İÇERİ GEL - kainatingunesi.com

“Hazreti Mu’înüddîn”, bu sesi duyduğunda,
Bambaşka bir hallere, giriverdi o anda.

Ağlayıp, gözlerinden, gözyaşları dökerek,
İlerledi Ravda’ya, salevât getirerek.

Ravda’nın kapısında, edeb ile beklerken,
(İçeriye gel!) diye, bir ses duydu türbeden.

Girdi mahcûb bir halde, duyunca bu nidâyı.
Görmekle şereflendi, “Resûl-i kibriyâ”yı.

Peygamber Efendimiz, buyurdu ki o anda:
(Git ve benim dînime, hizmet et Hindistân’da.

Orada, evlâdımdan Hüseyin adlı bir zât,
Küffârla savaşırken, şehîd düştü şu saat.

Nerdeyse bu memleket geçecek kâfirlere.
Durma, hemen bu günden, hareket et o yere.

Sen oraya varınca, mağlûb olur o küffâr.
İslâmın nûru ile, aydınlanır o diyâr.)

Sonra da bir “Nar” verip, buyurdu ki: (Al bunu.
Buna bakıp, anlarsın Hindistân’ın yolunu.)

O Resûl’ün elinden aldığında o “Nar”ı,
Gördü onun üstünde, nehirleri, dağları.

Bir fâtiha okuyup, Peygamberin rûhuna,
Çıktı kırk kişi ile, Hindistân’ın yoluna.

Dağları, tepeleri sür’atlice aştılar.
Nihâyet selâmetle, “Ecmir”e ulaştılar.

Daha sonra orada, satın alıp bir “İnek”,
Keserek, yaparlardı etinden her gün yemek.

İneğe taptığından o yerdeki ahâli,
Toplandılar meydana, öğrenince bu hâli.

Taş ile sopaları alarak ellerine,
Saldırdılar hep birden, onların üzerine.

“Mu’înüddîn-i Çeştî”, yerden toprak alarak,
Saçtı o kâfirlere, duâlar okuyarak.

O topraktan, onlara isâbet ettiğinde,
Her biri “Taş” kesilip, kala kaldı yerinde.

Bir santim yürümeye, olmadı mecâlleri.
Aslâ gidemediler, ne ileri, ne geri.

Âciz kalıp döndüler, mecbûren yerlerine.
Arz ettiler bu hâli, meşhur “cinnîler”ine.

Onu, kendilerine, yeni başkan seçtiler.
Mü’minlere bir daha, saldırıya geçtiler.

Lâkin o “Cin” görünce, bir an “Onun Nûr’u”nu,
Yaprak gibi titreme kapladı vücûdunu.

Sonra gelip hürmetle, kapandı ayağına.
Ve onun huzûrunda, derhal geldi “îmân”a.

Diğerleri dönerek, hükümdâra geldiler.
Gördükleri bu hâli, ona haber verdiler.

O müşrik hükümdâr da, kaldı hayret içinde.
Çok meşhur biri vardı, “Sihirbâzlık” işinde.

İsmi “Ecipal” olup, bu idi yalnız işi.
Öyle meşhur idi ki, dünyâda yoktu eşi.

Hükümdârın ümîdi, bunda idi nihâyet.
O dahî, kendisine güvenirdi begâyet.