ALİ ŞÎR NEVÂÎ - kainatingunesi.com

Doğu Türkçesinin hemen hemen bütün güzelliklerini kendi san’atında toplayarak, Orta Asya Türk edebiyatını, yükselişinin en yüksek noktasına ulaştıran meşhûr Türk şâiri ve edebiyatçısı. İsmi, Ali Şîr bin Gıyâseddîn Muhammed olup, lakabı Nizâmüddîn’dir. Çağatay Türklerindendir. Babası, Kiçkine Bahadır ve Kiçkine Bahsi diye tanınan Gıyâseddîn Muhammed, Tîmûroğullarından Ebü’l-Kâsım Bâbür Şah ve Sultan Ebû Sa’îd’in hizmetinde bulunan emirlerdendi. Ali Şîr Nevâî, 1441 (H. 844) senesi Ramazân-ı şerîf ayının on yedinci günü, bugün Afganistan sınırları içerisinde bulunan Hirat şehrinde doğdu.

Ali Şîr’in babası Gıyâsüddîn Kiçkine, oğlunun terbiye ve eğitimine çok önem vermişti. Küçüklüğünde, sultan Hüseyn Baykara ile mekteb arkadaşı idi. Aynı zamanda süt kardeşi oldukları kaynaklarda zikredilmektedir. Bu iki arkadaş, birinin devlet idaresine geçtiği zaman, diğerini unutmayacağına dâir aralarında sözleşmişlerdi.

Ali Şîr Nevâî bir müddet Horasan’da, sonra Semerkand’da bulunup, bir çok âlimden ilim tahsil etti. Sultan Hüseyn Baykara, Hirat’ta tahta geçince, aradan uzun zaman geçmesine rağmen, çocukluğunda Ali Şîr Nevâî ile yaptığı sözleşmeyi unutmayıp, onu arattırdı. Semerkand’da bulunduğunu haber aldı. Mâverâünnehr meliki olan Sultan Ahmed Mirzâ’ya haber gönderip, Ali Şîr’i, Hirat’a göndermesini istedi.

Sultan Ahmed Mirzâ’nın yardımıyla Hirat’a gönderilen Ali Şîr, Sultan Hüseyn Baykara tarafından fevkalâde bir şekilde karşılandı, önce mühürdârlık, sonra da vezirlik vazifesi verildi.

Ali Şîr Nevâî, vakitlerini ilim öğrenmek, kitap okumak ve ilmî tetkiklerde bulunmakla geçirirdi, öyle ki, makamı, âlimler ve edibler cemiyeti hâline gelmişti. Edib ve şâirlere ve bütün ilim, san’at ve hüner sahiplerine yardım ederdi. Böylece maârif ve güzel san’atların gelişmesine yardımcı oldu.

Hayrat ve iyilikleri de çok olup, bir çok medreseler ve binalar yaptırmıştır. Çok büyük ve mükemmel olan kütüphanesini dâima ilim sahiplerine açık tutardı. Mevlâna Abdurrahman Carrrî ve başka âlim ve velî zâtlarla dostluğu ve sohbetleri vardır.

Vezirlik ve valilik yaptığı sıralarda, memleketin îmâr ve teknik bakımdan gelişip ilerlemesine çok yardım etti. Onun gayretleriyle de Hirat, bir ilim ve edebiyat merkezi hâline geldi. Ali Şîr Nevâî’nin, diğer âlim ve velîler arasında o zamanın en meşhûr evliyasından olan Molla Câmî hazretlerine karşı ayrı bir muhabbet ve bağlılığı vardı.

Ali Şîr Nevâî, çok kuvvetli bir şâir idi. Türk olduğu için, daha çok Türkçe şiirler söylerdi. Arabî ve Fârisî lisânlarının inceliklerine ve edebiyatlarına hakkıyla vâkıf idi. Fârisî şiirleri de pek makbul olduğundan, Zül-Lisâneyn yâni iki dil sahibi ismiyle de tanınırdı. Türkçe şiirlerinde Nevâî, Fârisî şiirlerinde ise Fânî mahlasını kullanmıştır. Arabî ve Fârisî lisânlarını kendi ana dili gibi bilip, onlardan istifâde ederek, Türk Dili ve Edebiyâtı’nı bulunduğu durumdan daha üstün seviyeye getirmek için yılmadan çalıştı.

Aklı, zekâsı, hafızası çok kuvvetli olan Ali Şîr Nevâî, duygulu ve ince bir kalbe sâhib idi. Edebiyatın inceliklerini gayet iyi bilir, dili, ustalıkla ve çok iyi kullanırdı. Fevkalâde güzel şiirler söylemiştir. Türkçe şiirlerini dört dîvâna taksim edip, birini çocukluğunda, ikincisini gençliğinde, üçüncüsünü olgunluğunda ve dördüncüsünü de ihtiyarlığında söylediği şiirlere tahsis etmiştir. Dîvânlarında toplam 37.000 beyt vardır.

