ÇOCUK TERBİYESİ
Çocuk, ana baba elinde bir emanettir. Çocukların temiz kalbleri kıymetli bir cevher olup,
mum gibi, her şekli alabilir. Küçük iken, hiçbir şekle girmemiştir. Temiz bir toprak gibidir.
Temiz toprağa hangi tohum ekilirse, onun mahsûlü alınır. Neye meylettirilirse, oraya yö-
nelir. Eğer hayrı âdet eder, öğrenirse hayır üzerine büyür. Çocuklara îmân, Kur’ân-ı kerîm
ve Allahü teâlânın emirleri öğretilir ve yapmaya alıştırılırsa, din ve dünya saâdetine ererler.
Bu saâdette anaları, babaları ve hocaları da ortak olur. Eğer bunlar öğretilmez ve alıştı-
rılmaz ise, bedbaht olurlar. Yapacakları her fenalığın günâhı, ana, baba ve hocalarına da
yazılır. Müslüman, emri altında bulunanlardan mesuldür.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Hepiniz bir sürünün çobanı gibisiniz. Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de evlerinizde ve emirleriniz altında olanları Cehennemden korumalısınız.
Onlara müslümanlığı öğretmelisiniz. Öğretmez iseniz mesul olacaksınız.)
(Çok müslüman evladı, babaları yüzünden Veyl ismindeki Cehenneme gideceklerdir.
Çünkü, bunların babaları, yalnız para kazanmak, keyif sürmek hırsı-
na düşüp ve yalnız dünya işleri arkasında koşup, evladlarına müslümanlığı ve
Kur’ân-ı kerîmi öğretmediler. Ben böyle babalardan uzağım. Onlar da benden
uzaktır. Çocuklarına dinlerini öğretmiyenler, Cehenneme gideceklerdir.)
(Çocuklarına Kur’ân-ı kerîm öğretenler veya Kur’ân-ı kerîm hocasına gönderenlere,
öğretilen Kur’ân-ı kerîmin her harfi için on kere Kâ’be-i muazzama
ziyareti sevabı verilir ve kıyâmet günü, başına devlet tacı konur. Bütün
insanlar görüp imrenir.)
(Bir insanın evladı ibâdet edince, kazandığı sevab kadar babasına da verilir.
Bir kimse, çocuğuna fısk, günâh öğretirse, bu çocuk ne kadar günâh
işlerse babasına da, o kadar günâh yazılır.)
Kendinin yapması haram olan şeyi çocuğa yaptıran kimse haram işlemiş olur. Çocuklarına
içki içiren, kumar oynamaya alıştıran, müstehcen neşriyatı okumasına sebep
olan, yalancılık, hırsızlık gibi kötü huylara alıştıran, kıbleye karşı ayak uzatmasına
sebep olan kimse, günâh işlemiş olur.
Dinimizin Temeli ve Çocuklarımız
* Dinimizin temeli; îmânı, farzları ve haramları öğrenmek ve öğretmektir. Allahü
teâlâ, Peygamberleri bunun için göndermiştir. Gençlere bunlar öğretilmediği
zaman, İslâmiyet yıkılır yok olur.
* Kur’ân-ı kerîmde, nefislerimizi ve aile efradımızı, yakıtı insan ve taş olan Cehennem
ateşinden korumamız emredilmektedir. Elli-yüz senelik kısa bir hayat
için evladı dünya felaketlerinden korumaya çalışıldığı gibi, ebedi felakete
duçar olmaması için âhiretini de korumak lâzımdır. Bir babanın, evladını Cehennem
ateşinden koruması, dünya ateşinden korumasından daha mühimdir.
Cehennem ateşinden korumak da, îmânı ve farzları ve haramları öğretmekle
ve ibâdete alıştırmakla ve kötü arkadaşlardan ve zararlı neşriyattan korumakla
olur. Bütün fenalıkların başı, kötü arkadaştır. Kötü arkadaşları, onun küstah,
yalancı, hırsız, saygısız ve korkusuz olmasına sebep olabilir. Senelerce de bu
kötü huylardan kurtulamaz.
* Ne zaman çocukta iyi bir hareket görülürse, onu takdir etmeli, mükâfatlandırmalıdır.
insanların yanında bazen onu övmelidir. (Amcası benim çocuğum
böyle yaptı) diyerek iyiliğe teşvik etmelidir. Bir kabahat işler veya kötü bir söz
söylerse birkaç defa görmemezlikten gelmeli, hemen (Onu yapma!) dememeli,
azarlamamalıdır. Sık sık azarlanan çocuk, cesaretlenir, gizli yaptıklarını
açıktan yapmaya başlar. Başı boşta bırakılmamalı, yaptığı kötü işlerin zararı,
kendisine tatlı dil ile anlatılmalı, ikaz edilmelidir. Yapılan iş dine aykırı ise işin
zararı, fenalığı ve neticesi anlatılarak, o kötü işe mâni olmalıdır.
* Baba, baba olduğunu, büyük olduğunu hissettirmelidir. Anne, çocuğu babası
ile korkutmalıdır.
* Her gün bir müddet oynamasına izin vermelidir ki, çocuk sıkılmasın, sıkılmak
ve üzülmekten kötü huy hasıl olur ve kalbi körleşir.
Hiç kimseden para istemesine müsâade etmemelidir. Fazla konuşmamasını,
yemin etmemesini, büyüklere saygı göstermesini öğretmelidir. İyi insanların
güzel hâllerini anlatıp, onlar gibi olmaya, kötü insanların kötülüklerini anlatıp,
onlar gibi olmamaya dikkat etmesi öğretilmelidir.
* Çocuğa her istediğini almak ve lüks içinde yaşatmak uygun değildir. Büyüyünce
de her istediğini ele geçirmeğe çalışır. Fakat bunda muvaffak olamayınca
sükût-ı hayale uğrar, isyankâr olur.
* Kendimiz helâl yediğimiz gibi, çocuklarımıza da helâl yedirmeliyiz. Haramla
beslenen çocuğun bedenî, necasetle yoğrulmuş çamur gibi olur. Böyle çocuklar
da pisliğe, kötülüğe meyleder. Sadece çalınan şeylerden başka haram
yok zannetmemelidir. Helâl kazancı olan, alış-veriş ilmini bilmezse haram yer.
Ödünç alıp vermede bile, bu işin nasıl yapılacağını öğrenmezse harama düşer.
* Çocuğa, israf etmemesini, kanaatkar olmasını öğretmelidir. Bazen de yavan
ekmek yemeğe alıştırılmalıdır. Çocuğun kötü yerlere gitmesine mâni olmalıdır.
Çocuk kötülerin yanında ahlâksız, yalancı, hırsız ve hayâsız olur.
* Baba, ne devamlı asık suratlı durmalı, ne de çocukla fazla yüz göz olmalıdır.
Baba, konuşmasının heybetini korumalıdır.
* Çocuğa, babasının malı ile övünmemesi tenbih edilmelidir. Tevazu sahibi ve
kibar olması öğretilmelidir.
* Başkalarından birşey almanın zillet olduğu, veren elin alan elden üstünlüğü
bildirilmelidir. Hasisliğin (cimriliğin) çirkinliği öğretilmelidir.
* Başkalarının yanında edebli oturması, ayak ayak üstüne atmaması, laubali hareketlerden
uzak durması telkin edilmelidir.
* Fazla konuşmaktan çocuğu men etmelidir. Fazla konuşmanın hayâsızlığa yol
açtığı, çenesi düşüklüğün kötülüğü belirtilmelidir. Çocuk nasıl olsa konuşmasını
öğrenecektir. Maksat, ona icab edince susmasını ve büyüklerin sözünü
dinlemesini öğretmektir.
* Doğru da olsa, çokça yemin etmesine müsâade etmemelidir. Her şeye yemin
etmek, kötü bir alışkanlıktır.
* Büyüklere hürmet etmeyi, yerini onlara vermeyi ve herkesle iyi geçinmenin
ehemmiyeti anlatılmalıdır.
* Çocuğu, daha küçükken namaza alıştırmalıdır. Büyüyünce namaz kılması zor
gelebilir.
* Başkasının malını çalmayı, haram yemeyi, yalan söylemeyi gözünde çirkin
gösterecek şekilde anlatmalıdır. Böyle yetiştirip buluğa erince, bu edeplerin
sırlarını, inceliklerini ona söylemelidir.
* Her işi âdet olarak yapmaması, niyetinin halis olması, şuurla yapmasının lüzumu
anlatılmalıdır. Meselâ, yemekten maksadın; kulun Rabbine ibâdet etmesi,
insanlara, vatanına, milletine faydalı hizmetlerde bulunması, insanların saâdeti
için çalışmağa enerji kazanmak olduğu öğretilmelidir.
* Dünyadan maksadın, âhiret için azık toplamak olduğu, zira dünyanın kimseye
kalmadığı, ölümün çabuk ve ansızın gelebileceği anlatılmalı, (Ne bahtiyar o
kimseye ki, dünyada iken âhiret azığı elde eder, Cennete ve Allahü teâlâya
kavuşur.) demelidir.
* Küçük yaşında böyle terbiye edilirse, taş üzerine yazılan yazı gibi olur ve kolay
kolay silinmez.
Peygamber Efendimiz buyurdu ki:
(Bütün çocuklar müslümanlığa uygun ve elverişli olarak dünyaya gelir.
Bunları, sonradan anaları, babaları hıristiyan, yahudi ve dinsiz yapar.)
Görüldüğü gibi, hadîs-i şerîfte, müslümanlığın yerleştirilmesinde ve yok edilmesinde
en mühim işin, gençlikte olduğu bildirilmektedir. O hâlde, her müslümanın birinci
vazifesi, evladına İslâmiyeti ve Kur’ân-ı kerîmi öğretmektir. Evlat, büyük ni’mettir.
Ni’metin kıymeti bilinmezse, elden gider. Bunun için (Pedagoji), eğitim bilimi yâni
çocuk terbiyesi, İslâm dininde çok kıymetli bir ilimdir. İslâm dinine karşı olanlar, bu
mühim noktayı anladıkları içindir ki;
(Gençliğin ele alınması birinci hedefimizdir. Çocukları dinsiz olarak yetiştirmeliyiz)
diyorlar. İslâmiyeti yok etmek ve Allahü teâlânın emirlerinin öğretilmesini ve yaptırılmasını
engellemek için (Gençlerin kafalarını yormamalıdır. Din bilgilerini büyüyünce
kendileri öğrenirler) diyorlar.
Bugün, bütün hıristiyan memleketlerinde, bir çocuk dünyaya gelir gelmez, buna
bozuk dinlerinin icablarını yapıyorlar. Her yaştaki insanlara, yahudiliği ve hıristiyanlığı
titizlikle aşılıyorlar. Müslümanların îmânlarını, dinlerini çalmak ve yok etmek ve onları
da, hıristiyan yapmak için, İslâm memleketlerine paket paket kitap, broşür ve sinema
filmleri gönderiyorlar.
O hâlde, müslümanlar din cahillerinin hilelerine, yalanlarına aldanmamalı, bize emanet
edilen çocuklarımıza sahip olmalıyız. Onlara sahip olmak da dinimizin emirlerine uygun
olarak yetiştirmekle olur. Hadîs-i şerîfte buyruldu ki: (Ahlâkınızı güzelleştirin!)
En vahşi hayvanlar bile terbiye ile ehlileştiriliyor. Hiçbir zaman elma çekirdeğinden
portakal olmaz. Fakat elma fidanını büyüterek lüzumlu aşı ve kültürel tedbirlerle kaliteli
elma veren bir ağaç olarak yetiştirmek mümkündür. Bunun gibi, insan tabiatında
bulunan bazı arzuları yok edilemez, fakat terbiye edilebilir.
Her şeyi, zıddı kırar. Kötü huyları, iyi huylar yok eder. Bu bakımdan kendini zorla da
olsa iyi işler yapmaya alıştırmalı, onları âdet hâline getirmelidir. Çocuk, işleri ve ahlâkı
iyi olan insanlarla arkadaşlık ettirilirse, güzel huylar kendiliğinden onun tabiatı olur. Bu
esaslar dahilinde çocuklar yetiştirilirse dünya ve âhiret saâdeti elde edilir.
Kıyâmet günü, ana-baba, çocuğuna öğretilmesi gereken ilimlerden mesul olacak,
vazifesini yapmamış ise, yahut kusur etmiş ise cezaya çarptırılacaktır. Çocuklarını
İslâm terbiyesi üzerine yetiştirmeyenler, dünyada huzursuz oldukları gibi, âhiret felâ-
ketlerine de maruz kalacaklardır.
Ne mutlu çocuğunu İslâm ahlâkı ile yetiştirenlere!..
MENKIBE: Abdestsiz Emzirilen Süt
Muhammediye kitabının yazarı Yazıcıoğlu Muhammed Efendi, Edirne ve Gelibolu civarında
yaşamıştır. Bu muhterem zâtın bir de Ahmed-i Bîcan olarak bilinen kardeşi
vardır. Ahmed-i Bîcan hazretleri, aynı zamanda Envâr-ül Âşıkın kitabını Farsça’dan
tercüme eden zâttır.
İki kardeşten biri olan Ahmed-i Bîcan, bir gün bir câmide vaaz etmekte iken ağabeyi
Muhammed Yazıcıoğlu câmiden içeriye girer ve küçük kardeşinin sohbetini dinlemeye
başlar. Kardeşi ağabeyinin câmiye geldiğinin farkındadır. Fakat bir de bakar ki, ağabeyi
biraz sonra câmiyi gülerek terk eder.
Kürsüde nasihat etmekte olan Ahmed-i Bîcan hazretleri, ağabeyinin bu hâlinden bir
şey anlayamaz ve akşam eve geldiği zaman olayı annesine anlatıp durumu öğrenmesini
ister. Anne, büyük oğlu eve geldiği zaman, (Oğlum, kardeşin câmiden niçin gülerek
çıktığını soruyor, bir hatâ mı işledim diyor. Kardeşinin dersinden niçin gülerek çıktın)
diye sorduğunda şöyle cevap verir:
“Anneciğim, ben kardeşimin vaazına gülmedim. Ben bir insanoğlunun sohbetini dinlemeye
ne kadar melek gelmiş, oturacak yer bulamıyorlar da birbirlerinin üzerine oturuyorlar,
onların hâli çok hoşuma gitti de ona tebessüm ettim. Ben de meleklerden
câmide oturacak yer kalmadığı için çıkıp gittim.”
Annesi, ağabeyinin bu sözlerini anlattığında Ahmed-i Bîcan çok müteessir olup dedi ki:
“Anneciğim, ağabeyim melekleri görebiliyor da, ben niye göremiyorum. Bunu ondan
bir sorar mısın?”
O güzide anne büyük oğluna bunu sorduğunda aldığı cevap şöyle oldu:
“Anneciğim, bu noksanlığı sen kendinde araman lâzım, sen benden daha iyi bilirsin.”
O vakit düşünme sırası anneye geldi. Uzun müddet tefekküre daldıktan sonra bunun
sebebini şöyle açıkladı:
“Oğlum sana hiç abdestsiz süt emzirmedim. Ahmed’de ise bunu yapamadım. O henüz
kundakta iken, bir gün ben namaza durmuştum, o da şiddetle ağlamaya başladı.
Bu sırada evimizde bir komşu kadın vardı. O kadın, ağlamasın diye Ahmed’i aldı emzirmeye
başladı. Ben hemen namazı kılıp elinden aldım ama, biraz emmişti. Sonra
o kadına abdestli olup olmadığını sordum, bana abdestinin olmadığını söyledi. Onun
melekleri görmemesine sebep olsa olsa bu olmalı.”
Nükte: Ama o da ne kadar büyük âlimmiş ki, melekler de onu dinlemeğe gelmişler.
MENKIBE: Servetine Güvenmemeli
Yemen’e çok şiddetli bir sel gelir, ağaçları kökünden söker, binaların yıkılmasına sebep
olur. Sular çekildikten sonra eski bir mezarın açıldığı görülür. Ortaya bir kadın cesediyle
büyük bir servet çıkar. Kitabedeki yazı okunduğunda, bu cesedin Himyeri hükümdarlarından
birinin kızı olan Tace adındaki bir kadına ait olduğu anlaşılır. Tace’nin cesedinin
boynunda 7 gerdanlık, kollarında 7 kıymetli altın bilezik, ayaklarında mücevherli 7
halhal ve on parmağın yedisinde muhteşem mücevher yüzüklerin bulunduğu görülür.
