Dört İncîl arasında görülen tenakuz ve ihtilâflar - kainatingunesi.com

Dört İncîl arasında görülen tenakuz ve ihtilâflar

Mevcûd İncîl lerde görülen yanlışlıklar, tenakuzlar ve tahrifler, hesâb edi­lemiyecek kadar çoktur. Bunlardan bir çoğu “İzhâr-ül-hak” kitabında anlatılmıştır. Ayrıca, Alman müsteşriklerinden Joizer, Davis, Miel, Kepler, Mace, Bred Schneider, Griesbach Huge, Lesinag, Herder Straus, Haus, Tobian, Thyl, Cari Butter ve daha nice araştırmacının yazdıkları ve hâlâ yazıp da neşretmekte olduk­ları kitaplarda, bu hususta ayrıntılı ve pek çok malûmat olup, bunlardan bâzıları şöyledir:

Îsâ’nın (sallallahü âlâ nebiyyinâ ve aleyhi ve sellem) nesebi hakkında, Matta ve Luka İncîlleri arasındaki ihtilâf büyüktür.

Matta İncîli’nde, Îsâ aleyhisselâmın baba­ları olarak, İbrahim aleyhisselamdan hazret-i Îsâ’ya gelinceye kadar olan nesli bildirmek üzere yazılı isimler şunlardır: “İbrahim, İshak, Ya’kûb, Yehûdâ, Fâris, Hasron, İram, Aminadab, Nahşon, Salmon, Buaz, Obid, Yessî, Dâvûd, Süleyman, Rehbeam, Abiya, Asa, Yehaşafat, Yorâm, Uzziyâ, Yotam, Ahaz, Hazkiyâ, Manessî, Amon, Yûşiyâ, Yekonyâ, Şaltoil, Zerubâbel, Abihûd, Elyâkim, Azor, Sâdok, Ahim, Eliud, Eliazer, Mattan, Ya’kûb, Yûsuf.”

Luka İncîli’nin 3. babının 23 ve sonraki âyetlerinde ise; “Târuh, İbrahim, İshak, Ya’kûb, Yehûdâ, Fâris, Hasron, Aram, Aminadab, Nah­şon, Salmon, Buaz, Obid, Yessî, Dâvûd, Nâtan, Mattasa, Mînân, Milya, Elyâkîm, Yonan, Yûsuf, Yehûdâ, Şem’ûn, Lâvî, Metsâd, Yorîm, Eliazâr, Yusâ, Eyr, Elmodam, Koşam, Addi, Melkî, Neyrî, Şaltoil, Zerubâbel, Rîsâ, Yuhannâ, Yehûdâ, Yûsuf, Semi, Mattasiya, Mahat, Nâcay, Heslî, Nahum, Amos, Metasiya, Yûsuf, Yannâ, Melki, Lavi, Metsat, Heli, Yûsuf” olarak yazılıdır.

1- Matta’ya göre, Hz. Îsâ’nın babası denilen Yûsuf, Ya’kûb’un oğludur. Luka’ya göre ise, Heli’nin oğludur. Matta, Hz. Îsâ’ya yakın olup, Luka da Petrus’un talebelerindendir. Bunların ikisi de, kendilerine yakın olan bir zâtı, incele­yerek, araştıracak kimselerdir. Böyle olduğu hâlde, Hz. Îsâ’nın dedesi dedikleri kimseyi tahkîk edip, doğrusunu yazamazlar ise, yazdıkları diğer rivayetlerin doğruluğuna, nasıl îtimâd edilir, bunlara kim inanır?

2- Matta, Dâvûd aleyhisselâmın oğlu Süleyman aleyhisselâmdır diyerek hakikati bildiriyor.» Luka’ya göre ise, Dâvûd aleyhisse­lâmın oğlu Süleyman aleyhisselâm değil, Nâtân’dır.

3- Matta, Şaltoil, Yekonyâ’nın oğludur, diyor. Luka ise Neyrî’nin oğludur, diyor. Matta’da, Zerubâbel’in oğlunun adı Abihûd, Luka’da ise, Rîsâ’dır. Şuna da çok hayret edilir ki, sefer-i ulanın yâni birinci târihlerin 3. babının 19. âyetinde, Zerubâbel’in oğullarının isimleri; Meşullam ve Hananye olarak yazılıdır. İçle­rinde Abihûd ve Rîsâ yoktur.

4- Matta’nın 1. babının 17. âyetine göre, İbrahim aleyhisselâmdan Yûsuf-i Neccâr’a kadar Îsâ aleyhisselâma atfedilen dedelerin sayısı 42 bâtındır. Hâlbuki yukarıda yazılı isim­ler sayıldığı zaman, yalnız 40 kişi vardır. Luka’ nın beyânına göre ise, bu adet 55 kişiye ulaşır.

