HABEŞİSTANA HİCRET - kainatingunesi.com

HABEŞİSTANA HİCRET

Peygamberimiz (aleyhisselam), ilk Müslümanların ağır işkencelere ve zulüm altında zor duruma düşmeleri üzerine “Siz Habeş ülkesine gidiniz, Allah sizi orada ferahlığa kavuşturur ve sizi yine toplar…” buyurdu. Biset’in (peygamberliğin) beşinci yılında Eshab-ı Kiram’dan onu erkek (beşi kadın olmak üzere) on beş kişilik bir kafile Mekke’den ayrılarak Habeşistan’a hicret ettiler. Biset’in altıncı yılında Hazret-i Hamza’nın, sonra da Hazret-i Ömer’in Müslüman olması üzerine Müslümanlar kuvvetleniyor ve İslamiyet günden güne yayılıyordu.

Habeşistan’a hicret eden ilk kafilenin, Habeş Hükümdar Necaşi tarafından iyi karşılanması üzerine, Peygamberimiz, müşriklerin baskı ve işkencelerine maruz kalan Müslümanlardan ikinci bir kafileyi de Biset’in yedinci yılında Habeşistan’a gönderdi. 80’i erkek, 10’u kadından meydana gelen bu kafile de Habeşistan’a hicret etti. Bu arada İslamiyetin yayılmasına mâni olmak için her yola başvuran müşrikler, Peygamberimiz (aleyhisselama) çeşitli şeyler soruyorlar, nazil olan ayetler okundukça aldıkları cevaplar ve gördükleri mucizeler karşısında şaşırıyorlardı. Günden güne Müslümanların sayısı arttıkça bunu engellemek için çeşitli yollar deneyen müşrikler bu defa da, Müslümanları muhasara altına alma, ticari ve diğer münasebetleri tamamen kesme kararı aldılar. Müslümanlara hiçbir şey satmamaya ve onlardan hiçbir şey satın almamaya yemin ettiler. Bu anlaşmalarını bir kâğıda da yazarak Kâbe içine astılar. Müslümanlar ise Şı’b-i Ebi Talib (Ebu Talib mahallesi) denilen yerde toplanmışlardı. Müşrikler, bu mahalleye yiyecek-içecek hiçbir şey sokmuyorlardı. Oradan bir şey satın almak üzere çıkmak isteyene ve oraya yiyecek-içecek satmak için gitmek isteyen hiçbir satıcıya fırsat vermiyorlardı. Bu mahallede muhasara altına alınan Müslümanlar ise dışardan fazla bir şey satın alamadıkları için, kıtlıkla karşı karşıya kalmışlardı. Sadece hac mevsiminde dışarı çıkabiliyorlar, ancak Mekke’ye gelen tüccarlardan bir şey satın almak istediklerinde müşrikler; tüccarlardan, fiyatlarını çok yüksek tutmalarını istiyorlardı. Bu sebeple Müslümanlar fazla bir şey satın alamıyorlardı. Öyle ki bazıları yiyecek bulamadıkları için ağaç yapraklarını yiyerek açlıklarını gideriyor, küçük çocuklar açlıktan feryat ediyordu. Müslümanlar içinde zengin olanlar, sıkıntıya düşenlerin ihtiyacını karşılamak için bütün mallarını harcamışlardı. Ancak bu da kâfi gelmiyordu. Bu hadisenin üç yıl sürmesi, müşrikleri ümitlendirdi. Ancak, İslamın hızla yayıldığını gördüklerinde daha da çılgına döndüler. Allahü teala, müşriklerin, anlaşmalarını yazarak Kâbe içine astıkları sayfaya (metne) bir güve musallat etti. O sayfada “Bismike Allahümme” ibaresi hariç, geri kalan kısmını tamamen yiyip bitirdi. Bu husus Peygamberimiz aleyhisselama vahiyle bildirildi. Muhammed aleyhisselam bu durumu amcası Ebu Talib’e bildirdi, Ebu Talib de müşriklere gidip “Kardeşimin oğlunun bana haber verdiğine göre; Allah, sizin Kâbe’de astığınız sayfaya bir kurt musallat etmiş ve (Allah) lafzı hariç o sayfada; zulüm, akrabalarla münasebeti kesme ve iftira olarak yazılı diğer kısmı yiyip bitirmiştir. Kâbe’ye gidip bakınız. Bu zulüm ve kötü davranışınızdan vazgeçiniz…” dedi.

Kâbe’ye gidip astıkları sayfayı gerçekten bir kurdun yiyip bitirdiğini gördüler. Bu hadise karşısında şaşıran müşrikler bazı ileri gelen kimselerin de böyle bir uygulamadan vazgeçtiklerini bildirmeleri üzerine Biset’in onuncu yılında bundan tamamen vazgeçmek zorunda kaldılar. Fakat düşmanlıklarını gün geçtikçe şiddetlendirip İslamiyetin yayılmasına mâni olmak için her türlü yola başvurdular. Halbuki İslamiyet süratle yayılıyor, Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselam cahiliyye  devrinin  zulmetinden  bunalan insanları kurtarmaya çalışıyor ve hakiki saadete kavuşturuyordu. Bu saadet ile şereflenen insanlar da kavuştukları  büyük  nimete  şükrediyorlar,  müşriklerin hakaretleri ve işkenceleri karşısında asla yılmıyorlardı. Muhammed aleyhisselamın mucizelerini ve Müslümanların dinlerindeki sebatını gören nice gönüller İslam nuru ile aydınlanıyordu.