Ayrıca baş tarafında çok kıymetli eşya ile doldurulmuş hazine gibi bir tabut parladığı
da dikkatlerden kaçmaz. Bu tabutun ön kısmında ki levhada yazılı olanlar ilgi çekicidir.
Kitabede şunlar yazılı idi:
“Ben hükümdarın kızı Tace’yim. Memleketimizde müthiş bir kıtlık çıktığı için, tahıl getirtmek
üzere, birkaç adamımı, Mısır maliye nazırı olan Yusuf aleyhisselâma yolladım. Epey
bir zaman geçtiği hâlde gönderdiğim adamlar gelmeyince, adamlarımızdan bazılarına bir
kantar (50 kilo kadar) gümüş verip herhangi bir yerden bununla bir kantar un alıp getirmesini
istedim. Onlar da bulamadılar. Nihayet bir kantar altın verip tekrar gönderdimse de,
yine bulamadıklarından, incileri öğütüp yemekten başka çare bulamadım. Fakat o da beni
besleyemediği için, büyük bir servet içinde açlıktan ölümle yüz yüze kaldım. Benim bu acıklı
hâlimi işitenler, gerekli dersi almalı, servetine güvenmemeli, gerekli iktisat yolunu tutmalıdır.
Tarihte altının da, incinin de, geçmediği durumlar varsa da, benden başka dünyada hangi
kadın bu kadar muhteşem ziynetler içinde ölmüştür?”
MENKIBE: Anne Anne, Allah Bizi Görüyor
Hazret-i Ömer, halifeliği sırasında bir gece asayişi kontrol için Medîne sokaklarında
dolaşıyordu. Gecenin karanlığında önünden geçmekte olduğu bir evden yüksek sesler
işitti. Bir anne kızına şöyle diyordu;
– Kızım, yarın satacağımız süte su karıştır!
– Anne, Halife süte su karıştırmayı yasak etmedi mi?
– Kızım, gecenin bu saatinde Halifenin nerden haberi olacak, o şimdi yatağında
yatıyor.
– Anne anne! Halife uyuyor, haberi olmaz diyorsun! Her şeyi bilen, gören ve her
şeye kâdir olan Allahü teâlâ bizi görüyor, hâlimizi biliyor! Hilemizi insanlardan
gizleyebiliriz, fakat her şeyi bilen ve gören Allah’tan nasıl gizlersin?
Hazret-i Ömer, bu kızın güzel ahlâkına çok hayran kaldı. Bu durumu hanımına da
anlattı. Sonra da, o kızı oğlu Asım ile evlendirdi. Asım’ın bu kadından bir kızı oldu. Bu
kızdan da âdil halifelerden Ömer bin Abdülaziz hazretleri doğdu.
MENKIBE: Bir Elma ve İmâm-ı A’zamın Babası
Şemseddin-i Sivâsî’nin Menâkıb-ı İmâm-ı a’zam isimli eserinde şöyle yazılıdır:
İmâm-ı a’zamın babası Sabit (rahmetullahi aleyh) küçük yaştan beri ahlâkı temiz,
takva ve vera sahibi idi. Yüzü gayet nûrlu olup zühdü, salahı ve ilmi pek çok idi.
Bir gün bir dere kenarında abdest alıyordu. Suda bir elma gördü. Abdestten sonra,
suda çürüyüp gidecek olan bu elmayı alıp yedi. Fakat tükrüğünde kan gördü.
Şimdiye kadar böyle bir hâl görmediği için tükrükteki kanın bu elmadan ileri geldiğini
tahmin etti. Yediğine pişman oldu. Elmanın sahibini bulup helâlleşmek için dere boyunca
gitti. Nihayet yediği elmaya benzeyen bir meyve bahçesi gördü. Sahibini sordu.
Bu zâtın gayet cömert ve ihsân sahibi olduğunu, hattâ ağaçta bulunan bütün elmaları
toplayıp götürülse yine bir şey demeyeceğini, bir elmanın ne ehemmiyeti olacağını
söylediler. Buna rağmen elmanın sahibini buldu, meseleyi anlattı, ya parasını almasını
veya helâl etmesini istedi.
Bahçe sahibi gencin bu hâlini görünce takva ve verasının doğru olup olmadığını öğ-
renmek için şöyle dedi:
– Yediğin elmam için ne vereceksin?
– Altın gümüş neyim olsa veririm.
– Ben altın gümüş istemem ama, eğer kıyâmette senden davacı olmamı istemezsen
bir teklifim var, onu kabul etmen gerekir.
– Teklifin nedir?
– Yapacaksan söyliyeyim…
– Şeriata uygunsa yapabilirim.
– Kör, sağır, dilsiz ve kötürüm bir kızım var, bununla evlenmeye razı olursan o
zaman elmayı sana helâl edebilirim.
Sabit hazretleri âhirete kul hakkıyla gitmemek için bu teklifi kabul etti. Düğün hazırlığı
yapıldı. Sabit hazretlerinin ilk gece odaya girmesiyle çıkması bir oldu.
Hemen kayınpederine koşup, (Efendim, bir yanlışlık var galiba, içeride sizin bahsettiğiniz
vasıflarda bir kız yok, tam tersi!) Kayınpederi tebessüm ederek, (Evladım o benim kızımdır,
senin de helâlindir. Ben sana kör dediysem, o hiç haram görmemiştir. Sağır dediysem, o
hiç haram duymamıştır. Dilsiz dediysem, o hiç haram konuşmamıştır. Kötürüm dediysem,
o hiç harama gitmemiştir. Var git helâlinin yanına, Allahü teâlâ mübârek ve mesut etsin.)
Nükte: İşte bu evlilikten, yâni böyle ana babadan imâm-ı a’zam Ebû Hanife hazretleri
dünyaya geldi.
MENKIBE: Gerçek Tedbir Budur
İstanbul’un Vefa semtine adı verilen Şeyh Vefa, Fatih devrinin büyük alimlerinden ve evliyâsındandı.
Akşemseddin, Molla Gürani gibi devrin manevi önderlerinden biriydi.
Bu büyük zâtın oyun yaşlarındaki bir oğlu kötü bir alışkanlık edinmişti. Ucuna çivi
çakılmış bir sopa ile o devirde evlere içme suyu taşıyan sakaların kırbalarını deliyordu.
Evcil hayvan derisinden yapılmış su tulumu demek olan kırba, sivri bir madde ile dokunuldu
mu kolayca delinecek bir nesneydi. Şeyh Vefa’nın oğlu da bunu yapıyordu.
Sakalar, “Bir din ulusunun oğludur, çok sürmez geçer” diye bir müddet dayandılarsa
da baktılar vazgeçeceği falan yok, Şeyh Vefa’ya şikayet ettiler. Vefa Hazretleri olanları
duyunca hayretler içinde kaldı. Nasıl olur da bunca dikkat ve özenle yetiştirilen, haram
lokmadan uzak tutulan bir çocuk böyle bir şey yapardı?
Şeyh Vefa sakalara, “Tamam” dedi. Konu anlaşıldı, gereken yapılacak, sizin de zararınız
ödenecektir.
Önce kendinden işe başladı. “Acaba ben bu çocuğa yanlışlıkla da olsa haram yedirdim
mi?” diye düşündü. Bir şey bulamadı. Hanımına sordu;
“Sen bu çocuğa hamileyken veya süt verirken haram bir şey yedin mi, çok iyi düşün,
bana bildir, yoksa oğlanın sonu kötü” dedi.
Hanım düşündü, taşındı, rüyaya yattı, nihayet bir olay hatırladı. Oğlana hamileyken
oturmağa gittiği bir komşu evinde, masadaki bir tabakta portakallar varmış. Görünce
canı çekmiş ama istemeye de utanmış. Ev sahibi hanım bulundukları odadan dışarı
çıktıkça yakasındaki iğneyi portakallara batırıp sularını içmiş. Bunu şeyhe anlattı.
Şeyh Vefa “Aman hâtun hiç vakit geçirmeden o komşuya git, olanı biteni dosdoğru
anlat ve helâllik dile” diye tenbihledi. Kendi de sakaları çağırdı, kimin kaç tane kırbası
delinmişse hepsinin parasını ödedi ve haklarını helâl ettirdi.
Nükte: Çocuğa olayın başından sonuna kadar bir şey denmedi. Hakkında böyle şikayet
var, bir daha yaparsan asarız, keseriz yollu tehdit edilmedi. Ama çocuk bir daha
çivili sopa ile kırbaları delmedi.
MENKIBE: İpliği Satmaya Gönderdim
Dul bir kadının altı çocuğu bir de ihtiyar anası vardı. Kadın geçimini sağlamak üzere,
her gün göz nûru dökerek iplik eğirir, pazara çıkar ve anası ile çocuklarının rızkını temin
etmeye çalışırdı.
Bir gün bu dul kadın vefat eder, çocukların bakımı ise ihtiyar kadına kalır. Kadın pazara
her hafta çıkamıyor, ip eğiriyordu. Bir zaman baktı ki 600 dirhem kadar ip eğirmiş,
pazara götürmeye karar verdi. (Yâ Rabbi, bu öksüzlerin, yetimlerin rızkını bol ihsân et)
diyerek sabah erkenden pazarın yolunu tuttu.
Yolda giderken Seyyid Abdülkadir Geylânî hazretlerinin evinin önünden geçiyordu.
Onu görünce durakladı.
Geylânî hazretleri talebeleriyle sabah namazından çıkmıştı, yaşlı kadını görünce o da
durakladı ve sordu:
– Hoş geldin anne, nereye gidiyorsun?
– Bir miktar ipliğim var, pazara götürüp satacağım.
– Ver bakalım. Benden 600 dirhem ip isteniyor, bunu ver de ben satayım.
İhtiyar kadın, (Memnuniyetle, lütuf buyurmuş olursunuz, efendim) dedi ve ipi verdi.
Geylânî hazretleri eline aldığı ipi mescidin damına fırlatıp attı. İplik gözden kaybolmuştu.
İhtiyar kadın şaşkın şaşkın bakınca, talebeler kadına itiraz etmemesi için işaret
ettiler. Kadın da bir şey demedi. Geylânî hazretleri kadına dönerek.
– Annem sen canını sıkma, ipliği satmaya gönderdim, parası gelsin ne kadar etti ise
alırsın. Kadın, (Pekâlâ) diyerek gitti, ertesi gün gelip, (İplik satıldı mı?) diye sordu.
Geylânî hazretleri, (İplik satıldı, fakat parası henüz gelmedi. Bir hafta kadar bir zaman
içinde gelir) buyurdu.
Kadın ayrılıp, bir hafta sonra tekrar geldi. Para henüz gelmemiştir, kadına, (Yarın gel,
paranı al) dendi.
Kadın, pazara niye gitmedim, şimdi param elimde olurdu diye hayıflanarak evine gitmek
üzere iken, talebeler, (Anne, sen bir gün daha sabret, bakalım Mevlâ ne gösterecek) dediler.
Ertesi gün oldu. Seyyid Abdülkadir Geylânî hazretlerinin huzuruna o ana kadar görülmeyen
bir heyet geldi. Hürmetle ona bin altın takdim ettiler. Dışarı çıktıklarında talebeler
onlara bu kadar paranın ne olduğunu, niçin Şeyhe takdim ettiklerini sordular. Gelenler
tüccar olduklarını belirterek, (Altınlar Hazret-i Şeyhindir. Denizde yolculuk yaparken
fırtına sebebiyle geminin yelkeni delindi, yol alamaz olduk, denizin ortasında kalacaktık.
Kaptana bir çaresi yok mu diye sorduğumuzda, “Altıyüz dirhem ip olsa geminin
yelkenini onarır, yolumuza devam ederdik ama, şu anda nerede bulacağız” dedi. Biz de
Seyyid Abdülkadir Geylânî hazretlerinden “Yâ Sultan-ül ârifin bize 600 dirhem kadar
ip gönder, başka çaremiz kalmadı” diye yardım istedik. Az sonra geminin güvertesinde
600 dirhem ipliği bulduk. Kurtulduktan sonra, “Biz de dönünce Hazret-i Şeyhe bin altın
götürelim, kabul etmez ama, fakir fukaraya dağıtır inşâallah” diye karar verdik. Şimdi o
sözümüzü yerine getirdik) dediler.
Tüccarlar ayrıldıktan bir müddet sonra, ihtiyar kadın gelip sordu:
– Para geldi mi efendim?
Geylânî hazretleri bin altını kadına verirken, (Benim satışım seninki kadar kârlı olmuş
mu?) diye latife yaptı. İhtiyar kadın (Hem de nasıl, ne diyeceğimi, nasıl dua edeceğimi
bilemiyorum, teşekkür ederim) diyerek huzurdan ayrıldı.
Çocuk Terbiyesinde İlk Şart
Bir çocuk akıl baliğ olunca yâni ergenlik çağına gelince mükellef olur, yâni dinimizin
emir ve yasaklarına muhatap olur. Îmânın şartlarını yâni Amentü’yü mânâsıyla beraber
bilip söylemesi, İslâm’ın beş şartına inanması, gereğini yapması farz olur. Gusletmesi,
abdest alması, namaz kılması farz olur. Anne babalar ve gençler buna dikkat etmezse,
hem günâha girdikleri gibi hem de huzur yüzü görmezler.
Ergenlik çağındaki gençlerde problemlerin ana sebebi, belki îmânlarının olmayışı, varsa
gusletmemeleri ve namaz kılmamalarıdır. Çocuk akıl baliğ olunca bunları bilmezse, inanmazsa,
beğenmezse mürted olur. Buna sebep olan anne baba da mürted olur.
Yeni müslüman olanın veya akıl-baliğ olan çocuğun, önce Kelime-i şehadet söylemesi
ve bunun mânâsını öğrenip, inanması gerekir. Bundan sonra, Ehl-i sünnet
âlimlerinin kitaplarında yazılı olan itikâd, yâni îmân edilmesi gereken bilgileri öğrenip,
bunlara inanması gerekir.
Sonra Ehl-i sünnetin dört mezhebinden birinin kitaplarında yazılı olan fıkıh bilgilerini,
yâni İslâm’ın beş şartını ve helâl, haram olan şeyleri öğrenmesi ve bunlara inanması
ve uygun yaşaması gerekir. Bunları öğrenmek ve uymak gerektiğine inanmayan,
önem vermeyen mürted olur. Yâni kelime-i şehadet getirerek müslüman olduktan
sonra, tekrar kâfir olur.
Nikâhlı müslüman bir kız, baliğa olduğu zaman, Müslümanlığı bilmezse, nikâhı bozulur.
Yâni mürted olur. Allahü teâlânın sıfatlarını ona bildirmelidir. O da, tekrar etmeli
ve (bunlara inandım) demelidir. [Dürr-ül-muhtar] İbni Abidin hazretleri bunu açıklarken diyor ki:
Kız küçük iken, ana-babasına tâbi olarak müslümandır. Baliğa olunca, ana babasının
dinine tâbi olması devam etmez. İslâmiyet’i bilmeyerek baliğa olunca, mürted
olur. Îmân edilecek şeyleri işitip de, inanmamış kimse, kelime-i tevhid söylese, yâni
(Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah) dese, müslüman olmaz. Amentü’de bulunan
altı esasa inanan ve (Allahü teâlânın emirlerinin ve yasaklarının hepsini kabul
ettim, beğendim) diyen kimse müslüman olur.
Her müslüman, çocuklarına Amentü’yü ezberletmeli, mânâsını iyice öğretmelidir!
Çocuk bu altı esası öğrenmez ve inandığını söylemezse, baliğ olduğu zaman müslü-
man olmaz, mürted olur.
Sadece Allah’a inandım demek kâfi değildir. Amentü’de bildirilen altı esastan birini,
meselâ kaderi inkâr eden, kâfir olur, bütün iyi amelleri yok olur. [Redd-ül-muhtar]
Her müslümanın birinci vazifesi, evladına İslâmiyet’i ve Kur’ân-ı kerîmi öğretmektir.