İlim, edebiyat ve şiirdeki üstünlüğü ve hizmetlerinin çokluğu sebebiyle haklı bir şöhrete kavuşan Ali Şîr Nevâî, herkes tarafından sevilip sayılan, örnek bir şahsiyet oldu. Meclislerin adamı idi. Yâni onun bulunduğu meclislerde herkes susar, kimse onun bulunduğu yerde kendisini konuşmaya selâhiyetli görmezdi. Kültürüne köklü hizmetlerde bulunan, dînini, dilini, milletini, vatanını çok seven büyük bir âlim ve değerli bir fikir adamı idi.

Sultan Hüseyn, çocukluk arkadaşı ve yüksek ilim sahibi olan Ali Şîr’i çok sever, hürmet ederdi. Hattâ, Hirat’ta bulunmadığı zamanlar, yerine onu vekil bırakırdı. O da, sultan bulunmadığı zamanlar ona vekâlet eder ve adına fermanlar çıkarırdı. Bir müddet devlet hizmetinde bulundu, fakat hakkındaki dedikodular yüzünden istifa etmek istedi. Sultan Hüseyn, ondan ayrılmak istemediği için, istifasını kabul etmedi. Fakat Ali Şîr Nevâî ayrılmakta çok ısrar ettiği için, Hüseyn Baykara, saraydaki vazifeden muaf tutarak, Esterâbâd’a vali tâyin etti. Ali Şîr Nevâî, çok durmayıp bu vazifeden de istifa etti. Hirat’a dönüp inzivaya çekildi ve kendini ilme verdi. Fakat Hüseyn Baykara ile olan irtibatını kesmeyip görüşür, ona karşı dâima muhabbet ve iltifat gösterirdi. Vazifeden ayrıldıktan sonra da Sultan’ın en çok îtimâd ettiği ve yapacağı işlerde istişare de bulunduğu müşavir bir zât olarak kaldı.

Sultan Hüseyn; Baykara, Hirat’ın kuzeyinde bulunan geniş bir araziyi Ali Şîr’e hediye etmişti. O da bu arazi üzerinde kendi ismini taşıyan bir mahalle kurdu. Burada güzel ve büyük bir ev, cami, medrese, hân, dergah, hastane ve bir dâr-ül-huffâz yaptırdı. Bu yerler, şimdi de Küçe-i Ali Şîr ismiyle tanınır. Maddî durumu müsait ve kendisi de çok iyilik, hayır ve hasenat yapmaya istekli olduğundan; müslümanların istifâdesi için pek çok bina yaptırdı. Hirat’ta, Horasan ve başka yerlerde yaptırdığı hayır eserlerinin sayısı üç yüz yetmişi bulmaktadır. Ayrıca hayır kurumlarının devamı için, bir çok malını bu eserlerin bakımına vakfetti. Din ilimlerinin öğrenilmesine çok sevinir, yardımcı olur, destek sağlardı. Tasavvuf ehline karşı derin muhabbeti vardı. Allahü teâlânın emirlerine uymakta gayret ve titizlik gösterirdi. Din büyükleri ile sohbetten büyük zevk alırdı. Sohbetleri o kadar câzib ve faydalı idi ki, o zamanda ve daha sonra gelenler, tatlı ve hoş bir sohbeti anlatmak için Nevâî sohbeti tâbirini kullanırlardı.

Ömrünü, vakitlerinin hepsini kıymetli, güzel ve faydalı işlere harcetmek, bayağılıktan ve basit işlerden sakınmak, Ali Şîr Nevâî’nin başlıca hususiyetlerinden idi. Güzel ahlâk sahibi, çok kıymetli bir zât idi. İhlâs sahibi olup, her yaptığı işi yalnız Allahü teâlânın rızâsını düşünerek yapardı. Otuz küsur senelik me’mûriyet hayâtı boyunca, devletten hiç maaş almamış, üstelik devlete para vererek yardımda bulunmuştur. Bâzı kaynaklarda, kendi memleketinden ayrılıp ilim tahsîli için gittiği başka memleketlerde parasız kalıp sıkıntı çektiği bildiriliyor ise de, bu sıkıntı, parası olmadığı için değil, serveti yanında olmadığı içindi.

