Allahü teâlâ’nın sıfatları - kainatingunesi.com

Allahü teâlâ’nın sıfatları:

Bütün varlıkların her organının,her hücresinin yaratıcısı, yoktan var edicisi,yalnız Allahü teâlâ’dır. Her şeyde, Allahü teâlâ’nın yüksek zâtının hakîkatini kimse bilemez. Akla hayâle gelenlerin hepsinden uzaktır. Hiç biri O değildir. Ancak Kur’ân-ı kerîmde, bizzat kendisinin, açıkladığı sıfatlarını,isimlerini ezberleyip,ulûhiyetini, büyüklüğünü bunlara tasdîk ve ikrâr etmelidir. Âkıl ve bâliğ olan kadın ve erkek her müslümanın, Allahü teâlâ’nın zâtî ve sübûtî sıfatlarını doğru olarak öğrenip inanması lâzımdır.Herkese ilk farz olan şey budur. Bilmemek özür olmayıp büyük günahtır.

Allahü teâlâ’nın zâtî sıfatları:Bunların hepsi altıdır.Bu altı sıfatın hiç biri, varlıkların hiç birinde yoktur.Yalnız Allahü teâlâya mahsusturlar.Bunların sonradan yaratılan varlıklara hiç bir sûrette bağlantıları da yoktur.

Bunlar:

  • Vücûd: Allahü teâlâ vardır.Varlığı ezelîdir.Vâcibül- vücûddur.Yâni varlığı hep lâzımdır.
  • Kıdem: Allahü teâlâ evveli yoktur.Ezelîdir.
  • Bekâ: Allahü teâlâ sonu yoktur.Ebedîdir.Hiç yok olmaz.Ortağı olmak muhâl olduğu gibi, zât ve sıfatları için de yokluk muhâldir.
  • Vahdâniyyet: Allahü teâlâ zâtında, sıfatlarında ve işlerinde ortağı yoktur.
  • Muhâlefetün-lil Havadis: Allahü teâlâ, zâtında ve sıfatlarında hiç bir mahlûkâtın zât ve sıfatlarına benzemez.
  • Kıyâm bi- nefsihî: Allahü teâlâ, zâtı ile kâimdir. Durmak için bir yere muhtaç değildir. Zîrâ, her ihtiyaçtan münezzehtir. Bu kâinatı yokluktan varlığa getirmeden önce, zâtı nasıl ise sonsuz olarak, hep öyledir.

Allahü teâlâ’nın subûtî sıfatları: Bunların hepsi sekiz tânedir.Bu sıfalar, Allahü teâlanın varlığını göstermekte,zâtında,sıfatlarında ve işlerinde kemâl, üstünlük bulunduğunu ve hiçbir kusur, karışıklık ve değişiklik olmadığını bildirmektedir.

  • Hayât: Allahü teâlâ diridir. Hayâtı,yarattıklarının hayâtına benzemeyip, zâtına lâyık ve ona mahsustur.Bu hayât, ezelî ve ebedîdir.      
  • İlim: Allahü teâlâ herşeyi bilir.Bilmesi, yarattığı varlıkların bilmesi gibi değildir. Bilmesinde değişiklik olmaz.Ezelî ve ebedîdir.
  • Sem’: Allahü teâlâ işitir.Vâsıtasız, ortamsız işitir.Kulların işitmesine benzemez.Bu sıfatı da, her sıfatı gibi ezelî ve ebedîdîdir.
  • Basar: Allahü teâlâ görür.Âletsiz ve şartsız olarak gizli ve âşikâr olan herşeyi görür.
  • İrâde: Allahü teâlâ dilemesi vardır.Dilediğini yaratır.Her şey, O’nun dilemesi ile olur. İrâdesine engel olacak hiçbir kuvvet yoktur.
  • Kudret: Allahü teâlâ gücü yeticidir. Hiç bir şey O’na güç gelmez.
  • Kelâm: Allahü teâlâ söyleyicidir. Söylemesi âlet,harfler, sesler ve dil ile değildir.Kur’ân-ı kerîm, O’nun kelâmıdır.
  • Tekvîn: Allahü teâlâ yaratıcıdır.O’ndan başka yaratıcı yoktur.Her şeyi O yaratır.