Evlat nimetinin kıymeti bilinmezse, elden gider.
Terbiyede Esas Olanlar
Zekâ: Çocuk, ilk gördüğü eşyayı tetkik etme, kurcalama ve sorup öğrenmeye heveslidir.
Onun için çocuklara hep iyi ve güzel şeyler gösterilmeli ve soruları doğru cevaplandırılmalı.
Böyle çocuğun düşünme kabiliyeti gelişmiş olur. [3-6 yaş arası buna
çok dikkat etmeli. Bu zaman dilimi, beyin ve zekâ gelişmesi için en önemli devredir.]
Ruh: Hassas ve alıngan çocuklara acı da olsa gerçekleri görmesi ve tahammül edebilmesi
öğretilmelidir. Katı ruhlu çocuklar ise onu duygulandıracak, örnekler vererek,
hassas olmasına çalışılmalı.
İrade: Güçlü iradeye sahip olmasına çalışılmalı. Zayıf iradeli çocukları biraz serbest
bırakıp kendine olan güvenini arttırmalı. İradesi kuvvetli çocuklarda ise terbiye daha
sert olmalı. Ancak yine sevgi ve anlayış göstermek şarttır.
Terbiyede Önemli Olanlar
Din: Allahü teâlânın iyi, çalışkan ve dürüstleri sevdiğini, onları Cennete koyacağını,
kötüleri sevmediğini ve bunları da Cehennemde cezalandıracağını öğretmeli.
Sevgi: Terbiyede sevgi gibi, ciddiyet de çok önemlidir. Ana babanın geçimsizliği,
hele ayrılığı çocuk ruhunda fırtınalar koparır.
Ceza ve mükafat: Bunu yaparsan, şunu vermeyiz, sokağa çıkarmayız gibi bazı cezalar
uygun ise de, kesinlikle dayak atılmamalı. Ceza kalb kırıcı olmamalı, kimsenin
önünde de yapılmamalı. Yerinde yaşına göre oyuncak veya bisiklet almak gibi mükafat
verilmeli. “Bu bisikleti Kur’ân-ı kerîmi hatmettiğim için babam bana aldı” diyebilmeli.
Oyunlar: Yaşına uygun olarak, çeşitli sporlar bedenin ve zekânın gelişimini sağlar.
Çevre: Hadîs-i şerîfte, (Kişinin dini, arkadaşının dini gibidir) buyuruldu. İyi
çevre ve iyi arkadaş edinmelidir.
En Değerli Yatırım
Bugün insanların en çok konuştuğu konulardan biri ekonomidir. Birçok sohbetin konusu,
arsa, borsa, euro, dolar, altın, hisse senedi, devlet tahvilleri vs. İnsanlar; en değerli yatırım
aracı hangisi ise, haklı olarak ona yönelmek istiyor. Bu normaldir, yadırganacak tarafı yoktur.
Unutmamalı ki bu yatırımlardan çok daha önemli bir yatırım daha var. O da çocuğa
yapılan yatırım, insana yapılan yatırımdır. Dünyanın en zor işi insan yetiştirmektir. Bir
insanın yetişmesinde birçok unsur rol alır. Bunlar içinde en önemlileri; aile, çevre, okul
ve medyadır.
Dünyadaki bütün ülkeler, kendi çocuklarının ve gençlerinin dürüst, çalışkan, güzel
ahlâklı, başarılı, kültürlü, topluma faydalı, vatansever, eğitimli ve kendi öz değerlerine
saygılı insanlar olarak yetişmesini ister. Bunun için çaba harcar. Bunu başaran ülkelerin,
diğer sıkıntıları daha kolay ve daha çabuk çözülür. Çünkü, her şeyin başı insandır.
İnsanın iyi yetişmesi için hiçbir masraftan ve güçlükten kaçınmayanlar, başarının ve
medeniyetin zirvesine yükseldiler. Osmanlı böyle yaptı. Amerika ve Avrupa şimdi [Osmanlıyı
taklit ederek] böyle yapıyor.
Ülkemiz, yukarıda bahsedilen bir insanın yetişmesinde en önemli rolü üstlenen kurumlar
konusunda yetersizdir. Çocuklarımız, hâlâ kalabalık sınıflarda, laboratuvarsız,
bilgisayarsız ortamlarda ders görüyor.
Büyük şehirler başta olmak üzere, çevremiz de pek tekin değil. Yâni, dışarısı tehlikelerle
dolu.
Görüntülü ve yazılı medyanın büyük bir bölümü şiddet ve cinsel konulara ağırlık
veriyor… İnsanın edep duygularını zedelediği ve çeşitli kötülükleri cazip hâle getirdiği
için izlenmesi, okunması sakıncalı bir sürü yayın var.
Geriye ne kaldı… Bir tek aile…
Bütün ebeveynlerin biricik derdi, çocukların iyi bir şekilde yetiştirmektir. Bu konuda
kendi gayretleri yeterli değil. Çocukları, kötü arkadaşların, görüntülü ve yazılı medyanın
zararlarından korumak lâzım.
Evet, size de tavsiye edeceğimiz, bu konuda yıllardır yüzümüzü ağartan bir yayın
var. Biz ona “En iyi arkadaş” diyoruz. İyi ki var. Çocuklarımızı, birer hanımefendi birer
beyefendi olarak yetiştirmek için gayret sarf ediyor. Onlara vatan-millet-bayrak sevgisini,
ecdada saygıyı, kendi kültürüne ve değerlerine sahip çıkmayı öğretiyor. Onlara
çalışkan, sabırlı, kibar ve zarif olmayı, başarılı olmanın yollarını öğretiyor, anne babaya
saygıyı öğretiyor. Okuma alışkanlığı kazandırıyor. Onları eğlendirirken, çok değerli bilgiler
veriyor. Zekâlarının gelişmesi için özel bulmacalar, zekâ oyunları hazırlıyor. Sözün
kısası, ebeveynlerin özledikleri çocuk modelini Türkiye Çocuk Dergisi yetiştirmeye
çalışıyor. Bu konuda anne babaların yükünü oldukça hafifletiyor. Çocuğunun iyi yetiş-
mesini isteyen; onu mutlaka Türkiye Çocuk Dergisi ile tanıştırmalıdır. [Web adresi:
www.turkiyecocuk.com.tr]
Tek başına bir çocuğu yetiştirmek de mümkün değildir. İyi bir çevreye gitmeli, iyi
insanlarla komşuluk etmelidir. Türkiye Gazetesi yayınları, Türkiye Çocuk gibi faydalı
eserler okumalı ve okutmalıdır.
Çocuk Terbiyesinin Önemi
Çocuk terbiyesi ile ilgili hususların özeti şöyledir:
1- Çocuğa dert ve sıkıntılar söylenmemeli, neşe ve sevinçler anlatılmalıdır.
2- Çocuğu aileden biri azarlarsa, diğeri ona arka çıkmamalıdır.
3- Onun yanında hep güler yüzlü olmaya çalışmalı. Üzüntülü isek çocuk hemen
etkilenir.
4- Onu başkalarının yanında azarlamamalıdır.
5- Kusurlarını kabul etmesi öğretilmelidir. Kusurlarını bilip yapmamaya çalışması
hayatta başarılı olmasına sebep olur.
6- Çocuğu yalancılıkla suçlamamalıdır.
7- Kardeşler arasında ayırım yapmamalıdır.
8- Kibrin kötülüğü anlatılıp kibirlenmesi önlenmelidir.
9- Çocuğun yanlışları olur. Hemen cezalandırmamalı. Yanlışı izah edilmeli, zararı
anlatılmalıdır.
10- “Sen adam olmazsın”, “Senden köy kasaba olmaz’ gibi suçlamalardan kaçmalıdır.
Bunlar, çocuğun kendine güvenini azaltır, kişilik sahibi olmasını engeller.
11- Çocuk büyükleri taklit eder. Bunun için onlara iyi örnek olmalıdır.
12- Çocuğun sevilmeye, oynamaya sohbete ihtiyacı vardır. Çocuk kendisine so-
ğuk, sert, kaba ve kırıcı davranan büyüklerinin kendisini sevmediğini zannedip
bunalıma girer. Bu sebeple onlara şefkatli, güler yüzlü davranmalıdır.
13- Çocuğa nasihat vermek yerine bizzat uygulamalı iş yaptırmak daha uygun olur.
Meselâ yemekten önce ellerini yıka diye yüz defa demektense, birkaç defa,
hadi ellerimizi yıkayalım diyerek birlikte yapmaya çalışmak daha etkili olur.
14- Ona verilen işi takip etmeli, yapıp yapmadığını kontrol etmeli ki, takip edildi-
ğini bilsin.
15- Çocuğun yapmayacağı bilinen şeyleri söylememeli. Yapacağı şeyleri de artık
yapmaz.
16- Evliyâ menkıbelerinin, çocuğun zekâsının gelişmesinde ve onlardan alacağı
derste rolü büyüktür. Bunlar hassas şekilde seçilip anlatmalıdır.
17- Yerine getiremeyeceğimiz sözü vermemeliyiz. Bunlar söz verir yapmaz dedirtmemelidir.
18- (Kişinin dini arkadaşının dini gibi olur) hadîs-i şerîfi esas alınmalı, iyi
arkadaş edinmesi sağlanmalıdır.
19- (Çocuktan al haberi) sözünü unutmamalı, sırlarımızı çocuğa duyurmamalıdır.
20- Çocuğa karşı ne kadar sabırlı ve anlayışlı olursak o kadar başarılı oluruz.
21- Sözlerine önem verilmeyen veya sürekli eleştirilen çocuk; suskun, içine kapanık,
güvensiz, huysuz ve saldırgan olur.
22- Onun yanında başkaları kötülenmemelidir.
23- Hep şiddet kullanılarak çocuğu yönlendirmeye çalışan ana baba; çocuğun korku
içinde asabi ve saldırgan olmasına, kendi problemlerini şiddet yoluyla çözmeye
çalışmasına sebep olur.
24- Çocuğun yüzüne ve başına kesinlikle vurmamalıdır.
25- Çocuğa söylenecek sözden çok ne zaman ve nasıl söylediğiniz önemlidir.
26- İyi iş ve davranışları ödüllendirilmeli, kötülerinin ise zararı tatlı dille anlatılmalıdır.
27- Tenkit gibi aşırı takdir de uygun değildir. Aşırı sevgi ve takdir, çocuğu şımartabilir.
28- Çocuğu suçlamak, lakap takmak, alay etmek, tehdit etmek uygun değildir. Git
gel gibi emir yerine gider misin, gelir misin gibi ifadeler kullanmalıdır.
29- Çocuk edepli konuşmalı. “Lütfen, teşekkür ederim, özür dilerim, peki efendim”
gibi kelimeler kullanmasını öğretmelidir.
30- Hatâlı olunca hatâmızı kabul edip özür dilememiz, onun da hatâsı olursa özür
dilemeyi öğrenmesine yol açar.
Çocuklara Dini Sevdirmek
Çocuklara bunu yap, şunu yapma demek yerine, örnek olmak gerekir. Lisan-ı hâl,
lisan-ı kalden entaktır. Yâni insanın hâl ve hareketi, sözünden daha etkili olur. Kendimiz,
hâl ve hareketlerimizle güzel örnek olursak, yarı yarıya bu işi başarmış sayılırız.
Daha sonra, Peygamber efendimizin, Eshâb-ı kirâmın, din büyüklerinin, Evliyânın sevgisini
aşılamalıdır. Bu sevgi verilirse, onların ismini söyleyerek Allahü teâlâyı anlatmak,
dinimizin emir ve yasaklarına alıştırmak kolay olur. İnsan, sevdiğine benzemek
ister; insan, sevdiğinin sözlerine uyar. Büyükler, talebelerine, önce namazdan, oruç-
tan, haramlardan bahsetmezlerdi. Meselâ, İmâm-ı Rabbânî hazretlerini, kendi hocalarını
anlatırlar, bu büyükleri sevdirirlerdi. Ondan sonra, bunlar; karada, denizde, havada
yâni her yerde namazı, dinimin emir ve yasaklarını düşünürlerdi. Büyüklerin sevgisi,
her derde ilaç gibidir. Onların sevgisi ve bereketi ile dinimize uymak çok kolay olur.
Allah Sevmez Demek
Çocukları terbiye ederken, “Hırsızlık edeni Allah taş eder, yalan söyleyeni Cehennemde
yakar” gibi sözler söylemek uygun değildir.
Çocukları terbiye ederken, hırsızlık edeni hırsızlık edeni taş eder denirse, o da hırsızları
görünce bunlar niye taş olmadı diye düşünerek ana babasına itimadı kalmayabilir.
Hem Allahü teâlâ, gerçekte de kötülük edenleri taş etmiyor. Hep şunu yapmazsan
Allah seni sevmez diye devamlı söylenirse, bu sefer de, sevmezse sevmesin
diyebilir. İyilik edenlerin Cennete, kötülük edenlerin Cehenneme gideceğini uygun bir
dil ile anlatmak gerekir. Her yanlış hareketine Allah seni şöyle yapar demek uygun
olmaz. İyilik edince ödüllendirmeli, kötülüklerin ise, bazısını görmemeli. Kötülüğü de
uygun şekilde cezalandırmalı.
Çocuk Terbiyesinde Dayak Olur mu?
Terbiyede dayak atılmaz. Dayağın zararları çoktur:
1- Çocuğu dövmek ahlâkının bozulmasına, hırçınlaşmasına sebep olur.
2- Dayakla büyüyen çocuk esnek düşünemez.
3- Dövülmek, çocukta ana babaya karşı kızgınlığa yol açar. Çocuk kendi yaptığının
kötü bir şey olduğunu düşünmez, kendini suçlu görmez, kendini döveni suçlar.
4- Dövülen çocuk, kızdırılınca, o da şiddete başvurur, bir başkasını döver. Böylece
dayak, saldırganlığa sebep olur.
5- Sözden anlayacak yaştaki çocuğa dayak atılmaz. Sözden anlamayana hafifçe
vurmak yeter. Başa, yüze vurmak, sopayla dövmek hem günâh, hem zararlıdır.
Bunları işkenceci yapar.
Çoluk çocuğu terbiye etmek için dayak atmak doğru değildir. Ancak yanlış, zararlı
bir iş yapınca, cezalanabileceği hissini vermek gerekir.
Peygamber efendimiz, ev halkının dövülmemesini emrettiği hâlde, terbiye edilmeleri
için gerekirse cezalanabilecekleri, dövülebilecekleri hissini taşımaları gerektiğini
bildirmiştir. Bu husustaki bir hadîs-i şerîf meâli şöyledir:
(Ev halkınızı terbiye için bastonunuzu onların göreceği yere asın!) [Taberânî]
Demek ki çoluk çocuk, (Cezayı hak edersek dövülebiliriz) hissini taşımalı. (Ne yaparsak
yapalım, bize kimse karışamaz) duygusuna kapılmamalı. Öyle bir duyguya kapılırsa
her çeşit suçu rahatça işleyebilir.
Baba, gerektiğinde yaramazlık veya zararlı iş yapan çocuğuna kızıp bağırabilir. Lü-
zumlu bilgileri öğretmek ve terbiye etmek için dövebilir. Öğretmen, talebesini, babasından
izinsiz dövemez. Yedi yaşındaki çocuğa, namaz kılması emredilir, on yaşında
kılmazsa, yumrukla değil, elle vurabilir. Öğretmen, ilim öğretmek, çalıştırmak için, talebesine
yüzü hariç, elle üç kere vurabilir. Daha fazla vuramaz. Hiçbir canlının yüzüne
vurmak da caiz değildir. [Se’âdet-i Ebediyye]
Ölünce, çözerler belin, kuşağın,
Gözüne görünmez, oğlun, uşağın,
Yakasız kefendir, örtün, döşeğin.
Yürü dünyâ yürü, sonun virândır,
Bin yılından sonra, âhir zemândır!
