EBÜ’L-HASEN ALİ BİN MUHAMMED - kainatingunesi.com

EBÜ’L-HASEN ALİ BİN MUHAMMED

Mâliki mezhebi fıkıh âlimlerinden. Künyesi Ebü’l-Hasen olup, ismi Ali bin Muham-med bin Safi bin Şucâ er-Rebî’dir. Fazîletli bir zât idi. Şam’da yaşadı. 444 (m. 1052) senesinden sonra vefât etti. Ebü’l-Hasen, Abdülvahhâb el-Kullâbî’den hadîsi şerif rivayet etti.

Ebü’l-Hasen hazretlerinin Târih-i Fazî-letü ehl-üş-Şâm adlı bir eseri vardır. Bu eser altı bâb hâlinde hazırlanmış olup, ilk bâb-larında Şam hakkında ba’zı mühim bilgiler yer almaktadır. Dördüncü babında Şam’da medfun bulunan Peygamberlerin, Sahâbe-i kiramın, Tabiînin, meşhur evliya ve âlimlerin isimlerini saymakta ve haklarında kısa ma’lûmât vermektedir. Bu eserin dördüncü babında isimleri kaydedilip, Şam’da olduğu bildirilen Sahâbiler şunlardır: Mu’âviye bin Ebî Süfyân, Übey bin Ka’b, Ebüdderdâ, Ebû Ümâme, Ebû Hâşim bin Utbe, Evs bin Evs, Bilâl-i Habeşî, Temîm-i Dârî, Ca’fer bin Ebî Tâlib, Cündeb bin Amr, Hanis bin Hişâm, Habbâb bin Münzir, Harmele bin Zeyd el-Ensârî, Hâlid bin Velîd, Hüzeyme bin Fâtik, Zeyd bin Harise, Sa’d bin Ubâde, Sebra bin Fâtik, Süheyl el-Ensârî, Süheyl bin Amr, Şercîl Şem’ûn, Şuheyb-i Rûmî, Dahhâk bin Kays, Dırâr bin Hattâb, Dırâr bin Ezver, Abdullah bin Havale, Abdullah bin Sa’dî, Abdül-muttalib el-Hâşimî, Abdullah bin Sa’d, Abdullah bin Ma’dikerb, Muâz bin Cebel, Vasile bin Eska’, Abdurrahmân bin Avf.

Şam’da medfun bulunan Tabiînin isimleri de şöyle sıralanmıştır: Uveys bin Âmir Karnî (Veysel Karânî), Eş-Şeyh Arslân, Ebû Müslim Havlânî, Ebû Süleymân Dârânî, Eş-Şeyh Ebû Bekr bin Kâvam, Eş-Şeyh Takiyuddîn İbni Salah, Eş-Şeyh İmâ-düddîn el-Muhaddas, Ebü’l-Abbâs bin Kudâme, Eş-Şeyh Nefiyüddîn el-Hısnî, Eş-Şeyh Cendel, Eş-Şeyh-ül-ârif Hammâd, Ömer bin Abdülazîz, Eş-Şeyh Abdullah Yunûnî, Abdurrahmân Evzâî, Ka’b-ül-Ahbâr, Mensûr bin Ammâr, Eş-Şeyh Ebû Amr, Şeyh Ebü’l-Beyân, Sultan Nûreddin, Şehid Sultan Selahuddîn, Muhiddîn Nevevî.

Fazîletü ehl-üş-Şâm kitabından ba’zı bölümler:

Beyyine sûresi nazil olduğu zaman, Cebrail (aleyhisselam) Resûlullaha (sallallahü aleyhi ve sellem): “Allahü teâlâ sana bu sûreyi, Ubey bin Ka’b’a okutmanı emrediyor” dedi. Resûlullah efendimiz Ubey bin Ka’b’ı (r.a.) çağırdı. “Allahü teâlâ bu sûreyi sana okutmamı emretti” buyurdu. “Bizzat benim ismimi zikretti mi?” diye sorunca, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) “Evet” buyurdular. Bunun üzerine Ubey bin Ka’b (r.a.) ağladı. Abdurrahmân, Ubey’e dedi ki: “Sen bundan dolayı sevindin değil mi?” Ubey: “Niçin sevinmiyeyim ki, Allahü teâlâ meâlen: “De ki: Allahü teâlânın ihsâniyle ve rahmetiyle, ancak bununla ferahlansınlar. Bu onların toplamakta olduklarından (dünyâ menfaatından) daha hayırlıdır.” (Yûnus-58) cevâbını verdi.