Allahü teâlâ’nın sıfatları, da zâtı gibi, ezelîdir, ebedîdîr.Yâni, sonsuz olarak vardırlar.Mukkaddestirler.Mahlûkların sıfatları gibi değildirler.Akıl ile, zan ile ve dünyâdakilere benzetilerek anlaşılamazlar.Allahü teâlâ, bu sıfatlardan birer nûmune, insanlara ihsân buyurmuştur.Bunları görerek Allahü teâlâ’nın sıfatları biraz anlaşılabilir.İnsan, Allahü teâlâ’yı anlayamayacağı için, Allahü teâlâ’yı düşünmek, anlamaya kalkışmak câiz değilidir.

Allahü teâlâ’nın sekiz sıfat-ı sübûtiyesi, zâtının aynı da değildir, gayrı da değildir.Yâni sıfatları kendisi değildir,kendisinden başka da değildir.

Allahü teâlâ’nın sekiz sıfatından her biri basîttir, bir hâldedir. Hiç birinde, hiçbir değişiklik olmaz.Fakat, mahlûklara t’alluk bakımından her biri çoktur. Bir sıfatın mahlûklara t’alluku, etkisi bakımından çok olması, bunun basît olmasına zarar vermez. O, bunun gibi, Allahü teâlâ, bu kadar çeşitli mahlûkları yarattı ve hepsini, her ân, yok olmaktan korumaktadır.Fakat, O, yine birdir.O’nda değişiklik olmaz.Her mahlûk, her an, her bakımdan O’na muhtaçtır.O hiç kimseye muhtaç değildir.

Allah vardır ve birdir. O’ndan başka bütün varlıklar yok idi, yine yok olacaklardır:Tabîattaki varlıklar his organları ile tanınmaktadır.Duygu organlarına etki eden şeylere varlık  denir.Varlıkların beş duyu organına yaptıklara etkilere, te’sirlere özellik veya sıfat denir.Varlıklar, birbirlerinden, özellikleri ile ayırt edilmektedir.Işık, ses, su, hava, cam, birer varlık, yâni mevcûtdur.Ağırlığı ve hacmi olan, yâni boşlukta yer kaplayan varlıklara cevher veya madde denir.Maddeler birbirlerinden, sıfatları, hâssaları ile ayırt edilirler.Hava, su, taş, cam ayrı birer maddedir.Işık, ses ise madde değildir.Çünkü, ışık ve ses yer kaplamaz ve ağırlıkları yoktur.Her varlık, enerji yâni kudret taşımaktadır.Yâni, iş yapabilir.Her madde, katı, sıvı ve gaz olmak üzere üç hâlde bulunabilir.Katı maddelerin şekli vardır.Sıvı ve gaz hâlindeki maddelerin, kendilerine mahsûs belli şekilleri yoktur.Bunlar, bulundukları kabın şeklini alırlar.Maddenin şekil almış hâline cisim denir.Maddeler hep, cisim hâlinde bulunur.

Bütün cisimler,meselâ dağlar,denizler, her türlü bitki ve hayvanlar,bilinen yüz beş elementten meydana gelmektedir. Canlı, cansız her cismin yapı taşı, hep bu yüz beş elementtir. Bütün cisimler, bu yüz beş elementten birinin veya birkaçının atomlarının bir araya gelmesinden hâsıl olmaktadır.Hava, toprak, su ısı, ışık, elektrik ve mikroplar, bileşik cisimlerin parçalanmalarına veya cisimlerin birleşmelerine sebep oluyorlar. Sebepsiz hiçbir değişiklik olmaz. Bu, değişmelerde, elementler, yâni bu varlıkların yapı taşları, cisimden cisme yer değiştiriyor veya bir cisimden ayrılarak serbest hâle geçiyorlar.Cisimlerin yok olduklarını görüyoruz.Gördüğümüze göre hüküm ederek aldanıyoruz. Çünkü; “Yok oluyor ve var oluyor” dediğimiz bu görünüş, maddelerin değişmelerinden başka bir şey değildir. Bir cismin, meselâ mezârdaki ölünün yok olması, yeni cisimlerin, meselâ suyun, gazların ve toprak maddelerinin var olmaları şeklinde oluyor. Bir değişmede, var olan yeni maddeler, duygu organlarımıza etki etmezlerse, bunların meydana geldiklerini anlayamıyoruz. Bunun için, değişikliğe uğrayan birinci maddeye “Yok oldu” diyoruz.