Evladın Günâhları-Sevapları
Baliğ olmamış çocuk, daha mükellef [yükümlü] değildir. Günâh yazılmaz. Küfür söz
söylemekle kâfir olmaz. Anne babası günâh, küfür olan şeyleri yaptırmamalıdır. Onlara
günâh olur.
Baliğ olmuş evladın işlediği sevaplar, müslüman ana-babaya da yazılır. Günâh iş-
lemeyi öğreten ana-babaya evladının günâhı da yazılır. İbadet öğretirse, onun sevabı
da ana-babasına yazılır. Hadîs-i şerîfte, (Bir müslümanın evladı, ibâdet edince,
kazandığı sevap kadar, babasına da verilir. Bir kimse, çocuğuna günâh öğ-
retirse, bu çocuk ne kadar günâh işlerse, o günâhı öğreten babasına da o
kadar günâh yazılır) buyuruldu. [Se’âdet-i Ebediyye]
Günâh öğretmeyen Hazret-i Âdem’e, kardeşini öldüren Kabil’in günâhı yazılmaz.
Peygamberler günâh işlemez. Birinin günâhı, başkasına yazılmaz. Hadîs-i şerîfte,
(Hiç kimse diğerinin günâhını çekmez) buyuruldu. [Hâkim]
Kur’ân-ı kerîmde aynı mânâdaki âyet-i kerîmelerden birinin meâli şöyle:
(Hiçbir günâhkâr, diğerinin günâhını çekmez.) [En’âm: 164]
Halkı sapıtanlar, sapıklıkta önder olanlar, kendi günâhlarını yüklendikleri
gibi o kimselerin günâhlarını da yüklenirler. [Nahl: 25, Beydâvî]
Bir kimse, bir iyiliği yapmaya gücü yetmiyorsa, o iyiliğin yapılmasına sebep olursa,
o iyiliği yapmış gibi sevap kazanır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Hayra delalet eden [yol gösteren, sebep olan] o hayrı yapan gibi sevaba
kavuşur.) [Beyheki]
Mü’minlerin ihlasla yaptıkları iyi işlerin sevapları kıyâmete kadar onların amel defterlerine
yazılır. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(İnsan ölünce amel defteri kapanır. Ancak şu üçü bundan müstesnadır:
Sadaka-i cariye, faydalı ilim ve kendisine dua eden salih evlat bırakan.)
[Buhârî]
(Öldükten sonra sevabı kesilmeyen iyi işlerden biri de, salih evlat yetiş-
tirmektir. Ana-babası öldükten sonra böyle evladın ettiği dualar, ana-babasına
ulaşır.) [Müslim]
Şu yedi şeyi yapan, öldükten sonra da devamlı sevap kazanır:
1- [Dine uygun] ilmi bir eser yazan,
2- Bir çeşme yapan,
3- Bir su kuyusu açan,
4- Bir hurma ağacı diken,
5- Bir mescid bina eden,
6- Bir Mushaf yazan,
7- Öldükten sonra kendisine dua edecek salih bir evlat yetiştiren. [Beyheki, Ebû
Davud]
İki hadîs-i şerîf şöyledir:
(Kur’ân-ı kerîm okuyanın ana babası kâfir olsa da, azapları hafifler.) [Tenbîh-ul-gâfilîn]
(Besmele yazılı bir kâğıdı, çiğnenmesin diye hürmetle yerden kaldıran,
sıddıklardan yazılır. Ana babası kâfir de olsa, azapları hafifler.) [İmâm-ı Sü-
yûtî]
Sağlığında Çocuklara Mal Bağışlamak
Ana-babanın, çocuklarına sağlığında mal bağışlarken, eğer çocuklar salih ise aralarında
ayrım yapması caiz olmaz. Fâsıklara salih olanlardan az vermek caizdir. Kâfir
ise hiç verilmez.
Bir kimse, malının hepsini çocuğunun birine verse caiz olur. Bu mal, o çocuğun
mülkü olur. Diğer çocukları hak iddia edemez. Fakat babası, salih çocukları arasında
ayırım yapmışsa günâha girer. [Hindiyye]
Salih veya ilim tahsilinde olan çocuklarına daha çok mal vermek caizdir. Salâhları
eşit ise, eşit vermelidir. Çocukları fâsık olan kimsenin, miras bırakmayıp, salihlere,
hayrata vermesi efdaldir. Böylece, günâha yardım etmemiş olur. [Fetâvâyı Bezzâziyye]
Fâsık çocuğa nafakadan fazla yardım yapmamalıdır.
Kız Çocuğunun Dinimizdeki Yeri
Kız çocuğu bir nimettir. Kız, çocuğu olunca üzülmek, hele hele anneyi suçlamak çok
yanlıştır.
Kur’ân-ı kerîmde meâlen, (Allah dilediğine kız, dilediğine erkek çocuk bahşeder.
Kimine hem erkek, hem kız çocuğu verir, dilediğini de kısır bırakır. Her şeyi
hakkı ile bilen ve her şeye gücü yeten ancak Allah’tır) buyuruldu. (Şûrâ: 49, 50)
Peygamber efendimiz, (Kız çocuklarını hor görmeyin) buyurdu. Hor görmek dini
bilmemekten ileri gelir.
Hayırlı evlat istemelidir. Hayırlı olmadıktan sonra, kız veya erkek olmuş ne fark eder?
Dinimizde, kadının ve kız çocuklarının fazileti büyüktür. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Kızlarınızı altın ve gümüş ile süsleyin! Elbiseleri güzel olsun! İtibar kazanmaları
için en güzel hediyelerle ihsânda bulunun!) [Hâkim]
(Kız çocuğunu güzelce terbiye edip, Allahü teâlânın verdiği nimetlerle
bolluk içinde yedirir giydirirse, o kız çocuğu onun için bir bereket olur, Cehennemden
kurtulup kolayca Cennete girmesine vesile olur.) [Taberânî]
(İki kız evladına güzel muamele eden, mutlaka Cennete girer.) [İbni Mâce]
(İki kızı veya iki kız kardeşi olup da, maişetlerini güzelce sağlayanla Cennette
beraber oluruz.) [Tirmizî]
(Çarşıdan aldığı şeyleri, erkek çocuklardan önce kız çocuklarına verene
Allahü teâlâ rahmetle nazar eder. Allahü teâlâ, rahmetle nazar ettiğine de
azap etmez.) [Harâiti]
(Çarşıdan turfanda meyve alıp evine getiren, sadaka sevabı alır. Getirdiği
meyveyi, erkek çocuklarından önce kız çocuklarına versin! Kadınları, kızları
sevindiren, Allah korkusundan ağlayanlar gibi sevap kazanır. Allah korkusundan
ağlayanın bedeni de Cehenneme haram olur.) [İbni Adiy]
(Üç kızına, ihtiyaçtan kurtulana kadar iyi bakan, yedirip giydiren, elbette
Cenneti kazanır.) [Ebû Davud]
(Üç kız veya kız kardeşinin geçim veya başka sıkıntılarına katlananı, Allahü teâlâ Cennete koyar.)
Eshâb-ı kirâmdan biri, (İki tane olursa da aynı mıdır?) diye sual edince, Peygamber
efendimiz, (Evet, iki tane olursa da aynıdır) buyurdu. Başka biri, (Ya bir tane olursa?)
diye sual etti. Cevabında buyurdu ki: (Bir tane de olsa gene aynıdır.) [Hâkim, Harâiti]
Görüldüğü gibi, kız ve kadınlara değer vermeyenler, müslümanlığı bilmeyen kimselerdir.
Müslüman, dinini iyi öğrenip kadına layık olduğu değeri vermelidir!
Başlık parası denilen kötü âdetin birçok yöreden kalktığını işitiyoruz. Hâlen bazı
bölgelerde devam eden bu âdetin kaldırılmasına çalışmak gerekir.
Kız Evlat Kıymetlidir
Dinimizde kadın, muhtaç bırakılmamıştır. Onun bütün ihtiyaçlarını, kocası, babası, erkek
kardeş ve amca gibi yakınları, ona vermeye mecbur tutulmuştur. Bakacak hiçbir akrabası
yoksa onun ihtiyaçlarını Beyt-ül-mal karşılar. Kadın, çalışıp kazanmak zorunda değildir.
Erkeklerin bu güç vazifelerinden dolayı, mirasın hepsini almaları gerektiği hâlde, dinimiz
kadınlara yine ikide bir pay verdi. İki akika kesmek yerine bir akika kesilmesi kızların
faziletini gösterir. Yâni kız için kesilen bir akika, erkek için kesilen iki akika sevabı kadardır.
Dinimiz, kadınlara çok değer verir. Birkaç hadîs-i şerîf meâli şöyledir:
(Kimin kız çocukları olur, onların sıkıntılarına katlanır, iyi yetiştirir ve dengiyle
evlendirirse, bu kız çocukları onun için Cehenneme perde olur.) [Tirmizî]
(İlk çocuğunun kız olması, kadının bereketindendir.) [İbni Asâkir]
(Üç kız çocuğunu terbiye edip evlendiren ve onlara iyilikte bulunan, Cennete
gider.) [Buhârî]
Kadınlara, kızlara değer vermeyenler, Müslümanlığı bilmeyen cahillerdir. Dinini bilen
bir Müslüman, kız çocuklarına ve kadına layık olduğu değeri verir. Üç hadîs-i şerîf
meâli de şöyledir:
(Kadınlara ancak, asalet ve şeref sahibi kimse değer verir. Onları ancak
kötü ve aşağı kimseler hor görür.) [İbni Asâkir]
(Allahü teâlâdan hayırlı evlat istedim. Bana kız çocukları ihsân etti.) [Şir’a]
(Kız çocuklarını hor görmeyin; çünkü ben kızlar babasıyım.) [Mefâtîh-ul-cinân]
Peygamber efendimiz, kız babası olmakla iftihar ediyor. Bu vesikalar karşısında hiç
kimse, İslâmiyet kadınlara, kızlara değer vermiyor diyemez.
Önceki milletler, 300, 500 hattâ 1.000 sene yaşayıp, ibâdet ederlerdi. Peygamber
efendimiz, (Yâ Rabbi benim ümmetimin ömrü kısadır. Diğer ümmetler çok
yaşadı, çok sevab kazandı. Ümmetimin hâli nice olur?) diye sual ettiği zaman,
Allahü teâlâ, (Ben ümmetine bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesini verdim)
buyurdu.
Bin ay, 83 sene eder. 50 sene ibâdet eden bir Müslüman, 4.000 seneden fazla
ibâdet etmiş gibi sevab kazanıyor. Bu ümmetin az yaşaması, az ibâdet etmesi, bir
dezavantaj gibi görülemez. Bu ümmetin az ibâdeti, diğer ümmetlerin çok ibâdetinden
üstün olduğu gibi, kız çocuk için kesilen bir akika, erkek çocuk için kesilen iki akikaya denk gelmektedir. Dinimiz kız evlatlar için bu kolaylığı bildirmiştir. Bu da, kız çocuklarının
değerini göstermektedir.
Ana Babanın Dine Aykırı Emirleri
Ana-babanın dine uygun emirleri yapılır. (İçki iç, namaz kılma, açık gez) derlerse, bu
emirlerine uyulmaz. Böyle emirlere uymayan kimse, asi evlat değildir. Çocuklarını dine
uygun yetiştirmeyen ana-babanın evladı üzerinde hakkı olmaz. Ana-babayı üzmeden
hâlletmeye çalışmalıdır. Kızının dine uymasından ana-baba rahatsız olursa, bunun
kıza bir zararı olmaz. Kim ne derse desin, tesettüre riayet edip namazlarını kılmaya
çalışmalıdır. Müsait vakitlerde de bu hususlarla ilgili yazıları ana-babaya okumalıdır.
Dine aykırı işte hiç kimsenin sözüne uyulmaz. Ana, baba, koca ve âmir de emretse,
onun sözü yerine getirilmez. Bir hadîs-i şerîf meâli şöyledir:
(Hâlıka isyan olan işte, mahlûka itaat olmaz.) [Hâkim]
Yâni Allah’a karşı gelinen, günâh olan bir işte, mahlûka yâni insanların sözüne uyulmaz.
Yaptırılan iş, Allah’ın rızasına uygun değilse, ana baba da, koca da söylese önemi
yok, kalbi kırılmış olmaz. Bedduaları da geçerli olmaz. Ana babanın ve kocanın hatırı
için günâh işlenmez. Onlara ana hakkını, baba hakkını, koca hakkını veren de Allahü
teâlâdır. Seni de onlara emanet etmiştir. Senin hakkın ne oluyor? Senin hakkını niye
hiç gündeme getirmiyorlar?
Hepimiz en önce Allahü teâlânın hakkına yâni dinimizin emir ve yasaklarına riayet
etmeliyiz.
Sakat Doğan Çocuklar
Hakiki müslüman, Allahü teâlânın rızasından başka muradı olmayan kimsedir. Allahü
teâlâ emrettiği için rızık kazanmaya çalışılır. Çalışırken ibâdetlerini terk etmez ve
haram işlemez. Kazanırken de, kazandığını sarf ederken de dinimize uyar. Böyle kimseye
zenginlik de, fakirlik de faydalı olur. Fakat böyle olmayan kimse, Allahü teâlânın
kazâ ve kaderine razı olmaz. Fakir olunca az diye itiraz eder. Zengin olursa, doymaz,
daha ister. Kazandığını haramlara sarf eder. Zenginliği de fakirliği de, dünyada ve
âhirette felaketine sebep olur.
Körlük, topallık ve diğer sakatlıkların faydalı veya zararlı olması insandan insana
değişir. Kimi, Allahü teâlânın takdirine razı olduğu için sonsuz olarak Cennet nimetlerine
kavuşur, kimi de razı olmadığı için sonsuz olarak Cehennemde cezaya müstahak
olabilir. Bir kimse kendisi için sakatlığın faydalı veya zararlı olduğunu bilemez.
Çocuğun sakat olarak doğmasında kendi günâhı yoktur. Eğer bunda ana-babasının
kusuru varsa, günâhı onlara aittir. Kör bir kimse, eğer kör olmasaydı kötü işler peşinde
gezip dünya ve âhiretini mahvedebilirdi. Kimi de kör olduğu için isyan edip Yaratıcının
takdirine razı olmaz, ebedi felaketine sebep olur.
Doğuştan veya sonradan kör olan bir müslüman, Cennete gider. İki hadîs-i şerîf
meâli: (Allahü teâlâ, iki gözü olmayan müslümanı Cehenneme koymaz.) [Taberânî]
(Âmâ, sabrederse, Allahü teâlâ mükafat olarak ona Cenneti verir.) [Buhârî]
Yalnız gözü olmayan değil, diğer sakatlıkları olan da sabrederse, ölürken, kabirde ve
mahşer yerinde sıkıntı çekmeden Cennete girer. Cennette ise sakatlık yoktur. Îmânsız
olan, sağlam da sakat da olsa, yeri sonsuz olarak Cehennemdir.
Adaletle ihsânı karıştırmamalıdır! Herkese, fazlası ile adalet yapılmıştır. Akıl-baliğ
olmadan ölen kâfir çocukları Cehenneme girmez. İslâmiyet’i duymadan ölen kâfirler
de girmez. Bunlar, İslâmiyet’i, Cenneti, Cehennemi işittikten sonra, öğrenmez, inat
edip inanmazsa, o zaman azap görür.
Çevrenin Etkisi
Akıl-baliğ olanlar, ana-babanın, çevrenin etkisi altında kalmaz. Eğer kalsaydı, yıllardır
İslâm ülkelerinde, İslâm terbiyesi ile yetişen müslüman çocukları, İslâm düşmanlarının
yalan ve iftiralarına aldanmaz, dinsiz olmazdı. Bunlar, akıl-baliğ olunca dinden
çıkıyor. Ana-babasına, gerici diyerek alay ediyorlar.
Bu acı misaller, ana-babanın verdiği terbiyenin devamlı olmadığını açıkça göstermektedir.
Bunun içindir ki, bugün dinden çıkmak, bütün dünyayı saran feci bir akım
hâlindedir. Genç, ihtiyar, bu felakete kapılmayan pek az kimse kalmıştır.
