ALLAHÜ TEALANIN SONSUZ NİMETLERİ VE ŞÜKÜR - kainatingunesi.com
Yazar: M. Said Arvas

Aziz müminler bilsek de, bilmesek de, Rabbimizin bizim üzerimizdeki nimetleri o kadar çoktur ki, saymakla bitiremeyiz. Bu nimetlerin çoğundan bizim haberimiz yok.

Bizi O yarattı. Yaratmayabilirdi. Dünyaya geldik, hayatımızı devam ettirebilmemiz için ne lazımsa onları da yarattı. Onları da bizlere ihsan etti. Gerek vücudumuzun içinde, gerek dışında muhtaç olduğumuz, hayatımızı devam ettirmek için mecbur kaldığımız her şeyi en güzel şekilde yaratmıştır ve bizlere ihsan etmiştir.

Büyük makinelerin ancak yapabildiği böbrek vazifesini küçük bir et parçasına yaptırıyor. Kanımızı temizliyor. İdrar kana karışmıyor ve bunu da otomatik olarak yaptırıyor. Yani bize acıdığı için bize bırakmadı. Yani eğer bu böbrekleri çalıştırma vazifesini bize verseydi, yani ben sana böbrek verdim ihtiyaç duyduğun zaman çalıştır. Kanını temizle, sen bilirsin deseydi perişan olurduk.

Dalgınlıkla geç çalıştırırdık, bu sefer hayatımız tehlikeye girerdi. Otomatik, ihtiyaç olduğu zaman kendisi çalışıyor. İşi bitince kendisi stop ediyor. Vücudumuzdaki şeker ayarını bir et parçasına yaptırıyoruz, doktorların pankreas dedikleri o et parçası yapıyor, ihtiyaç olduğu kadar şeker veriyor. Şekersiz de yaşayamayız. Fazla gelince bitiyor, musluğu kapatıyor. Bunu da otomatik yapıyor.

İki boru vermiş bize; biri nefes borusu, biri de yemek borusu. Konuşunca, nefes alınca, nefes borusundan ciğerlerimize temiz hava gidiyor. Yemek yiyince de yemek borusundan midemize gıda gidiyor. Bu ikisinin açık olması tehlikeli. Yemek yediğimiz zaman nefes borusu kapalı olmalı, nefes aldığımız zaman da yemek borusunun kapalı olması lazım. Bunun için de küçük bir dil yaratmıştır. Bunu da otomatiğe bağlamıştır. Bazen konuşurken bir şey içersek veya yersek boğazımıza kaçınca ne kadar rahatsız oluyoruz. Öksürüyoruz, sıkıntı çekiyoruz. Bunu da bize bırakmadı.

Yine dalgınlıkla yemek yerken nefes borumuz açık kalırdı, kapatmasını unuturduk, sıkıntı çekerdik. Yani Rabbimizin üzerimizdeki nimetleri o kadar çoktur ki, saymakla bitiremeyiz. Zaten Rabbimiz de öyle buyuruyor ki, “sayamazsınız”. Yani üzerimizdeki nimetleri o kadar çoktur!

Bu nimetler şükür gerektirir aziz müminler. Şükretmemiz lazım. Ama şükretmiyoruz. Rabbimiz bizden şikâyetçi. Buyuruyor ki, “şükreden kullarım azdır.” Peki, niçin şükür etmiyoruz ya da az ediyoruz. Gerçi şükrünün tamamını ifa etmek mümkün değildir. Bu kadar çok nimete nasıl şükredilir? Davut aleyhisselam bir gün arz ediyor Rabbine: diyor ki Ya Rabbi başımdaki hiç bir tüy yoktur ki altında ve üstünde senin nimetin olmasın. Ben senin bu kadar çok nimetinin şükrünü nasıl eda edebilirim? Hem sonra sana şükretmek bile şükretmeyi gerektirir. Eğer bir kul Rabbine şükrediyorsa, nimetlerin ondan geldiğini biliyorsa, o da bir nimettir. Sevap kazanıyor. O şükrün de şükrü lazım. Ee bu kadar çok şükür nasıl yapacağız? Rabbimiz buyuruyor ki ben kullarımdan bütün verdiğim nimetlerin karşılığını şükretmelerini beklemiyorum. Onların zaten buna gücü yetmez. Nimetin benden olduğunu bilmeleri kâfi. Yani desinler ki, bu nimeti veren Rabbimiz. Başka kim verebilir ki bize nimet.