Enes bin Mâlik’in rivayet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Ümmetimde, ümmetime en merhametlisi olan Ebû Bekr’dir. Allahü teâlânın dîninde en kuvvetlisi Ömer (r.a), hayası en çok olan Osman, helâli ve haramı en iyi bilen Muâz bin Cebel, Ferâiz ilmini (mirası hak sahiplerine dağıtma) en iyi bilen Zeyd bin Sabit, Kur’ân-ı kerîmi en iyi okuyan Ubey bin Ka’b’dır. Her ümmetin bir emini vardır. Bu ümmetin emini, Ebû Ubeyde bin Cerrâh’tır.” Bir rivayette: “Bu ümmetin, hüküm verme isini en iyi bileni Ali (r.a.) dir.” buyurdu.

Ebüdderdâ’ya (r.a.) birisi, “Bana nasîhatta bulun” dedi. O şöyle buyurdu’Genişlik zamanında Allahü teâlâyı anarsan, darlık zamanında da Allahü teâlâ seni anar. Dünyâ işlerinden bir şeyi israf ettiğin zaman, işin sonunun nereye varacağının da hesabım yap. Eğer insanlarla muharebe yaparsan, onlar da sana harb ilân ederler. Eğer onları kendi hâllerine bırakırsan, onlarda seni bırakırlar. Eğer insanlardan kaçarsan, onlar sana yetişirler.”

Ona birgün birisi: “Ey Ebüdderdâ! Bana ne tavsiye edersin?” deyince, Ebüdderdâ hazretleri: “Siz bağışlayın ki, Allahü teâlâ sizi aziz kılsın. Yetimin gözyaşından, mazlumun duâsından sakınınız. Çünkü bunlar insanlar uyurlarken gece yürürler. Mü’min, parça parça olup dağılmış bir topluluğa yaptığı va’z ve nasîhattan ibaret bir sadakanın benzerini tasadduk etmemiştir. Allahü teâlâ o sadaka ile onlara fayda vermiştir.”

Allahü teâlâya, sanki O’nu görüyormuş gibi ibâdet ediniz. Nefslerinizi ölmüş kabul ediniz. Biliniz ki, iyilik eskimez. Suç ve günah unutulmaz. Hayır; mal ve çoluk çocuk çokluğunda değil, insanın hilminin ve ilminin çok olmasında, insanları Allahü teâlâya, O’nun emirlerini yapıp, yasaklarından sakınmaya çağırmaktır. İyilik yaparsan, Allahü teâlâya hamdet. Kötülük yaparsan, Allahü teâlâdan affını ve mağfiretini dile” buyurdu.

Ebüdderdâ (r.a.) hastalanınca, yakınları yanına girdi ve “Neden şikâyet ediyorsun?” diye sorduklarında: “Günahlarımdan şikâyetçiyim” dedi. “Neyi istiyorsun?” dediklerinde: “Cenneti istiyorum” dedi. “Senin için bir tabib çağıralım mı?” dediler. “Hakîkî tabib, beni hasta kılan Allahü teâlâdır” dedi. Vefâtı yaklaştığı zaman: “Kim benim içerisinde bulunduğum böyle bir gün, böyle bir saat, böyle bir yatış için hazırlık yaparsa, Allahü teâlânın rahmetine kavuşur” buyurdu.

Evs bin Evs’in rivayet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki, “Sizin günlerinizin en üstünü, Cum’a günüdür. Âdem (aleyhisselam) o gün yaratıldı. O gün vefât etti. Sûr o gün üfürülecektir. Bayılma o gün olacaktır, öyleyse, Cum’a günü bana çok salât okuyunuz. Çünkü, sizin getirmiş olduğunuz salevât bana arz olunur”. Bunun üzerine Eshâb-ı kiram: “Salâtlarımız size nasıl arz olunur?” dediler. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Allahü teâlâ toprağa bizim bedenlerimizi yemesini haram kıldı.”

İbn-i Mübarek buyurdu ki, “Dört kişi Kur’ân-ı kerimi bir rek’atta okudular. Osman bin Affân (r.a.), Temîm-i Dârî (r.a.), Sa’îd bin Cübeyr, İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe (r.aleyhim).”

