HAKÎKÎ MÜSLİMÂN NASIL OLUR? - kainatingunesi.com

HAKÎKÎ MÜSLİMÂN NASIL OLUR?

Nasihatlerin birincisi, Ehl-i sünnet âlimlerinin, kitaplarında bildirdiklerine göre, îtikadı düzeltmektir. Bu âlimler, kitaplarında Eshâb-ı kirâmdan işittiklerini bildirmişler, kendi kafalarından hiçbirşey yazmamışlardır. Cehennemden kurtulan, yalnız bu âlimlere tâbi olanlardır. Allahü teâlâ, o büyük insanların çalışmalarına, bol bol mükâfât versin! Dört mezhebin ictihâd derecesine yükselmiş âlimlerine ve bunların yetiştirdikleri büyük âlimlere (Ehl-i sünnet) âlimi denir. Îtikatı (Îmanı) düzelttikten sonra, şeriate uymak, yâni fıkh kitaplarının bildirdiği ibâdetleri öğrenmek ve yapmak ve yasak ettiklerinden kaçınmak lâzımdır. Beş vakit namazı, üşenmeden, gevşeklik yapmadan, şartlarına ve tâdîl-i erkâna dikkat ederek kılmalıdır. Nisap miktârı malı ve parası olan, zekât vermelidir. İmâm-ı a’zam buyuruyor ki, (Kadınların süs olarak kullandıkları altın ve gümüşün de zekâtını vermek lâzımdır.)

Kıymetli ömrü, lüzûmsuz mubâhlara bile harcamamalıdır. Haram ile geçirmemek, elbette lâzımdır. Tegannî ve şarkı ve çalgı âletleri ile meşgûl olmamalı, bunların nefse verecekleri lezzete aldanmamalıdır. Bunlar bal karıştırılmış, şekerle kaplanmış zehir gibidir.

(Gîbet) etmemelidir. Gîbet haramdır. [Gîbet, bir müslümanın veya zimmînin gizli bir kusurunu, arkasından söylemektir. Harbîlerin ve bid’at sahiplerinin, mezhepsizlerin ve açıkça günah işliyenlerin bu günahlarını ve zulmedenlerin ve alış verişte aldatanların bu fenalıklarını duyurarak, müslümanların, bunların şerrinden sakınmalarına yardım etmek ve müslümanlığı yanlış söyliyenlerin ve yazanların bu iftirâlarını herkese söylemek lâzımdır. Bunları söylemek, gîbet olmaz (Redd-ül muhtâr: 5-263).]

(Nemîme) yapmamalı, yâni müslümanlar arasında söz taşımamalıdır. Bu iki günahı işliyenlere çeşidli azâblar yapılacağı bildirilmiştir. Yalan söylemek ve iftirâ etmek de haramdır, sakınmak lâzımdır. Bu iki fenalık, her dinde de haram idi. Cezâları çok ağırdır. Müslümanların ayblarını örtmek, gizli günahlarını yaymamak ve kusurlarını afetmek çok sevaptır. Küçüklere, emir altında bulunanlara [zevceye, çocuklara, talebeye, askere, işçiye] fakirlere merhamet etmelidir. Kusurlarını yüzlerine vurmamalıdır. Olur olmaz sebeplerle o zevallıları incitmemeli, dövmemeli ve sövmemelidir. Hiç kimsenin dînine, malına, canına, şerefine, nâmusuna saldırmamalı, herkese ve hükûmete olan borcları ödemelidir. Rüşvet vermek ve almak haramdır. Yalnız, zâlimin zulmünden kurtulmak için ve ikrâh, tehdîd edilince vermek, rüşvet olmaz. Fakat bunu da almak haram olur. Herkes, kendi kusurlarını görmeli, Allahü teâlâya karşı yaptığı kabahatleri düşünmelidir. Allahü teâlânın, kendisine cezâ vermekte acele etmediğini, rızkını kesmediğini bilmelidir. Ananın, babanın, hükûmetin, şeriate uygun emirlerine itaat etmeli, şeriate uygun olmayanlara isyân etmemeli, karşı gelmemeli, fitneye sebep olmamalıdır. [Kısacası, hakîkî müslüman, medenî, ilerici insandır. (Mektûbât-ı Mâsumiyye) ikinci cilt, 123.  mektûba bakınız!]

Îtikatı düzelttikten ve şeriatin emirlerini yaptıktan sonra, bütün zamanları, Allahü teâlânın zikri ile geçirmelidir. Zikre büyüklerin bildirdiği gibi, devam etmelidir. Zikre, yâni kalbin, Allahü teâlânın ismini (Sıfât-ı zâtiyye)sini hâtırlamasına, anmasına mani olan herşeyi, kendine düşman bilmelidir. Şeriate ne kadar çok yapışılırsa, Onu anmanın lezzeti artar. Şeriate uymakta, gevşeklik, tenbellik arttıkca, o lezzet de azalır ve kalmaz olur. İslâm düşmanlarının yalanlarına, iftirâlarına aldanıp da, onların tuzaklarına düşmemeye çok dikkat etmelidir.

İhlâs ile yapılmayan ibâdetin faydası olmaz, sevabı olmaz. (İhlâs), herşeyi yalnız Allah rızası için yapmaktır. İhlâs, Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyi sevmemekle, yalnız Onu sevmekle, kendiliğinden hâsıl olur. Kalbin yalnız Onu sevmesine (Kalbin tasfiyesi), (Kalbin itmînânı) veya (Fenâ fillâh) denir. Kalbin itmînâna kavuşması, ancak Onu çok hâtırlamakla, büyüklüğünü, nîmetlerini düşünmekle olacağını, Ra’d sûresinin yirmisekizinci âyeti bildirmektedir. İnsanda, akıl, kalb ve nefis denilen üç kuvvet vardır. Aklın ve nefsin yeri dimâgdır. Kalbin yeri yürektir. Akıl, mektep dersleri, fen bilgileri, sanat hesapları, mal sahibi olmak, âhireti kazanmak yolları gibi şeyleri düşünür. İsterse düşünür. İstemezse düşünmez. Aklın bu düşünceleri ve insanın bunlara kavuşmak için çalışması câizdir. Hattâ, çok sevap olur. Bunların kalbe sirâyet etmeleri zararlıdır. Nefis, dâimâ haramları, zararlı şeyleri yapmağı düşünür. Kalbin kendinde hiç düşünce yoktur. Onu aklın ve nefsin ve his uzvlarından dimâga ve dimâgdan kalbe ulaşan haram şeylerin düşünceleri gelerek, hasta yapar. Kalbi bu hâtaralardan kurtarmak gücdür. Bu düşünceler gelmezse Allahü teâlâyı hâtırlar, düşünür. Yâni kalb, hiç düşüncesiz kalmaz. Kalbin Allahü teâlâyı hâtırlaması, ismini çok söylemekle veya bir Velîyi severek görmekle olur. Bir Velîyi bulamazsa, ismini işittiği bir Velînin hayatını okuyup öğrenir, onu çok sever. Ona (Râbıta) yapar. Yâni hep onu düşünür. Bir Velîyi görmek, Allahü teâlâyı hâtırlamaya sebep olacağı hadis-i şerifte bildirilmiştir.