Evet, aziz müminler niçin şükrediyoruz? Alışmışız. Göre göre artık onu tabi bir şekilde zannediyoruz ve nimet olduğunun farkında değiliz. Mesela havayı teneffüs ediyoruz. Hava kesilirse bizden, 10 dakika sonra hepimiz ölürüz. Hayatımız buna bağlı. Buna rağmen havayı alırken ve verirken bu nimetin farkında değiliz.

Sadi Şirazi öyle buyuruyor: Bir mümin nefes alırken ve verirken iki defa şükretmesi gerekir. 1- Alabildiği için. Alamazsa, havayı bulamazsa gider, mahvolur. Havayı aldı, nefesi aldı ama veremeyebilir. Kirli hava içinde kalır, yine hayatı biter. Bir, aldığı için şükretmesi; iki, verdiği için şükretmesi gerekir ki buna insanın gücü yetmez. Peki biz havanın bu kadar büyük nimet olduğunu ne zaman anlarız? Birisi boğazımızı sıkarsa veya sauna gibi çok sıcak bir yerde uzun kalırsak ya da dar bir yerde fazlaca kalırsak, içerdeki hava oksijen tükenirse, o zaman anlarız. Yani bir nimetin kıymetini bilmek için illa onun elden çıkması mı lazım? Nimet içindeyken onu bilmek ve verene şükretmek lazım.

Evet, nimetleri çok. Bir gün bir adam fakirlikten şikâyet eder büyüklerinden birine efendim ben çok fakirim, çok sıkıntıdayım bize, dua buyur da Cenabı Hak bize biraz genişlik, ferahlık versin. O da diyor ki, soruyor o fakire: senin gözlerin kör olsun da sana 10 bin dirhem para versinler, razı mısın? Hayır, razı değilim gözlerin kıymeti büyük. Peki, sağır olsan 10 bin dirhem verseler? Ona da razı olmuyor. Ellerin felç olsa, hareket edemese, ona da 10 bin dirhem verseler? Ona da razı değil. Ayakların, ona da razı olmuyor. Peki, aklın gitse, çıldırsan, delirsen, 10 bin dirhem, ona da razı olmuyor. Ben aklımı kaybettikten sonra parayı ne yapacağım. E diyor sen hiç Allah’tan korkmuyor musun? Sadece bu saydıklarımız 60 bin dirhem eder. Sende bu kadar kıymetli şeyler var. Sen fakirlikten şikâyet edersin.

Evet, şükredersek aziz müminler, hem sevap kazanırız, hem Cehennemden kurtuluruz bizi yakmaz Rabbimiz. Ayeti kerimede öyle müjde var: “Allahü Teâlâ size niçin azap versin ki, niçin Cehennemine atsın ki, siz şükreden ve iman eden kullarımdan olduktan sonra.” Demek ki şükretmek, iman etmek, insanı Cehennemden uzaklaştırır. Evet, şükredeceğiz aziz müminler. Şükür nasıl yapılır? Şükür yalnız dille değil aziz müminler. Bütün azalarımızla şükretmemiz lazım. Dilimizle şükredeceğiz, nasıl edeceğiz? Ya Rabbi benim kavuştuğum veya kavuşacağım bütün nimetler sendedir. Sen olmasa idin, bu nimetleri ne kimse yaratabilirdi, ne de bana ulaştırabilirdi. Bu senin ihsanındır. Onu bileceğiz. Peygamberimiz “aleyhisselatü vesselam” bütün nimetleri Ondan bilirdi. Yemek yerken mesela besmeleyle başlardı. Onun izni olmadan yemek yenmez. Bir eve misafir gidersek ev sahibi bize buyur demedikçe, bizim o yemeği yeme hakkımız yok. Madem bütün nimetler Ondan, öyleyse Onun adıyla başlayacağız. Bitirdiği zaman “elhamdülillah” diyordu, hamd ediyordu Rabbine. Biz de öyle yapmalıyız. Hatta aziz müminler helaya girme ve çıkmaya da Peygamberimiz “aleyhisselatü vesselam” bu büyük nimet için şükür ediyordu. Girer pislikten, necasetten Rabbine sığınırdı, çıkarken de, “Sıkıntıları benden giderdi, bana afiyet verdi” diye hamd ediyordu Rabbine. Hakikaten büyük bir nimet. Kalın bağırsağımızda bir düğüm olsa, dışarı çıkamazsak veya mesanemizde bir tıkanma, ne olur halimiz? Her gün ameliyat olmamız lazım. Nitekim de oluyoruz. Öyle hastalar var. Hemen hastaneye kaldırıyorlar, onu ameliyat ediyorlar. Biz ameliyatsız, rahat bir şekilde onu dışarı atabiliyorsak, bu Allahü tealanın büyük nimetidir. Hamd etmemiz lazım. Evet aziz müminler, dilimizle hamd edeceğiz. Bedenle, vücudca da şükr etmek lazım. Onun şükrü nasıl olur?