İlminin çokluğu yanında, mîmârlık ve hattatlıkta mehâret sahibi olan ve bu sahalarda da kıymetli eserler veren Ali Şîr Nevâî, Türk dili ve edebiyatı üzerine çalışmış, verdiği çok kıymetli eserleri ile Çağatay Türkçesi edebiyatında kurucu rol oynamıştır. Kendisinden önce Türk dili üzerine o kıymet ve sağlamlıkta eser yazan bulunmadığı gibi, kendisinden sonra da uzun zaman, o kadar ciddî ve sağlam eser yazılmamıştır. Osmanlı edebiyatının yetiştirdiği pek çok şâir kendisini örnek almış, hattâ Çağatay Türkçesi ile, az da olsa, şiirler yazmalarına sebeb olmuştur. Bu durum, Şeyh Gâlib’e kadar devam etmiştir.

Türk edebiyatına otuzdan fazla eser kazandıran Ali Şîr Nevâî, millî dile ve millî değerlere hayat kazandırmak için büyük bir gayretle çalışırken, İran edebiyatının o devirlerdeki üstünlüğünü inkâr etmemiştir. Eserlerini daha çok klasik İran eserlerinden mevzu, fikir ve örnek alarak meydana getirmiştir. Onun, asıl dikkat edilecek yönü, bu mevzu ve örneklere vermiş olduğu şahsî üslup ve kazandırdığı millî vasıflardır Bu yüzdendir ki, Ali Şîr Nevâî’nin pek çok eseri, edebiyatımızın en orijinal mahsûlleri arasına yerleşmiştir.

Ali Şîr Nevâî, eserlerinde Arabça ve Farsça kelimeleri de kullanarak, bu ortak medeniyet kelime ve ıstılahlarını Türkçe’nin kendi kelimeleriymiş gibi bir ifâde tâbiliği vermiştir. Aruzla Türkçe söyleyişin bir îcâbı olarak, Orta Asya Türkçesini bu vezin ve bu kelimelerin uzun heceleriyle seslendirmiştir. Bunun yanında İran klasik üslûbuna uyarak, şiirlerinde, Türkçe bir çok heceleri zevkli ve ahenkli bir şekilde uzatmıştır.

Ali Şîr Nevâî dîvânlarında, dîvân şiirinin çeşitli şekilleriyle söylenmiş, şiirler vardır. Ali Şîr’in en çok sevdiği ve değer vererek kullandığı bir nazım şekli de Tuyug’dur. Tuyug, dîvân şiirine Türk şâirleri tarafından getirilen millî bir nazım şeklidir. Orta Asya Türkçesi edebiyatında tuyuğun en güzel örnekleri Nevâî tarafından verilmiştir.

Ali Şîr Nevâî’nin dördü Türkçe, biri Farsça olmak üzere beş tane dîvânı vardır. Türkçe dîvânlarının genel adı Hazâin-ül-Maânî’dir. Türkçe dîvânlar, sırasıyla; 1-Garâib-üs-sıgar: Çocukluğunda yazmış olduğu şiirlerden meydana gelmiştir. 2-Nevâdir-üş-şebâb: Gençliğinde yazmış olduğu şiirleri ihtiva etmektedir. 3-Bedâyi-ül-vasat: Olgunluk devresinde yazdığı şiirleri bu eserde toplamıştır. 4-Fevâid-ül-kiber: Yaşlılığında söylemiş olduğu şiirleri bu dîvânda toplamıştır.