Yüz beş elementten her birinin şekillerinin diğerine benzemediği ve her elementte fizik ve kimyâ olayı olduğu görülmektedir. Bir element, bir bileşiğin yapısına katılınca , iyon hâline geçer.Yâni, atomları elektron verir veya alır.Böylece, bu elementlerin çeşitli fizik ve kimyâ özellikleri değişir.Her elementin atomları, bir çekirdekle, elektron denilen çeşitli miktarlarda, daha küçük parçalardan yapılmıştır. Çekirdek, atomun ortasındadır. Hidrojenden başka, bütün atomaların çekirdekleri, tanecikleri, proton ve nötron denilen tâneciklerden yapılmıştır. Protonlar, pozitif elektrik yüklüdür.Nötronlar, elektrik yükü taşımazlar. Elektronlar, negatif elektrik tânecikleridir ve çekirdek etrafında dönerler. Elektronlar, her an yörüngelerinde döndükleri gibi, yörüngelerini de değiştirmektedirler.

Atomların çekirdeklerinde de, değişmeler, parçalanmalar olduğu, radyoaktif denilen elementlerden anlaşılmaktadır. Çekirdeklerin bu parçalanmasında, bir elementin başka ele­mente döndüğü, maddelerin yok olarak enerji (kudret) hâline döndüğü de anlaşılmış, bu değişme Einstein (Aynstayn) tarafından hesab bi­le edilmiştir. Demek ki, bileşik cisimlerde olduğu gibi, elementler de, hep değişmekte, bir hâl­den başka hâle dönmektedir. Canlı cansız her madde değişmekte, yâni eskisi yok olup, yenisi var olmaktadır. Bugün, var olan her canlı, (her bitki, her hayvan) önce yoktu. Başka canlılar vardı. Bir zaman sonra da, şim­diki canlılardan hiç biri kalmayacak, başka canlılar var olacaktır. Cansız varlıkların da hepsi böyledir. Canlı cansız her varlık, meselâ bir element olan demir veya birkaç cisim karı­şımı olan taş, kemik, bütün maddeler, bütün zerreler hep değişmektedirler. Yâni eskileri yok olmakta ve başkaları var olmaktadır. Var olan madde ile, yok olan maddenin özellikleri birbirine benziyorsa, insan bu değişikliği anla­yamıyor, maddeyi hep var sanıyor. Sinemada, hareket eden film şeridinde, objektif önüne, her an başka resimler gelip gitmekte iken seyircilerin bunu anlamayıp, aynı resimin per­dede hareket ettiğini sanmaları gibidir. Kâğıd yanıp kül olunca bu değişikliği anladığımız için, “Kâğıd yok oldu, kül var oldu” diyoruz. Buz eriyince; “Buz yok oldu, su var oldu” diyoruz.

İşte bütün bu hâdiseler ve bütün varlıklar, Allahu teâlânın varlığına alâmet olduğu, O’nun varlığını gösterdiği için, mahlûkların hepsine âlem denir. Varlıkların bir cinsten olanlarına da birer âlem denir. Meselâ insanlar âlemi, melekler âlemi, hayvanlar âlemi, cansız madde âlemi gibi. Yahut her bir cisim, bir âlemdir. Alem, yâni herşey, hâdisdir, yâni mahlûktur. Yâni, yok iken, sonradan var olmuşlardır. Her zaman, birbirlerinden de var olmaktadırlar. Cisimlerin maddesi de, sıfatları da, hâdisdir ve hepsini Allahü teâlâ yaratmıştır.

