AİLE HAYATI - kainatingunesi.com

AİLE HAYATI

Nikâhlanıp evlenerek bir araya gelen erkek ve kadın ile çocuklarından meydana gelen
en küçük topluluğa “Aile” denir. İnsanlar, devamlı olarak beraber yaşamak mecburiyetindedirler.
Bu topluluk içine kandan, sütten ve evlilikten doğan akrabalar da
katılınca aile çevresi genişler. Erkeğin annesi, babası ve kardeşleri ile kadının annesi,
babası ve kardeşleri en yakın akraba olanlarıdır.
Ailenin asıl gayesi, neslin devamı olan çocuklardır. İnsanın öldükten sonra, iyilikle
anılması ve sevabının kesilmemesi, üç şeye bağlıdır. Bunlar herkese faydalı olan bir
eser yapmak, faydalı bir ilim hazinesi olan kitap yazmak ve hayırlı evlat yetiştirmektir.
O hâlde çocuğun, ilim ve ahlâkta, herkese örnek olabilecek bir şekilde yetiştirilmesi
lâzımdır. Bu, anne ve babanın ortak görevidir. Anne çocuğunu, emzirip büyüttüğü
gibi, ona iyi huyları da telkin etmelidir. Baba, çocuğun yiyecek, giyecek ve ev gibi
nafakasını temin ettiği gibi, onun ilim ve sanat sahibi olmasını ve güzel ahlâk ile
yetiştirilmesini sağlamalıdır. Çocuklara İslâm bilgilerini, îmânı ve ibâdetleri, farzları
ve haramları, abdest, gusül ve namazı muhakkak öğretmelidir. Kötü arkadaşlardan
korumalıdır. Bütün fenalıkların başı, kötü arkadaştır. Hadîs-i şerîfte, (İnsanın dini,
arkadaşının dini gibi olur) buyuruldu. Çocuklarına, din ve ahlâk bilgilerini öğretmeyen ve onları sanat sahibi yapmayan anne-babalar, hem dünyada, hem de âhirette
sıkıntı çekerler, azap görürler.
Çocuklar, anne ve babalarına hürmette, saygı göstermekte kusur etmemelidirler. Günâh
olmayan emirlerine itaat edip yerine getirmelidirler. Anne-baba, gayr-i müslim olsalar
bile kalblerini incitmemelidir. Yanında kalmadıkları zaman, ziyaretlerine gitmeli ve muhtaç
iseler ihtiyaçlarını karşılamalıdır. Çocuklarını, nice zorluklar içinde büyütüp, onlar için her
sıkıntıya katlanan anne ve baba, hürmete, saygıya en çok lâyık olan kimselerdir. Bunun
için Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde, (Onlara öf bile demeyiniz!) buyuruyor.
Aile saâdeti için, kadın ve erkeğin bir birlerine karşı anlayışlı ve hoşgörü sahibi olmaları
şarttır. Karşılıklı saygıda kusur etmeyen ve birbirlerine karşı görevlerini yerine
getiren eşler, aile yuvasının huzurunu ve mutluluğunu sağlamış olurlar. Ailede disiplini
ve düzeni baba sağlar. Onun en büyük yardımcısı annedir. Baba, adaletli ve merhametli
davranırsa, aile huzuru devamlı olur.
Akıllı Karı Koca Birbirini Üzmez
Hikmet ehli zâtlar buyuruyor ki: Aklı olan karı koca birbirini üzmez. Peygamber
efendimiz, (Kadınlarınıza eziyet etmeyin! Onlara yumuşak olun, iyilik
edin!) ve (Kocası razı olduğu hâlde ölen kadın, Cennete girer) buyuruyor. Merhum
hocamız da bu konuda buyururdu ki:
Aklı olan karı koca, birbirlerini üzmez. Hayat arkadaşını üzmek, incitmek, ahmaklık alâ-
metidir. Zâlim, huysuz kimsenin hayat arkadaşı devamlı üzülerek sinir hastası olur. Sinirler
bozulunca, başka hastalıklar da hâsıl olur. Hayat arkadaşı hasta olan bir eş, mahvolmuş-
tur. Saâdeti sona ermiştir. Eşinin hizmetinden, yardımlarından mahrum kalmıştır. Ömrü,
onun dertlerini dinlemekle, ona doktor aramakla, ona, alışmamış olduğu hizmetleri yapmakla
geçer. Bütün bu felaketlere, bitmeyen sıkıntılara kendi huysuzluğu sebep olmuştur.
Dizlerini dövse de, ne yazık ki, bu pişmanlığının faydası yoktur.
O hâlde, ey Müslüman! Hayat arkadaşına yapacağın huysuzlukların, işkencelerin
zararlarının kendine de olacağını düşün! Ona karşı, hep güler yüzlü, tatlı dilli olmaya
çalış! Bunu yapabilirsen, rahat ve huzur içinde yaşar, Rabbinin rızasını da kazanırsın.