Hıristiyan âlimleri, İncîllerin ilk ortaya çık­masından zamanımıza kadar, bu hususda şaş­kınlık içinde kaldılar. Bâzıları bu ihtilâfları, hiç bir akl-ı selîmin kabul edemiyeceği zayıf delil­ler ile te’vil ettiler. Bundan dolayı Ekhârn, Kîser, Haysî, Ghabuth, Wither, Fursen ve baş­kaları gibi araştırmacılar; “Bu İncîllerde, mânâ ihtilâfı çoktur” diyerek, bu hakikati itiraf etmiş­lerdir. Doğru olan da budur. Zîrâ her mevzuda ihtilâf ve yanlışlıklar olduğu gibi, burada da mevcuddur.

Îsâ aleyhisselâm babasız dünyâya gelmiştir. Fakat yahudiler, ona-hâşâ-veled-i zina diye iftiralarında ısrar ederlerken, hıristiyanların baba tarafından kendisine bir neseb isbât etmeleri ve hazret-i Îsâ’nın, babası olmayan Yûsuf’u onun babası kabul etmeleri, pek şaşılacak bir gaflet ve tenakuzdur. Kur’ân-ı kerîmde, Îsâ aleyhisselâm için, vârid olan âyet-i kerîme­lerde; “Îsâ ibni Meryem, yâni Meryem’in oğlu Îsâ” tâbiri geçmektedir. Kur’ân-ı kerîmde Îsâ aleyhisselâmın babasının olmadığı açıkça bildirilmiştir.

5- Markos’un 1. babının 6. âyetinde; Yahya’ nın, çekirge ve yaban balı yediğini yazmakta­dır. Matta ise, 11. babının 18. âyetinde, Yahya’nın yemediğini ve içmediğini yazmak­tadır. Söyledikleri birbirine tam terstir.

6- Yuhannâ İncîli’nin 5. babının 31. âye­tinde, Îsâ aleyhisselâm der ki: “Eğer ben, kendi nefsim için şehâdet edersem, şehâdetim doğru olmaz.” 3. babının 11. âyetinde yine, Îsâ aleyhisselâm der ki: “Biz bildiğimizi söyler ve gördüğümüze şehâdet ederiz.” Bu iki cümle arasında tenakuz muhakkakdır.

7- Matta İncîli’nin 10. babının 27. âyetinde; “Benim size karanlıkta söylediğimi siz aydın­lıkta söyleyin ve kulağınıza söylediğimi dam­larda bağırın” demektedir. Luka’nm 12. babının 3. âyetinde ise; “Karanlıkta söylediği­niz her şey, aydınlıkta işitilir. Gizli olarak kulağa söylediğiniz şeyler damlar üzerinde îlân edilir” demektedir. Görülüyor ki, söz, tek bir kaynaktan alınmış, fakat sonradan tahrif edilmiş, değiştirilmiştir.

8- Petrus’un, Îsâ aleyhisselâmı tanıdığını inkâr etmesi hususunda, İncîllerin arasında pek çok ihtilâflar vardır. Matta İncîli’nin 26. babının, 69 ve daha sonraki âyetlerinde diyor ki: “Petrus dışarda, avluda otururken, yanına bir câriye (hizmetçi kız) gelip; “Sen de Celîleli Îsâ ile beraber idin” dedi. Fakat o herkesin önünde inkâr edip; “Senin söylediğin kimseyi ben bilmem” dedi. Avlu kapısına çıkınca, bir başka hizmetçi kız onu görüp, orada bulunan­lara; “Bu Nasıralı Îsâ ile beraber idi” dedi. O da; “Ben o adamı bilmem” diye yemîn ederek, tek­rar inkâr etti. Biraz sonra orada duranlar gelip, Petrus’a; “Gerçek sen de onlardansın. Çünkü söyleyişin de seni bildiriyor” dediler. O zaman Petrus lanet ve yemîn ederek başlayıp; “Ben o adamı bilmiyorum” dedi. O anda horoz öttü. Petrus da Îsâ’nın; “Horoz ötmeden önce üç kerre beni inkâr edeceksin” dediğini hatırladı ve dışarı çıkıp acı acı ağladı.”

Markos İncîli’nin 14. babının 66 ve 72. âyet­leri arasında ise; “Petrus aşağıda, avluda iken baş kâhinin cariyelerinden biri gelip, Petrus’u ısınırken gördü ve ona bakıp; “Sen de Nâsıralı Îsâ ile beraber idin” dedi. Fakat o inkâr edip; “Senin söylediğini ben bilmiyorum ve anlamam” dedi ve hâriçdeki dehlize çıktı ve horoz öttü. Câriye ise, yine onu gördü ve orada duranlara; “Bu da onlardandır” demeye başladı. Fakat, o yine inkâr etti. Biraz sonra tekrar orada duranlar Petrus’a; “Gerçekten sen onlardansın. Zîrâ sen Celîlelisin” dediler. O ise, lanetle; “Dediğiniz adamı tanımıyorum” diye yemîn etmeye başladı ve horoz ikinci defa öttü. Petrus, Îsâ’nın; “Horoz ötmeden evvel üç kerre beni inkâr edeceksin” dediğini hatırladı ve ağlamaya başladı” demektedir.