Diğer taraftan, birçok kâfirler, ilim, fen adamları müslüman oluyor. Pek az olsa da,
dinini değiştirmeyenlerin bulunması, ana-baba terbiyesinin etkisinin, bazen de devamlı
olduğunu gösteriyor. Bir çocuğun müslüman evladı olması, İslâm terbiyesi ile
yetişmesi, Allahü teâlânın bir ihsânıdır. Kâfir çocuklarına bu ihsânı yapmıyor. Fakat,
kimseye ihsân yapmaya mecbur değildir. İhsân yapmamak zulüm olmaz. Meselâ, bakkaldan
bir kilo pirinç alsak, tam bir kilo tartması adalettir. Noksan tartarsa zulüm olur.
Biraz fazla verirse ihsân olur. Bu ihsânı istemek, kimsenin hakkı değildir.
Çocuklara İsim Koymak
Çocuklara koyduğumuz veya koyacağımız isimlerin anlamlarının, dinimize, örf ve
âdetimize uygun olup olmadığını öğrenmek, uygun değilse, değiştirmek gerekir. Haklı
sebeplerle adını veya soyadını değiştirmek isteyenler de çıkabilir. Bunun için isimlerin
anlamlarını bilmek faydalı olur.
Çocuklarına, Abdullah, Abdurrahman, Muhammed, Ahmed … gibi, isimleri koyanları
Allahü teâlâ sever.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Çocuğa güzel isim vermek, dinini öğretmek ve vakti gelince evlendirmek,
evladın babası üzerindeki haklarındandır.) [Ebû Nuaym]
(Kıyâmette, babanızın ismi ile beraber [Meselâ: Ali oğlu Emin, veya Ali kızı
Emine diye] çağrılacaksınız. O hâlde isminiz güzel olsun!) [Ebû Davud]
Güzel isimler çoktur. Meselâ, Peygamber isimleri. Resûlullah efendimizin 500’den
fazla olan mübârek isimlerinden, 30’u Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnasındandır. Bunlardan isim olarak koyması caiz olan Ali, Mahmud, Ahmed, Muhammed, Abdurrahman,
Abdurreşid isimleri, Eshâb-ı kirâmın, âlimlerin ve evliyânın isimleri konabilir.
Bir ismin güzel olması için mutlaka Kur’ân-ı kerîmde bulunması gerekmez. Yüz
binden fazla Eshâb-ı kirâmdan Hazret-i Zeyd hariç, hiçbirinin ismi Kur’ân-ı kerîmde
yoktur. Değişik isim olsun diye, yahut en güzel isim olsun diye Kur’ân-ı kerîmde geçen
her kelimeyi, sırf Kur’ân-ı kerîmde geçtiği için çocuğa isim olarak koymak, çok yanlış
olur. Çünkü Kur’ân-ı kerîmde güzel isimlerin yanında kâfirlerin isimleri de vardır. En
başta şeytan var, İblis var, Hannas vardır. Kâfirlerden Karun, Haman vardır. Peygamber
efendimizin düşmanı Ebû Leheb’in ismi vardır. Bunları koymak doğru değildir.
Kur’ân-ı kerîmde geçiyor diye yıldırım, şimşek, gelmek, gitmek gibi kelimelerin arabisini
isim olarak koyanlar oluyor. Bu kelimelerden en meşhurlarından biri Esra’dır.
Esra, gece yürümek mânâsına gelir. Ünzile, indirildi, indirilmiş demektir. Aleynâ, üzerimize
demektir. Böyle isimleri koymak caiz ise de, enbiyânın, ulemânın, evliyânın
ismini tercih etmek elbette iyi olur.
İsim Sahiplerine Şefaat
Her Peygamber, kendi isminden olanlara, her âlim ve evliyâ da, kendi isminden olanlara
şefaat edecektir. Güzel ismin bu yönden de önemi vardır. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Allah indinde en güzel olan isimler, Abdullah, Abdurrahmandır.) [Müslim]
(Üç oğlu olup da, birine adımı vermeyen, cahillik etmiş olur.) [Taberânî]
(Allahü teâlâ buyurur ki: İsmi, Ahmed, Muhammed, Mahmud gibi Habibimin
isminden olan mü’mine azap etmekten hayâ ederim.) [Riyâd-un-nâsıhîn]
(Bir evde bir, iki veya üç Muhammed olmasının zararı olmaz.) [İbni Sâd]
(Oğlunun adını Muhammed koyan, çocuğu ile Cennetlik olur.) [A. Rufai]
(Muhammed isimli çocuğa her yerde ikram edin, onu aşağılamayın.) [Hatîb]
(Muhammed isimli kimseyi hakir görmeyin, onu mahrum etmeyin! Onun
bulunduğu bir evde, bir yerde bereket vardır.) [Deylemi]
İbni Abbas hazretleri, (Kıyâmette, “adı Muhammed olan mü’minler gelsin” denilir,
hepsi Cennete götürülür) buyurmaktadır.
Ecdadımız, saygıda kusur olmasın diye Muhammed ismini “Mehmed” şeklinde kullanmıştır.
Peygamber efendimizin mübârek isimlerinden birini de koymak çok iyi olur. Eshâb-ı
kirâmın isimleri de çok kıymetlidir. Ecdadımızın koyduğu isimler de önemlidir.
Hazret-i Talha, on çocuğunun her birine bir peygamber ismi koymuştu. Hazret-i Zü-
beyr’in de on çocuğu vardı. O da hepsine şehid ismi vermişti. Hazret-i Talha, Hazret-i
Zübeyr’e, “Neden çocuklarına peygamber ismi değil de, şehid ismi verdin?” dedi. O da,
“Çocuklarım peygamber olamayacağına göre, şehid olmalarını arzu ettiğim için” dedi.
İsmi kötü olan değiştirmelidir! Hadîs-i şerîfte, (Kötü ismi olan bunu güzel isme
çevirsin) buyuruldu. [Berîka]
Resûlullah Efendimizin İsimleri
Peygamber Efendimizin 500’den’e fazla ismi Mevâhib-i ledünniyye’de vardır. Bunlardan
bir kısmının mânâsı kısaca şöyledir:
Abdullah: Allah’ın kulu.
Âbid: Kulluk eden, ibadet eden.
Âdil: Adâletli, doğru, doğruluktan, haktan ayrılmayan.
Ahmed: En çok övülmüş, sevilmiş.
Ahsen: En güzel.
Alî: Çok yüce.
Âlim: Bilgin, bilen.
Allâme: Çok bilgili.
Âmil: İşleyici; iş ve hareket adamı.
Aziz: Çok yüce, çok şerefli.
Beşîr: Müjdeleyici.
Burhan: Sağlam delil.
Cebbâr: Kahredici, galip.
Cevâd: Cömert.
Ecved: En iyi, en cömert.
Ekrem: En şerefli.
Emin: Doğru ve güvenilir.
Fadlullah: Allah’ın ihsanı, fazlı.
Fâruk: Hakkı ve bâtılı ayıran.
Fettâh: Yoldaki engelleri kaldıran.
Gâlip: Hâkim ve üstün.
Gani: Zengin.
Habib: Sevgili, çok sevilen.
Hâdî: Doğru yola götüren.
Hâfiz: Muhafaza edici.
Halîl: Dost.
Halîm: Yumuşak huylu.
Hâlis: Saf, temiz.
Hâmid: Hamd edici, övücü.
Hammâd: Çok hamd eden.
Hanîf: Hakikate sımsıkı sarılan.
Kamer: Ay.
Kayyim: Görüp gözeten.
Kerîm: Çok cömert, çok şerefli.
Mâcid: Yüce ve şerefli.
Mahmûd: Övülen.
Mansûr: Zafere kavuşmuş.
Masûm: Suçsuz, günahsız.
Medenî: Şehirli, bilgili ve görgülü.
Mehdî: Hidâyet eden, doğru yola ileten.
Mekkî: Mekkeli.
Merhûm: Rahmetle bezenmiş.
Mes’ud: Mutlu.
Metîn: Sağlam, özü ve sözü doğru, itimat edilir.
Muallim: Öğretici.
Muhammed: Yerde ve gökte çok övülen.
Muktefâ: Peşinden gidilen.
Muslih: Islah edici ve düzene koyucu.
Mustafa: Çok arınmış.
Mutî: Hakka itaat eden.
Mu’tî: Veren, ihsan eden.
Muzaffer: Zafer kazanan, üstün.
Mübârek: Uğurlu, hayırlı, bereketli, feyzli.
Müctebâ: Seçilmiş.
Mükerrem: Şerefli, yüce, aziz, hürmet ve tâzime erişmiş.
Müktefî: İktifâ eden.
Münîr: Nûrlandıran, aydınlatan.
Mürsel: Elçilikle gönderilmiş.
Mürtezâ: Beğenilmiş, seçilmiş.
Müstekîm: Doğru yolda olan.
Müşâvir: Kendisine danışılan.
Nakî: Çok temiz.
Nakîb: Halkın iyisi, kavmin en seçkini.
Nâsih: Öğüt veren.
Nâtık: Konuşan, nutuk veren.
Nebî: Peygamber.
Neciyyullah: Allah’ın sırdaşı.
Necm: Yıldız.
Nesîb: Asîl, temiz soydan gelen.
Nezîr: Uyarıcı, korkutucu.
Nimet: İyilik, dirlik ve mutluluk.
Nûr: Işık, aydınlık.
Râfi: Yükselten.
Ragıb: Rağbet eden, isteyen.
Rahîm: Mü’minleri çok seven, acıyan.
Râzî: Kabul eden, hoşnut olan.
Resûl: Elçi.
Reşîd: Akıllı, olgun, iyi yola götürücü.
Saîd: Mutlu.
Sâbir: Sabreden, güçlüklere dayanan.
Sadullah: Allah’ın mübarek kulu.
Sâdık: Doğru olan, gerçekçi.
Saffet: Arınmış, seçkin.
Sâhib: Mâlik, arkadaş; sohbet edici.
Sâlih: İyi ve güzel huylu.
Selâm: Noksan ve ayıptan emin.
Seyfullah: Allah’ın kılıcı.
Seyyid: Efendi.
Şâfi: Şefaat edici.
Şâkir: Şükredici.
Şems: Güneş.
Tâhâ: Kur’an-ı kerîmdeki rümuz ismi.
Tâhir: Çok temiz.
Takî: Haramlardan kaçınan.
Tayyib: Helâl, temiz, güzel, hoş.
Vâfi: Sözünde duran, sözünün eri.
Vâiz: Nasihat eden.
Vâsıl: Kulu Rabbine ulaştıran.
Velî: Veli, sahip, dost.
Yasîn: Gerçek insan, insan-ı kâmil.
Zâhid: Masivadan yüz çeviren.
Zâkir: Allah’ı çok anan.
Zeki: Temiz, akıllı
Kötü İsimler
Memiş, Sanem, Efrayim, Ökkeş isimler caiz değildir. Kezban, Farisi Kedbanu’dan
gelmiştir. Ev kadını veya vekilharç kadın demektir. Vekilharç ise, bir sarayın, alışveriş
işlerini yapan kimse demektir. Her ne kadar Arabide yalancı mânâsına gelirse de, Farsçadan
geldiği için değiştirilmesi gerekmez.
Allahü teâlânın Alî, Reşîd, Kebîr, Bedî’ gibi isimlerini, insanlara yakışan mânâ ile ad
koymak câiz ise de, câhiller, bu isimlerin mânâlarını ve söylemesini yanlış yaparak,
günâha, hattâ küfre sebeb olurlar. Meselâ Abdülkâdir yerine Abdülkoydur diyorlar ki,
kasd ile olursa küfürdür. Kasd ile bu isimleri tahkîr eden, meselâ Abdül’azîz yerine
Abdüluzeyz diyen kâfir olur. Muhammed yerine Hamo, Hasan yerine Hasso, İbrahim
yerine İbo demek de böyledir.
Hazret-i Ömerin bir kızının adı Âsiye yânî isyan edici idi. Resûlullah sallallahü aleyhi
ve sellem, onu değişdirdi. Cemîle yapdı.
Övücü İsimler Koymak
İbni Âbidin hazretleri buyurdu ki: (Çocuğa Ali, Aziz gibi isimleri koymak caiz
ise de, bu isimleri söylerken hürmet etmek gerekir.) [Redd-ül-muhtar]
Reşid, Emin gibi övücü isimler koymak caiz ise de koymamak iyi olur. Çünkü böyle
isimleri söyleyerek, sahibine hakaret etmek, isme de hakaret olur. [Şir’a]
Kıyâmette günâhları, sevaplarından daha çok olan bir kimse, Cehenneme götürü-
lürken, Allahü teâlâ, Cebrâîl aleyhisselâma buyurur ki:
– Yâ Cebrâîl, buna sor, hayatında hiçbir âlimin sohbetinde bulundu mu?
Hazret-i Cebrâîl, o kimseye sorar. O da, (Ne yazık ki, hiçbir âlimle bir arada bulunmadım)
der. Allahü teâlâ tekrar buyurur:
– Yâ Cebrâîl, buna sor ki, hiçbir âlimi ilminden dolayı sevdi mi?
Cebrâîl aleyhisselâm, ona sorar. O da, (Hayır, sevdiğim bir âlim yoktu) der. Hak teâlâ
buyurur:
– Yâ Cebrâîl, tesadüfen de olsa, bu bir âlimle yemek yemiş mi?
Cebrâîl aleyhisselâm sorar. O da, (Hayır hiçbir âlimle bir sofrada bulunmadım) der.
Hak teâlâ buyurur ki:
– Yâ Cebrâîl, bu kulun ismi, bir âlimin ismine benziyor mu, bunu da sor!
Cebrâîl aleyhisselâm sorar. O da, (İsmim hiçbir âlimin ismine benzemez) der. Hak
teâlâ buyurur ki:
– Bunu Cennete götürün. O, âlimi seven birini severdi.) [El-Envâr]
Görüldüğü gibi, ismi bir âlimin ismine benzemek, hattâ âlimi seveni sevmek bile
insanın kurtuluşuna sebep olmaktadır. Elbette her şeyden önce mü’min olmak şartı
vardır. Mü’min olmadıktan sonra, güzel ismin ve ibâdetin kıymeti olmaz.
Çocuğa, doğunca veya doğumu müteakip yedinci günü adı konur. Doğduktan sonra
hemen ölen çocuğa da ad konur. Yıkanır, cenaze namazı kılınır. Ölü doğan çocuklara
isim vermek gerekmez. Fakat isim vererek defnetmek iyi olur.
İsmi Koyacak Kimse
Çocuğun ismini ilim ehli, salih bir zâta koydurmalıdır! Eshâb-ı kirâm, çocuklarına
isimlerini Peygamber efendimize verdirmeyi tercih etmişlerdir.
Çocuğa ad koyarken, çocuğun babası, dedesi veya en yaşlı, ilmi en çok olan, çocuğu
kucağına alır, abdestli olarak kıbleye döner ve ayakta sağ kulağına ezân, sol
kulağına ikâmet okur. İsmi üç kere tekrar etmek iyi olur. Bu arada çocuğun ağzına bir
tatlı sürmek iyi olur.
Peygamber efendimiz, Hazret-i Hasan doğunca, kulağına ezân okumuştur. Ezân
okuyacak kimse, çocuğu yastık gibi yumuşak bir şey üstüne koyarak kucağına alır.
Çocuğu biri kucağına alıp, ezânı bir başkası da okuyabilir. Bir hadîs-i şerîfte de buyuruldu
ki:
(Yeni doğan çocuğun sağ kulağına ezân, sol kulağına da ikâmet okunursa,
“Ümmü sıbyan” hastalığından korunmuş olur.) [Beyheki]
Çocuğa isim koyduktan sonra, salih bir evlat olması ve dine hizmet etmesi için, dua
etmelidir. Peygamber efendimiz, “Yâ Rabbi, bu çocuğu hayırlı ve salihlerden
eyle ve onu güzel bir şekilde yetişmesini sağla” diye dua etmiştir.