MENKIBE: Birbirimizi Hiç Üzmedik
“70, 80 ve 90 yaşlarında olan, fakat hepsi de 60 yaşındaymış gibi görünen üç kardeş
vardır. 70 yaşındakine genç kalmanın sırrını sorarlar. O da, (80 yaşındaki abime sorun)
der. 80 yaşındakine giderler, fakat o da (Abime sorun) der. Nihayet 90 yaşındakine
sormaya giderler. 90 yaşındaki, (Buyrun, önce bir şeyler yiyelim, ondan sonra anlatırım)
der. Yemekten sonra sofraya bir karpuz getirmesi için hanımına rica eder. Nine de, üst
kattaki tavandan bir karpuz getirir. İhtiyar, karpuzu beğenmez, (Daha iyisini getir) der.
Kadın gidip yine bir karpuzla gelir. Onu da beğenmeyip, tekrar başka bir karpuz getirmesini
söyler. Nine yine bir karpuz getirir, ama onu da beğenmez. Misafirlere, (Gelin
karpuzu beraber seçelim) der. Tavana varınca bakarlar ki, tek karpuz vardır. Ninenin hep
aynı karpuzu getirdiğini anlarlar.
90 yaşındaki ihtiyar, misafirlerine dönüp, (Şimdi genç kalmanın sırrını anladınız mı?) diye
sorar. Onlar da (Anlamadık) deyince, (Gördünüz, karpuz bir tane. Hanım beni mahcup etmemek
için, her seferinde başka karpuz getiriyor gibi göründü. “Başka karpuz yok” demedi. O
beni hiç üzmedi, ben de onu üzmedim. Böylece, ikimiz de genç kaldık) der.
Kocanın Hanımına Karşı Vazifeleri
Dinimiz, erkeğin kadına karşı olan vazifelerini uzun bildirmektedir, erkeğin hanımı
ile görüşmesinde dikkat edeceği hususlar şöyle sıralanabilir:
1- Erkek, hanımına karşı her zaman güzel huylu almalıdır. Allahü teâlâ iyi huylu
olanları sever. Huysuzları sevmez. Bir insanı incitmek haramdır.
2- Ona karşı her zaman yumuşak davranmalıdır. Sevgili Peygamberimiz buyuruyor
ki: (Müslümanların en iyisi, hanımına karşı iyi ve faydalı olandır.)
3- Eve gelince, hanımına selâm vermeli (yâni selâmün aleyküm) demeli ve nasılsınız?
diye hatırını sormalıdır.
4- Hanımını tenhada üzüntülü görünce, onu çok sevdiğini acıdığını söyleyip hâ-
lini sormalı, tatlı şeyleri söylemelidir.
5- Onu neşeli görünce, güler yüz gösterip neşesine katılmalı, ortak olmalıdır.
6- Yapamıyacağı şeyleri bile söz vererek gönlünü almalıdır.
7- Çocukları terbiyede ona yardım etmelidir.
8- Hanımına, memlekette âdet olan elbisesinin çamaşırının en kıymetlisini, malî
durumuna göre almaya çalışmalıdır.
9- İyi şeyler yedirmelidir.
10- Hanımını dövmemelidir. Bir hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Bir erkek, hanımını
döverse, kıyâmette ben onun davacısı olurum.) Dünya işlerindeki kusuru
için döğmek şöyle dursun, acı, sert bile söylememelidir.
11- Allahü teâlânın emirlerini yapmak hususunda olan kusuru için, bir günden çok
dargın durmamalıdır.
12- Hanımının huysuzluklarını yumuşak karşılamalıdır.
13- Hanımının ahlâkında bir değişiklik görürse, kabahati kendinde bulup, ben iyi
olsaydım, o da böyle olmazdı diye düşünmelidir. Düzelmesi için nasihat ederek
yardımcı olmalıdır.
14- Hanımının iyiliği çoğalıp, her işi seve seve yapınca, ona dua etmeli ve Allahü
teâlâya şükür etmelidir. Çünkü uygun bir kadın, büyük ni’mettir.
15- Hanımının ayıplarını, kusurlarını ve sırlarını herkesten gizlemelidir.
16- Hanımının günâh olmayan kusurlarını görmemezlikten gelmelidir. Günâh iş ve
sözden vazgeçmesini, namaza, oruca ve gusül abdesti almaya devam etmesini,
tatlı ve yumuşak sözlerle nasihat etmelidir.
17- Hanımını, Kur’ân-ı kerîm okumasını, farzlardan, haramlardan ona lâzım olanları
öğretmelidir.
18- Ona, yanında ve olmadığı zamanlarda, hep hayır dua etmeli, fena dua etmemelidir.
Çünkü gece-gündüz onun için çalışmaktadır. Onun ekmekçisi, aşçısı,
terzisi ve malının bekçisi, yoldaşı ve hayat arkadaşıdır.
19- Hanımına latife, şaka söylemeli ve onu neşelendirecek hareketlerde bulunmalıdır.
20- Hanımı ile öyle olmalıdır ki, kocam beni herkesten çok seviyor bilsin!
Hanımla İyi Geçinme
Hanımının güzel huylu olmasını isteyen, önce kendisi güzel huylu olmalıdır! Kur’ân-ı
kerîmde, insana gelen musibetlerin, günâhları sebebiyle geldiği bildirilmektedir. O
hâlde, dinimizin emir ve yasaklarına riayet eden, hanımı ile iyi geçinir.
Din kitaplarında yazıyor ki, kadın çamaşır yıkamaya, yemek pişirmeye ve hattâ çocuğuna
bakmaya mecbur değildir. Mecbur olmadığı işlerde onu, çamaşırcı, aşçı, hizmetçi
gibi kullanmaya kimsenin hakkı yoktur.
Yeryüzünde dört dörtlük kadın olmaz. Hepsinin iyi yönü olduğu gibi, kötü yönü de
olabilir. Bir atasözü var. (Elin karısı ele kız, elin tavuğu ele kaz görünür) derler. Kadından
çok şey beklemek, dini bilmemenin alametidir. Bir hadîs-i şerîf meâli:
(Kadın doğrultmaya çalışılırken, kırılabilir. Kırılması boşanması demektir.)
[Buhârî]
Kur’ân-ı kerîmde, insana gelen musibetlerin, günâhları sebebiyle geldiği bildiriliyor.
Fudayl bin İyad hazretleri, (Eşim huysuzluk yapınca, dine aykırı bir iş yaptığımı anlardım.
Hemen o şeye tevbe edince, eşimin huysuzluğu da giderdi. Böylece, tevbemin
kabul edildiğini de anlardım) buyurdu. O hâlde Müslüman erkek, eşiyle iyi geçinir.
Çünkü Peygamber efendimiz buyuruyor ki:
(Hanımlarınızı üzmeyin. Onlar, Allahü teâlânın size emanetidir. Allah’ın
emanetine yumuşak olun, iyilik edin!) [Müslim]
Şu hâlde kimin emaneti olduğunu düşünmeli, Allah’ın emanetine hiyanet etmemeli.
Erkek hep kendini kusurlu görmeli, (Ben iyi olsaydım, o böyle olmazdı) diye düşünmeli.
Eşinin iyiliğini, iffetini, Allahü teâlânın büyük nimeti bilmeli. Onun huysuzlukları-
na iyilikle muamele etmeli, iyiliği çoğalıp, her işi seve seve yapınca, ona dua etmeli ve
Allahü teâlâya şükretmeli. Çünkü uygun bir kadın, büyük bir nimettir. İyi davranmak,
sadece hanımı üzmemek değil, onun verdiği sıkıntılara da katlanmak demektir. Yâni
bir erkek, ben iyi bir kocayım diyorsa, hanımından gelen sıkıntılara katlanması gerekir.
Bir hadîs-i şerîf meâli şöyledir:
(Hanımının kötü huylarına katlanan erkek, belalara sabreden Eyyüb aleyhisselâm
gibi mükâfatlara kavuşur.) [İmâm-ı Gazâlî]
İyi Müslüman olmak için hanımla iyi geçinmek şarttır. Çünkü Allahü teâlâ, (Onlarla
iyi, güzel geçinin) buyuruyor. (Nisâ: 19)
İyi geçinme, güzel geçinmek, ne demektir? İyi erkek, sadece eşine kötülük etmeyen
değil, eşinden gelen sıkıntılara da katlanandır. Eğer bir erkek, eşinden gelen sıkıntılara
katlanamıyorsa, iyi biri olduğunu iddia edemez, buna hakkı da yoktur.
Mürşid-i kâmil olan büyük zâtlar, talebelerine, (Hanımını üzeni sevmeyiz. Allahü
teâlâ evin içini hanıma verdi. Bir erkek evin içine ne kadar çok karışırsa, dünya ve
âhirette çok sıkıntı çeker) buyururdu. İki hadîs-i şerîf meâli de şöyledir:
(Îmân yönünden en üstün mü’min, hanımına, en iyi davranandır.) [Tirmizî]
(Eşinin haklarını ifa etmeyenin namazları, oruçları kabul olmaz.) [Mürşid-
ün-nisâ]
Erkek, eşinin yemeğine karışmaz, temizliğine karışmaz, ütüsüne, eşyaları düzenlemesine
karışmaz. Onun dünyası evidir. İstediğini yapar. Yemek yapmamışsa, olsun
peynir ekmek yeriz demesi gerekir. Tuzlu tuzsuz yapmışsa ses çıkarmaz. Yemek yanmışsa
hiç görmemesi gerekir. Eğer erkek bunları yaparsa, kadın kocasına hayran olur,
kendisi utanır, düzeltmeye çalışır. Aksine niye böyle yapıyorsun denirse, iş çığırından
çıkar. Kadın zayıftır, tez üzülür, tez sevinir, çok şeyi bir anda silip atar. Bütün iyiliklerini
unutur. Bunun için boşama hakkı erkeğe verilmiştir. Erkekten daha dirayetli kadın
olmaz mı; elbette olur, ama istisnalar kaideyi bozmaz.
Bir kadına kaşın böyle gözün şöyle demek, yâni çirkinsin demek, öldürmekten beterdir.
Bir kadına yakın akrabası olan bir bayan, (Kocam bana esmersin, pasaklısın dedi,
hiçbir zaman “Güzelsin, seni seviyorum” demedi, hep kötü yönlerimi söyledi, elin
adamlarından güzel söz duyunca, ister istemez gönlüm o adamlara düştü, kocamdan
soğudum) dedi. Bu durumu iyi bilen bir arkadaş, oğlunu evlendirirken, (Aman oğlum,
eşinle kavga etsen, kötü söz söylesen bile, ona sen çirkinsin deme, her zaman güzel
olduğunu söyle) derdi. Kızımla annesi tartışınca, kız bana, (Baba bu köylüyü nereden
buldun da aldın) der. Ben de, (Ama annen güzeldi onun için) derim. Kavga biter hemen.
Bir de, daha önce başından bir evlilik geçmişse, hanım sorsa bile, eski eşten kesinlikle
bahsetmemelidir. Eski eşin adını sakın evde anmamalı. Bir gün Peygamber
efendimiz, vefat eden Hazret-i Hatice validemizi anınca, kadınların en üstünü olan
Âişe validemiz bile üzüldü. O üzülünce kim üzülmez ki?
Kadın, erkek iyi geçinmek için yalan söyleyebilir. Bir hadîs-i şerîf meâli: (Erkek,
eşini, eşi de, beyini idare etmek için yalan söylerse günâh olmaz.) [Müslim]
İbni Erkam hazretleri, Hazret-i Ömer’e, (Eşim, beni sevmediğini söyledi. Beni sevmeyen
bir kadınla birlikte yaşayamam, ayrılmak istiyorum) dedi. Hazret-i Ömer, kadına
sordu:
– Kocana, seni sevmiyorum dedin mi?
– Evet dedim.
– Niçin?
– Bana sordu. Ben de yalan söyleyemedim. Yoksa burada yalana izin var mıdır?
– Elbette burada yalan söylemeye izin vardır. Bir kadın, kocasını sevmese de,
onu üzmemek için, yalan söylerse günâh olmaz.
Hanımı idare etmek, onu haramdan korumak, neşelendirmek birinci vazife olmalıdır.
Evliyâ zâtlar buyuruyor ki: (Talebeye ne yapılırsa, hocasına gider. Evlada yapılan bir şey, babaya yapılmış gibidir. İyilik de kötülük de.)
O hâlde büyükleri üzmemek için saliha hanımla iyi geçinmek gerekir.
Saliha hanım, bulunmaz nimettir, Cennet nimetidir. Cennet nimetinin kıymetini bilmek,
muhafaza etmek her Müslümanın vazifesi olmalı.
Çocukları kavgalı, stresli bir ortamda yetiştirmemeli. Yarının büyüğü olarak yetiştirmeli.
Ivır zıvır şeylerle bu hayatı kendine, çoluk çocuğuna zehir etmemelidir. Problemli
ailelerin çocuklarıyla kimse oğlunu kızını evlendirmek istemez.
Bütün sıkıntılar ölümü unutmaktan, hak ve hukuka riayet etmemekten yâni dine
uymamaktan ileri gelir. ile dememiş, hiçbir şey olmamış gibi davranmıştı.