İbâdet edenlere, gece teheccüd namazı kılanlara ışık vermesi için, ilk kandil diken Temîm-i Dârî’dir. Temîm-i Dârî (r.a.) Şam’dan Medîne-i münevvereye geldiği zaman, bu kandilleri Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) mescidine dikti. Ve Resûlullah efendimizin duâlarına nail oldu.

Kurtûbî, Temîm-i Dâri’den şöyle bahseder: “O, Şam’dan Medîne-i münevvereye gelirken, yanında kandiller ve zeytin yağı getirdi. Medîne-i münevvereye vardığı gece, Cum’a gecesine tesadüf etti. Berâd isimli bir hizmetçisi vardı. Ona emretti. Hizmetçisi de kandilleri astı. Onlara yağ döktü. Fitillerini koydu. Güneş batınca hizmetçisine emredip kandilleri yaktırdı. Resûlullah efendimiz Mescid-i Nebevî’ye çıkınca, “Bunları kim yaptı?”‘diye sordular. Eshâb-ı kiram (r.a.) “Temîm-i Dârî yaptı, yâ Resûlallah” diye cevap verdiler. Bunun üzerine Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: “Sen İslâmı aydınlattın. Allahü teâlâ da senin kalbini dünyâda ve âhırette aydınlatsın. Eğer bir kızım olsaydı, seni onunla evlendirirdim” buyurdular. Orada bulunan Nevfel bin Haris, “Yâ Resûlallah! Benim bir kızım var, onunla evlendirebilirsiniz” dedi. Resûlullah efendimiz de onunla evlendirdi.

Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet etti: Ca’fer-i Tayyar, fakirleri sever, onlarla beraber otururdu. O onlara anlatır, onlar da onunla konuşurlardı. Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ona, Ebü’l-mesâkîn künyesini vermişti. İnsanların Resûlullaha (sallallahü aleyhi ve sellem) gerek yaratılışı ve gerekse ahlâkça en çok benziyeni idi. Resûlullah efendimiz, “Sen bana, hem yaratılış ve hem de huyca benzemektesin” buyurdu.

Ca’fer bin Ebî Tâlib, müşriklerin müslümanlara yaptıkları işkence ve eziyetten dolayı Habeşistan’a gidince, Necâşî ve onunla beraber olan kimseler, onun yanında müslüman oldular. Ca’fer-i Tayyar (r.a.), onun yanında bir müddet kaldı. Sonra Medîne-i münevvereye geldi.

Necâşî müslüman olunca, bu durumu Habeşlilerden gizledi. Fakat, sonradan herkes onun müslüman olduğunu duydu. Bu durumu insanlar arasında konuşulur oldu. Halk, Necâşî’nin yanına geldi. Sen dînimizden çıkmışsın dediler. Necâşî onlara: “Ey Habeşliler! Ben sizin başınızda olmaya en lâyık olanınız değilmiyim?” deyince onlar, “Evet, öyledir” dediler. “Benim aranızdaki yaşayışımı nasıl buldunuz?” deyince hepsi, “Çok iyi bulduk” dediler, “öyleyse sizin bana karşı şu tutumunuz da ne oluyor?” deyince, “Sen bizim dînimizi bıraktın. Îsâ’yı kul yaptın?” deyince, “Yâ siz Îsâ hakkında ne diyorsunuz?” dedi. Onlar da: “Îsâ, Allahın oğludur” dediler. Bunun üzerine Necâşî elini, göğsüne ve kaftanına bastırarak, “Ben şehâdet ederim ki; Îsâ bin Meryem bu kâğıda yazılı olandan fazla birşey değil” dedi. Kâğıtta, “Allahtan başka ilâh bulunmadığına, Muhammed aleyhisselâmın, Allahın kulu ve Resûlü olduğuna, Îsâ bin Meryem’in de (aleyhisselam) Allahın kulu ve Resûlü olduğuna ve Allahın Meryem’e ilkâ eylediği ruhu ve kelimesi olmaktan başka bir vasfi bulunmadığına şehâdet eder” yazılı idi. Sonra Habeşliler Necâşl! nin bu sözü üzerine karşısından çekilip gittiler.