İslâm âlimleri, maddelerin ve sıfatlarının hadis olduğunu birkaç yoldan isbât etmekte­dirler. Birinci yol, maddeler ve bütün zerreleri hep değişmektedir. Değişmekte olan şey, kadîm olamaz, hadis olması lâzımdır. Çünkü her maddenin, kendinden öncekinden mey­dana gelmesi işi, sonsuz öncelere kadar gide­mez. Bu değişmelerin bir başlangıcı olması, yâni ilk maddelerin, yoktan var edilmiş olma­ları lâzımdır. Yoktan var edilmiş olan ilk mad­deler bulunmasaydı, yâni sonraki maddenin kendinden önceki maddeden hâsıl olması işi sonsuz öncelere gitseydi, maddelerin birbirlerinden meydana gelmelerinin bir başlangıcı olmazdı ve bugün hiç bir maddenin var olma­ması lâzım gelirdi. Maddelerin varolmaları ve birbirlerinden hâsıl olmaları, yoktan var edil­miş olan ilk maddelerden üremiş olduklarını göstermektedir.

Ayrıca, gökten düşen bir taşa; “Sonsuzdan geldi” denemez. Çünkü, sonsuz, başlangıcı, ucu yok demektir. Sonsuzdan gelmek, yoktan gelmek olur. Sonsuzdan geldiği düşünülen şeyin, gelmemesi lâzım olur. Gelen bir şeye; “Sonsuzdan geldi” demek, akla, fenne uyma­yan câhilce bir söz olur. Bunun gibi, insanların birbirlerinden üremeleri, sonsuz öncelerden gelemez. Yoktan yaratılan bir insandan başlayarak üremeleri lâzımdır. “Yoktan var edilmiş olan ilk insan olmayıp, insanların birbirlerinden üremeleri, sonsuz öncelerden gelmektedir” denirse, hiçbir insanın varolma­ması lâzım olur. Her varlık için de böyledir. Maddelerin, cisimlerin birbirlerinden hâsıl olmaları için; “Böyle gelmiş böyle gider. Yok­tan var edilmiş ilk maddeler yoktur” demek, akla ve fenne uymayan, câhilce sözdür. Değiş­mek, sonsuz olmayı değil, yoktan yaratılmış olmayı, yâni vâcib-ül-vücûd olmağı değit, mümkin-ül-vücûd olmağı göstermektedir.

“Bu  âlemi  yaratanın  kendisi  ve sıfatları kadîmdir, ezelîdir. Yaratmak sıfatı kadîm oldu­ğundan bu âlemin de kadîm olması lâzım gel­mez mi?” denirse; cevap olarak denir ki:

Kadîm olan yaratıcının, maddeleri, zerreleri, çeşitli sebeplerle değiştirdiği, yâni yok edip, bunların yerine başkalarını yaratmakta olduğu, her zaman görülüyor. Kadîm olan yaratıcı, irâde ettiği, dilediği zaman, yâni her zaman maddeleri birbirlerinden yaratmakta­dır. Alemleri, her maddeyi, her zerreyi sebep­lerle yarattığı gibi, irâde ettiği zaman, sebepsiz, vasıtasız olarak, yoktan da yaratır.

Alemlerin hadis olduğuna inanan, fânî olduklarına, yâni tekrar yok olacaklarına da inanır. Yok iken, sonradan yaratılmış olan varlıkların yine yok olabilecekleri meydandadır. Bir çok varlıkların yok oldukları, yâni duygu organlarına etki etmeyecek hâle döndükleri, şimdi de görülüyor.

Müslüman olmak için, maddelerin ve cisimlerin, yâni her varlığın, yoktan var edilmiş olduklarına ve tekrar yok olacaklarına inan­mak lâzımdır. Cisimlerin yok iken sonradan var olduklarını ve tekrar yok olduklarını yâni şekillerinin ve özelliklerinin kalmadığını görü­yoruz. Cisimler yok olunca maddeleri kalıyor ise de, bu maddelerin de ezelî olmadıklarını, çok öncelerde, Allahü teâlâ tarafından yaratıl­mış olduklarını ve kıyamet gününde hepsini tekrar yok edeceğini yukarıda bildirdik. Zama­nımızın fen bilgileri, buna inanmağa mâni değildir, inanmamak, fenne iftira etmek ve İslâm düşmanı olmak demektir. İslâmiyet, fen bilgilerini reddetmiyor. Din bilgilerini öğrenme­meyi ve ibâdet vazifelerini yapmamayı redde­diyor. Fen bilgileri de, İslâmiyet’i inkâr etmemektedir.