MENKIBE: “Testiyi Niçin Kırdın?” Bile Demedi
Aliyy-ül Havas hazretlerine hanımı küsmüştü. Hanımı, kocasına muhalefet etmek için
ayrı testi, ayrı bardak kullanıyordu. Aliyy-ül Havas hazretleri, bir gün yanlışlıkla hanımı-
nın testisinden su içince, hanımı hemen testiyi kırmıştı. Hazret, “Testiyi niçin kırdın?”
bile dememiş, hiçbir şey olmamış gibi davranmıştı.
MENKIBE: Oğlumun Annesi, Beni Evden Kovdu
Osman el-Hattab hazretlerinin komşusu, Nureddin Şuni efendi anlatır: Bir gece dışarı
çıktım eski bir hasıra sarılı birinin dışarıda yattığını görüp (Sen kimsin, burada niçin yatıyorsun?)
dedim. (Komşu ben Osman el-Hattabım. Oğlumun annesi, beni evden kovduğu için
sokağa çıktım, onun kızgınlığı gidinceye kadar burada yatmaya karar verdim) dedi.

MENKIBE: Bir Ay Kadar Ömrün Kaldı
Hikmet ehli bir zât anlatır: Bir arkadaş hanımı ile hiç geçinemiyormuş. Evde her gün
basit şeyler yüzünden tartışma oluyormuş, bıkmış bu tartışmalardan, artık ondan ayrılmak
istiyormuş. Bunların münakaşaları yüzünden iki taraf aileleri de birbirine girmiş.
Hanımı bunun tarafına, bu da hanımının tarafına düşman vaziyette. Kanlı bıçaklı
deniyor ya aynen öyle olmuşlar. Bu bir gün perişan bir vaziyette geldi, hiçbir nasihat
dinleyecek hâlde değildi. “Yâ Rabbi, ben buna ne diyeyim” diye düşündüm. Sonra ona,
“Artık ayrılsan da fark eden bir şey olmayacak. Çünkü, bir ay kadar ömrün kaldı, ne
istiyorsan git yap” dedim. Bu sözü duyan arkadaş şok oldu, rengi attı, yine perişan bir
durumda çıkıp gitti.
Sonra arkadaşlardan ve kendisinden dinlediğim için ne yaptığını anlatayım. Kapıdan
çıkar çıkmaz özel kalemdeki arkadaşlarla helâlleşmeye başlamış. Rastladığı herkesle
helâlleşiyormuş. Eve gidince kavgalı hanımına, (Hâtun gel demiş, bunca zamandır seni
üzdüm, sana iyi kocalık yapamadım, istediğini alamadım, hakkına riayet edemedim, ne
olur beni affet, bana hakkını helâl et) demiş. Tabii bunu gerçekten ağlamaklı bir şekilde
diyor. Hanımı bakmış, Allah Allah, bu adama ne oldu da böyle şeyler yapıyor demiş,
acımış ona. Bey demiş, sen hakkını helâl et, ben hep edepsizlik yaptım, seni çok üzdüm
demiş. Başlamışlar ağlamaya, sarılıp ağlaşmışlar.
Sonra adam, kavgalı olduğu kayınpederlerine gitmiş. Aynı şekilde onlardan ağlamaklı
olarak özür dilemiş, size iyi evlatlık yapamadım, hizmet edemedim, ne olur beni affedin,
hakkınızı helâl edin demiş. Onlar da şaşırmışlar, yavrum demişler, sen hakkını helâl et,
biz büyüklük yapamadık, sizi hoş göremedik, sizin aranızı çok zaman biz bozduk. Sen
bizi affet, hakkını helâl et diyerek ağlaşmışlar.
Sonra hanımı da bunun kavgalı olduğu annesine babasına gitmiş. Aynı şekilde o da
onlardan özür dilemiş, size iyi gelinlik yapamadım, çok edepsizlik ettim, sizi çok üzdüm
demiş, helâllik istemiş. Onlar da aynı şekilde mahcup olup, asıl sen bizi affet hakkını
helâl et, biz büyüklük yapamadık, sizi çok üzdük demişler, sarılıp ağlaşmışlar. Evde ise
her gün sanki Cennet hayatı yaşıyorlar. Karı koca birbirlerine hizmet ediyor, bir dedikleri
iki olmuyormuş.
Ama arkadaş, benim sözümü hiç söylememiş. Bir ayın dolması için günleri sayıyormuş.
Günler yaklaştıkça bunun iyiliği artıyormuş, geceleri ibâdeti artıyormuş. Bunun
iyiliği artınca hanımının da ve ailelerin de iyiliği artıyormuş. Derken bir ay dolmuş. Ha
bugün öleceğim derken, nedense ölmemiş. Kesin bir ay denmedi, bir ay kadar dendi,
belki birkaç gün daha var diye düşünmüş.
Birkaç gün daha beklemiş, yine ölmemiş. Sonra yanıma geldi, odadan içeri girince,
(Efendim ben ölmedim) dedi. Ne ölmesi dedim. Efendim siz bana demiştiniz ki bir ay
kadar ömrün kaldı, o bir ay doldu ama ben ölmedim. Kardeşim, ben senin ne zaman
öleceğini bilemem, ama şunu biliyorum, ölüm var, bir gün elbette öleceksin. Ölecek
adam kavga niza ile hayatını zehir etmez. Şu andaki hayatından memnun musun dedim.
Evet hiç tartışmamız olmuyor dedi. Haydi böyle devam edin dedim. İki çocukları
oldu, gül gibi geçinip gidiyorlar.
Nükte: Bütün mesele ölümü unutmamak. Ölümü unutunca ne oluyor, unutmayınca
ne oluyor bu açık bir örnek.

MENKIBE: Hanımı Bağırınca…
Bir gün, halife Hazret-i Ömer’in kapısına, hanımının bağırmasından şikayet etmek
için birisi gelir. İçeriden, Hazret-i Ömer’in hanımının bağırıp çıkıştığını duyunca şikayet
etmeden, geri döner. O sırada Hazret-i Ömer bu adamı görüp seslenir:
– Niçin gelmiştin, niye uğramadan gidiyorsun?
– Hanımımı şikayete gelmiştim. Fakat hanımınızın, size çıkıştığını duyunca, şikayetten
vazgeçtim.
Hazret-i Ömer buyurdu ki.
– Biz kadınların her sözüne cevap vermeyiz. Onların bizim üzerimizdeki birçok hakları
vardır:
1- Kadınlar sebebiyle Cehennemden kurtuluruz. Çünkü, hadîs-i şerîfte, “Evlenen
kimse, dininin yarısını emniyet kal’esinin içine alır” buyurulmuştur.
2- Kadınlar bizim malımızın bekçileridir.
3- Çamaşırlarımızı yıkarlar.
4- Yemeklerimizi pişirirler.
5- Çocuklarımıza bakar ve onları büyütürler.
İşte bunun için onlara karşı sabırlı olmamız lâzımdır.
Hazret-i Ömer’in nasihatını dinleyen bu kimse, şikayetinden vazgeçti.

MENKIBE: Hanım Esir Değildir
Bir gün, yeni evli biri, “Ahmet Mekki Efendi”ye gelerek;
– Efendim, ben bazen saliha hanımıma sert söylüyorum. O da küsüyor. Ne yapayım?
diye sordu. Büyük Veli cevaben;
– Kendini sana adayan birinin kalbi kırılır mı evlâdım? “Kalb kırmak”, Kâbe’yi yıkmaktan
daha büyük günâhtır buyurdu. Ve sordu ona:
– “Küfür”den sonra en büyük “Günâh” nedir, biliyor musun evlâdım?
– Bilmiyorum hocam.
– Bir mü’minin “Kalbini kırmak”tır. Îmândan sonra en kıymetli ibâdet de bir mü’mini
“Sevindirmek”tir. Ve şöyle devam etti:
– Evlâdım, hanım “Köle” değildir. “Esir” değildir. “Hizmetçi” hiç değildir. O,
Rabbin bize bir emâneti, bir “Cennet nîmeti”dir. Hem de “Hakiki Cennet nî-
meti.” Evladım, hanımına karşı öyle ol ki, “Beyim beni herkesten çok seviyor”
bilsin, buyurdu. Delikanlı;
– Başüstüne hocam! dedi.
Ve elini öpüp, “Sevinçle” ayrıldı huzurundan.
Dünyâ geçicidir, burda kalınmaz,
Ne kadar mal olsa, murâd alınmaz,
Gâfil olma sakın, geri dönülmez!
Yürü dünyâ yürü, sonun virândır,
Bin yılından sonra, âhir zemândır.
Hâlıkın dururken, mahlûka tapma,
Şeytâna uyup da, yolundan sapma,
Harâmlara dalıp, dînini yıkma!
Yürü dünyâ yürü, sonun virândır,
Bin yılından sonra, âhir zemândır!
Azık topladın mı yola çıkmağa?
Işık edindin mi aydınlanmağa?
İki melek gelir süâl sormağa.
Yürü dünyâ yürü, sonun virândır,
Bin yılından sonra, âhir zemândır!