Luka İncîli’nin, 22. babının 55. âyeti ve devamında diyor ki: “Avlunun ortasında ateş yakıp oturdukları zaman, Petrus da aralarında idi. Bir câriye (hizmetçi kız) onu ateş yanında görünce, ona dikkat ile bakıp; “Bu da onunla beraber idi” dedi. Fakat o, inkâr edip; “Ey kadın! Ben onu tanımam” dedi. Biraz sonra başka birisi onu görüp; “Sen de onlardansın” dedi. Fakat Petrus; “Ey adam! Değilim!” dedi. Bir saat kadar sonra bir başkası; “Gerçekten bu adam onunla beraber idi. Zîrâ Celîlelidir” diye ısrar etti. Fakat Petrus; “Ey adam! Senin söylediğini bilmem” dedi. Henüz söz söyle­mekte iken horoz öttü ve rab (Îsâ aleyhisselâm) dönüp Petrus’a baktı. Petrus, rabbin kendisine; “Bugün horoz ötmeden önce sen beni üç kere inkâr edeceksin” dediğini hatır­ladı ve dışarı çıkıp acı acı ağladı.”

Yuhannâ İncîli’nin 18. babının 25. ve daha sonraki âyetlerinde ise; “Petrus orada durup ısınırken, ona hitaben; “Sen de onun şâkirdlerinden değil misin?” dediler. O inkâr edip; “Değilim” dedi. Petrus’un kulağını kesmiş olduğu adamın akrabalarından ve başkahi­nin hizmetçilerinden biri; “Ben seni bahçede onunla beraber görmedim mi?” dedi. Petrus yine inkâr etti ve hemen horoz öttü” demekte­dir. Bu dört çeşit rivayette ne gibi ihtilâflar olduğu akıl sâhiblerine açıktır.

9- Luka İncîli’nin 22. babının 36. âyetinde diyor ki: “Hazret-i Îsâ, yakalanacağı gün havârîlere hitaben; “Kesesi olan onu alsın ve tor­bası olan yanına alsın ve olmayan esvabını satsın ve kılıç satın alsın” dedi.” 38. âyetinde de şöyle diyor: “Havariler hazret-i Îsâ’ya; “İşte burada iki kılıç var” dediler, Îsâ da onlara; “Kifayet eder” dedi.”

49, 50. 51 ve 52. âyetlerinde; “Onun etra­fında olanlar vâki olacakları görünce: “Yâ rab! Kılıçla vuralım mı?” dediler. Hattâ onlardan biri baş kâhinin hizmetçisine vurup sağ kula­ğını kesti, Îsâ cevap verip; “Bırakın bu kadar yetişir” dedi ve onun kulağına dokunup şifâ verdi” demektedir. Hâlbuki diğer üç İncîl’de kılıç satın almak ve sonra hizmetçinin kesilen kulağına şifâ vermek gibi kısımlar yoktur.

10-Matta İncîli’nin 26. babının 51 ve daha sonraki âyetlerinde; “O esnada Îsâ ile beraber olanlardan, şakirdlerden birisi kılıcını çekti ve başkâhinin hizmetçisine vurup, kulağını düşürdü. O zaman Îsâ ona dedi ki: “Kılıcını yerine koy! Çünkü kılıç çekenler, kılıç ile helak olur. Yoksa ben Babama rica etsem, şimdi bana on iki alaydan ziyâde melekler gönder­mesi mümkün değil mi zannedersiniz? Fakat böyle olması gerektir diye yazılanları o vakit nasıl yerine gelirdi?” demektedir. Hâlbuki diğer İncillerde bu manevî askerlerden melek­lerden hiç bir şey yoktur.

“11- Matta, Yehûdâ’nın intihar etmesi kıssa­sını. İncîl’inin 27. babının 3 ve daha sonraki âyetlerinde; “O zaman Îsâ’yı haber veren Yehûdâ, katle hüküm olunduğunu görünce pişman olup, almış olduğu 30 gümüşü baş kâhinlere ve ihtiyarlara geri getirip; “Ben suç­suz bir kimseyi ele vermekle günah işledim” dedi. Fakat onlar; “Bundan bize ne? Onu sen düşün” dediler. Yehûdâ, gümüşleri mabedin içine atıp gitti ve varıp kendisini astı. Baş kâhinler gümüşleri alıp; “Bunu mabedin hazî­nesine koymak caiz değildir. Çünkü kan behâsıdır” dediler. Müşavere ettikten sonra, yabancılara mezarlık olmak üzere, onunla çömlekçinin tarlasını satın aldılar. Bunun için bu tarlaya, bugüne kadar “Kan tarlası” denildi demektedir.

