EBÜL-ABBÂS MEHDEVİ (Ahmed bin Ammâr) - kainatingunesi.com

EBÜL-ABBÂS MEHDEVİ (Ahmed bin Ammâr)

Tefsir, kıraat, lügat, nahiv ve Mâlikî fıkıh âlimi. Künyesi Ebü’l-Abbâs olup, ismi Ahmed bin Ammâr bin Ebü’l Abbâs’dır. Doğum târihi bilinmemektedir. Afrikiyye’de (Tunus) deniz kıyısında bir şehir olan Mehdiyye’ye nisbetle Mehdevî ve Mağribî denildi. Üstâd-ı meşhur lakabı verildi. 440 (m. 1048) yılı civarında vefât etti.

İlim tahsiline ilk önce aile çevresinden başlayan Ebü’l-Abbâs Mehdevî, başta anne tarafından dedesi Mehdî bin İbrâhim’den ilim öğrendi. Kayrevân’da kıraat, fıkıh, tefsir ve arabî ilimler âlimi Ebü’l-Hasen Kâbisî’den ders aldı. Kâbisî’nin, kıraatten başka ilimlerle de uğraşmasından dolayı ondan ayrıldı. Mekke’ye gitti. Orada, çeşitli İslâm memleketlerinden gelen âlimlerin ilimlerinden istifâde etti. Ebü’l-Hasen Ahmed bin Muhammed Kandarî, Ganâim bin Velîd Mâlikî ve Muhammed bin Süfyân’dan (Taşköprüzâde’ye göre Süleymân bin Süfyân) kıraat ilmini öğrendi. Mekkî bin Ebî Tâlib’le çok sohbet ve arkadaşlıkları oldu. Kıraat ilmi üzerinde yıllarca çalışarak, kırâat-ı seb’ayı öğrendi. Bütün inceliklerine vâkıf oldu. Aralarındaki farklılıkları, sebeblerini, delilleriyle öğrendi. Birçok ilimde ihtisas sahibi olmasına rağmen, kıraat ilminde meşhur oldu. Talebelerine kırâat-ı seb’a’nın hepsini öğretir, yedisinde de aynı seviyeye getirir ve gönüllerinin yattığına göre okumakta serbest bırakırdı. Afrikiyye’den ayrılıp Endülüs’e (İspanya) gitti. 430 (m. 1039) yılında Endülüs’ün doğusundaki Cezire şehrine yerleşti. Yıllarca müslümanlara hadîs, fıkıh, kıraat bilgileri öğretti, insanlara emr-i ma’rûf ve nehy-i münkerde bulundu. Büyük âlimlerden öğrendiği eşsiz ilmini öğretmeye, yaymaya gayret etti. Doğru yoldan sapanlarla münazaralarda bulundu. Onun kıraat ilmindeki derecesi, belki arkadaşı Mekkî bin Ebî Tâlib kadar yüksek değilse de onun derecesini, yetiştirdiği talebeleri ve yazdığı eserleri göstermektedir. Ömrünü, ilim öğrenmek, bildiklerini öğretmek ve ibâdetle geçirdi. Allahü teâlânın razı olmayacağı bir iş veya sözle, bir ânını zayi etmek istemezdi. Dünyâya hiç kıymet vermez, elindekini fakirlere dağıtırdı. Ona, tevekkülü ve Kur’ân-ı kerime hizmeti sebebiyle, ummadığı yerden rızkı gelirdi.