MENKIBE: Hanım Hizmetçi Değildir
Bir talebe, hocası Abdullah bin Mübârek hazretlerine;
– Efendim, ben evlenmek istiyorum. Tavsiyeniz nedir? diye sordu bir gün.
Hocası;
– Önce niyetini güzel yap! buyurdu. Evlenmek sünnettir evlâdım. Bu sünneti yerine
getirmeye niyet et önce. Ve sordu:
– Evlilik, hassas bir konudur. “Kul hakkı”na riâyet edebilecek misin?
– Kul hakkı mı?
– Evet. İslâm âlimleri; “Ailesinin hak ve hukukuna riâyet edemeyecek olan,
evlenmesin” buyuruyor. Ve ekledi:
– Nice Evliyâlar, hanımlarından “Su” bile istemez, kendileri kalkar içerlermiş.
– Neden hocam?
– Belki “Kul hakkı” geçer diye korkarlarmış. Anlıyorsun değil mi?
– Evet efendim.
– Bunun içindir ki, sık sık “Helâllaşmak” lâzım.
– Hanımla da mı?
– Elbette. Hattâ hanımla “Her gün” helâllaşmadan evden çıkmamalıdır.

MENKIBE: Hanımının Kıymetini Bil!
Bursa Evliyâsından “Tâcüddîn İbrâhim Karamânî” hazretlerine, bir gün, yeni evli
bir komşusu gelerek, hanımından şikâyette bulundu.
Büyük Velî, sordu genç adama:
– Hanımın namazını kılıyor mu evlâdım?
– Kılıyor efendim.
– Dışarda örtünüyor mu?
– Evet efendim.
– Ev işlerini yapıyor mu?
– Yapıyor hocam.
Buyurdu ki:
– Daha ne istiyorsun? Onun kıymetini bil. Böyle hanım “Cennet nîmeti”dir.
– Ama hocam beni bazen üzüyor.
– Sen onu hiç üzmüyor musun oğlum?
Genç büktü boynunu.
– Ee, bazen oluyor efendim.
– Bak oğlum! Hayat arkadaşını üzmek, “Ahmaklık” alâmetidir. Huysuz kimsenin
hanımı devamlı üzülerek âsâbı bozulur, “Sinir hastası” olur. Hayat arkadaşı hasta
olan bir eş mahvolmuş demektir. Ve ilave etti:
– Ona karşı, hep “Güler yüzlü” ve “Tatlı dilli” olmaya çalış! Bunu yapabilirsen,
rahât ve huzur içinde yaşar, Rabbinin rızâsını da kazanırsın!
 

KOCA HAKKI

Erkeğin de hanımı üzerinde hakkı çoktur. Kadın kocası ile iyi geçinmelidir! Hadîs-i
şerîfte buyuruldu ki: (Kadının cihadı, kocası ile iyi geçinmektir.) [Taberânî]
Bir kadın, kocasını güzel karşılar, güzel sözler söyleyerek hoşnutluğunu kazanmaya
çalışırdı. Peygamber efendimiz aleyhisselâm, kadının bu hareketinden dolayı kocası-
na buyurdu ki:
(Hanımına selâm söyle, yarı şehid sevabına kavuştuğunu haber ver!) [Şir’a]
Kadınların Cennete girmeleri erkeklere göre daha kolaydır. Bir hadîs-i şerîf meâli:
(Kadın, beş vakit namazı kılar, orucunu tutar, kendini yabancılardan korur
ve kocasına muti olursa, Cennete girer.) [İbni Hibbân]
Erkeğini razı eden kadın için korku yoktur. İki hadîs-i şerîf meâli şöyledir:
(Kocası razı olduğu hâlde ölen kadın Cennete girer.) [Tirmizî]
(Kocasına muhabbet gösteren, çocuk doğuran, öfkelendiği an veya kocası
kendine kızdığı zaman, kocasını razı edinceye kadar uyumayan kadın Cennetliktir.)
[Taberânî]
Kadına ziynet eşyası mubâhtır. Ziynet almak için kocasını müşkül duruma düşürmemeli,
yabancılara ziynetlerini göstermemelidir! Böyle olunca ziynetleri Cennete
girmelerine mâni olmaz. Bir hadîs-i şerîf meâli:
(Cennette kadınların az olduğunu gördüm. Sebebini sordum. “Onları altın
ve ziynet eşyası meşgul etti” dediler.) [İmâm-ı Ahmed]
Kocasına, elinden geldiği kadar güler yüzlü davranıp, sevgi göstermeli, dili ile de
onu incitmemelidir. Hadîs-i şerîfte buyuruluyor ki:
(Kıyâmette Allahü teâlâ, kocasına dili ile eziyet eden kadının dilini 70
arşın uzun yapıp, boynuna dolar. Kocasına kötü gözle bakan kadını da başı
kesik ve bedeni parçalanmış hâle çevirir.) [Şir’a]
(Senden ne gördüm) diyerek küfran-ı nimette bulunmamalıdır! İki hadîs-i şerîf
meâli şöyledir:
(Eğer kocalarına karşı küfran-ı nimette bulunmasalar, namaz kılanlar hemen
Cennete girerdi.) [Şir’a]
(Cehennem halkının ekseriyetini kadınların teşkil ettiğini gördüm. Sebebi
de, çok lanet ederler ve kocalarına karşı küfran-ı nimette bulunurlar.) [Buhârî]
Kocasına bir iyilik yapmışsa, başına kakmamalıdır. Yeme ve giyme gibi hususlarda
kocasını üzmemeli, yapamayacağı şeyi ondan istememelidir! Kocasının şerefini korumalı,
her işte onun rızasını kazanıp gönlünü hoş etmeye çalışmalıdır! Hadîs-i şerîfte
buyuruluyor ki: (Kocanın hanımı üzerindeki hakkı, benim sizin üzerinizdeki hakkım gibidir.
O hâlde kocasının hakkını gözetmeyen, Allahü teâlânın hakkını gözetmemiş
olur.) [Şir’a]
Karı Koca İyi Geçinip, Birbirlerinin Rızalarını Almaya Çalışmalıdır
Zaruri gereken din ilimlerini beyi öğretmeyen kadın, münasip bir kadın hocadan
bunları öğrenebilmek için izinsiz gidebilir. Beyi izin verse bile, komşularda uygunsuz
şeyler konuşulan toplantılara gitmemelidir. Kadınların câmilere de gitmeleri uygun
değildir. Birkaç kadının toplanıp uygun bir ilmihâl kitabı okumaları çok iyi olur.
Kadın evden dışarı çıkarken zevcinden bir defa izin alır. Yâni “Ben istediğim zaman
dışarı çıkabilir miyim” der. Kocası da, “Tamam” derse her zaman çıkabilir. “Çıkamazsın”
derse işe de gidilemez. Evde ona ait malları da dilenciye veya misafirlere izinsiz
veremez. Yâni misafire bir bardak çay bile veremez. Ama “İstediğin şeyi istediğin yere
harcayabilirsin ve istediğin zaman istediğin yere gidersin” gibi izin alınırsa, kadın istediğini
istediği gibi harcar ve istediği yere gidebilir. Bunları izinsiz yapmamak gerekir.
Kadın, gittiği yerde, gıybet ediyor, yalan söylüyorsa, kocası da günâh işleyeceğini
bilerek göndermişse işlediği günâhlar kocasına da yazılır. Bilmezse yazılmaz.
Mukim bir bayan, başka şehirdeki kocasının veya mahrem bir akrabasının yanına
mahremsiz gidemez. Seferde ise gidebilir. Meselâ kocası ile İstanbul’da oturuyor.
Kocası ile Ankara’ya gitmiştir. Sonra kocası İstanbul’a gelmiştir. Kadın bir hafta sonra
yanında mahremi olmadan da İstanbul’a kocasının yanına gelebilir.
Kadının Cihadı
Riyâd-un-nâsıhîn’de buyuruluyor ki, Resûlullah efendimiz, ev işlerini Hazret-i Fâtı-
ma’ya, dış işlerini Hazret-i Ali’ye vermiş, bu hususta şöyle buyurmuştur:
(Hanımının evde oturması için, işlerini gören, ihtiyaçlarını karşılayan, onu
yabancı erkeklerin görmesinden koruyan, ümmet-i Muhammedin düşmana
esir düşenlerini satın almış, âzâd etmiş gibi sevaba kavuşur.)
(Yâ Fâtıma, ne mutlu o kadına ki, kocası ondan razı olur. Allahü teâlâ-
nın farz kıldığını yapmaktan ve kocasına itaatten sonra kadınlar için, yün
eğirmekten, iplik bükmekten üstün iş yoktur. Bir saat yün eğirmek, iplik
bükmek veya dokumak, kadınlar için bir yıl ibâdet etmekten daha sevaptır.
Dokudukları her iplik için amel defterlerine bir şehid sevabı yazılır.)
(Beş vakit namazını kılan, malının zekâtını veren, Ramazan-ı şerîf orucunu
tutan, kocasının günâh olmayan işlerinde ona itaat eden ve tesettüre
uyan kadın, Cennete istediği kapıdan girer.)
Peygamber efendimiz, kendi kızına ve diğer kadınlara şehid sevabı kazanmak için
ev işleri ile meşgul olmalarını emretmektedir. Başka bir hadîs-i şerîfte de, (Kadının
cihadı, kocası ile iyi geçinmektir) buyuruldu. (Şir’a)