Ebû Musel Eşari hazretleri, (Çocuğumu doğduğu gün Resûlullaha götürdüm, adını
İbrahim verdi) dedi. Amr bin Şuayb’ın dedesi ise, (Resûlullah, yeni doğan çocuğa yedinci
günü isim verilmesini ve akika kesilmesini emretti) dedi. [Tirmizî]
“Eğer akika kesilmeyecekse, çocuk doğduğu vakit isim konur ve ağzına tatlı bulaş-
tırılır.” [Buhârî]
Kâfir İsmi Vermek
Almanya’daki bazı gençler, Alman veya başka gayrı müslimlerin isimlerini kullanı-
yorlar. Meselâ ismi “Hasan” olan birine, gayrı müslimler “Adın ne” diye sorunca “Adım
Hans” diyor. “Hans” olarak çağırılmasını istiyor.
Bir müslümanın kâfir ismi ile çağırılmasını istemesi caiz değildir.
ANA-BABA HAKKI
Güzel dinimiz, evlâdın anne ve babasına hizmet etmesini emretmiş ve bunu bir
ibâdet saymıştır. Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı kerîm de; (Allah’a ibâdet ediniz!) buyurduktan
sonra, (Anaya, babaya iyilik ediniz!) diye emretmektedir. Onlara hizmet
ederken, (öf) bile demeyi yasaklamıştır.
Ana-babasını razı eden kimse için, Cennette iki kapı açılır. Ana-babası razı olmayan
kimse için de, Cehennemde iki kapı açılır. Bir kimsenin ana-babası zâlim olsalar
dahi, onlara karşı gelmek, onlarla sert konuşmak yasaktır. Allahü teâlâ buyurdu ki:
(Ey Mûsâ! Günâhlar içinde bir günâh vardır ki, benim yanımda çok ağır ve
büyüktür. O da ana-baba, evladını çağırdığı zaman, emrine uymamasıdır.)
Evlâdın, ana-babasına karşı başlıca vazifeleri şunlardır:
1- Bir kimse ana-babası çağırdığı zaman herhangi bir işle uğraşıyorsa, hemen
onu terkedip, derhâl ana-babasının emrine koşmalıdır.
2- Anası-babası kızıp bağırırsa, onlara bir şey söylememelidir.
3- Ananın-babanın duasını almalıdır.
4- Emrettikleri işleri çabuk ve güzel yapmaya çalışmalıdır. Hattâ beğenmeyip gü-
cenmelerinden ve beddua etmelerinden korkmalıdır.
5- Herhangi bir sebeple darılır iseler, onlara karşı sert söylemeyip hemen ellerini
öperek kızgınlıklarını teskin etmelidir.
6- Ananın-babanın kalblerine geleni gözetmelidir. Zira saâdet ve felaket onların
kalblerinden doğan sözler olduğunu bilmelidir.
7- Ana-baba hasta ise, ihtiyar ise, onlara yardım etmeli, saâdeti onlardan alınacak
hayır duada bilmelidir.
8- Eğer onları incitip, bedduaları alınırsa kişinin dünya ve âhireti harap olur. Atılan
ok tekrar geri yaya gelmez. Onlar hayatda iken, kıymetini bilmek lâzımdır.
Allahü teâlânın rızası, dinine bağlı olan ana-babasının rızasında, Allahü teâlâ-
nın gazabı, dinine bağlı olan ana-babanın gazabındadır. Sevgili Peygam berimiz
“sallallahü aleyhi ve sellem” bir hadîs-i şerîflerinde buyurdu ki: (Cennet, anaların
ayağı altındadır) yâni, sana dinini, îmânını öğreten ananın-babanın rızasındadır.
Hak teâlâ hazretleri Mûsâ aleyhisselâma dedi ki, (Ey Mûsâ! Ana-babasını razı
eden, beni razı etmiş olur. Ana-babasına âsi olan, bana mutî olsa bile
onu fenalar tarafına ilhak ederim.)
Sevgili Peygamberimiz buyurdu ki: (Ana-babaya iyilik etmek, nafile namaz,
oruç ve hac faziletlerinden daha faziletlidir. Ana-babasına hizmet edenlerin
ömrü bereketli ve uzun olur. Ana-babasına karşı gelip, onlara âsi olan
mel’undur.)
MENKIBE: Bu Yük Değil, Babamdır
Birgün Hasan-ı Basri hazretleri, Kâbe’yi ziyaret ve tavaf ederken bir zât gördü ki,
arkasında bir zenbil ile tavaf ediyor. O zâta dönüp dedi ki:
– Arkadaş, arkandaki yükü koyup öylece tavaf etsen daha iyi olmaz mı?
– Bu arkamdaki yük değil, babamdır. Bunu Şam’dan yedi kere buraya getirip tavaf
eyledim. Çünkü, bana dinimi, îmânımı bu öğretti! Beni İslâm ahlâkı ile yetiştirdi.
– Kıyâmet gününe kadar böylece arkanda getirip tavaf eylesen, bir kere kalbini
kırmakla bu yaptığın hizmet havaya gider ve yine bir defa gönlünü yapsan, bu
kadar hizmete karşılık olur.
MENKIBE: Ölen Anne-Babam İçin Ne Yapmam Lâzım
Bir sahâbî, sevgili Peygamberimize “aleyhisselâm” geldi ve dedi ki:
– Yâ Resûlallah! Benim anam-babam ölmüştür. Onlar için ne yapmam lâzımdır?
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki:
– Onlara daima dua eyle, Onlar için Kur’ân-ı kerîm oku ve istiğfar et!
Diğer bir sahâbî dedi ki:
– Yâ Resûlallah bundan fazla yapılacak bir şey var mı?
– Onlar için sadaka verin ve hac eyleyin.
Başka bir sahâbî de dedi ki:
– Anam-babam çok şefkatsizdirler, onlara nasıl itaat eyleyeyim?
Sevgili Peygamberimiz buyurdu ki:
– Anan seni dokuz ay karnında gezdirdi, iki sene emzirdi. Seni büyütünceye
kadar koynunda besledi ve sakladı, kucağında gezdirdi. Baban
da seni büyütünceye kadar birçok zahmetlere katlanarak seni besledi,
idare ve geçimini temin eyledi. Sana dinini, îmânını öğrettiler. Seni islâm
terbiyesi ile büyüttüler. Şimdi nasıl olur da şefkatsiz olurlar? Bundan
daha büyük ve kıymetli şefkat olur mu?
MENKIBE: Âhirette Benim Komşum Kimdir? Mûsâ aleyhisselâm, Tûr-i Sina’da Hak
teâlâ hazretlerine:
– Yâ Rabbi! Âhirette benim komşum kimdir? diye sordu.
Allahü teâlâ buyurdu ki,
– Ey Mûsâ? Senin komşun falan yerde, falan kasaptır.
Mûsâ aleyhisselâm kasabın yanına giderek:
– Beni misafir edebilir misin? dedi.
Yanında misafir oldu. Yemek zamanı gelince, kasap bir parça et pişirdi. Duvardaki
asılı zenbili aşağı alarak orada bulunan ihtiyar bir kadına et yedirdi ve su içirdi. Üstünü
başını da temizleyip zenbile koydu. Hazret-i Mûsâ sordu:
– Bu senin neyindir?
– Annemdir, ihtiyar olup bu hâle girdi. İşte her sabah akşam kendisine böyle bakarım.
Kasap annesine yemek verirken, o zayıf ve âciz annesi, oğluna dua ederek;
“Ey Rabbim, oğlumu Cennette Mûsâ aleyhisselâma komşu eyle!” dediğini Mûsâ aleyhisselâm
dahi işitti. Bunun üzerine, kasaba, Mûsâ aleyhisselâm müjde vererek, “Seni
Allahü teâlâ af ederek, Mûsâ aleyhisselâma komşu etmiştir” dedi.
Nükte: Bir insan, gaflet ve şaşkınlığa kapılarak ana-babanın kalbini kırarsa derhâl
onların rızasını almaya çalışmalı, yalvarmalı, onların gönlünü almalıdır. Ana-babanın
evlat üzerinde hakları çok büyüktür. Bunu daima göz önünde tutarak, ona göre hareket
etmelidir.
MENKIBE: Annenin Hakkını Gözetmek, Hac Etmekten Daha İyidir
Evliyânın büyüklerinden birisi, hacca gitmek üzere yola çıktı. Bir ara Bağdat’a uğradı.
Orada Ebû Hâzım-ı Mekkî hazretlerini ziyaret etti. O esnada uyuyordu. Bir müddet
bekledi. Uyandı ve o zâta dedi ki:
– Şimdi Sevgili Peygamber Efendimizi rüyada gördüm. Bana, senin hakkında,
(Annesinin hakkını gözetsin. Bu, hac etmekten daha iyidir) haberini
ulaştırmamı emretti.
Bunun üzerine o zât geri döndü ve bütün hayatı boyunca annesine hizmet edip duasına
kavuştu.
MENKIBE: Ana ve Babaya Sahip Çıkmanın Şartları
Bir gün Sevgili Peygamber Efendimizin huzuruna bir zât gelip der ki:
– Ey Allah’ın sevgilisi! Sizinle beraber Allah yolunda savaşa katılmak istiyorum.
– Annen ve baban var mı?
– Var, Yâ Resûlallah!
– Onların yanında bulun, senin cihadın budur. Onlara hizmet et!
Peygamber Efendimize, Lokman sûresindeki, (Ana ve babana dünyada iyi sahiplik
et!) âyetinin açıklaması sorulduğunda:
(Onlara sahip çıkmanın, bakmanın şartları vardır:
Birincisi; aç iseler, onlara yemek vermenizdir.
İkincisi; elbiseleri yoksa elbise yapmanızdır.
Üçüncüsü; sizin hizmetinize muhtaç iseler, onlara hizmeti, canınıza minnet
biliniz!
Dördüncüsü; sizi çağırdıklarında, “buyurun” deyip yanlarına gidin ve onlara
ihsân, iyilik üzere olun!
Beşincisi; bir işi buyurduklarında emirlerini yerine getirin. Ancak, günâh
olan emirlerini yapmayın!
Altıncısı; onlarla konuşurken tatlı ve yumuşak hitap edin!
Yedincisi; onları isimleri ile çağırmayın!
Sekizincisi; onlarla bir yere giderken arkalarından yürüyün!
Dokuzuncusu; kendiniz için sevdiğiniz beğendiğiniz her şeyi onlar için de
sevin, beğenin!
Onuncusu, kendiniz için dua ettiğiniz zaman onlara da dua ediniz!) buyurdu.
MENKIBE: Anne Affederse…
Peygamber Efendimiz zamanında Alkama adında bir genç vardı. Hep tâat üzere
olup, yaz-kış oruç tutar, geceleri sabaha kadar ibâdet ederdi. Bir gün fenalık
geçirdi. Dili tutuldu. Resûlullah’a haber verdiler. Hazret-i Ali ve Ammâr bin Yâser
hazretlerini Alkama’ya gönderdi. Kelime-i şehâdeti söyletmek için çalıştılarsa da
dili dönmedi.
Hazret-i Ali Efendimiz, Hazret-i Bilâl-i Habeşi’yi Resûlullah Efendimize gönderdi durumu
bildirdi. Resûlullah Efendimiz:
– Alkama’nın anası, babası var mı? buyurdu.
– Yaşlı bir anası var, dediler.
– Annesini buraya getirin, buyurdu.
Getirdiler.
– Alkama’ya ne oldu, anlat! Seninle geçinmesi nasıldır?) buyurdu.
Annesi şöyle anlattı:
– Yâ Resûlallah! Çok iyidir. Zahiddir. (Dünyaya düşkün değildir.) Hep ibâdet, itaat
üzeredir. Ama ben ondan razı değilim. Çünkü o, hanımının rızasını benim rızamdan
önde tutmaktadır.
Resûlulluh Efendimiz:
– Dilinin tutulması bu yüzdendir. Ona hakkını helâl et de dili açılsın, buyurdu.
– Ey Allah’ın Resûlü! O benim hakkıma çok riayetsizlik etti. Hakkımı helâl etmem,
dedi.
Resûlullah Efendimiz;
– Ey Bilâl! Eshâbı topla. Etraftan odun toplasınlar, Alkama’yı yakacağız.
Çünkü, annesi ondan razı değildir) buyurdu.
Annesi:
– Yâ Resûlallah! Benim oğlumu, benim gözümün önünde mi yakacaksınız? Kalbim
buna nasıl dayanabilir? dedi.
Resûlullah Efendimiz:
– Cehennem ateşi, dünya ateşinden çok daha kızgın ve yakıcıdır. Sen
ondan razı olmadıkça, onun hiçbir itaatı makbul değildir, buyurdu.
Kadın feryad etti:
– Yâ Resûlallah. Ben ondan razı oldum. Hakkımı ona helâl ettim, dedi
Ve eve gitti. Eve gidince; Alkama’nın sesini duydu. Kelime-i şehâdet söylüyordu. Dili açılmıştı.
Aynı gün vefat etti. Resûlullah Efendimiz, cenaze namazını kıldırdı. Defnettiler.
Resûlullah Efendimiz:
– Ey Eshâbım, ey Muhacir ve Ensar! Hanımını annesinden üstün tutana,
Allahü teâlâ ve melekler la’net ederler. Onun farz ve nafile ibâdetleri
kabul edilmez, buyurdu.
Nükte: O hâlde, onları incitmekten ve rızasızlıklarını kazanmaktan çok sakınmalıdır.
Çünkü böylelerinin işi zor, azabı şiddetlidir. Cenâb-ı Hak, ana ve baba haklarını gözetmede
yardımcımız olsun.
MENKIBE: Anneni Ziyaret Et!
Bâyezid-i Bistâmî, Hacca gittti bir sene. Vazifesi bitince gaibten bir ses işitti.
Diyordu ki:
– Ey Bâyezid, anneni ziyaret et!
Bu ikaz-ı ilahiyi alır almaz annesinin bulunduğu şehre doğru yola çıktı. Seher vakti
o şehre vardı. Annesinin evi önüne geldiğinde, kadıncağız seccadesi üzerinde ona dua
ediyordu:
– Yâ Rabbi! Garip oğlumu muradına kavuştur!
İşte tam bu sırada çaldı kapıyı.
Yaşlı kadın seslendi içerden:
– Kim o?
Dışardan cevap geldi:
– Garip oğlun!
Sevinçle açtı kapıyı. Ana oğul kucaklaştılar. Sevinçten bir müddet ağlaştılar.
Nûrlu kadın hasretle baktı oğluna.
– Oğlum, çok özlemiştim. Beni sevindirdin. Allah da seni sevindirsin. Ne muradın
varsa versin.
Anne duası lâzımmış.
Bâyezid Bistâmî, tasavvufta yükselmişse de, daha yücelere çıkmak istiyor, bir türlü çıkamıyordu.
Yıllarca riyazet çekti, kavuşamadı. Sonradan öğrendi niçin yükselemediğini.
Meğer “Anne duâsı” lâzımmış onun için.
Annesinin duasını alır almaz kavuştu özlediği makamlara.
Nitekim kendisi buyurur ki:
– Bu yolda ne kazandımsa, annemin duâsıyla kazandım.
Paran, apartmanın arkada kalır,
Ummadığın gelir, hepsini alır,
Gayrılar yer, içer, senden sorulur.
Yürü dünyâ yürü, sonun virândır,
Bin yılından sonra, âhir zemândır!
Münker Nekir gelir, çınarlar gibi,
Gözleri yanıyor, şimşekler gibi,
Sorguya çekerler, gök gürler gibi,
Yürü dünyâ yürü, sonun virândır,
Bin yılından sonra, âhir zemândır!
Cehennemin, yedi dürlü yapısı,
Herbirinin ateşdendir kapısı,
Seksen yıllık yoldan gelir kokusu.
Yürü dünyâ yürü, sonun virândır,
Bin yılından sonra, âhir zemândır!
Evlâdın Ana Baba Üzerindeki Hakları
Ana ve babanın, çocuk üzerinde hakları olduğu gibi, evlâdın da onlar üzerinde hakları vardır:
1- İleride, çocuk annesiyle kötülenmemesi için, evlâdına anne olacak kızı, iyi yerden
seçmelidir. Sonradan insanlar, çocuğa annesinin soyu ve hayatı hakkında sitem
etmesinler, dokunaklı söz söylemesinler. Saliha olmasına dikkat etmelidir!