Necâşî vefât ettiği gün, vefâtından Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) haberdâr oldu. O, gün Medîne-i münevverenin dışına, Eshâb-ı kiramla birlikte çıktılar. Eshâb-ı kiram Resûlullahın arkasında saf oldular. Necâşî için namaz kılındı ve istiğfar yapıldı. Bu hadîs-i şerîf, uzakta vefât etmiş olan bir kimse üzerine namaz kılınabileceğini söyliyen müctehidler için delildir. (Cenaze namazının kılınabilmesi için, meyyitin (ölünün) nâşının, imâmın önünde bulunması şarttır) diyen fıkıh âlimleri, bu hadîs-i şerîfi şöyle te’vil etmektedirler: Peygamber efendimiz, zahirde Necâşî’nin gıyabında namaz kılmış gibi görünmüyorsa da, aslında onun tabutu, Resûlullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) görebileceği şekilde havaya yükseltilmiş ve Resûlullah efendimiz, onu bizzat görüp, hazır olan (Cenazesi imâm önünde bulunan) kişinin cenaze namazı gibi namaz kılınmıştır. Her iki takdire göre de bu durum, Resûlullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) Peygamberliğinin açık alâmet ve delillerinden biridir.

Dahhâk bin Kays’ın sözlerinden ba’zısı şunlardır: “Şerefli kimse hâin olmaz. Akıllı kimse yalan söylemez. Mü’min gıybet etmez. Babalar, oğullarına, ölüler, dirilere, güzel ahlâktan daha üstün bir şey bırakmamıştır. Çok gülmek, insanın heybetini, fazla şaka, mürüvvetini (fâideli olmak ve iyilik yapmak arzusunu) giderir. Bir mevzu üzerinde duran kimse, o şeyi iyi bilir. Meclisinizi, yeme-içme bahsinden uzak tutunuz. Çünkü ben, karnını düşünene çok kızarım.” Dahhâk bin Kays hazretlerinin hilmini, insanlar çok beğenirlerdi. O ise: “Ben sizin gördüğünüzü görmüyorum. Yalnız ben çok sabırlıyım” derdi. “Düşüklerinize ikram ediniz ki, kendinizi ardan (utanmadan) ve nârdan (ateşten) korumuş olursunuz. Hilmi, bana insanlardan daha yardımcı buldum. Meliklerin dostu olmaz. Yalancının da vefası olmaz” buyurdu.

Şeyh Arslân ed-Dımeşkî’nin sözlerinden ba’zısı şunlardır: “Hased her türlü şerrin anahtarıdır. Gadab, insanı, özür dilemeye ve ayağın sürçmesine götürür.”

Şam’da, gerek fetihler sırasında ve gerekse müslüman olmayanlarla yapılan muharebelerde, çok Sahâbe-i kiram (r.anhüm) şehîd düşmüştür. Bunların dışında, Şam’da vefât eden çok Sahâbe-i kiram vardır. Bunların gayesini ancak Allahü teâlâ bilir. Şu bir gerçektir ki, Resûlullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) ümmeti içerisinde en üstün fazîlete Eshâb-ı kiram sahiptir. Onlardan sonra gelenler, onların derecelerine ulaşamazlar. Çünkü onlar, İslama ilk giren, İslâmın kapısını ilk açanlardır. Onlar, kılınç ve mızraklarla memleketleri fethederlerken, imân ve hidâyet nuru ile de kalbleri gönülleri fethettiler. Mallarını canlarını Allah yolunda harcadılar. Bu yolda, kınayanın kınamasından, hiçbir kimsenin tehdid ve azarlamasından korkmadılar. İslâm binasının temelini atıp, yükselttiler. Allah yolunda canlarını verip, Allahü teâlâya ortak koşmak olan putlara tapmayı ortadan kaldırdılar. Tevhid (Bir tek Allaha kulluk) inancını insanlara öğrettiler.

Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Eshâbının (r.a.) sevilmesini tavsiye buyurdu. Allahü teâlânın katında, onların mertebelerinin pek yüksek olduğunu bildirdi, öyleyse, onların aralarında meydana gelen hâdiselerde, dili tutmak, onlar hakkında yanlış birşey konuşmaktan çok sakınmak, her zaman onların iyiliğinden bahsetmek lâzımdır.