Geçimsiz Kocanın Hakkı

Zalime de, mazluma da dinin emrettiği şekilde hareket edilir. İyilik eden, hanımı-
nı üzmeyen kocanın nesine sabredilir? Kadın huysuz olursa, kocası sabreder, kocası
huysuz olursa hanımı sabreder. Bu imtihanda sabreden çok sevap alır. Kötülük eden,
kendine eder.
Mazlumların, sabredenlerin yardımcısı Allah’tır. Allahü teâlâ, kimsenin hakkını kimsede
koymaz. Sabredenlere sayısız mükafat verir.
Karı-koca birbirinin kötü huylarına sabretmelidir! Hadîs-i şerîfte, (Hanımının kötü
huylarına katlanan erkek, belalara sabreden Eyyüb aleyhisselâm gibi mü-
kafatlara kavuşur. Kocasının kötü huyuna sabreden kadın da, Hazret-i Âsiye
gibi sevaba kavuşur) buyuruldu. [İmâm-ı Gazâlî]
Kur’ân-ı kerîmde de, “Allahü teâlânın sabredenlerle beraber olacağı ve sabredenlerin
mükafatlarının hesapsız verileceği” bildirilmiştir. (Enfâl: 46, Zümer: 10)
İyi insan, yalnız başkalarına kötülük etmeyen kimse demek değildir. Başkalarından
gelen kötülüklere de güzel sabreden kimsedir.
Kocanın dine aykırı emirlerine uyulmaz. Hiçbir koca, hanımına dine aykırı emir veremez.
(İçki içeceksin, namaz kılmayacaksın, açık gezeceksin) diyemez. Derse, yapılmaz. Peygamber
efendimiz, (Halıka isyan olan işte, kula itaat edilmez) buyuruyor. [Hâkim]
Ana-baba da dese, âmir de dese, yapılmaz. Fakat yine de güzellikle yapmamaya
çalışmalıdır.