2- Çocuğa iyi isim koymalıdır! Resûlullah Efendimizin isimlerinden vermeğe
gayret etmelidir. Ahmed, Muhammed, Mahmûd gibi Peygamber efendimizin
isimlerini koymalıdır!
Allahü teâlâ, (Habibimin isminde olan müslümana azap etmeye hayâ ederim)
buyurdu. Resûlü de, (Üç oğlu olup da, birine benim adımı vermeyen, cahillik
etmiş olur) buyurdu. [Taberânî]
Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: (Çocuğa güzel bir ad koymak, evladın baba üzerindeki
haklarındandır.) [Beyheki]
3- Çocuğuna Kur’ân-ı kerîm öğretmelidir. Çünkü Kur’ân-ı kerîmin ve Kur’ân-ı
kerîm okuyanların fazileti çoktur. Kur’ân ehli, Allahü teâlânın seçkin kullarıdır.
4- Çocuğu güzel terbiye etmelidir! Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Çocuğu güzel terbiye, evladın babasındaki haklarındandır.) [Beyheki]
(Evladınıza ikram edin, onları edepli, terbiyeli yetiştirin!) [İbni Mâce]
(Çocuğu terbiye etmek torunlara sadaka vermekten daha sevaptır.)
[Tirmizî]
5- Çocuğa karşı şefkatli davranmalıdır! Peygamber efendimiz aleyhisselâm, torununu
öperken biri görüp, (Yâ Resûlallah, benim on çocuğum var, hiç birini
öpmem) dedi. Ona, (Merhamet etmeyen merhamet bulamaz) buyurdu.
[Buhârî]
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Çocuklarınızı çok öpün, her öpmenizde Cennetteki dereceniz yükselir.)
[Buhârî]
(Çocuk kokusu Cennet kokusudur.) [Taberânî]
6- Çocuklara beddua etmemelidir. İbni Mübârek hazretleri, çocuğunu şikayet
edene, (Çocuğa beddua ettin mi?) dedi. O da, evet deyince, (Çocuğun ahlâkını
sen bozdun) buyurdu.
7- Çocuklara iyilik etmelidir! Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Evladınıza ikram edin, ana-babanın sizde hakkı olduğu gibi, evladı-
nızın da sizde hakkı vardır.) [Taberânî]
8- Çocuğunu helâl lokma ile beslemeli, büyütmelidir. Haram gıdanın etkisi çocuğun
özüne işler, çocukta uygunsuz işlerin meydana gelmesine sebep olur.
Hadîs-i şerîfte, (Yiyip içtikleriniz helâl, temiz olsun! Çocuklarınız, bunlardan
hasıl olur) buyuruldu. [Rıyâd-un-nâsıhîn]
9- Babanın, çocuklarına ilim, edep ve sanat öğretmesi farzdır. Cahillik ve sapıklıktan kurtarmalıdır. Dünya ve âhirette kurtuluş ilimledir.
Önce, Kur’ân-ı kerîm okumasını öğretmelidir. Çünkü Kur’ân-ı kerîm okuyanların fazileti
çoktur. Kur’ân ehli, Allahü teâlânın seçkin kullarıdır.
Sonra îmânın ve İslâm’ın şartlarını öğretmelidir. Yedi yaşından itibaren namaz kılmaya
alıştırmalıdır! Böylece bedeni namaza alışır. Küçük yaştaki alışkanlıkları ve ibâ-
detleri devam eder. Bir hadîs-i şerîfte, (On yaşındaki çocuk namaz kılmazsa,
döverek kıldırınız) buyuruldu.
Çocuğu, din bilgilerini öğrendikten sonra, okula göndermeli, lise ve üniversite tahsili
yaptırmalıdır. Dinini öğrenmeden mektebe gönderilirse, artık bunları öğrenecek
vakit bulamaz. Din düşmanlarının tuzaklarına düşüp, onların yalanlarına aldanır. Dinsiz
ve İslâm ahlâkından mahrum olarak yetişir. Dünya ve âhirette felaketlere sürüklenir.
Millete zararlı olur. Kendine ve başkasına yapacağı kötülüklerin günâhları, ana-babasına
da yazılır. Çocuğunu, din bilgilerini öğretmeden önce, kâfir ve Hıristiyanların
mekteplerine göndermenin büyük zararları, İrşâd-ül-hiyârâ kitabında yazılıdır.
Eğer bu olmazsa, bir san’ata göndermeli. Çünkü san’at, fakirlikten emniyettir. Ne
kadar zengin olsa da, çocuğuna bir san’at, bir iş öğretmelidir. Bir gün işine yarar. Dünya
malı, kalıcı değildir. Çünkü bir mesleği olmaz ve kendini, dünya ni’metlerini elde
etmeye gücü yeter bulamazsa, boş ve işsiz oturması tabiidir.
İslâm âlimleri diyor ki: Bir kimse çalışmayıp oturuyorsa, üç sebepden birisi onda
vardır: Yâ zâhiddir, dünyaya düşkün değildir. Veya tembeldir, çalışmağa üşeniyor. Yahut
da, kibirlidir, çalışmayı ve çalışanları küçümsüyor. Tembellikten çalışmayan, az zaman
sonra dilenciliğe düşer. Kibir edip çalışmayan bir müddet sonra hırsızlığa müptelâ
olur. Helâl kazanç yollarından biriyle meşgul olursa, bu âfetlerden kurtulur.
Bir kimsenin üç çocuğu varsa, elinden geliyorsa, üçünü de ilimle meşgul etmelidir.
Bu olmazsa, birini, muhakkak ilim ehli yapıp, diğer ikisini de din için lüzumlu i’tikâd,
farz, vâcib, ahlâk ve diğer ilmihâl bilgilerini öğrettikten sonra bir işe, bir san’ata vermeli,
yahut ticaret, ziraat ve benzeri gibi işlerle meşgul etmelidir. Kötü insanlarla,
bozuk arkadaşlarla beraber bulunmasına mâni olmalıdır. Kötü iş ve kötü arkadaş felâ-
kettir. Küçük yaşta üzerinde durup, iyi olmasına çalışmalı, âlimlerin, salihlerin, velilerin
sohbetine götürmeli, Hakkın sevgili kullarının gönüllerinden ona dua ve yardım
istemelidir. Çocuğunu ilimsiz ve edepsiz bırakırsa, kötü arkadaşlardan da korumazsa,
ondan gördüğü kötülüklere kızmamalı, kendine kızmalıdır.
10- Çocuk akıl baliğ olup evlendikten sonra ona şöyle demelidir:
(Evladım, seni terbiye ettim. Okutup, evlendirdim. Dünyada bir felakete, âhirette
azaba uğramaktan Allahü teâlâya sığınırım. Aklını başına topla, buna
göre çalış!) [İbni Hibbân]
11- Ahnef bin Kays hazretleri buyurdu ki:
(Çocuklar için zorluklara katlanmalı, onların ayakları altında yumuşak yer, baş-
ları üstünde gölge olmalıyız! Onlara sert davranmayalım ki bizden uzaklaş-
masınlar. Bizden usanıp ölümümüzü beklemesinler. Uygun isteklerini yerine
getirmeli, hiddetlenirlerse teskine çalışmalıyız!)
12- Çocuklar arasında adalete riayet etmelidir. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Hediye verirken çocuklarınız arasında eşitliğe riayet ediniz!) [Taberânî]
13- Fudayl bin Iyad hazretleri buyurdu ki:
(Ana-babasına iyilik eden, akrabasını ziyaret eden, din kardeşine ikramda bulunan,
çoluğu çocuğu ve hizmetçisi ile iyi geçinen, dinini koruyan, malını iyi
yerlerde harcayan, dilini tutan, gözünü haramlardan koruyan, fuzuli işlerden
uzak duran ve Rabbine ibâdet eden mürüvvet ehlidir.)
14- Baba, yapmayacağını zannettiği emri çocuğuna söylememelidir. Söyleyip de
onu itaatsizliğe sürüklememelidir. Salih zâtın biri, oğlundan hiçbir şey istemezdi.
Sebebi sorulunca, (Bir şey istediğim zaman, oğlumun bana karşı gelmesinden
korkarım. Karşı gelince, Cehenneme müstahak olur. Ben de oğlumun
ateşte yanmasına razı olamam) buyurdu. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Şunlar, saâdet alametidir: Saliha hanım, itaat eden çocuklar, salih arkadaş.)
[Hâkim]
MENKIBE: Çocuk Haklıydı!..
Emir-ül mü’minin Hazret-i Ömer’in “radıyallahü anh” devrinde bir kimse yanına gelip,
oğlundan şikayet etti. Hazret-i Ömer çocuğu ayıpladı, azarladı, sonra buyurdu ki,
– Îmândan sonra birinci vazifemiz ana babanın kalbini kırmamaktır. Onlar ne kadar
kötü olsalar da, yine her şeyin üstünde hakları vardır. Onların kalbini kıranın ibâdeti
kabul olmaz. Müslüman doğmamıza ve Müslüman yetişmemize sebep olan ana babamızın
kalbini kırarsak Cennete nasıl gireriz? Onlar bize hakaret etse de, yalvararak
gönüllerini almamız lâzımdır. Müslüman ana babamız, bizden razı olmadıkça, Allahü
teâlânın sevdiği kulu olmak çok zordur.
Çocuk:
– Yâ Emir-el-mü’minin, söylediklerini aynen kabul ediyorum. Fakat çocuğun ana
babası üzerinde hiç mi hakkı yoktur?
Hazret-i Ömer buyurdu ki:
– Evet çocuğun da hakkı vardır. Evlenirken çocuklarına anne olacak kızı veya kadını
iyi aileden seçmesi, çocuğa güzel bir isim koyması, dinini ve Kur’ân-ı kerîm
okumasını öğretmesi gerekir.
Çocuk:
– Yâ Emir-el mü’minin! Babam, bana terbiye nedir öğretmedi. Babam, annemi
dörtyüz dirhem gümüş verip nikâh etmiş. Anam, bir Mecusinin kızı idi. İsmimi
“Çul”, yâni gübre (pislik) böceği” koymuş ve Allah’ın kitabından bana bir harf
bile öğretmedi. Maalesef dinim hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
Deyince, Hazret-i Ömer, çocuğun babasına:
– Ey ihtiyar, hâlâ şikayetin var mı? Gelmiş, bir de bana oğlunu şikayet ediyorsun;
hâlbuki sen onun hakkını çiğnemiş, ona kötülük etmişsin buyurdu.
Çocuğa Küçükken Dinini Öğretmelidir
Her Müslüman, çoluk çocuğuna ve emri altında bulunanlara dinini öğretmekle sorumludur.
İyiliğe de, kötülüğe de sebep olanlar, yaptıkları işe ortak olurlar. Üç hadîs-i
şerîf meâli:
(Dinimizde iyi bir çığır açan, bununla amel edenler gibi sevaba kavuşur,
onların sevabından da hiçbir şey eksilmez. Kim de, dinimizde kötü bir çığır
açarsa, onların günâhı, ona da verilir, o kötü yoldakilerin günâhından hiçbir
şey eksilmez.) [Müslim]
(Hayra delalet eden [yol gösteren, sebep olan] o hayrı yapan gibi sevaba
kavuşur.) [Taberânî]
(Bir Müslümanın evladı ibâdet edince, kazandığı sevap kadar, babasına
da verilir. Bir kimse, çocuğuna dinini öğretmeyip, günâh olan şeyler öğretirse,
bu çocuk ne kadar günâh işlerse, babasına da o kadar günâh yazılır.)
[Se’âdet-i Ebediyye]
(Ağaç yaşken eğilir) ve (Demir tavında dövülür) gibi ata sözleri meşhurdur. Her şey
zamanında yapılır. Bir hadîs-i şerîf meâli:
(Çocukken öğrenilen şey, taş üzerine kazılan nakış gibi kalıcıdır. Yaşlandıktan
sonra öğrenmeye kalkması ise, su üzerine yazı yazmaya benzer.) [Hatîb]
Bu bakımdan çocuklarımıza ilkönce, dinimizin emir ve yasaklarını ve Kur’ân-ı kerîmi
öğretmeliyiz. Daha sonraya bırakmamalıyız. (Helekel-müsevvifun) hadîs-i şerîftir.
Anlamı ise, (Hayırlı işlerinizi hemen yapın. Yarına bırakmayın, yoksa helak olursunuz)
demektir. Hayırlı işlerin birincisi ve en önemlisi çoluk çocuğuna İslâmiyet’i öğretmektir.
Her Müslümanın bu birinci görevi hemen yapması, yarınlara bırakmaması gerekir.
Fen bilgisi din bilgisinden ayrı değildir. Fen bilgisi İslâmi ilimlerin bir koludur. İslâmi
bilgileri öğrenen fen ilimlerini de öğrenir.
Çocuk Sevgisi
Büyük-küçük çocuklarımıza sevgi ve şefkat göstermek, sevip öpmek sünnettir.
Resûlullah efendimiz, evine gelen küçük çocukları sevip başlarını okşar, evin içinde
oynamalarına da izin verirdi. Enes bin Mâlik hazretleri anlatır:
Resûlullah, çocuklara karşı da insanların en şefkatlisi idi. Oğlu İbrahim’in süt annesi,
Medîne’nin bir kenarında otururdu. Kadının kocası demirci idi. Resûlullah ile bu eve sık
sık giderdik. Varınca demircinin dumanla dolmuş evine girer, çocuğu kucaklar, öper ve
bir müddet sonra dönerdi.
Peygamber Efendimiz bir torunu ve kendi oğlu İbrahim ölünce de ağlamış, (Şefkatimden
ağlıyorum. Allahü teâlâ ancak merhametli olana rahmet eder) buyurmuştur.
Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Çocuklarınızı çok öpün, her öpüşte Cennetteki dereceniz yükselir.) [Buhârî]
(Çocuk kokusu Cennet kokusudur.) [Taberânî]
(Çocuk dünyada nûr, âhirette sürurdur.) [Şir’a]
(Çocukları sevip okşayın, onlar gönül meyvesi, göz nûrudur.) [Ebû Ya’la]
(Çocuklarımız ciğerpârelerimizdir.) [Bostân-ül-Ârifin]
(Çocuk sevgisi, Cehennem ateşine karşı perdedir. Çocuklara iyilik etmek,
Sıratı geçmeye sebeptir. Onlarla beraber yiyip içmek, Cehennemden kurtuluştur.)
[Şir’a]
(Cennetteki “Sevinç sarayı”na, ancak çocukları sevindirenler girer.) [İbni Adî]
(Evladınıza ikram edin, nasıl ana-babanızın sizde hakkı varsa, evladınızın
da sizde hakkı vardır.) [Taberânî]
(Çocuğuna iyilik etmek için yardımcı olan babaya Allah rahmet etsin!) [İbni
Hibbân]
(Lâ ilâhe illallah diyene kadar çocuğu terbiye eden, hesaba çekilmez.) [Taberânî]
(Çocuksuz bir evin bereketi olmaz.) [Ebuşşeyh]
Bir bedevi, (Yâ Resûlallah, siz çocukları sevip öpüyorsunuz. Biz hiç öpmeyiz) dediği zaman,
ona, (Şefkat ve merhamet duygusu olmayana ne diyeyim?) buyurdu. [Buhârî]
Ahnef bin Kays hazretlerinin bir babaya nasihati şöyle:
(Çocuklar gönlümüzün meyvesi, sırtımızın dayanağıdır. Bizler, onların ayağı altında
yumuşak yer, başları üstünde gölge olur ve onlar için her müşkülata katlanırız. Ne
isterlerse verir, öfkelenirlerse hiddetlerini teskine çalışırız. Sana olan sevgileri, seni
memnun etsin. Sıkıntı verme ki, senden uzaklaşmasınlar veya senden usanıp ölümü-
nü istemesinler!)
Bir göreve tayin edilen bir zât, Hazret-i Ömer’in çocuğunu öptüğünü görünce der ki:
– Benim birkaç çocuğum var, ama hiçbirini öpmem.
Hazret-i Ömer ise buyurur ki:
– Senin küçüklere şefkatin yokmuş, büyüklere nasıl merhamet edersin? Sana
verdiğim görevi geri alıyorum.