Luka ise, Petrus’dan naklederek “Resulle­rin İşleri” rîsâlesinin 1. babının, 18. âyetinde; “Yehûdâ fısk (Îsâ ateyhisselâmı haber verme günahı) ücreti ile tarla edindi. Başaşağı düşüp ortadan çatladı. Bütün barsakları döküldü. Bunu bütün Orşilim’de (Kudüs’de) oturanlar bilir. Hattâ o tarlaya onların lÎsânında Hakl yâni kan tarlası denilir” demektedir. Bu iki riva­yet, iki şekilde birbirine uymamaktadır:

Birincisi: Matta’nın rivayetine göre, Yehûdâ pişman olup, aldığı gümüşleri geri vermiş ve kâhinler onunla tarla sattn almışlardır. Luka’ nın rivayetine göre ise, o gümüş ile kendisi bir tarla sahibi olmuştur.

İkincisi: Matta’nın rivayetine göre, Yehûdâ kendini asmış, intihar etmiştir. Luka’nın rivaye­tine göre ise, baş aşağı düşmüş ve karnı parçalanmıştır. Dört İncil’in bir çok mes’elelerde bir diğe­rine zıd ve muhalif olmasından başka, her İncîl’in içinde de birbirinden ayrı ve birbirini nakz eden nice mes’eleler de vardır. Buna mÎsâl ola­rak;

1-Matta İncîli’nde yazdığına göre, Îsâ aleyisselâm, on iki havariyi, ilk defa, dîne davet İçin vazifelendirip gönderdiğinde, putperest taifelerin ve Samirilerin şehirlerine gitmekten ve onlarla buluşmaktan men etti. (Matta; Bâb 19, âyet 5)

Dağdaki vâzında da, şâkirdlerine, mukad­des şeyleri köpeklere vermekten ve İncillerini hınzırlara atmaktan men etti. (Matta; Bâb 7, âyet 6) Yine aynı Matta İncîli’nde, bu emrin tam tersi emredilmekledir. 8 ve 21. bâblarında, yahudilerin yerine putperestlerin dîne davet edilmesini istemekte ve yahudilerin imansız­lıklarından da şikâyet edilmektedir. 24. babın 14. âyeti ile diğer yerlerinde, İncîl, yeryüzünde bulunan kavimlerin, milletlerin hepsine ulaştırılmadıkça, tebliğ edilmedikçe, dünyânın sonunun gelmeyeceği ilân edilmektedir. 28. babında ve başka yerde yalnız bir tek vaftiz ile, hiç bir fark gözetmeksizin başkalarının hıristiyanlığa kabul edilmesi havarilere tenbih edil­mektedir.

2- Yine Matta İncîli’nin 26. babının, 26, âye­tinde ve Luka İncîli’nin 22. babının 19 ve 20. âyetlerinde ve Markos’un 14. babında anlatılan işâ-i rabbani, kıssası birbiriyle karşılaştırılırsa, görülür ki, birisi yatsıdan önce, birisi yatsıdan sonra olduğunu ve bu üç İncîl de, sofrada şarab bulunduğunu zikrederler. Yuhannâ İncîli’nin 6. babında bu vak’anın zuhura geldi­ğini ve bunun sâdece ekmek olduğunu naklet­mekle beraber, şarabdan asla bahsetmez.

Hâlbuki, Hıristiyanlığın îtikad ve ibâdet esaslarından biri de işâ-i rabbani yemek ve bun­daki ekmeğin Îsâ aleyhisselâmın eti ve şarabın da, kanı olduğuna inanmaktadır. Yuhannâ’nın bu gibi îtikâd esaslarındaki dikkat ve ihtima­mı, diğerlerinden daha fazla olduğu aşikâr olduğu hâlde, şarabı zikretmemesi, bu îtikâdlarının bir hurafe olduğunu da açıkça göstermektedir.

Rîsâleler : Bunlar 22 rîsâle olup, 14’ü Paulos’a, 3 tanesi Yuhannâ’ya, 2 tanesi Petrus’a, bir tanesi Ya’kûb’a ve bir tanesi Yehûdâ’ya aittir. Bunlara, Hz. Îsâ’yı kurban edilmiş bir kuzu olarak tasvir eden Yuhannâ’nın vahyi rîsâlesi de ilâve edilir. Dört İncîl’in tamamlayı­cısı ve ekleri denilen bu rîsâlelere nazar edi­lirse, bunların da gerek birbirleri ile, gerekse İncîller ile çok fazla tenakuzları vardır. Bunlar­dan bâzıları şunlardır:

1- Resullerin İşleri’nin 9. babının 7, âye­tinde; “Onunla beraber yolculuk eden adamla­rın, nutku tutulup durdular. Sesi işitiyorlar. Fakat kimseyi görmüyorlardı” demektedirler.

  1. babının 9. âyetinde ise; “Benimle bera­ber olanlar gerçi nuru gördüler. Fakat bana söz söyleyenin sesini işitmediler” demektedir.
  2. bâbda ise, sesin işitilip işitilmediği hususu hiç bir şey söylenmeyerek kapalı geçilmiştir.

2- Aynı kitabın 9. babının 6. âyetinde; “Rab ona dedi ki: “Kalk şehre gir, ne yapman îcâb ediyorsa sana söylenecek” demektedir.