Alem, hadis olunca, bunun yoktan yaratanı vardır. Çünkü hiç bir olayın kendiliğinden olması mümkün değildir. Bu yaratan vâcib-ül-vücûddur. Yâni, yok iken sonradan var olmuş değildir. Hep var olması lazımdır. Var olması için hiç bir şeye muhtaç değildir. Hep var olması lâzım olmasa mümkin-ül-vücûd olur. Alemler gibi hadis, yâni mahlûk olur. Mahlûk başka bir mahlûkun değişmesinden veya yoktan var edilir. Onu da yaratan lâzım olur. Böylece sonsuz yaratanlar lâzım olur. Mahlûklardaki değişmelerin sonsuz olamaya­cağı yukarıda bildirildiği gibi düşünülürse, yaratıcıların da sonsuz olamayacağı, yaratma­nın birinci bir yaratıcıdan başlayacağı anlaşılır. Çünkü yaratıcıların birbirlerini yaratmaları sonsuz olarak gider denince, hiç bir yaratıcı­nın bulunmaması lâzım olur. İşte, yaratılmış olmayan birinci ve ilk yaratıcı, mahlûkların tek yaratıcısıdır. O’ndan önce ve sonra, başka bir yaratıcı yoktur. Yaratıcı yaratılmaz. O, hep var­dır. Bir an yok olsa, her mahlûk yok olur. Vâcib-ül-vücûd hiç bir bakımdan hiç bir şeye muhtaç değildir. Yerleri, gökleri, atomları, can­lıları, düzenli, hesaplı bir şekilde yaratanın kudretinin, kuvvetinin sonsuz olması, bilici olması, dilediğini hemen yapması, bir olması, onda hiç değişiklik olmaması lâzımdır. Kuv­veti sonsuz ve âlim olmasa, böyle düzenli, hesaplı, bir şekilde mahlûkları yaratamaz. Bu yaratıcı birden çok olursa, bir şeyin yaratılma­sında, istekleri uymayınca, istediği yapılma­yanlar yaratıcı olamazlar ve yaratılan şeyler karma-karışık olur.

Yaratıcıda hiç değişiklik olmaz. Şimdi nasılsa, âlemi yaratmadan önce de öyle idi. Her şeyi yoktan yaratmış olduğu gibi, her zaman da, şimdi de, her şeyi yaratmaktadır. Çünkü değişmek, mahlûk olmayı, yoktan yaratılmış olmayı gösterir. O’nun hep var olduğunu, yok olmayacağını yukarıda bildir­dik. Bunun için, O’nda hiç değişiklik olmaz. Mahlûklar ilk yaratılmalarında O’na muhtaç oldukları gibi, her an da muhtaçtırlar. Her şeyi yaratan, her değişikliği yapan yalnız O’dur. Düzenli olmaları için ve insanların yaşıyabilmeleri ve medenî olabilmeleri için, her şeyi sebeplerle yaratmaktadır. Sebepleri O yarat­tığı gibi, sebeplerin te’sir etmelerini, iş yapabil­melerini de O yaratmaktadır, insanlar sebeplerin maddelere te’sir etmelerine vâsıta olmaktadır.

Aç olunca, bir şey yemek, hasta olunca ilâç almak, mum yakmak için kibriti çakmak, hid­rojen elde etmek için çinko üzerine bir miktar asit dökmek, çimento yapmak için kireç taşı ile kili karıştırıp ısıtmak, süt elde etmek için ineği beslemek, elektrik elde etmek için hidro­elektrik santralı kurmak, her çeşit fabrika yap­mak, sebepleri kullanarak, yeni şeyler yaratmasına vâsıta olmaktır. İnsanın, irâdesi ve kuvveti de Allahü teâlânm yarattığı birer sebeptir. İnsanlarda Allahü teâlânın yaratma­sına vâsıta olmaktadır. Allahü teâlâ, böyle yaratmak istiyor. Görüldüğü gibi; “İnsan bir şey yarattı” demek, akla ve dîne uymayan câhilce bir sözdür.