Ebû Seleme anlatır: Çocukken sofradaki yemeği herkesten önce yemeye çalışırdım.
Yine aynı şeyi yapınca, Resûlullah nazikçe, Besmele çekilmesini, sağ eli ile önünden
yenilmesini söyledi.
Torun Sevgisi
Torun sevgisi, evlat sevgisinden daha ileridir. Resûlullah efendimiz, namaz kıldırırken
secdede, torunu Hazret-i Hasan, mübârek omzuna çıkıp oturdu. Resû-
lullah efendimiz, secdeyi uzatınca, sahâbeden, “acaba emr-i hak vaki olup, vefat
mı etti” diye düşünenler oldu. Namazdan sonra secdeyi niçin uzattığını soranlara
buyurdu ki:
– Secdede iken torunum omzuma çıktı. Gönlü oluncaya kadar indirmediğim
için secde uzadı. [Nesâî]
Peygamber efendimizin Hazret-i Hasan`ı öptüğünü gören bir zât, (On oğlum var,
hiçbirini öpmem) dedi. Resûlullah efendimiz, (Merhamet etmeyen, merhamete
kavuşamaz) buyurdu. [Buhârî]
Resûlullah efendimiz, Hazret-i Hasan’ı bir dizine Hazret-i Hüseyin’i de öteki dizine
oturtur, bağrına basar, sonra da, (Yâ Rabbi, bunlara rahmetini ihsân et, bunları
seviyor, bunlara şefkat duyuyorum) derdi. [Buhârî]
Peygamber efendimiz, Hazret-i Hasan’ı öptükten sonra Eshâb-ı kirâma buyurdu ki:
(Çocuk çekingendir, hâli bilinmez, belki üzüntülüdür.) [Bostân-ül-Ârifin]
Kur’ân-ı kerîmde, malın, evladın, fitne yâni imtihan olduğu bildiriliyor. [Tegabün:
15]
(Yâ Rabbi, düşmanlarıma çok mal, çok evlat ver) hadîs-i şerîfi, mal ve evlat
hayırlı olmadığı takdirde bela olacağını bildirmektedir. [Berîka]
Mal, çocuk ve hanım, cihad, namaz gibi ibâdetlerden alıkoyabilir. Dikkatli olmak
gerekir. Peygamber efendimiz, (Âhir zamanda sizin en iyiniz, çoluk çocuğu olmayandır)
buyuruyor. En iyilerden olanlara müjdeler olsun! Bunun için bir İslâm âlimi,
(Bu devirde çocuğu olmayan şükür secdesi yapmalıdır) buyurmuştur.
MENKIBE: Sen Bize Yalnızca Çocuğu Emanet Ettin
Evliyâ Çelebi seyahatnamesinde şöyle bir hadise nakledilir:
Kanuni Sultan Süleyman Han devrinde, 1552 senesinde Macaristan’daki Eğri kalesi üzerine
bir sefer düzenlendi. Bu sefere katılacak olan Anadolu ve Rumeli Sipahilerine haber salındı.
Bunlardan biri de Kasımpaşa’daki Sipahi birliklerinden birinin kumandanı olan Hüseyin
Ağa idi. Yeni bir gazâya katılacağı için sevinçliydi, fakat geride bırakacağı hanımı hamile
ve üstelik hasta idi. Kendisi yok iken ona kim bakacak ve çocuğuna kim sahip çıkacaktı.
Sonunda ellerini semaya açtı ve:
“Yâ İlâhî!.. Doğacak olan çocuğumu sana emanet ediyorum…” diye yalvardı.
Şimdi içi rahattı. Hanımıyla helâlleşti ve hemen kıtasına gitti. Nihayet sefer tamamlanmış,
Gâzi aylar sonra tekrar İstanbul’a dönmüştü. Hemen Kasımpaşa’daki evine gitti.
Bu günlerde çocuğu dünyaya gelmiş olmalıydı. Kapıyı çaldı, fakat açan olmadı. Kom-
şuları onu görünce yanına geldiler ve hanımının birkaç gün önce vefat ettiğini bildirdiler.
Hüseyin Ağa, gözyaşlarına hakim olamadı ve “Allah taksiratını affetsin” kelimeleri
ağzından döküldü. Sonra birden aklına geldi:
“Ben giderken o hamileydi. Çocuğunu dünyaya getirdi mi?”
“Hayır, o vaziyette iken defnedildi”
“Ben onun karnındaki çocuğu cenâb-ı Hakk’a emanet etmiştim. Tez mezarını bana
gösterin”
O sırada duyanlar gelmiş, kalabalığın sayısı artmıştı. Birlikte Kasımpaşa Tersanesinin
arkasındaki mezarlığa yürüdüler ve merhumenin kabrine vardılar. Gâzî derhâl eğilerek
kulağını mezara dayadı. Ne duymayı umuyordu acaba?
İşte inanılmaz hadise, mezardan boğuk bir ağlama sesi geliyordu. Hemen toprağı
kazdılar ve birkaç dakika içinde merhumenin naaşına ulaştılar. Herkesin gözü hayretten
faltaşı gibi açılmıştı; bir bebek, annesinin memesine uzanmayı başarmış, onu emerek
bu dakikaya kadar yaşamıştı.
Gâzî, ciğerparesini bağrına basmış, gözlerinden sicim gibi yaşlar boşanıyordu. O
anda gaibden bir ses duydu;
“Sen bize yalnızca çocuğu emanet ettin, eğer annesini de emanet etseydin, onu da
sağ salim bulurdun.”
Hürmete Layık Olanlar
Dinimizde ırk, renk ve cinsiyet üstünlüğü yoktur. Üstünlük, takvaya, Allah indindeki
dereceye göredir. Müslüman zenci bir kadın, müslüman olmayan beyaz bir kraldan çok
üstündür. Mukayese bile edilmez. Biri ebedi Cennetlik, öteki ise ebedi Cehennemliktir.
Anne hakkı önemlidir. Anneye hürmet ve hizmet, babadan önce gelir. Biri, sual etti ki:
– Yâ Resûlallah, insanlar içinde iyilik etmeme en layık olan kimdir?
– Annendir.
– Sonra?
– Annendir.
– Daha sonra?
– Babandır. (Buhârî, Müslim)
Başka bir hadîs-i şerîfte de, (Önce, annene, sonra babana, kız kardeşine, erkek
kardeşine ve sırası ile diğer yakınlarına iyilik et!) buyuruldu. [Nesâî]
Ana-Babaya Hizmetin Önemi
Îmândan sonra birinci vazifemiz ana-babanın kalbini kırmamaktır. Onlar ne kadar
kötü olsalar da, yine her şeyin üstünde hakları vardır. Onların kalbini kıranın ibâdeti
kabul olmaz. Müslüman doğmamıza ve müslüman yetişmemize sebep olan ana-babamızın
kalbini kırarsak Cennete girmemiz düşünülebilir mi? Müslüman ana-babamız,
bizden razı olmadıkça, Allahü teâlânın sevdiği kulu olmamız çok zordur. İyilik
ederek rızalarını almaya çalışmalıdır!
Allahü teâlâ ana-babaya iyilik edin, buyuruyor. [Nisâ: 36, En’âm: 151, Ankebût: 8]
Hadîs-i şerîflerde de buyuruldu ki:
(Ana-babasına hizmet edenin ömrü bereketli ve uzun olur. Onlara karşı
gelenin, âsi olanın ömrü bereketsiz ve kısa olur.) [Ey Oğul İlmihâli]
(Ana-babası, yanında ihtiyarladığı hâlde, [onların rızalarını alamayıp] Cenneti
kazanamayanın burnu sürtülsün.) [Tirmizî]
(Cihad, fisebilillah [Allah yolunda] sadece kılıç sallamak değildir. Ana-babaya
veya evlada bakmak da cihaddır. Ele muhtaç olmamak için çalışmak
da cihaddır.) [Deylemi]
Ana babanın yüzüne sert bakmamalı, şefkatle ve sevgi ile bakmalı! Hadîs-i şerîflerde
buyuruldu ki:
(Ana-babanın yüzüne şefkatle bakana, kabul olmuş bir hac sevabı yazılır.)
[İmâm-ı Rafi’î]
(Huzurunda alıcı ile satıcı arasındaki köle gibi durmayan kimse babasının
hakkını ödeyemez.) [İmâm-ı Gazâlî]
Evladın, ana-babasına, sevgi ile bakışı için, kabul edilmiş bir hac sevabı verileceği
bildirilince, oradakiler, (Günde bin defa bakarsa da böyle sevaba kavuşur mu?) dediklerinde,
Peygamber efendimiz, (Günde yüzbin defa baksa da) buyurdu. (Şir’a)
Hadîs-i şerîflerde buyuruluyor ki:
(Ana-babasının rızasını alan mü’mine Cennetten iki kapı, üzene de Cehennemden
iki kapı açılır.) [Beyheki]
(Ana-babasını razı eden mü’min, ne yaparsa yapsın Cehenneme girmez,
inciten de Cennete girmez.) [Şir’a]
Cihad için izin isteyen birine Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Annenin yanından ayrılma! Cennet onun ayağı altındadır.) [Nesâî]
Biri de, hicret etmek için gelip, (Yâ Resûlallah, ana-babamı ağlatarak geldim) dedi.
Peygamber efendimiz, bu duruma üzülerek buyurdu ki: (Hemen git, onları ağlattı-
ğın gibi güldür!) [Ebû Davud]
Hak teâlâ, buyurdu ki:
(Yâ Mûsâ, benim indimde çok ağır ve büyük bir günâh vardır ki, o da,
ana-baba evladını çağırınca, emrine uymamasıdır.) [İslâm Ahlâkı]
Hak teâlâ buyuruyor ki:
(Biz insana, ana-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik.) [Ahkâf: 15]
Hasan-ı Basri hazretleri buyurdu ki:
(Âlim bir evladın ana-babası kâfir olsa, kuyudan su çekmeleri için ona muhtaç olsalar,
o da birkaç kova çektikten sonra öf dese, bu sebeple bütün amellerinin sevabı
yok olur.)
Peygamber efendimiz, (Ana ile çocuğun arasını açan kimseye lanet olsun)
buyurmuştur. (Gunye)
Ne yapıp yapmalı, onların rızalarını almaya çalışmalıdır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Rabbin rızası, ana-babanın rızasında, gazabı da, ana-babanın gazabındadır.)
[Buhârî]
Üzmekten çok korkmalı. İsrâ sûresinin 23. âyet-i kerîmesinde ana-babaya iyi davranmak,
onlara yumuşak ve tatlı söylemek emredilmektedir.
Salih ana babanın rızalarını almadan onları üzerek evlenmenin tehlikesini bu âyet ve
hadîs-i şerîflerden iyi anlamalıdır.
MENKIBE: Yâ Rabbi Senin Rızan İçin Yapmışsam
Buhârî’deki hadîs-i şerîfte özetle deniyor ki: Eski ümmetlerden üç kişi yolculuğa çı-
karlar. Geceyi geçirmek üzere bir mağaraya girince dağdan bir kaya parçası yuvarlanarak
mağaranın ağzını kapatır. “Bizi bu kayadan ancak iyi amellerimizi dile getirerek
Allahü teâlâya yapacağımız dua kurtarabilir” derler.
İçlerinden biri şöyle dedi:
Çalıştırdığım işçilerden biri ücretini almadan gitmişti. Ben de onun ücretini ürettim.
Bundan birçok mal meydana geldi. Bir müddet sonra bana gelip ücretini istedi. (Şu
gördüğün develer, sığırlar, koyunların hepsi senin ücretinden üremiştir, al götür) dedim.
O da (Benimle alay etmiyorsun ya) dedi. Ben de (Hayır, alay etmiyorum, doğrusu bu)
deyince, malların hepsini alarak götürdü. Bana hiçbir şey bırakmadı. (Yâ Rabbi bunu
senin rızan için yapmışsam, içinde bulunduğumuz şu beladan bizi kurtar.)
Kaya biraz açıldı. Fakat çıkmak mümkün değildi.
İkincisi şöyle dedi:
Her türlü imkân varken çok sevdiği amcasının kızı ile zina etmediği ve kıza verdiği
120 dinar altını almadığı olayı hatırlayıp, (Yâ Rabbi, bunları senin rızan için yapmışsam
bizi buradan kurtar) dedi.
Kaya biraz daha açıldı. Ancak yer çıkabilecekleri kadar değildi.
Üçüncüsü de şöyle dedi:
Anam-babam çok yaşlı idi. Onları doyurmadan çoluk çocuğumu ve hayvan-larımı
doyurmazdım. Bir gün, odun toplamak için uzaklara gitmiştim. Geç vakte kadar da
dönemedim. Akşam içecekleri sütü, getirdiğimde anamla babam uyumuşlar. Onlara
sütlerini içirmeden önce çoluk çocuğumun ve hayvanlarımın karınlarını doyurmazdım.
Çocuklar da, yanımda ağlıyorlardı. Çanak elimde tanyeri ağarıncaya kadar onların
uyanmalarını bekledim. Anamla babam uyanıp sütlerini içtiler. (Yâ Rabbi bunu senin
rızan için yapmışsam buradan bizi kurtar!)
Bunun üzerine kaya tamamen açıldı. Onlar da mağaradan çıktı. [Buhârî]
Boşanmış Anneye Hizmet
Anne, babadan ayrılıp başka biriyle evlense; babası, çocuğunun annesi ile görüş-
mesini istemese; çocuğun annesi ile gizlice görüşüp, işlerine yardım etmesi günâh
olmaz. Babasının üzülmemesi için, o duymadan, gizlice görüşmelidir. Anneye hürmet
ve hizmet, babadan önce gelir.
Ana ile babadan birine iyilik edince öteki incinirse, babaya hürmet ve itaat etmeli,
anaya hizmet, yardım ve ihsân etmelidir. [Hazânet-ür-rivâyât]
Ölmüş Ana Baba Hakkı
Namazlardan sonra dua edip, sevaplarını onların ruhlarına göndermelidir. Hadîs-i
şerîfte buyuruldu ki:
(Ana-babasına asi olan, vefatlarından sonra, onlar için dua etse, Allahü teâlâ, onu, ana-babasına itaat edenlerden yazar.) [İbni Ebiddünya]
Sevabı onlara olmak üzere oruç tutmalı.
Sevabı onlara olmak üzere hac etmeli. Âlimlerin çoğuna göre ana-baba için hac
caizdir.
Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Ölmüş ana-babası adına hac edene, hem kendi, hem de ana-babası için
hac yapmış sevabı verilir. Ana-babasının ruhuna müjde verilir.) [Dâre Kutnî]
Sevabı onlara olmak üzere sadaka vermeli. Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
(Sadaka verirken, sevabını müslüman ana-babanızın ruhuna niye hediye
etmezsiniz? Hediye ederseniz, verdiğiniz sadakanın sevabı, onların ruhuna
gideceği gibi, sevabından hiçbir şey eksilmeden size de yazılır.) [Taberânî]
Kabirlerini ziyaret edip Kur’ân-ı kerîm okumalı. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Ana-babasının veya birinin kabrini ihlasla ve mağfiret umarak ziyaret
eden, kabul olmuş bir hac sevabı alır ve bunu âdet edinenin kabrini de melekler
ziyaret eder.) [Hâkim]
Kabirlerini Cumâ günleri ziyaret etmeli. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
(Ana-babanın kabrini, Cumâ günleri ziyaret edenin günâhları affolur, haklarını
ödemiş olur.) [Tirmizî]
Ziyarette dua ve Kur’ân-ı kerîm okumakla meşgul olmalı, uygunsuz söz söylememelidir.
Sağlıklarında incinmiş iseler, çocuk salih olunca razı olurlar. Onların öğrettikleri iyi
şeylerle amel ettiği müddetçe, sevabı onlara da ulaşır.
Onlardan kötü bir yol edinmiş ise, her yaptığından onlara da günâh ve azap gider.
Bunun için, onlardan veya onların vasıtası ile öğrendiği kötü şeyleri terk etmeli, kendi
kötü amelleri ile, onlara kabirde azap ettirmemelidir.