Ali Şîr Nevâî’nin diğer eserlerini şöyle sıralayabiliriz: 1-Hayret-ül-Ebrâr: İslâm ahlâkı, tasavvuf, îmân, adalet, doğruluk, ilim, cehalet, yiğitlik, edeb gibi konular üzerine yazılmış, manzum makale ve hikâyelerden müteşekkil bir mesnevîdir. 2-Ferhâd ve Şirin. 3-Leylâ ve Mecnûn: Nevâî’nin üçüncü mesnevîsidir. Bu mesnevî, Nizâmî’nin ve Hüsrev-i Dehlevrnin izinde yazılmış olmakla beraber, olayların psikolojisi, tasviri ve sosyal hayat içinde işleyişi bakımından tamâmiyle orijinal, millî ve mahallî bir eser görünüşündedir. Hikâyede şahısların ve olayların tasviri, kelimelerle yapılan bir tablo hâlinde, adetâ Orta Asya hayâtını ortaya sermektedir. 4-Seb’a-i Seyyare: Bu mesnevî, meşhûr Sâsânî hükümdarı Behrâm-ı Gûr’un hikâyesidir. Daha çocukken babası tarafından Medâin’den çıkarılan ve babasının ölümünden sonra çıkan taht kavgaları arasında, bir ordu ile Medâin’e gelerek hükümdar olan Behrâm-ı Gûr’un yaptığı savaşlar, av maceraları, bu mesnevînin mevzuunu teşkil etmektedir. 5-Sedd-i İskenderî: Bu mesnevî, Zülkarneyn aleyhisselâmın hayâtını, fetihlerini, kahramanlıklarını ve adaletini anlatan bir İskendernâmedir. Beş mesnevisinden meydana gelen Hamse’si ile Türk edebiyatında ilk hamse yazan da Ali Şîr Nevâî’dir. 6-Lisân-üt-Tayr: Büyük âlim Ferîdüddîn-i Attâr’ın Mantık-ut-Tayr’ına nazire olarak yazılmış, 3500 beytten meydana gelmiş tasavvufî bir eserdir. 7-Muhâkemet-ül-Lügateyn: Bu eser, Farsça ve Türkçe arasında edîbâne ve münekkıdâne bir mukayese olup, Türk dilinin Farsça’dan daha zengin ve daha mükemmel olduğunu isbat düşüncesiyle yazılmıştır. 8-Mecâlis-ün-nefâis: Bu eser, Türk edebiyatında ilk defa Ali Şîr Nevâî tarafından yazılan bir şâirler tezkeresidir ve pek çok şâir tarafından örnek alınmıştır. 9-Mîzân-ül-evzân: Türkçe olup, bu eserde, Orta Asya Türk nazım şekilleri hakkında bilgiler ve örnekler verilmektedir. 10-Nesâim-ül-Muhabbe: Orta Asya’da yaşayan velîlerin hayat ve menkıbelerini anlatan bir Tezkiret-ül-evliyâ’dır. Tasavvufun Türkler arasında nasıl karşılandığı, büyük evliyaların Türklerden nasıl saygı ve sevgi gördüğü, Türk tasavvufu hakkında bilgiler veren bu eserde, özellikle halk psikolojisi bakımından önemli çizgiler vardır. 11-Nazm-ül-cevâhir(Türkçe), 12-Hamset-ül-mütehayyirîn, 13-Tuhfet-ül-mülûk (Fârisî), 14-Münşeât (Türkçe), 15-Sirâc-ül-müslimîn, 16-Târih-ül-enbiyâ (Türkçe), 17-Mahbûb-ül-Kulûb fîl-ahlâk, 18-Seyf-ül-hâdî ve rakâbet-ül-münâdî.

Ali Şîr Nevâî, 1499 (H. 905) senesi sonlarında Astarâbâd seferinden dönen Sultan Hüseyn Baykara’yı karşılamaya çıktığında, yolda kalbinden rahatsızlandı. Sultan Hüseyn Baykara, onu bizzat kendi tahtırevanında Hirat’a getirdi. 1500 (H. 906) senesi başlarında altmış yaşlarında iken, kendi evinde vefat etti. Evi civarında yaptırdığı Kudsiye Camii yanında kendisi için önceden hazırlattığı türbeye defnedildi.

Ali Şîr Nevâî, Türk topraklarının hepsinde, zamanından başlıyarak bugüne kadar üstad bilinmiş büyük bir şâirdir. Nevâî, başta Sultan Hüseyn, Molla Câmî, Devlet Şah ve diğer çağdaşları olmak üzere on beşinci asırdan bu yana, Orta Asya Türk şâirleri tarafından takdir edilmiş, eserlerine çok sayıda nazireler yazılmıştır. Hattâ Osmanlı Türk edebiyatına da örnek olmuştur. Onun güzel Türkçesi, Orta Asya edebiyatında büyük ölçüde kabul edildiğinden, ilminin ve san’atının uzun süren bir hayâtı ve hizmeti olmuştur.

Fuzûlî, İkinci Sultan Bâyezîd, Ahmed Paşa, Yavuz Sultan Selim, Bakî, Nedim ve Şeyh Gâlib gibi meşhûr şâirler, Nevâî’yi tanıyarak, eserlerini takdirle okumuşlardır. İçlerinden bâzıları, Ali Şîr’in şiirlerine nazîreler söylemiştir. Ali Şîr Nevâî’nin ünü, Türkiye’de Tanzimat’tan sonra da devam etmiştir. Şiirlerinden bir örnek:

Çün koyup kitgüng cihan mülkin musahhar boldı tut,
Çün yatıp ölgüng felek tahtı müyesser boldı tut.

Bir avuç su tapmayın ölseng kirek çün teşneleb.
Hicr ile ber fethinde özni Sikender boldı tut.

Açıklaması: Cihan mülkünü baştan başa tutsan da, koyup gideceksin. Feleğin tahtını eline geçti farzetsen de yatıp öleceksin. Ülkeleri fethederken kendini İskender farzetsen de, ayrılık sebebiyle bir avuç su bulmadan susuz ölsen gerek.

1) Esmâ-ül-hüsnâ; cild-2, sh. 739

2) Kâmûs-ül-alâm; cild-4, sh. 3195

3) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-13, sh. 283

4) Rehber Ansiklopedisi; cild-1, sh. 183