EBÛ MU’ÂVİYE EL-ESVED "Radiyallahü Teâla Anh" - kainatingunesi.com

EBÛ MU’ÂVİYE EL-ESVED “Radiyallahü Teâla Anh”

Sözüne güvenilir bir kimse şöyle anlatmışdır: Tarsûsda Ebû Mu’âviyenin “rahmetullahi aleyh” ziyâretine gitmişdim. Gözleri kapanmışdı, göremiyordu. Dıvârda asılı bir Kur’ân-ı kerîm gördüm. Allahü teâlâ sana rahmet etsin. Gözlerin görmediği hâlde, bu Kur’ân-ı kerîm orada niçin duruyor, dedim. Ben hayâtda olduğum müddetçe, kimseye anlatmaman şartıyla, bir şey söyliyeyim dedi ve şöyle söyledi: Ne zemân Kur’ân-ı kerîm okumak istesem gözlerim açılır, okurum. Okumam bitince gözlerim yine kapanır. Bunun böyle olduğunu görenler, o Kur’ân-ı kerîmi açınca gözleri açılır. Kapatınca da gözleri görmez olurdu, demişlerdir.

Büyüklerden bir zât şöyle anlatmışdır: Bir yolculukda idik. Bir yerde konakladık. Orada beyâz bir yılan ölüsü gördük. (Onun cinnîlerden olduğunu düşünerek) Bu müslimân biri (bir cinnî) olabilir diyerek, üzerine biraz su döküp toprağa gömdük. O gece bir ses duyduk. Fekat seslenenleri göremedik. Bize şöyle diyorlardı: Allahü teâlâ size rahmet etsin. O müslimân için yapdığınızı gördük. İsterseniz size ilâc öğretelim, kendinizin ve başkalarının tedâvisinde kullanırsınız. İsterseniz su ihtiyâcınızı karşılayalım ve develerinizi otlatalım, dediler. Biz su ihtiyâcımızın karşılanmasını ve develerimize bakılmasını istedik. Konakladığınız her yerde, su kablarını develerinizin boynuna takın, develeriniz otlamakdan döndüğünde, boyunlarında kablarınızı su ile dolu bulursunuz, dediler. Bir menzîle konduk. Su kablarımızı develerin boynuna asıp, develeri serbest bırakdık. Akşam develer karınları doymuş hâlde geldiler. Boyunlarına asdığımız kablarımız da su ile dolu idi. O yolculuğumuzda konakladığımız her yerde böyle oldu.

Allahü teâlâ, bu büyük âlimlerin ve yakîn derecesine kavuşmuş olan yüce zâtların “rıdvânullahi aleyhim ecma’în ilâ yevmiddîn” yüksek menkıbelerini ve üstün hâllerini kısaca yazmağı nasîb etdi. Şübhesiz ki o büyüklerin kerâmetleri, hârikul’âde hâlleri o kadar çok ve meşhûrdur ki, bu anlatılanlar onların fazîletlerinden ve üstün hâllerinden bir nümûnedir. Bu anlatılanlarla onların kadrini beyân etmek imkânsızdır. Üstün akllıların akl kuşu yüz sene uçsa, bu kol ve kanatla o yüksek mevkı’ye yetişmez. İnsanların anlayışı ve zekâsı bin sene uğraşsa, bu anlayışıyla o büyüklerin derecesini anlayamaz, o meydâna giremez. Kaldı ki, onlardan meydâna gelen hârikalar kitâblara sığmaz. Onların hâlleriyle hâllenen onları anlar.

(Şevâhid-ün-nübüvve) mütercîmi Lâmi’î Çelebi, bu bölüme yapdığı ilâvede Moranın fethi seferine çıkan Osmânlı ordusunun gösterdiği büyük kahramânlıkları anlatmışdır. Kendisinin de bulunduğu bu feth seferinde şöyle bir hâdiseyi nakl etmişdir: Mora feth edilince, düşmândan pekçok esîr alınmışdı. Esîrler kendi aralarında, muhârebe sırasında Türklerin denizden atlarla devâmlı geçdiklerini, kal’anın üzerine çıkıp, uçduklarını ve burçlar üzerine konduklarını hayret, dehşet ve heyecânla anlatırlardı. Bu hâdise onlar arasında çok meşhûr idi. Böyle hârikul’âde hâller kerâmet olup, Allahü teâlânın sevdiği kullarına bir ihsânıdır. Bu ümmetden görülen bu hâller, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mu’cizelerinden ve peygamberliğinin delîllerindendir.