleseler; Allahü teâlâ onları kırmaz, hakîkat eder. Eğer gaflet ile söylerse, cenâb-ı Hak yine dediğini vâki eder.Onlar, Allahü teâlânın sevgili kullarıdır.”

“Firâset iki türlüdür: Birincisi, mârifet sâhiplerinin firâseti olup, talebenin istidâdını keşf etmek, Allahü teâlânın evliyâsını tanımaktır. İkincisi, riyâzet çeken, açlıkla nefslerini parlatanların firâseti olup, mahlûklara âit gizli şeyleri bilmektir. İnsanların çoğu, Allahü teâlâyı hatırlamayıp gece-gündüz dünyâyı düşündüğünden, dünyâ işlerinden ele geçirmek istedikleri şeylerden haber verenleri arıyor. Bunları büyük biliyor. Hattâ, bunları evliyâ, Allahü teâlâya yakın sanıyorlar. Evliyânın maârifine, doğru, ince bilgilerine dönüp de bakmıyorlar. Belki, bunlara dil uzatıp, bunlar Allahın sevgili kulu olsaydı, gayb olan şeylerimizi, gizli düşüncelerimizi bilirlerdi. Bizim hâlimizden haberi olmıyan bir kimse, mahlûkların üstündeki ince bilgileri hiç anlıyamaz diyerek, evliyânın firâsetine, Zât-ı ilâhiye ve sıfatlarına olan bilgilerine inanmıyorlar. Böyle, yanlış ölçüleri sebebi ile, o büyüklerin doğru ilim ve maârifinden mahrûm kalıyorlar. Allahü teâlânın, o büyükleri, câhillerin gözünden saklayıp, kendine mahsûs kıldığını bilmiyorlar. O, evliyâsını dünyâ işleri ile meşgûl etmeyip, kendisi ile meşgûl etmiştir. Evliyâ, insanların hâllerine, işlerine bağlansalardı, Allahü teâlânın huzûruna lâyık olmazlardı”.

“Âhirette her incinin bir sedefi vardır. Her şeyin kendi hâline göre bir şerefi, değeri vardır. İnsanoğlu da kendisinde ilim bulunan bir sedeftir. Onun şerefi de ilim iledir. İlmi olmayan kimse, câhillik içinde kalır, muhabbet kadehini içemez, vilâyet libâsını giyemez. Allahü teâlâ câhili kendine dost edinmez.”

“İlim, çok tekrar ve fazla müzâkere ile ele geçer. Ayrıca bunun için az uyumalı ve Allahü teâlânın yardımını talep etmelidir. ”

“Bir kimse, 40 gün Allah için ihlâsla sabahlasa, hikmet pınarları zâhir olup, kalbinden lisânına akar. ”

“Her denizin kenarı, sonu, her günün gecesi vardır. Peşinden gece gelmiyecek gün, kıyâmet günüdür. Ucu bucağı bulunmayan deniz, Allahü teâlânın rahmet deryâsıdır.”

“Semâ tavanının seyyâreleri olduğu gibi, her bir gaflet ve hatânın da bir keffâreti vardır. Mü’minlerin günahlarının keffâreti tövbedir.”

“Şükür; nîmeti bilmenin ismidir. Zîrâ şükür, nîmeti vereni bilmeye götürür. Bu mânâdan dolayı, Kur’ân-ı kerîmde İslâm ve îmâna şükür ismi verilmiştir.”

“Tasavvufu Ebü’l-Hasan Harkânî hazretlerinden öğrendim.
Birincisi; normal insanların sarılması ki, Allahü teâlâdan gelen emir ve yasaklara sarılıp, devâm etmektir. Bu kısımda bulunan insanların ibâdet ve tâatı, yakîn elde etmek içindir. Bu, Allah’ın ipine (Kur’ân-ı kerîme) sarılmaktır. İkincisi; seçilmişlerin sarılması olup, bunların emir ve yasaklara uymaktaki gayretleri, Allah’tan başka her şeyden kesilmek, O’na, O’nun emirlerine teslim olmaktır. Bu da urvet-ül-vüskâdır. Üçüncüsü; seçilmişlerin seçilmişlerinin sarılması ki, bunların emir ve yasaklara uymaktaki gayretleri, Allahü teâlâyı müşâhede etmek, O’nun yakınlığı ile meşgûl olmak nîmetine kavuşmak içindir. Buna da i’tisâm-ı billah denir.”