Ahmed bin Hanbel hazretleri, Abdullah bin Mugaffel’den (r.a.) rivayet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdular: “Eahâbım hakkında Allahü teâlâdan korkun, Allahü teâlâdan korkun. Benden sonra onları tenkidlerinize hedef yapmayın. Kim onları severse, beni sevdiği için onları sever. Kim onlara buğz ederse (kin beslerse), bana buğzundan dolayı onlara buğzeder. Kim onlara eziyet ederse, bana eziyet etmiş olur. Bana eziyet eden, Allahü teâlâya eziyet etmiş olur. Allahü teâlâya eziyet edene ise, Allahü teâlânın ona azâb etmesi pek yakındır.”

Abdullah bin Mes’ûd buyurdu ki:”Allahü teâlâ insanların kalblerine baktı ve kulları içerisinde en iyi Muhammed’in (aleyhisselam) kalbini buldu. O’nu kendisi için seçti. O’nu Peygamber olarak gönderdi. Yine Muhammed’in (aleyhisselam) kalbinden sonra kullarının kalbine baktı. En iyi kalbler olarak, Eshâb-ı kiramın kalblerini buldu. Onları sevgili Peygamberine vezirler yaptı.”

Eshâb-ı kiramı sevmenin meşhur ve pekçok kaideleri vardır. Bunlardan ba’zıları şunlardır 1) Eshâb-ı kiramı seven kimseyi, Allahü teâlâ, dünyâda da, âhırette de muhafaza buyurur.

Taberânî, Iyâd el-Ensârî’den rivayet ettiği hadîs-i şerîfte Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Eshâbım ve akrabalarım hakkında benim hakkımı koruyunuz. Onları sevmek suretiyle, benim peygamberlik hakkımı koruyanları, Allahü teâlâ, dünyâda ve âhırette belâlardan ve zararlardan korur. Benim peygamberlik hakkımı düşünmeyerek onları incitenleri. Allahü teâlâ sevmez. Allahü teâlânın sevmediği kimselere azâb etmesi pek yakındır.”

2) Eshâb-ı kiramı (r.anhüm) seven, ebedî kalınacak yer olan Cennette onlarla beraber olur. Hafız İbni Kudâme Abdurrahmân bin Yezîd’den bildirdi. Abdurrahmân bin Yezîd şöyle dedi: “Babam bana dedi ki: “Yetmiş tane âlime yetiştim. Hepsi de Eshâb-ı kiramdan şu hadîs-i şerîfi rivayet etmişlerdir: “Kim Eshâbımı sever ve onlar için Allahü teâlâdan mağfiret dilerse, Allahü teâlâ kıyamet günü onları, onlarla beraber Cennete kor.”

3) Kim onları severse, yarın kıyamet gününde, Kevser havuzunun başındaki Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelir ve ondan kanana kadar içer. Ondan sonra ebediyyen bir daha susamaz. Taberânî, İbn-i Ömer’den (r.a.) rivayet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Kim Eshâbım hakkında benim peygamberlik hakkımı korursa, benim havzımda hazır bulunur. Kim beni Eshâbım hakkında muhafaza etmezse, beni sâdece uzaktan görür.”

Ebû Süleymân Dârânî’nin sözlerinden ba’zıları şunlardır “Gündüzünde iyilik yapana bu, onun gecesi için kâfidir. Gecesinde iyilik yapana da bu onun gündüzünde yeterlidir. Şehvetini terk etme hususunda samîmi olanın kalbinden, Allahü teâlâ şehveti giderir, insanı Allahü teâlâdan alıkoyan mal, evlâd gibi şeyler, insan için bereketsiz ve hayırsızdır. Dünyâdan kaçanı, dünyâ arar, bulur. Dünyânın peşinden koşandan da, dünyâ kaçar. Gecenin bir kısmını ibâdetle geçiremiyen kimse, hiç olmazsa gündüzünde bir eksiklik yapmasın. En fazîletli amel, nefsin arzu ve isteklerine muhalefettir. Lokman Hakîm oğluna: “Ey oğul! Dünyaya sana zarar verecek şekilde dalma” buyurdu.”

Ârifi Billah Takıyyüddîn el-Hısnî: İlim ile ameli kendisinde toplamış büyük bir âlimdir. Dünyâya önem vermez, âhıretle meşgul olurdu. Onun bir çok kerametleri vardır. Onlardan birisi şöyledir: Müslümanlar, Kıbrıs adasına gazaya gitmişlerdir… Askerler, Şeyh Takıyyüddîn’i müslümanların önünde muharebe ederken gördü. Neticede, Allahü teâlâ müslümanlara zaferi ihsan etti. Askerler döndükten sonra, Şeyhin askerin önünde muharebe ettiğini anlattılar. Şeyhin yakınları ve bulunduğu şehrin sakinleri, onun hiç ayrılmadığını söylediler.