  1. babın 10. âyetinde; “Rab bana; “Kalk Şam’a git, orada ne yapılması lâzım geleceği sana söylenir” dedi” demektedir.
  2. babının 16, 17 ve 18. âyetlerinde ise; “Kalk ve ayakta dur! Çünkü hem gördüğün şeylerde, hem sana göstereceğim şeylerde, seni hizmetçi ve şâhid tâyin etmek için sana göründüm. Seni, kendilerine göndereceğim kavimden ve milletlerden kurtaracağım. Tâ ki, onların gözlerini açıp kendilerini karanlıktan nura ve şeytanın tasallutundan (sataşmasın­dan) Allah’a döndüresin ve bana îmân etmeye ve günahların bağışlanmasına ve mukaddes­ler arasında nasîbe nail olsunlar” diye yazılıdır.

Bunlardan şu neticeye varılır: 9. ve 22. bâbdaki âyetlerde, onun yapacakları, şehre var­dıktan sonra, kendisine beyân edileceği söylenmiş iken, 26. bâbdaki âyetlere göre, sesi işittiği yerde ne yapacağı kendisine söylenmiştir.

3-26. babın 14. âyetinde; “Nurun görünme­sinde biz hepimiz yere düştük” demektedir. Hâlbuki, 9. babın 7. âyetine göre, onunla bera­ber bulunanların nutku tutulur, ses çıkaramaz olurlar. 22. babında ise, susmak, nutku tutul­mak diye bir şeyden bahsedilmemiştir.

Paulos’un, Korintoslulara yazdığı 1. mektu­bun 10. babının 1. ve sonraki âyetlerinde; “Ecdadımız bulutun altında idiler. Denizden geçtiler. Bulutta ve denizde Musa tarafından vaftiz oldular. Siz onların bâzıları gibi putpe­rest olmayasınız ve zina etmeyesiniz. Nitekim onlardan bâzıları zina edip bir günde yirmi üç bini birden öldü” demektedir. Ahd-i atîk’de Adetler (sayılar) kitabının 25. babının 1. ve sonraki âyetlerinde; “İsrâiloğulları zina etmeye başladı. Cenâb-ı Hak tâ’ûn hastalığını musallat eyledi. Tâ’ûndan ölen yirmi dört bin kişi idi” denilmektedir. Ölenlerin miktarı ara­sında 1000 kadar bir fark göründüğünden, iki­sinden birisi elbette yanlıştır.

Yine Resullerin İşleri’nin 7. babının 14. âye­tinde; “Yûsuf (aleyhisselâm) adam gönderip babası Ya’kûb ile bütün akrabası, yetmiş beş kişiyi Mısır’a davet etti, çağırdı” demektedir. Bu ibarede Yûsuf aleyhisselâmın Mısır’da olan iki oğlu ile kendisi, bu yetmiş beş kişiye dâhil değildir. Zikredilen aded, sâdece Ya’kûb aley­hisselâmın aşiretinin sayısını bildirmektedir.

Hâlbuki Tekvîn’in 46. babının 27. âyetinde ise; “Ya’kûb oğullarından olup, Mısır’a gelenle­rin adedi yetmiş kişi idi” demektedir. Resulle­rin İşleri kitabının ibaresinin yanlış olduğu meydandadır.

İşte Hıristiyanlık akidesinin (inancının) temel kitabı olan dört İncil’in ve rîsâlelerin hâli budur.

Müslümanların kendisine sarıldıkları, (ken­disine uymaları sebebi ile dünyâ ve âhıret saadetine kavuştukları) Kur’ân-ı kerim ise, Allahü teâlânın; “Kur’ân-ı kerîmi biz indirdik ve yine onu biz hıfz edeceğiz” mealindeki Hicr sûresinin 9. âyetinin mânâ-i şerifi muci­bince, hicret-i nebeviyyeden zamanımıza kadar, çeşitli milletlere mensûb müslümanların ellerinde bulunduğu hâlde, bir noktası dahî fazla veya eksik olmayarak, Allahü teâlânın ilâhî hıfzı ile mahfuz olduğu, herkes tarafından tasdik edilmiştir.