Erkeğin Hakkı Çoktur

Erkeğin hanımı üzerinde hakkı daha çoktur. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Kocasının yatağından kaçan kadına, melekler sabaha kadar lanet eder.)
[Buhârî]
(Kadının üzerinde en büyük hak sahibi kocasıdır, erkeğin de anasıdır.) [Hâkim]
(Kadın, kocasının hakkını ödemedikçe, Allahü teâlânın hakkını ödemiş olmaz.)
[Taberânî]
Günümüzün çalışma şartları ağır, para kazanma çok zordur. İş ahlâkı, güzel ahlâk,
yok gibidir. Erkek çoğu zaman bu şartlar karşısında bunalır, çok sıkıntı çeker. Evine,
pestil olmuş şekilde gelir. Yorgundur, sinir sistemi bozuktur. Bunu düzeltmek, sıkıntılarını
unutturmak, onu neşelendirmek, ona destek olmak, yardımcı olmak kadına
düşer. Bu hâlde eve gelen koca, haklı olarak hanımından en azından tatlı dil, güler yüz
ve ilgi bekler. Bunu da göremezse dengesi iyice bozulur. Sözleri ve hareketleri normal
olmaz. Hanıma düşen vazife, bu sayılanları yapamıyorsa hiç olmazsa susup, onu daha
fazla üzmemelidir. (Evinde huzuru olmayan, zindandadır) buyuruluyor.
Bu kadar sıkıntıda olandan her türlü dengesizlik beklenir. Kadın, bardağı taşıran
son damla olmamalı. Aksine, hemen devreye girmeli, onu hoş görmeli, idare etmeli,
teselli etmeli. Onun evde olduğu zamanlar ev işiyle meşgul olmayıp, onu neşelendirmeli.
O olmadığı zamanlar işini gücünü yapmalıdır.
Kadınlara Yapılacak En İyi Tavsiye
Dışarısı ateş, ahlâk namus yok gibidir, kocanıza sahip çıkın, güzel ahlâkla, tatlı dille,
güzel yemeklerle, evinizin temizliği intizamıyla veya hoşlandığı neyse, o usulle kocanızı
evinize bağlayın. O, eve adımını atmak için can atsın. (Yuvayı dişi kuş yapar) derler.
(Şeytanlar kâfirlerle değil, Müslümanlarla uğraşıyor) buyuruluyor. Nefsimiz keza,
kuduruyor. Neye kuduruyor, tesettüre, namaza niyaza, doğru itikâda kudurup duruyor.
Şeytan adamlarını sabah salarmış, gece rapor alırmış. Biri, namazını bozdurdum dermiş,
biri orucunu bozdurdum dermiş. Diğeri haram yedirdim dermiş, hepsine tamam dermiş.
Bir başkası da, karı ile kocanın arasını bozdum dermiş. Şeytan çok sevinir, aferin der, onu
alnından öpermiş, en büyük işi başardın, bu olunca hepsi zamanla bozulur dermiş. Onun
için hep tetikte olmalı, şeytana nefse bu fırsatı vermemelidir.
İslâmiyet, sadece kadına veya erkeğe gelmedi. Sadece anneye, babaya, evlada da
gelmedi, herkese geldi. Herkes uymak zorundadır. Kim uyarsa dünyada ve âhirette
rahat eder, faydasını görür. Nasıl ki, arabanın bir lastiği patlayınca araba gitmiyorsa,
nasıl ki saatin dişlilerinden biri kırılırsa saat çalışmıyorsa, aileden birinin de yanlışı,
eksiği, bütün ailenin huzurunu, düzenini bozabilir.
Buna göre herkes dikkat etmeli, haddini ve vazifesini bilmeli, kusurları için özür
dileyip, yeni bir sayfa açıp, yeni bir başlangıçla hayata neşeyle devam etmelidir. Dinimizde
üzmek yasak olduğu gibi, üzülmek de yasaktır. Müslümanı hep hoş görmeli,
kusurunu örtmeli, görmezden gelmeli. Bilmediğim bir mazereti vardır diyerek onu
affetmeli. Affeden affedilir, seven sevilir.
Kadının Kocasına Hizmeti
Bir erkekle evlenerek yuva kuran bir kadının, kocasına hizmet etmesi, onun rızasını kazanması
bir ibâdettir. Onun Cennete girmesine sebep olur. Kocanın, karısı üzerinde hakkı
çoktur. Bu sebepten Resûlullah Efendimiz, (Eğer bana, birinin diğerine secde etmesi
emrolunsaydı, kadınların kocalarına secde etmelerini emrederdim. Çünkü
kocanın, hanımı üzerindeki hakkı çok büyüktür) buyurdu. O hâlde, kadın kocasının
emrine ve sözlerine itaat etmeli, Hakkın rızasına bu yolla kavuşmalıdır.
Kadının ev işlerini yapması kocasına teberru ve ihsândır. Çok sevaptır. Kadın, kocasına
karşı bu ihsânını esirgememeli, erkek de, buna karşılık olarak hanımına nafakadan
fazla ihsânlarda bulunmalıdır. Allahü teâlâ, ihsân edenleri çok sever. Resûlullah
Efendimizin zamanından bugüne kadar, müslüman kadınları kocalarına bu ihsânı yapmışlardır.
Kadının, kocasına karşı iki vazifesi vardır: Kendini kocasına teslim etmesi ve
evden izinsiz ve örtüsüz sokağa çıkmaması, kocasının emirlerini yerine getirmesidir.
İslâmiyette karı-koca arasında, hayat mücadelesi, yâni para kazanmak müşterek
değildir. Erkek kadını, tarlada, fabrikada velhasıl hiçbir yerde çalışmaya zorlayamaz.
Kadın isterse ve erkeği izin verirse yabancı erkekler arasına karışmadan, kadın işi olan
yerlerde çalışabilir, fakat kazandığı kadının olur. Erkek ondan zorla bir şey alamaz.
Kocasına hizmette kusur etmeyen ve onu razı eden kadının, Cennette derecesi yüksek
olup cenâb-ı Hakkın, rızasını kazanır. Nitekim hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: (Beş
vakit namazını kılan, malının zekâtını veren, Ramazan-ı şerîf orucunu tutan, kocasının günâh olmayan emirlerini tutan, vücudunu yabancı erkeklere
göstermekten koruyan kadın, Cennette istediği kapıdan girer.)
Huzurun Anahtarı Tebessümdür
Kocasından şikayet eden hanımlar, hanımından şikayet eden erkekler, sanki dertlerine
deva olacakmış gibi tavsiye bekliyenlerin; biraz da kendilerinin dikkat etmesi
lâzım. Genelde kavga, iki taraftan oluyor. Biri susar, özür dilerse kavga büyümez. Her
iki taraf da ben haklıyım dediği sürece kavga bitmez. Suç genelde erkeklerde oluyor.
Hanımını idare edemeyen erkek aciz demektir. Hanımını kötü yola düşüren de erkeklerdir.
Hanımını kötü yerlere götürüyor, hanımı kötülük işleyince de, suçu hanıma yüklüyor.
Bu, hanım suçsuz demek değildir. Fakat asıl suçlu kocasıdır. Ona iyi bir ortam
sağlamalıdır. Sağlamaktan aciz olan da evlilik sorumluğunu yüklenmemelidir.
Her iki taraf da ben haklıyım diyor. O evde hiç kavga biter mi? Bir erkek de şöyle
diyor:
(Evimiz düzensiz. Hanım, doğru dürüst yemek pişirmez. İçeride pasaklı, dışarı giderken
süslüdür. Çok konuşur, dinlemesini bilmez ve müsriftir.)
Şunlar tavsiye edilebilir: Fakat tavsiyeden, nasihatten ne çıkar dememelidir! Uyana,
dinleyene çok şey çıkar. Yeter ki uyulsun, dinlenilsin. Çünkü Kur’ân-ı kerîmde meâlen
buyuruluyor ki:
(Nasihat mü’minlere elbette fayda verir.) [Zâriyât: 55]
Hadîs-i şerîfte de buyuruldu ki:
(Ahlâkınızı güzelleştirin.) [İbni Lâl]
Ahlâkı değiştirmek mümkün olduğu için böyle buyurulmuştur. Zaten din, güzel ahlâk
demektir. Şu hâlde dinin emrine uyup yasak ettiğinden kaçan, huyunu değiştirip
güzel ahlâklı olur. Güzel ahlâklı olan da iki cihanda rahat olur.
Şunu unutmamak gerekir ki: Kusursuz kul olmaz. Kusursuz arkadaş arayan, arkadaşsız
kalır, kusursuz eş arayan bulamaz. Yiğitlik, kusurlu insanla iyi geçinmektedir.
Evde hiçbir şeyi kusurlu bulmamalıdır! Tenkit, münakaşa, bir yuvanın yıkılmasına
veya huzursuz hâle gelmesine sebep olur. Şunu iyi bilmeli ki, yalnız karı-koca de-
ğil, hiç kimse tenkitten hoşlanmaz. Herkes takdir bekler. Genel olarak kadınlar, süse
düşkündür, giyimlerine dikkat ederler. Aldığı bir elbise için, (Bu elbise, sana ne kadar
da güzel yakışmış) dersek, bir şey kaybetmeyiz. Çünkü dinimiz, hanımla iyi geçinmek
için yalan söylemeyi bile caiz görmüştür. Hele haklı bir takdiri esirgemek ahmaklıktır.
Bir kadın için en büyük mutluluk, kocasının kendisini takdir etmesidir. Bilhassa kadınlar,
basit şeylere dikkat ederler. Bayramlarda, mübârek gecelerde, evlenme yıldö-
nümlerinde ufak da olsa bir hediye vermeyi ihmal etmemelidir!
Kadının biri, senelerce güzel yemekler yapar. Buna rağmen, beyinden en ufak bir
takdir, bir teşekkür görmez. Bir gün kapalı bir sahan içinde saman koyup yemeklerle
birlikte sofraya koyar. Beyi kabı açıp samanı görünce, şaşırır, kızarak;
– Bu ne, saman yenir mi? Ben hayvan mıyım? diye çıkışır. Hanımı der ki:
– Yıllardır nefis yemekler yapıyorum. “Beyim galiba iyiyi, kötüyü ayıramıyor. Önüne
ne konsa yer” diye düşünmüştüm. Şimdi, yalnız kötüyü anladığın, iyiyi hiç anlamadı-
ğın meydana çıktı.
Kötüyü tenkit etmesini bilen, iyiyi de takdir etmekten aciz olmamalıdır! Takdirden
aciz olan da, tenkitten vazgeçmelidir! Beğendiği yemekler ve hizmetler için teşekkür
etmek gerektiği gibi, beğenmedikleri için de teşekkür etmek gerekir. Çünkü, beğenilmeyen
yemekler için de aynı hizmeti yapmış, aynı gayreti göstermiştir. Onun için
atalarımız, “An beni bir kozla da, varsın çürük çıksın!” derler. Biri, bize bir ceviz ikram
etse, o da çürük çıksa, arkadaşa kızmak mı gerekir?
Yabancıya gösterilen nezaketin hiç değilse onda birini, evde karı-koca birbirine göstermelidir!
Kabalık, sevgiyi köreltir, huzursuzluğa yol açar. Meselâ yabancı birine (Hep aynı
şeyi anlatıyorsun) diyemediğimiz hâlde, evimizde de hiç duymamış gibi dinleyemiyorsak,
meselâ (Yine aynı şeyleri mi anlatıyorsun) diyorsak, nezaketten ne kadar uzak olduğumuz
anlaşılmış olur.
Evdeki mutluluk, iş yerindeki nezaketten daha mühimdir. Huzur, milyarları kazanmaktan
daha önemlidir. O hâlde, takdir edici, nazik ve güler yüzlü olanın evinde ge-
çimsizlik olmaz.
Peygamber efendimiz, eve gülümseyerek girer, selâm verirdi. Üzüntülü de olunsa,
tebessüm ihmal edilmemelidir! Çünkü “Lisan-i hâl, lisan-ı kâlden entaktır”, yâni, hareketlerimiz,
sözlerimizden daha fazla tesir eder.
Evet, tebessüm ateşinde erimeyen maden bulunmaz. Kalblerin fethi gülümsemekten
geçer. Bir tebessüme esir olan genç, bir kızın hiçbir meziyetini dikkate almadan
onunla evlenmek hatâsına kurban gidebilir.
Müslüman güler yüzlü, münafık asık suratlı olur. Tebessüm, bedavadır, alanı mutlu
eder, vereni üzmez. Bazen bir tebessümün hatırası ömür boyu unutulmaz. Huzurun
anahtarı tebessümdür. Tebessüm edemeyen zavallıdır. Gülümsemesini bilmek, dünya
ve âhiret saâdetine sebep olur.

MENKIBE: Kocanın Rızası
Bir gün, Sevgili Peygamberimizin kızı Fâtıma-i Zehrâ “radıyallahü anhâ” Resûlullahın
huzuruna geldi. Babasını görünce, ağlamaya başladı. Resûlullah Efendimiz buyurdu ki:
– Ey kızım Fâtıma! Seni ağlatan nedir?
– Ey Babacığım, dün gece, Efendim Ali ile aramızda bir konuşma oldu. Kasıtsız
söylediğim bir söz yüzünden Ali bana kırıldı. Ali’nin kırıldığını görünce, özür diledim,
benden razı olmasını, yüzüme gülmesini istedim, dedi.
Sevgili Peygamberimiz de buyurdular ki:
– Yavrum, bilmez misin ki, kocasının rızası, Allahü teâlânın razı olmasına
sebeptir, rızasızlığı da O’nun rızasızlığına sebeptir.
– Ey Fâtıma! Ne mutlu o kadına ki, kocası ondan razı olur. O ise, her gece
ve gündüz, kocasının rızasını arar. Böyle olan kadının bu hâli, bir sene
nafile ibâdet etmesinden daha iyidir.
– Ey kızım! Kadınlar için amellerin en üstünü, kocasının emrine itaattir.
Allahü teâlânın farzlarından sonra ve kocasının emrine itaatten sonra
kadınlar için, yün eğirmek, iplik bükmekten üstün iş yoktur. Bir saat
yün eğirmek, iplik bükmek, yahut dokumak için oturmak, kadınlar için
bir sene nafile ibâdet etmekten daha iyidir. Dokudukları her iplikten,
amel defterlerine bir şehid sevabı yazılır.
– Kadın, kocasının hakkını gözetince, Cennetteki makamını, dünyada
iken görmedikçe vefat etmez. Kadının kocası ile bir saat (bir müddet)
oturması, Kâ’be’yi tavaf etmesinden daha iyidir.
– Ey Fâtıma! Erkek hanımından razı olunca o kadın Cennete hangi kapı-
sından isterse girer.

