Cennet’e girmek - kainatingunesi.com

Cennet’e girmek

Cennete girmek ancak Allahü teâlânın fadlı, ihsânı ve rahmeti iledir. Sâlih ameller, derecenin yükselmesine sebeptir, amma Cennete girmeğe sebep değildir. Hadis-i şerifde; “Sizden birinizi ameli kurtaramaz” buyuruldu. Eshâb-ı kirâmdan biri suâl edip; “Ya Resûlallah! Sizin ameliniz de böyle midir?” dedi. “Benim amelim de böyledir. Lâkin Allahü teâlâ beni rahmetine daldırıp, büytük ihsân ve kemâller verdi” buyurdu. Bununla son peygamberlik, büyük vilâyet ve diğer güzel huy ve hasletlere işâret eyledi.

Cennet, bu dünyâda iken Allahü teâlânın gönderdiği peygamberlere inananlara, onların bildirdiklerine uygun yaşıyan ve doğru yolda yürüyenlere mükâfât, iyilik, nimet ve ihsân yeri olarak Allahü teâlâ tarafından yaratılmış ve hazırlanmıştır. Cennet’e; Adem aleyhisselâm­dan kıyâmete kadar gelip geçen insanlar için­den Allahü teâlânın râzı olduğu kimseler girecektir. Bunun için insanların kendi zaman­larındaki peygambere ve getirdiği dine inanarak bu inançlarına uygun bir dünya hayatı geçirmeleri ve son nefeslerinde imân ile vefat etmeleri lazımdır. Son peygamber Muham­med aleyhisselâmın gelmesi ve İslam dinini bütün insanlara tebliğ etmesinden sonra kıyâ­mete kadar gelecek insanların O’na ve O’nun bildirdiklerine iman etmeleri şarttır. Allahü teâ­Iânın rızâsına ve Cennet’teki en yüksek dere­celere kavuşmak; ancak Hazret-i Muhammed’in (s.a.v.) bildirdiklerine şeksiz şüphesiz iman etmekle ve her hususta O’na tam uymakla mümkün olur.

Cabir bin Abdullah (r.a.) bildirdi ki: “Ben Resûlullah’dan işittim. Şöyle buyurdu:

“Allah’a hiç bir şeyi ortak koşmayarak kavuşan kimse, Cennet’e; O’na ortak koşan kimse de Cehennem’e girer.”

Lokman süresi 13. Ayet-i kerimede meâlen;

“Hani Lokman, oğluna öğüt verirken şöyle demişti. “Oğulcağızım, AIIahü teâlâya ortak koşma. Çünkü şirk, elbette büyük bir zulümdür”

buyurulmuştur.

Ebü Hüreyre (r.a.), ResuluIlah’a (s.a.v.) bir köylünün gelerek; “Ya Resûlallah! Bana öyle bir iş göster ki onu işlediğim zaman Cennet’e gireyim” dediğini; Resûlullah’ın (s.a.v.) da ona; “Kendisine hiçbir şeyi ortak koşmaya­rak Allahü teâlâya ibadet edersin, farz kılınmış namazı dosdoğru kılarsın, zekatını verirsin ve Ramazan orucunu tutarsın” buyurduğunu, gelen köylünün de; ‘Nefsim yed-i kudretinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, ebedi olarak bunun üzerine ne bir şey arttırırım ve ne de ondan eksiltme yaparım” dediğini, dönüp giderken de Resûlullahın (s.a.v.), Eshâbına; “Cennet ehlinden bir kimseye bakmak isteyen işte bu zata baksın” buyurduğunu haber vermiştir.

Ubâde bin Sâmit (r.a.) bildirdi: Resûlullah efendimiz (s.a.v.) bııyurdu: “Herkim, eşsiz, ortaksız bir tek Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed aleyhisselamın O’nun kulu olduğuna, İsa aleyhisselamın Allahü teâlânın hazret-i Meryem’e ilka ettiği kelimesi ve ken­dinden bir ruh olduğuna, Cennet’in ve Cehennem’in bir hakikat olduğuna iman ederse, Cennet’in sekiz kapsının hangisinden dilerse Allahii teâlâ onu oradan Cennet’e koyacaktır.”

İbn-i Şümase el-Mehri anlatır: “Ölüm has­talığında iken Amr ibni As’ın (r.a.) yanına gel-

dik. 0, uzun süre ağladı ve yüzünü duvardan tarafa çevirdi. Oğlu Abdullah; “Babacığım! Resûlullah (s.a.v.) sizi şununla müjdelemedi mi?” demeye başladı. İbn-i Şümase der ki:

Bunun üzerine Amr (r.a.) yüzünü bize dön­dürdü ve şunları söyledi: “Muhakkak ki (Ahıret için) hazırladığım şeylerin en faziletlisi “La ilahe illallah ve enne Muhammeden Resülullah’ şehadetidir. Ben üç hal üzere bulunmuşumdur (Ömrüm üç devreye ayrılır). Bir vakitler Resûlullah’a benim kadar kinli kimse yoktu. Onu öldürmüş olmaklığım kadar beni sevindirecek bir şey de yoktu. Eğer ben bu hal üzere ölmüş olsaydım muhakkak Cehennem ehlinden olacaktım. Sonraki halim şu ki, Allahü teâlâ, dinine muhabbeti kalbime koyduğu zaman, Resûlullah’a (s.a.v.) geldim. “Ya Resûlallah (s.a.v.)! Elinizi uzatınız size bi’at edeyim” dedim. Resûlullah (s.a.v.) mübarek sağ elini uzattı. Ben de elimi çektim. Resûlul­lah (s.a.v.)“Ey Amr neyin var?” buyurdu. Ben de bir şartım var ya Resûlallah dedim. “Şartın nedir?” buyurdu. “Magfiret olunmaklığım” dedim. Resûlullah (s.a.v.); “İslam, kendinden önceki günahları

yok eder” buyurdu. Bundan sonra bana hiç­bir şey, Resûlullah’dan (s.a.v.) daha sevgili olmadı. Bu hal üzere ölseydim Cennet ehlin­den olmamı kuvvetle ümid ederdim. Şimdi ise bundan sonra halimin ne olacağını bilmiyorum” buyurdu.

Resûl-i ekrem (s.a.v.) Mu’az bin Cebel’i (r.a.) Yemen’e vali olarak gönderdiği zaman, kendisine; “Eğer ehl-i kitap (hristiyan ve yahudiler) sana Cennet’in anahtarların­dan sorarlarsa onlara; “Cennet’in anahtarı La ilahe illallah  kelimesi­dir diye cevap ver” buyurdu.

Vehb bin Münebbih’e; “Cennet’in anahtarı; La ilahe illallah kelime-i tevhidi değil midir?” diye soruldu. 0 da; “Evet, La ilahe illallah kelimesi Cennet’in anahtarıdır. Fakat muhakkak ki her anahtarın dişleri vardır; dişli anahtar getirirsen uyduğu kapıyı sana açar. Eğer dişleri bulunan bir anahtar getiremezsen o anahtar sana kapıyı açmaz. Anahtarın dişleri ise Allahü teâlâya tevhid olan “La ilahe illallah” kelimesi ile Allah’ın emrine itaat edip, yasak ettiklerinden kaçınmaktır.”

Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu için imanın ve ibadetlerin süretlerini, görünüşle­rini, hakiki ve doğru olarak kabul buyuruyor. Böyle kullarını Cennet’e koyacağını vâd edi­yor ve müjdeliyor. Cennet’i ve Cennet’te olan kullarını Allahü teâlâ sever. Onlardan râzıdır. Allahü teâlâ, sonsuz ihsân sâhibi olduğu için, yalnız kalbin tasdik etmesini, inanmasını imân olarak kabül buyurmuştur. Nefsin iz’ânını, inanmasını istememiştir. Böyle olmakla berâ­ber, Cennet’in de hem süreti ve hakikatı vardır. Dünyâda dinimizin yalnız süretine kavuşanlar, Cennet’in de yalnız süretine kavuşacaklar, yal­nız onun zevkini, tadını alacaklardır. Dünyâda dinimizin hakikatine kavuşanlar, Cennet’in de hakikatine kavuşacaklardır.

Cennet’in yalnız suretine ve yalnız hakika­tine kavuşanlar, aynı nimetlerden mesela aynı meyveden yedikleri hâlde, başka başka lezzet duyacaklardır. Resülullah’ın zevceleri, mü’minlerin anneleri olup Cennette Resülullah’ın yanında bulunacaklar, aynı meyveyi yiyecek­ler ise de, başka başka tad alacaklardır. Duy­dukları lezzet, hep aynı olsa idi, mü’minlerin annelerinin, bütün insanlardan daha üstün olmaları lâzım gelirdi. Bunun gibi daha üstün olan kimsenin zevcesinin de, başkalarından üstün olması lâzım gelirdi. Çünkü zevceler, Cennette, zevclerinin yanında bulunacaklar­dır. Dinimizin süretine uyanlar, Ahırette azâb­dan kurtulacak, sonsuz seâdete kavuşacaktır.

Enes bin Malik’in (r.a.) rivâyet ettiği hadis-i şerifde Resulullah efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Cennet hoşa gitmeyen şeylerle; Cehennem de şehvetlerle sarılmıştır.” Alimlerin beyânına göre bu hâdis-i şerif Resulullah’ın (s.a.v.) fasih, bedi’, cevâmiul­kelim (az söz ile çok mânâ ifâde eden) sözle­rindendir. Cennet’e ancak hoşa gitmeyen şeyleri yapmakla, Cehennem’e de şehvetler sebebi ile varılır. Bunlar Cennet’le Cehennem’i sarmış, perde arkasında bırakmıştır. Dünyâda hoşa gitmeyen şeylere göğüs gerip uzak kalanlar Cennet’e girecek, şehvetlerine kapılıp günah işleyenler de Cehennem’e gidecektir. Buradaki hoşa gitmeyen şeylerden maksat yapması nefse ağır gelen şeylerdir. İbâdetlere devâm, onların güçlüklerine katlanmak, öfkeyi yenerek affetmek, sadaka vermek, kötülük yapana iyilikte bulunmak, nefsin arzularına sabırla karşı gelmek gibi şeyler de buna dâhildir.

Şehvetlerden murâd ise: Zinâ, içki, gıybet gibi haram olan şeyleri yapmaktır. Yiyip içmek gibi mübâh olan şehvetler buna dâhil değildir. Onlarda da ifrât (aşırı) dereceye varmak ise uygun değildir.