Barnabas İncîli: Hakîki İncîl’e çok yakın İncîllerin de mevcûd olduğu bu gün bilinmek­tedir. Bunlardan en mühimi de “Barnabas İncîli”dir. Barnabas, Kıbrıs’da doğmuş bir yahudi olup, asıl ismi Joses idi. Îsâ aleyhisselâma îmân etti. Kendisi hazret-i Îsâ’ya inanan­ların en başında gelmektedir. Havârî olup olmadığı kat’î bilinmemekte ise de havarilerin arasında mühim bir mevkii bulunmaktadır. Kendisine verilen Barnabas lakabı, nasihat verici, iyiliğe teşvik edici anlamına gelmekte­dir. Hıristiyanlık âlemi, Barnabas’ı, Sen Pol (SaintPaul), (Paulos) ile birlikte ilk defa olarak hıristiyanlığı yaymaya giden büyük bir aziz olarak tanımakta ve her senenin 11 Haziran’ı onun yortu günü sayılmaktadır. Barnabas, hazret-i Îsâ’dan duyduğu ve öğrendiği husus­ları hiç bir değiştirme yapmadan kaydetmiştir. Bu İncîl, hıristiyanlığın ilk üç yüz senesinde diğer İncillerle birlikde elden ele dolaşmış ve okunmuştur. 325 senesinde İznik (Nicene) ruhanî meclisi, İbrânîce yazılı bütün İncîllerin ortadan kaldırılmasına karar verince, Barna­bas İncîli nüshaları da yakılmış, sâdece bir nüshası kalmıştır. Diğer İncîller, Lâtince’ye ter­cüme edilmiş, fakat kalmış olan Barnabas İncîli de birdenbire ortadan kaybolmuştur. Yalnız 383 senesinde, papa Damasus, tesadü­fen eline geçen, Barnabas İncîli’nden arta kalan bir nüshayı papalık kütüphanesinde saklamıştır. 993 (m. 1585) senesine kadar burada kalan Barnabas İncîli’ni papa Sixtus’un dostu olan Fra Marino, kütüphanede bulmuş ve onunla çok ilgilenmiştir. Çünkü tanınmış Hıristiyan din adamlarından Irananeus (130-200} tahminen 160 senesinde, “Bir tek Allah olduğunu, Îsâ’nın Allah’ın oğlu olmadığını” ileri sürerek, “Saint Paul, Romalıların bir çok tanrıya tapmak alışkanlığından ilham alarak teslisi, yâni üç Allah’a tapmak yanlış kanâatini hıristiyan akidesi arasına sokmak istemiştir” diyor ve Saint Paul’ü tenkit ederken, şahid ola­rak yalnız bir tek Allah olduğunu belirten Barnabas İncîli’ni gösteriyordu. Bunu bilen Fra Marino, Barnabas İncîli’ni büyük bir dik­katle okumuş ve tahmînen 1585-1590 seneleri arasında İtalyanca’ya çevirmiştir.

Bu İtalyanca el yazısı, bir çok sâhib değiş­tirdikten sonra, Prusya kralı müşavirlerinden Cramer’in eline geçmiş ve Cramer, 1120 (m. 1713) senesinde bu kıymetli el yazısını, Türk­leri Zenta’da yendiği ve onların elinden Maca­ristan ile Belgrad kalesini geri aldığı için, Avrupa’da büyük bir ün kazanmış olan Prens Öjen’e (Eugene de Savoie) (1663-1736) hediye etmiştir. Prens Öjen öldükten sonra Barnabas İncîli, onun özel kütüphanesi ile bir­likte, 1738’de Viyana’daki kraliyet kütüphane­sine (Hofbibliothek) nakledilmiştir.

İlk defa olarak bu kütüphanede Barnabas İncîli’nin İtalyanca tercümesini bulan iki ingi­liz. Bay ve Bayan Ragg, bunu İngilizce’ye çevirmişler ve bu İngilizce tercüme, 1325 (m, 1907) târihinde Oxford’da basılmıştır. Fakat bu tercüme de esrarlı bir tarzda ortadan kaybol­muştur. Bu tercümeden yalnız bir tanesi, Britsh Museum ve bir tanesi de Vaşington’da Amerikan Kongresi Kütüphanesinde bulun­maktadır. Pakistan Kur’ân-ı kerîm cemiyeti (Qoran Council) büyük bir gayretle İngilizce nüshasını 1973 yılında tekrar basmaya muvaf­fak olmuştur.

Avrupa ansiklopedilerinde Barnabas İncîli hakkında şu bilgi vardır: “Barnabas İncîli diye tanımlanan bir el yazısı, on beşinci yüzyılda İslâmiyet’i kabul etmiş bir İtalyan tarafından yazılmış uydurma bir kitaptır.” Bu açıklamanın tamâmıyle yanlış olduğu şundan bellidir: Barnabas İncîli daha üçüncü yüzyılda, yâni hazret-i Muhammed’in gelmesinden 300 veya 700 sene evvel aforoz edilerek ortadan kaldırıl­mıştır. Demek ki, daha o zaman da içinde fana­tik hıristiyanların işine gelmeyen yâni üç ilâh inancının aleyhinde olan, başka bir peygam­berin geleceğini bildiren bahisler vardı. Onun için, daha İslâmiyet başlamadan evvel, müslüman olması mümkün olmayan bir kimse tara­fından yazılmasına imkân yoktur. İtalyanca’ya çeviren Fra Marino ise, bir katolik rahibi olup, müslümanlıgı kabul ettiğine dâir elimizde hiç bir vesika yoktur. Bunun için tercümeyi değiş­tirmesine bir sebep bulunmamaktadır.