MENKIBE: Cennetlik Kadın
Hifâ Hâtun, Eshâb-ı kirâmdan iffetli ve zengin bir hanımdı. Medîne-i münevverede,
güzelliği dillerde dolaşıyordu. Bir gün Peygamber Efendimizin huzuruna gelip sordu:
– Yâ Resûlallah, bana, Cennete götürecek bir iş öğret!
Sevgili Peygamberimiz buyurdular ki:
– Önce bir erkekle evlenmen lâzımdır. Bununla dininin yarısını emniyete
alırsın!
– Yâ Resûlallah! Benim dengim kim olur? Beni Habeş hükümdarı Melik Necâşi
istedi, ben onu istemedim. Ubeydullah yüz deve ve başka şeyler verdi. Onu da
kabul etmedim. Bugün âhirette kurtuluşun evlenmekte olduğunu buyuruyorsunuz.
Yâ Resûlallah, siz kimi beğenirseniz, razıyım.
Resûlullah Efendimiz, eshâbından kimin ismini verirse, diğerinin ümitsiz olacağını
anladı ve buyurdu ki:
– Yarın sabah mescide en önce kim gelirse, bu kadın onundur!
Herkes buna razı oldu. Allahü teâlâ onlara öyle bir uyku verdi ki, hiçbiri sabah erken
uyanamadı. Resûlullah önce kimin geleceğini bekliyordu. Aniden Süheyb göründü. Kimsesiz,
fakir siyaha yakın renkli, görünüşü güzel olmayan bir kimseydi. Uzun boylu, zayıf
ince yapılıydı. Hîfa ise, son derece güzel ve zengin bir kadındı. Resûlullah Efendimiz namazdan
sonra, Hîfâ Hâtun’u çağırdı ve durumu bildirdi. Hîfa, Allahü teâlânın takdirine
razı oldu. Resûlullah Efendimiz, bir hutbe okudu ve şöyle buyurdu:
– Ey Süheyb, kalk, bu hanımın için bir şey al!
– Yâ Resûlallah! Dünyalık olarak bir dirhem gümüşüm yok!
Hîfa hanım emretti, onbin dirhem gümüşlük bir kese getirdiler, Süheyb’e verdiler. Ona:
– Git gerekli olanları al, dedi. Resûlullah Efendimiz de buyurdu ki:
– Ey Süheyb, hanımının elini tut, evine götür!
– Yâ Resûlallah! Benim evim mescittir, hangi eve götüreyim!
Bunun üzerine Hîfa hanım şöyle cevap verdi:
– Filan yerdeki hazır konağı sana bağışladım. Kalk, beni oraya götür.
Resûlullah Efendimiz ona, dua etti. Eshâb-ı kirâm bu hareketi çok övdüler ve hamd ettiler.
Kalktılar, konağa gittiler. Yemeği bitirdiklerinde yatma vakti olunca, Hîfâ Hâtun dedi ki:
– Ey Süheyb, bil ki, ben sana ni’metim, sen bana mihnetsin (sıkıntısın)! Sen bu
ni’mete şükür, ben bu mihnete sabır için, gel, bu geceyi ibâdet ve taatle geçirelim.
Sen şükür ediciler, ben de sabrediciler sevabına kavuşalım. Çünkü Resû-
lullah Efendimiz, (Cennette yüksek bir çardak vardır. Bunda yalnız şükür
edenler ve sabredenler bulunur.) buyurdu.
O gece, ikisi de ibâdet ile meşgul oldular. Süheyb sabah mescide geldi. Cebrâîl aleyhisselâm,
geceki hâllerini Resûlullaha bildirdi. Cennet ve buradaki ni’metlerinin en üstünü
olan Allahü teâlâyı görmek ile onlara müjde verdi. Resûlullah Efendimiz de buyurdu
ki:
– Ey Süheyb, geceki hâlini sen mi anlatırsın, ben mi söyliyeyim!
– Yâ Resûlallah, siz söyleyiniz!
Sevgili Peygamberimiz de durumlarını, ne yaptıklarını bildirdi ve sonra şu müjdeyi verdi:
– Siz Cennetliksiniz ve orada Allahü teâlâyı göreceksiniz.
Süheyb, sevincinden ve Cennette cenâb-ı Hakkı görmek müjdesine kavuşmak şevkinden,
başını secdeye koydu ve şöyle dua etti:
“Yâ Rabbî, eğer beni mağfiret etmişsen, günâhlara bulaşmadan ruhumu al! Ölmek
istiyorum.”
Allahü teâlâ, onun ruhunu secdede iken aldı. Herkes buna ağladı. Resûlullah Efendimiz
de buyurdu ki:
“Daha şaşılacak bir şey var. Hîfâ Hâtun da şu anda ruhunu Hakka teslim etti.”
İkisinin de namazını kıldılar. Her ikisini yanyana defnettiler. Başları ucuna iki tahta
koydular. Bir tahtaya, “Bu Allahü teâlâ’nın ni’metine şükür edenin kabridir.”
Diğerine de, “Bu, Allahü teâlâ’nın mihnetine sabredenin kabridir” diye yazdılar.

MENKIBE: Valide Suyu
Sultan II. Osman zamanı. İstanbul’da Hacı Mehmed Efendi isminde bir tüccar vardı.
Günün birinde, dinine bağlı bir hanım ile evlenmek istedi. Fakat alacağı hanımın şu üç
şartı kabul etmesini istiyordu:
1- Sırtına giydiği siyah örtü, öldükten sonra tabutunun üstüne örtülecek.
2- Beş vakit namazını zamanında eda edecek, velev ki ben yemeksiz kalayım.
3- Cenâb-ı Hak evlat verir de ölürse, üzerindeki gelinlik ile benim önüme gelecek
ve müjdeleyecek.
Bu şartlarla talip olduğu birinci hanım, ilk ikisini kabul etti ve üçüncüsünü kabul etmedi.
İkinci olarak istediği hanım da ilk iki şartı kabul etmedi. Nihayet üçüncü olarak
istemeye gittiği hanım, bu şartların üçünü de kabul etti ve Mehmed efendi onunla evlendi.
Bu evliliğinden üç çocuğu oldu. Fakat üçü de daha yaşlarını doldurmadan vefat
ettiler. Hanımı söz verdiği gibi, her birinin vefatında da gelinliğini giyerek efendisini
karşıladı. Hacı Mehmed efendi de Cenâb-ı Hakk’a şükür secdesine kapandı. Üçüncü çocuğunun vefatında hanımının sol gözünden bir damla yaş aktı.
Çocuğun defninden sonra Mehmed efendi hanımına:
– Ey hâtun! Giy bakalım şu başörtünü, dedi. Hanımı da:
– Aman Hacı efendi! Ben ettim, sen etme, diye yalvardı. Mehmed efendi:
– Hayır hâtun, kalbini bozma. Cenâb-ı Hakk’ın izniyle şöyle ufak bir gezi yapaca-
ğız.
Otakçılardan çıkarak Topçular tarafına geldiler. Burada hanım susadı ve Mehmed
efendiden su istedi.
Mehmed efendi de:
– Ey hâtun! Ben acizim. Cenâb-ı Hak’tan iste, dedi.
Hanım da mübârek ellerini açtı ve gökten billur bir bardak içinde su geldi. İkinci defa
tekrar istedi. Mehmed efendi, yine, ben acizim dedi ve hanım ellerini açınca gökten bir
bardak su geldi. Üçüncü defa yine su isteyince, gökten bir nida geldi:
– Ey valide! Önümde muazzam bir nehir vardır ki, geçmeme imkân yoktur.
Mehmed efendi de bu sesi işitti. Hemen hanımına seslendi:
– Hanım! Ayağının sağ topuğunu yere vur!
Hanım, ayağını vurur vurmaz yerden su fışkırdı. Bu suya Valide Suyu denilir ve hâlâ
akmaktadır. İçenler doyamaz. Fakat eve götürülürse birkaç gün sonra acılığından içilmez
hâle gelir.
Nâfile İçin İzin İstemek
Namaz, oruç gibi nâfile ibâdetler için izin almak gerekir. İki hadîs-i şerîf meâli:
(Kadın, kocasından izinsiz [nâfile] oruç tutamaz.) [Buharî, Müslim]
(Kadın, kocasından izinsiz eve kimseyi alamaz, [nâfile] namaz kılamaz.)
[Taberanî]
Hazret-i Safvânın hanımı, (Yâ Resûlallah, namaz kılınca kocam beni dövüyor) diye
şikâyette bulundu. Hazret-i Safvan ise, (O da, bir rekâtta uzun iki sûre okuyor. Hâlbuki
ben bunu yasakladım) dedi. Resûlullah efendimiz, o kadına, (Tek sûre okumak yeterlidir)
buyurdu. (Ebû Davud)
Görüldüğü gibi farz namazı bile uzatması uygun olmuyor. Bu hadîs-i şerîfler gösteriyor
ki, evde huzurun sağlanması için, kadın kocasından habersiz iş yapmamalı. Kadının
kocasıyla iyi geçinmesi, nâfile ibâdetlerinden daha üstündür, daha çok sevabdır.
Cihad sevabı, farz sevabı alır.
Çevreye Sıkıntı Vermek
Komşularına ve kocasına sıkıntı veren veya namaz kılmayan ve diğer farzları yapmayan
bir kadının düzelmesi ve iyilikle evde tutulması mümkün değilse, “Böyle kadını
boşamanın günâh olmadığı” din kitaplarında yazılıdır.