Yine bir sene hacca gidenler, Şeyh Takıyyüddîn’i Medîne-i münevverede, Mekke-i mükerremede ve Arafat’ta yanlarında gördüler. Döndüklerinde anlatınca, orada bulunanlar onun hiç yanlarından ayrılmadığını söylediler.

Cendel bin Muhammed: Zâhid ve ârif bir zât idi. Birçok kereâmetleri görüldü. Tâcüddîn el-Karârî onun ehli tasavvuf ve derin bir âlim olduğunu söyler, İbn-i Kesir, târihinde onun; ibâdet, zühd ve sâlih ameller sahibi olduğunu, insanların, hattâ devletin ileri gelenlerinin bile kendisini ziyaret ettiklerini söyler.

Abdurrâhman Evzâî’nin (r.a.) sözlerinden ba’zısı şunlardır: “Kıyamet günü, dünyâ gün gün, saat saat kula arz edilir. Allahü teâlâyı anmadığı bir saat ona arz edilince, o sırada pişmanlık ve üzüntü onun nefesini keser. Gecesini Allahü teâlâya ibâdetle geçiren kimsenin, kıyamet günü durumu kolay olur.”

Mensûr bin Ammâr’ın rivayet ettiği hadîs-i şerîfte, Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Cehennem mü’mine: (Çabuk) geç! Nûrun ateşimi söndürecek der.” Oğlu Süleym’den rivayet etti. O dedi ki: Babamı rü’yâmda gördüm. “Allahü teâlâ sana ne muamelede bulundu?” diye sordum. O da şöyle dedi: “Allahü teâlâ beni kendisine yaklaştırıp, “Ey kötü şeyh! Seni niçin affettim, biliyor musun?” buyurdu. Ben de “Hayır, bilmiyorum yâ Rabbî!” dedim. Bunun üzerine Allahü teâlâ, “Hani sen insanlarla beraber oturmuş, onları (bir şeyler anlatıp) ağlatmıştın. Orada benim korkumdan hiç ağlamamış birisi daha vardı. O da ağlamıştı. Ben hem onu ve hem de mecliste bulunanları onun için bağışlamıştım. Seni de o bağışladıklarım arasına koymuştum” buyurdu.”

Ebü’l-Hüseyn anlattı: Mensûr bin Ammâr’ı rü’yâmda gördüm. “Allahü teâlâ sana ne muamelede bulundu?” dedim. O da şöyle anlattı: “Allahü teâlâ beni huzurunda durdurdu. Bana, “İnsanları dünyâya düşkün olmaktan alıkoyan, âhırete hazırlanmaya teşvik eden sensin değil mi?” buyurunca, “Evet öyle oldu yâ Rabbî! Yâ Rabbî! Sen herşeyi bilirsin. Ve lâkin izzetin ve celâlin hakkı için, nerede bulundu isem, nerede oturdu isem, orada mutlaka sana hamdü sena ederek, senin muvaffak kılman ile işlerimi yapabildiğimi söyliyerek söze başladım. Sonra sevgili Peygamberime (sallallahü aleyhi ve sellem) salât getirdim. Üçüncü olarak senin kullarına nasîhatta bulundum” dedim. Bunun üzerine Allahü teâlâ “Evet o doğru söyledi. Onun için semâma bir kürsi koyun, yerde beni övüp tazîm ettiği gibi, gökte de aynı şekilde devam etsin” buyurdu:”

Muhammed bin Ebû Bekr bin Ömer dedi ki: “Ben birşey yediğim zaman rahatsız oluyordum. Büyük âlim Ebû Ömer, bir-gün beni çağırdı ve bana “İnsan, şehidallahü ennehü Lâ ilâhe illa hü’yu ve li’îlâfi kureyşin îlâfihim’i sonuna kadar okursa, sonra yemek yerse, ona yediği yemek zarar vermez” buyurdu.”

 

  1. Keşf-üz-zünûn cild-2, sh. 1275
  2. El-A’lâm cild-4, sh. 327
  3. Lisân-ül-mîzân cild-4, sh. 259
  4. Brockelmann Sup-1 sh. 566