Unutmamak gerekir ki, çok zaman evvel, yâni mîlâddan sonra 300 ile 325 seneleri ara­sında bir çok önemli hıristiyan din adamları, hazret-i Îsâ’nın, Allah’ın oğlu olduğunu kabul etmemiş ve Îsâ’nın bizim gibi bir insan oldu­ğunu isbat etmek için Barnabas İncîli’ni öne sürmüşlerdir. Bunlardan en mühimi, Antakya piskoposu olan Luçian’dır. Fakat bundan da meşhuru, onun şakirdi olan Arius’dur. (270- 336). Arius, İskenderiyye piskoposu tarafın­dan aforoz edilmesine rağmen, etrafında o kadar fazla taraftar toplanmıştı ki, onu tutup hapse atmak kabil olamamış, Bizans imparatoru Konstantin’in kız kardeşi bile onun kur­duğu Arianlar mezhebine girmiştir.

Bundan sonra, Muhammed aleyhisselâm zamanında papa olan Honorius, hazret-i Îsâ’nın yalnızca insan olduğunu ve üç Allah’a inanmanın doğru olmadığını ileri sürmüştür. (Bu sebeple, 630’da ölen papa Honorius, ölü­münden 48 sene sonra, 678 senesinde istanbul’da toplanan ruhanî meclis tarafından resmen lanetlenmiştir.)

L.F.M. Sozzını, hıristiyânların en büyük din bilginlerinden biri olan Fransız Jean Calvin’e (1509-1564) mürâcât ederek; “Ben teslise (üçlü tanrıya) inanmıyorum” diye meydan okumuş, Arius tarikatını tercih ettiğini bildir­miş ve mühim bir hıristiyan akidesi olan; “Hazret-i Âdem’in esas büyük günahı ve insanların bunun keffâreti için dünyâya geldiği” nazariyesini reddetmiştir. Bu zâtın yeğeni olan F.P. Sozzını, 1562’debirkitap neş­rederek, Îsâ’nın ilahlığını kat’iyyen inkâr etmiş­tir. 1577’de Sozzını, Transilvanya’da Klausenburg şehrine gitmişti. Çünkü bu mem­leketin başında bulunan Sigismund, teslisin aleyhtarı idi. Yine burada Piskopos Francis David (1510-1579) teslisin tamâmiyle karşı­sında idi ve teslisi reddeden bir mezheb kur­muştu. Bu mezheb, Polonya’da Rakov şehrinde kurulduğu için, sâlikleri Rakoviyanlar adını almışlardı. Bunların hepsi Arius’a inanıyorlardı.

Bütün bu târihî bilgiler, aklı başında olan bir çok hıristiyan din adamının, ellerinde bulu­nan İncîl’e inanmadıklarını ve Barnabas İncîli’ nin doğruluğunu kabul ettiklerini belirtmektedir. Bu isyanı gören papalar ve onların avânesi, Barnabas İncîli’ni ortadan kal­dırmak için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardır.

Barnabas İncîlinden bazı bölümler: 70. babından: “Hazret-i Îsâ, kendisine; “Sen Allah’ın oğlusun” diyen Petrus’a çok kızdı. Onu azarladı. Ona; “Sen benden uzaklaş! Çünkü sen fena şeyler düşünüyor ve bana fenalık yapmak istiyorsun” dedi. Ondan sonra havari­lerine dönerek; “Veyl (yazıklar olsun!) bana böyle söyleyenlere! Çünkü, Allah, bana bun­lara lanet etmek emrini verdi” dedi.”