Haram Helâl Yapılamaz

Ana baba, koca ve âmir gayrimeşru emir verse, bu emre uyulmaz, çünkü Peygamber
efendimiz, (Hâlık’a isyan olan işte, kula itaat edilmez) buyuruyor. Meselâ
onlar, (İçki iç, namaz kılma, tesettürsüz gez!) deseler de, haram olan şeyler yapılmaz.
Kadınların kaş aldırması, yüzük ve bilezik takarak, bunlar görünecek şekilde dışarı çıkmaları
haram olduğu için, hiç kimse bunlara helâl diyemez ve bunları helâl yapamaz.

MENKIBE: Allahü teâlâ Daha İyisine Nikâhladı
Buhârî ve Müslim’de şöyle bir hadise nakledilir:
Eshâb-ı kirâmdan Sa’d (radıyallahü anh) âzâd edilmiş zenci bir köle idi, Resûlullah
(sallallahü aleyhi ve selem) Efendimize geldi ve şöyle arz etti:
– Yâ Resûlallah! Siyahlığım ve yüzümün çirkinliği, Cennete girmeme engel olur mu?
Bunun üzerine, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
– Olmaz. Nefsimi kudret elinde tutan Yüce Allah’a yemin ederim ki; sen,
Rabbine îmân etmişsin. O’nun Resûlünün getirdiklerine de inanmışsın.
Buna karşı o kimse şöyle dedi:
– Sana peygamberlik ikramını yapan Yüce Allah’a yemin ederim ki, Allah’tan baş-
ka ilâh yoktur, Muhammed Allah’ın Resûlüdür. Şahadetimi, bu meclise oturmadan
sekiz ay önce yapmıştım. Yâ Resûlallah! Ben evlenmek istiyorum, fakat bu
hâlimle kim bana kızını verir?
Onun bu sözlerini dinleyen Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz,
– Amr bin Vehb bugün burada mı?
Resûlullah Efendimizin sorduğu zât, Sakif kabilesinden biri idi. Yakın zamanlarda
Müslüman olmuştu.
– Burada değil, dediler.
Hazret-i Sa’d’a sordular:
– Onun evini biliyor musun?”
– Biliyorum, deyince, şöyle buyurdu:
– Onun evine git. Kapısına yavaşça vur; selâm ver. İçeri girince, “Resû-
lullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kızınızı bana zevce olarak verdi”
diye söyle.
Amr bin Vehb’in sevimli bir kızı vardı. Güzellikten ve akıldan yana nasipli biriydi. O
kimse gitti, kapıyı vurdu, selâm verdi. Merhaba deyip kapıyı açtılar. Ama siyahlığını ve
yüzünün çirkinliğini görünce ondan sıkılmaya başladılar.
“Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kızınızı bana zevce olarak verdi”, deyince onu
kötü bir şekilde reddettiler.
O kimse, oradan çıkınca, doğru Resûlullah, sallallahü aleyhi ve sellemin yanına geldi.
O, gittikten sonra, kız babasına şöyle dedi:
– Ey babacığım! Vahiy seni rüsvay etmeden bir kurtuluş yolu ara. Eğer Resûlullah, sallallahü aleyhi ve sellem beni ona zevce olarak vermiş ise, Allah’ın ve resûlü-
nün rıza gösterdiğine razıyım.
Babası hemen çıktı, Resûlullah, sallallahü aleyhi ve selleme geldi; ona yakın bir yere
oturdu. Resûlullah, sallallahü aleyhi ve sellem onu görünce sordu:
– Sen misin, Allah’ın Resûlünü reddeden?”
Buna karşılık şöyle dedi:
– Yaptım; ama Allah’tan bağışlanmamı istedim. Onun yalan söylediğini sanmış-
tım. Eğer doğru ise, kızımızı ona zevce olarak veriyoruz. Allah’ı ve Allah’ın Resû-
lünü darıltmaktan Allah’a sığınırız.
Bunun üzerine dört yüz dirheme nikâhı kıydılar.
Resûlullah damada şöyle buyurdu:
– Hanımının yanına var, huzuruna gir.
Buna karşılık damat şöyle dedi:
– Seni Hak peygamber olarak gönderene yemin ederim ki: Dünyalık bir şeyim yok.
Kardeşlerime gidip bir şeyler istemem lâzım.
Resûlullah buyurdu ki:
– Helâlliğinin mehri, mü’minlerden üç kişiye aittir. Osman bin Affan’a git,
iki yüz dirhem al.
Hazret-i Osman (radıyallahü anh) fazlasıyla verdi.
– Ali’ye git; ondan da iki yüz dirhem al.
Hazret-i Ali de ona istediğini fazlasıyla verdi. Bunları aldıktan sonra pazara çıktı. Şen
ve sevinçli idi. Hanımına bazı şeyler alıyordu. Bu arada bir ses duydu:
“Ey Allah’ın süvarileri! Geliniz, sefer var, sefer…”
Resûlullah’ın münadisi öyle çağırıyordu. Bunu duyar duymaz Hazret-i Sa’d:
– Allahım! Yerlerin ve göklerin Rabbi olan Allahım!… Muhammed, sallallahü aleyhi
ve sellemin Rabbi Olan Allahım!.. Bugün bu paraları, Allah’ın, Resûlünün ve
mü’minlerin sevdiği yola sarf edeceğim.”
Hemen bir at, bir kılıç, bir mızrak ve kalkan aldı. Kuşağını beline bağladı. Başını da
güzelce sardı. O kadar sardı ki; yalnız gözleri görünüyordu: Bu hâli ile gitti, muhacirlerin
yanında durdu. Onu böyle görünce tanımadığımız bu atlı kimdir? dediler.
Hazret-i Ali (radıyallahü anh) onlara şöyle dedi:
– Bırakın onu. Belki o size Bahreyn’den katıldı, belki de Şam tarafından gelmiştir.
Belki de o sizden dinî bilgilerinizi öğrenecektir. İsterim ki o varlığı ile sizlere yardımcı
olsun.
Savaş sırasında, mızrak vurdu, kılıç salladı… Yorulunca atından indi. Kollarının yorgunluğunu
giderdi. Sonra kollarını sıvadı.
Resûlullah, sallallahü aleyhi ve sellem onun siyah kollarını görünce sordu:
– Sen Sa’d mısın?
– Evet, Yâ Resûlullah! Anam babam sana feda olsun.
Bundan sonra durmadan mızrağı ile kılıcı ile savaşmaya devam etti. Her vuruşta
müşriklerden birini öldürüyordu. Bir ara Sa’d düştü dediler.
Resûlullah, sallallahü aleyhi ve sellem ona doğru yöneldi. Yanına vardı, başını göğsü-
ne yasladı. Yüzündeki toprakları elbisesi ile sildi. Ve şöyle buyurdu:
– Kokun ne kadar güzel. Seni Allah’ın ve Resûlünün sevgisine ısmarlıyorum.
Bundan sonra, Resûlullah, sallallahü aleyhi ve sellem ağladı. Sonra güldü. Sonra yü-
zünü beri yana çevirdi. Daha sonra şöyle buyurdu:
– Kabe’nin Rabbine yemin olsun: Havz’a gitti.
Ebû Lübabe dedi ki:
– Babam anam sana feda olsun, yâ Resûlallah! Havz nedir?
Resûlullah, sallallahü aleyhi ve sellem şöyle anlattı:
– Havzı Rabbim bana ihsân eyledi. Onun genişliği San’a ile Basra arası
kadardır. İncilerle yakutlarla süslüdür. Onun suyu, sütten beyazdır.
Tadı, baldan tatlıdır. Ondan bir kere içen ebedî susamaz.
Tekrar sordu:
– Yâ Resûlullah! Önce ağladığınızı, sonra güldüğünüzü, daha sonra yüzünüzü çevirdiğinizi
gördük.
Şöyle anlattı:
– Sa’d’ı sevdiğim için ağladım. Onun Allah katındaki derecesine sevinip
güldüm. Allah katındaki ikramına sevinip güldüm. Yüzümü çevirmeme
gelince, gözde hurilerden zevcelerini gördüğüm içindir. Onların kolları
açık, halhalları gözüküyordu. Onlardan hayâ ederek yüzümü çevirdim.
Bundan sonra, onun silahı, atı ve ona ait diğer şeyler için emir verdi:
– Bunları alın, zevcesine götürün ve deyin ki: Allah onu sizden daha iyi
biri ile nikâhladı.