Ebü’l-Abbâs Mehdevî, birçok talebe yetiştirdi. Bunlardan bir kısmı kıraatle meşhur oldu. Ebû İshâk İbrâhim bin Muhammed Ezdî, Ebû Muhammed Abdullah bin Yûsuf, Abdullah Nümeyrî, Ebû Abdullah Muhammed bin İbrâhim Lahmî Endülüsî (İbn-i Şuayb), Ebû’l-Velîd Ganem bin Velîd Mâlikî, Ebû Abdullah Muhammed bin Ahmed bin Mutrif Kettânî (Tarafi), Ebû Abdullah Muhammed Tecîbî Tuleytelî, Ebû Muhammed Abdülazîz Karvî Muhammed bin Müfrec Batleyevsî (Rebeveylüh), Ebü’l-Hasen Yahya bin İbrâhim Mersî (İbn-i Beyaz) ve daha birçok âlim bunlar arasındaydı. Bu mübarek zâtlar da, hocaları gibi ilimlerini geliştirip artırmaya, çok sayıda insana öğreterek bunların nesilden nesile öğretilmesine gayret ettiler. Kalabalık cemâatlere okudukları kıraatler, huşu’ içinde dinlenirdi. Dinleyiciler, Allahü teâlânın kelâmını ehlinden dinlemekle kendilerinden geçerlerdi. İmânları bir kerre daha tazelenir, bu hâlden dolayı Allahü teâlâya hamd ederlerdi. Kendileri de bu âlimler gibi okumaya ve çocuklarını da onlara talebe eyleyip yetiştirmeye gayret ederlerdi. Bu yolda adetâ birbirleriyle yarıştılar. Endülüs’te yıllarca, bülbülleri kıskandıracak şekilde kelâmı ilâhîyi terennüm eden kâriler (Kur’ân-ı kerim okuyanlar) yetişti. Onların okuduklarını işitenlerin gönülleri ferahladı. Müslümanlar onların varlıklarından huzur duydular.

Talebelerinden biri anlatır: “Birgün hocam Mehdevî Cezîre Câmii’nde Kur’ân-ı kerîm kıraat edip, müslümanların gönüllerini nurlandırırken, kelâm-ı ilâhînin te’siriyle kendimden geçtim. Kendime geldiğim zaman, birçok kimsenin benim hâlimde olup, yeni ayılmakta olduklarını gördüm. Onun kıraatini dinlerken, dünyâyla alâkayı kestiğimizi hissetmediğimiz zaman olmadı.”

Bu büyük âlimin kıymeti, eserlerinde ortaya çıkmaktadır. Sâdece Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için çalışması sebebiyle, ömrü bereketlendi. Kendisine, kısa zamanda engin ilmini kitaplara geçirmek nasîb oldu. Kitapları, kendisinden sonra gelen âlimlerin çoğuna kaynak oldu. Tereddüt etmeden onlardan istifâde ettiler. Ba’zı âlimler, kitaplarında onu “İmâm” olarak zikrettiler.

Talebeleri ve kendisine suâl soranların isteği üzerine, kıraat şekilleri ve hususiyetleri hakkında kısaca bilgiler veren, “Hidâye fî-kırâat-ı seb’a”sını yazdı. Daha sonra bu kitabındaki bilgileri önceki âlimlerin kitaplarından ve kendisine gelen sahîh rivayetlere dayanan güzel sözlerle süsledi. Buna da “Muvaddah fî-ta’lîl-il-vücûh-il-kırâat” adını verdi. El-Hidâye fil-kırâat-ıs-seb’a” ve şerhi, kendisinden sonra gelen birçok kıraat âlimine ve onların kitaplarına kaynaklık etti. Kadı Iyâd, İbn-i Hayr, Ebü’l-Hüseyn Ubeydullah bin Ahmed bin Ebî Rebî, Ebû Ca’fer Ahmed bin Ali Belevî Âişî ve İbn-ül-Cezeri, bu âlimlerden ba’zılarıdır.

El-Kifâye fî şerh-i mükâri-il-hidâye, Keşf-üz-zünûn’da “Teysîreyn-ül-kebîr ves-sagîr” adıyla bahsedilen “Teysîr fil-kırâat ve kesret-it-turuk ver-rivâyât”,”Hecâ’-i mesâhif-il-emsâr alâ gâyet-üt-takrîb vel-ihtisâr” adlı kıraat ve tefsirle ilgili yazmış olduğu kitaplardır. Dâvûdî’nin bahsetmiş olduğu “Tefsîr-i meşhur” adlı bir eseri de vardır. Tefsire bu isim, kendisine verilen “Üstâd-ı meşhur” lakabından dolayı verilmiştir. Diğer ilimlere dâir yazdıklarıyla beraber, eserlerinin sayısının bin civarında olduğu bildirilmektedir.

 

  1. Tabakât-ül-müfessirîn (Dâvûdî) cild-1, sh. 56
  2. Tabakât-ül-müfessirîn (Süyûtî) sh. 5
  3. Miftâhüs-se’âde cild-2, sh. 84
  4. Bugyet-ül-vuât cild-1, sh. 351
  5. Hind Çelebi, kırâat-ı bi-Afrikiyye Tunus, 1983 sh. 349