Muhammed aleyhisselamın peygamberliğinin onuncu yılında büyük oğlu Kasım ve bir müddet sonra da diğer oğlu Abdullah küçük yaşta iken vefat ettiler. Yine Biset’in onuncu yılında Peygamberimizin (aleyhisselam) amcası Ebu Talib ve ondan birkaç gün sonra da hanımı Hazret-i Hatice vefat etti. Art arda vuku bulan bu ölüm hadiselerinden dolayı bu seneye Senet-ül hüzün (Hüzün yılı) denildi. Bu vefat hadiselerine çok sevinen müşrikler Peygamberimiz efendimize ve Müslümanlara karşı öncekinden daha şiddetli davranmaya başladılar. Ebu Talib hayatta iken, onun himayesinden çekinen müşrikler o vefat edince Muhammed aleyhisselâma ve Müslümanlara yaptıkları tecavüzleri kat kat arttırdılar.

Mekke halkı iman etmiyor, Müslümanlara çok sıkıntı veriyordu. İşkenceyi artırıp, işi azdırmışlardı. Resulullah çok üzüldü. Hicret’ten bir yıl önce, elli iki yaşında idi. Zeyd bin Harise’yi alarak taife gitti. Taif halkına bir ay nasihat eyledi. Hiç kimse iman etmedi. Alay ettiler, işkence yaptılar, yuhaladılar. Çocuklar taşa tuttular. Ümitsiz, üzüntülü ve yorgun vaziyette geri dönerken mübarek bacakları yaralandı. Zeyd’in başı kan içinde kaldı. Çok sıcak bir günde, yol kenarında bitkin halde istirahat edip yaralarını, kanlarını sildiler. Muhammed aleyhisselam daha sonra Mekke’ye doğru gitmekte iken, başının üzerinde kendisini gölgeleyen bir bulutu ve biraz sonra da Cebrail aleyhisselamı gördü. Cebrail aleyhisselam “Ya Muhammed, şüphesiz ki Allahü teala kavminin sana ne söylediklerini işitti. (Bir melek göstererek) Şu melek Allahü tealanın dağları emrine verdiği melektir. Kavmin hakkında ne dilersen ona emredebilirsin” dedi. Dağlara müvekkil melek, Mekke’nin iki tarafında  bulunan  Ebu  Kubeys  ve  Kuaykın  Dağı’nı göstererek “Ya Muhammed! Eğer şu iki yalçın dağın Mekkeliler üzerine kapanıp birbirine kavuşmasını istersen, emret, kavuşturayım” dedi. Muhammed aleyhisselam  “Hayır!  Ben  insanlara  rahmet  olarak gönderildim. Allahü tealanın, bu müşriklerin sulbünden iman edecek, Allah’a şirk koşmayacak bir nesil çıkarması için dua ederim” buyurdu.

Peygamberimiz “aleyhisselam”, Taif’ten Mekke’ye döndüğü sırada Mekke’ye varmadan Nahle adındaki bir yerde bir müddet istirahat etti. Bu sırada namaza durmuştu. Nusaybin cinlerinden bir grup oradan geçerken Peygamber efendimizin okuduğu Kur’ân ayetlerini duydular ve dinlediler. Sonra Peygamberimiz “aleyhisselam” ile görüşüp Müslüman oldular. Muhammed aleyhisselam onlara “Kavminize varınca benim imana davetimi onlara da söyleyin, onları imana davet edin” buyurdu. O cinniler kavimlerine gidip bunu bildirince işiten cinnilerin hepsi iman ettiler. Bu husus, Kur’an-ı Kerim’in Cin Suresi’nde bildirilmektedir. Bu hadiseden sonra Mekke’ye yürüdüler. Karanlıkda şehre girdiler. Birkaç ay Mekke’de çok sıkıntılı geçti. Her taraf düşman idi. Gidecek bir yer yoktu. Doğruca amcası Ebu Talib’in kızı Ümm-i Hani’nin Ebu Talib mahallesinde bulunan evine geldi. Ümm-i Hani o zaman iman etmemişti.

Resulullah, o gün çok incinmişti. Abdest alıp, Rabbine yalvarmaya, af dilemeye, kulların imana gelmesi, saadete kavuşmaları için dua etmeye başladı. Çok yorgun, aç ve üzüntülü olduğu halde hasır üzerine uzanıp uyuyakaldı.

O anda Cebrail aleyhisselam gelip, Allahü tealanın daveti üzerine Muhammed aleyhisselamı Miraç’a götürdü. Gökleri aştı, cenneti, cehennemi, Arş’ı, Kürsi’yi gördü. Allahü tealayı da görüp konuştu.

Hicret’ten bir yıl önce Receb ayının 27’sinde Cuma gecesi vuku bulan bu mucizeye Peygamberimizin “aleyhisselam” Miracı denir. Resul “aleyhisselam”, Miraca; ruh ve bedeni ile uyanıkken çıktı ve “Beden ile gittim” buyurdu. Peygamberimiz aleyhisselama Miraç gecesinde nice ilahî hakikatler gösterildi ve beş vakit namaz bu gecede farz kılındı. Miraç, Kur’an-ı Kerim’in İsra Suresi’nde ve hadis-i şeriflerde bildirilmektedir.

Peygamberimizin “aleyhisselam”, Taif’ten Mekke’ye döndükten sonra da müşriklerin şiddetle karşı çıkmalarına ve istememelerine rağmen bütün güçlüklere ve sıkıntılara katlanarak insanları İslama davet etti. Mekke her yıl hac mevsiminde uzaktan, yakından gelenlerle dolup taşardı. Peygamber efendimiz bu mevsimde kurulan panayırlara gider, Mekke’ye gelen Arap kabilelerine İslamı anlatır ve onları imana davet ederdi. Müşrikler ise hep mâni olmak için uğraşırlardı.