Hazreti Aişe validemiz “radıyallahü anha” buyuruyor, bir gün Peygamberimiz “aleyhisselatü vesselam” gece kalktılar, abdest aldılar, uzun namaz kıldılar. Çok uzun kaldılar secdede, namazda. Beraat gecesiymiş. Hatta hayatından endişe etti, emri hak mı vaki oldu diye. Elimle mübarek ayağına dokundurdum, baktım hareket ediyorlar. Bitirdi namazını, dedim ki, bu kadar çok uzun namaz kıldığınızı hiç görmemiştim. Hatta hayatınızdan da endişe etmeye başladım. Hayırdır ya Resulullah deyince buyurdu ki, bu gece hangi gece olduğunu biliyor musun ya Aişe! Bu gece Beraat gecesidir, ben Rabbime şükr eden kullarından olmayayım mı?

Demek ki, şükr etmek ibadetle de olur. Beş vakit namaz kılmak, şükrün en güzel ifasıdır, ifadesidir. Şükür dille olduğu gibi, bedenle de olur. İbadetler yapacağız, haramlardan sakınacağız. Gözlerimizin şükrü nasıl yapılır? Harama bakmamakla, insanları küçük görmemekle. Eshabı kiramdan bir tanesi Peygamberimiz “aleyhisselatü vesselam”a böyle bir maruzatta bulunur: Ya Resulallah dua buyurun da, Cenabı Hak beni Cennet ehli eylesin! O da ona dua ediyor, Cenabı Hak seni Cennet ehlinden eylesin diye. Ama seninle beraber, diye arz ediyor. Ben Cenneti sensiz ne yapacağım, seninle beraber olayım Cennette diye arz edince, benimle beraber olursun ama kalbini iki şeyden, dilini iki şeyden, kulağını iki şeyden muhafaza edersen eğer, benimle beraber olursun. Dilini hasedden, insanları kıskanmaktan ve müminlere kin gütmekten muhafaza edersen. Gözünü de iki şeyden korursan, muhafaza edersen. Bir, harama bakmaktan. İki, insanları küçük görmekten. Birinin makamı, mevki yüksek olabilir, parası çok olabilir, itibarlı, şöhretli biri olabilir ama karşındaki küçük görmek hakkı yoktur. Kimin indi ilahide ne kadar kıymet sahibi olduğunu Rabbimiz bilir. O kıyamet günü anlaşılır. Hatta diyorlar ki, insanların kıymet vermediği insan, dünyada iken pek itibarı olmayan, fakat kıyamet günü çok büyük mertebelere sahip olan birini gördükleri zaman, onu küçük görenler, onun aleyhinde olanlar çok üzülecekler. Yahu biz bu adamı hiç bilirdik, kıymet vermezdik ama ne kadar büyük adammış. Cenabı Hak buna ne kadar kıymet vermiş. İşte bugün belli oldu. O zaman ondan afv dilemeye başlayacaklar. Biz de belki küçük gördüğümüz, itibar etmediğimizin ayağına kapanacağız, aman ne olur, bana da şefaat et, benim de Cehennemden kurtulmama vesile ol diye ona yalvaracağız. Kulağını da haram, gıybet dinlemekten, haram söz dinlemekten muhafaza ederse. Dilini de yalandan ve gıybetten sakınırsan benimle beraber olursun. Evet, aziz müminler bunlara dikkat edeceğiz. Cenabı Hak cümlemizi Ona şükr eden kulları zümresine dahil eylesin.