  1. babından: “Ben kimsenin günahını affedemem. Ancak Allah günahları affeder.”
  2. bâbdan: “Ben bu dünyâya, cenâb-ı Hakk’ın dünyâya selâmet getirecek olan Resu­lünün yolunu hazırlamak için geldim. Fakat sizler dikkat ediniz! O gelinceye kadar birçok yalancı peygamberler zuhur edebilir. Benim İncîl’im bozulabilir.” Havarilerin; “Geleceğini söylediğin bu Resul hakkında bize bâzı işaret­ler verebilir misiniz?” suâline karşı; “Bu Resul sizin zamanınızdan sonra gelecektir. O geldiği zaman, benim İncîl’im tahrif edilmiş olacak ve hakîkî inananlar 20 kişiyi geçmeyecektir. İşte o zaman, cenâb-ı Hak insanlara acıyarak, hakîkî Mesîh’i yollayacaktır. O’nun başının üzerinde dâima beyaz bir bulut bulunacaktır. O çok kudretli olacak, putları kıracak, puta tapanları cezalandıracaktır. O’nun sayesinde, insanlar Allah’ı tanıyacak ve O’nu tebcil edecektir. Benim insandan başka bir şey olduğumu söyle­yenlerden intikam alacaktır…”
  3. babından: “Ben, bütün dünyânın bekle­diği ve İbrahim’in kendi kavmine geleceğini müjdelediği Mesîh değilim. Ben bu dünyâdan çekildiğim zaman, şeytan bir çok insanlara benim Allah ve Allah’ın oğlu olduğumu söyle­yerek onları kandıracaktır. Cenâb-ı Hak, dünyâ üzerinde ancak 30 hakîkî hıristiyan kal­dığı zaman insanlara acıyarak, hakîkî Mesîh’i (Resûl’ünü) yollayacaktır. Bu resul güneyden gelecektir. Büyük kudret sahibi olacaktır. Put­ları kıracak, puta tapanları ortadan kaldıracak, şeytanın insanlar üzerindeki hâkimiyetine son verecektir. Kendisi ile birlikte cenâb-ı Hakk’ın selâmeti de, inanan insanlara varacak ve kendisinin sözlerine inananlar, cenâb-ı Hakk’ın türlü nimetlerine nail olacaktır.”
  4. babından: “Söylediğin Mesih’in ismi nedir ve O’nun geldiğini nasıl anlıyacağız?” diye soran havarilere, hazret-i Îsâ şöyle dedi: “Mesih’in (Resûl’ün) adı, hayran olmaya değer güzelliktedir. Cenâb-ı Hak, O’nun nurunu yarattığı zaman, O’na bu ismi verdi ve O’nu semavî ihtişamı içine koydu ve; “Senin hatırın için ben Cennet’i, dünyâyı ve bir çok mahlûku yarattım. Bunları sana hediye ediyorum. Seni takdir eden, benden nîmet bulacak. Sana küf­reden, tarafımdan lanet olunacaktır. Ben seni dünyâya benim resulüm olarak gönderece­ğim. Senin sözün sırf hakikat olacaktır. Yer ve gök ortadan kalkabilir. Fakat, senin îmânın dâima sonsuz olacaktır” dedi. O’nun mukaddes ismi Ahmed’dir. Bunun üzerine Îsâ’nın etrafında toplanmış olan halk, seslerini yüksel­terek; “Ey Ahmed! Dünyâyı kurtarmak için çabuk gel! diye bağırdı.”
  5. babından: “Kardeşlerim! Ben tıpkı sizin gibi topraktan yapılmış (yaratılmış) insa­nım. Sizin gibi toprak üzerinde yürüyorum. Günahlarınızı bilin ve tövbe edin! Kardeşlerim! Şeytan, Romalı askerlerin yardımı ile, size benim Allah olduğumu söyleyerek sizi aldata­cak. Ona inanmayın! Yoksa, Allah’ın lanetine lâyık (müstehâk) olursunuz.”
  6. bâbdan: (Bu bâbda, Cehennem hak­kında izahat verildikten sonra, hazret-i Muhammed’in kendi ümmetini Cehennem’ den nasıl kurtaracağı anlatılmaktadır.)
  7. bâbdan: “Havarilerin:”Geleceğini söy­lediğin zât, nasıl bir kişidir?” suâline karşı, hazret-i Îsâ, kalbinin bütün sevinci ile; “O’nun ismi Ahmed’dir. O geldiği zaman, uzun müd­det yağmur yağmasa bile, toprakta meyve ağaçları yetişecektir. Birlikte getirdiği, Allah’ın rahmeti sayesinde insanlar, O’nun zamanında iyi şeyler yapmak fırsatını bulacaklar, Allah’ın rahmeti insanlar üzerine yağmur gibi yağacaktır” dedi.”

Hazret-i Îsâ’nın son günleri hakkında Barnabas İncîli aşağıdaki bilgiyi veriyor (Bâb 215-222) Roma askerleri Îsâ aleyhisselâmı yakalamak için evden içeri girdikleri zaman, cenâb-ı Hakk’ın emriyle Kerûbiyyûn (dört büyük melek) Cebrail, İsrafil, Mîkâil ve Azrail (aleyhimüsselâm) onu kucaklayıp pencere­den çıkararak göğe kaldırdılar.

Romalı askerler kendilerine kılavuzluk eden Yehûd┑yı (Judas), “Sen Îsâ’sın!” diye yakaladılar. Bütün inkârlarına, bağırıp çağır­masına, yalvarmasına rağmen, sürükleye sürükleye hazırlanmış olan çarmıha götürüp astılar. Sonra hazret-i Îsâ, annesi Meryem ve havarilerine göründü. Meryem’e; “Anne, görü­yorsun ki, ben asılmadım. Benim yerime hâin Yehûdâ haça gerildi ve öldü. Şeytandan sakı­nın! Çünkü o, dünyâyı yanlış bilgi ile aldatmak için her şeyi yapacaktır. Gördüğünüz ve duy­duğunuz şeyler için sizi şahit yapıyorum” dedi. Ondan sonra inananları koruması ve günah­kârların nedamet getirmesi için Allahü teâlâya dua etti. Şâkirdlerine dönerek; “Allahü teâla­nın nimeti ve rahmeti sizinle olsun” dedi. Bun­dan sonra dört büyük melek onu şâkirdlerinin ve  anasının  gözü  önünde tekrar semâya kaldırdılar.”

Görülüyor ki, Barnabas İncîli son Peygam­berin geleceğini, O’ndan 600 veya 1000 sene kadar evvel bildirmektedir ve bir tek Allah’dan bahsetmektedir. Teslisi yalanlamaktadır.