İmanın Şartları (6) KAZA ve KADERE İNANMAK - kainatingunesi.com

İmanın   Şartları (6)

KAZA ve KADERE İNANMAK

KADER ve KAZA

İnanılması lazım olan altı temel şeyden altıncısı; “Kadere, hayır ve şerlerin Allahü tealadan olduğuna inanmaktır.” İnsanlara gelen hayır ve şer, fayda ve zarar, kazanç ve ziyanların hepsi Allahü tealanın taktir etmesi iledir. Kader, bir çokluğu ölçmek, hüküm ve emir demektir. Çokluk ve büyüklük manasına da gelir.

Allahü tealanın bir şeyin varlığını dilemesine (kader) denilmiştir. Kaderin, yani varlığını dilediği şeyin var olmasına da (kaza) denir. Kaza ve kader kelimeleri, birbirlerinin yerine de kullanılır. Buna göre kaza demek, ezelden ebede kadar yaratılmış ve yaratılacak şeyleri, Allahü tealanın ezelde dilemesidir. Bütün bu eşyanın, kazaya uygun olarak, daha az ve daha çok olmayarak yaratılmasına (kader) denir. Allahü teala, olacak her şeyi ezelde sonsuz öncelerde biliyordu. İşte bu bilgisine; kaza denir.

Bu varlıklar, o kazadan meydana gelmiştir. Bu ilme uygun olarak, eşyanın var olmasına (kader) denir.

Kadere iman etmek için, iyi bilmeli ve inanmalıdır ki; Allahü teala, bir şeyi yaratacağını ezelde irade etti, diledi ise, az veya daha çok olmaksızın, dilediği gibi var olması lazımdır. Olmasını dilediği şeylerin var olmaması ve yokluğunu dilediği eşyanın var olması imkânsızdır.

Kaza ve kader, zeki insanların zihinlerinin en çok takıldığı bir bilgidir. Bu takıntılar, kaza ve kaderi iyi anlamamaktan ileri gelmektedir. Kaderin ne demek olduğu iyi anlaşılırsa, hiçbir kimsenin şüphesi kalmaz ve imânı kuvvetli olur.

Âlemlerin yaradanı, yarattığı ve yaratacağı şeylerin hepsini ezelden ebede, zerreden Arş’a kadar hepsini, maddeleri, manaları, bir anda ve bir arada bilir. Her şeyi yaratmadan önce biliyordu. Her şeyin iki türlü varlığı olur. Biri ilimde varlık; ikincisi de hariçte olan maddeli varlıktır. İslam âlimlerinden İmam-ı Gazali, bunu bir misal ile şöyle anlatmıştır: “Bir mühendis mimar yapacağı bir binanın şeklini, her yerini, önce zihninde tasarlar. Sonra zihnindeki bu resmi, kâğıda çizer. Sonra bu planı, mimara ve ustalara verir. Bunlar da, bu plana göre binayı yapar. Kâğıttaki plan, binanın ilimdeki varlığı demektir ve zihinde tasavvur edilerek çizilen şeklidir. Buna ‘İlmî, zihnî, hayalî varlık’ isimleri verilir. Kereste, taş, tuğla ve harçtan yapılan bina da hariçteki varlıktır. Mühendis mimarın zihninde tasavvur ettiği şekil, yani bu şekle olan bilgisi, binaya olan kaderidir.”

Kaza ve kader bilgisi karışık olduğundan okuyanlarda, birtakım yanlış fikirler, vehimler ve hayaller oluşabilir. Bunun için İslam âlimleri, kaza ve kaderi çeşitli şekillerde anlatmışlardır. Böylece okuyan ve dinleyenler, sözlerin gelişine ve şekline göre, tariflerin birinden faydalanabilir ve şüpheye düşmekten kurtulurlar.

Kader; ilerde yaratılacak şeyleri, Allahü tealanın ezelde bilmesidir.

Allahü teala, her şeyi, kudreti ve ilmi ile yaratıyor. İşte kader, bu ilimdir. Kader; hiçbir şey yaratılmadan önce Allahü tealanın ilim sıfatının mahluklara olan bağlılığıdır.

Kaderin iyisi, kötüsü, tatlısı, acısı, hep Allahü tealadandır. Çünkü kader, bildiği şeyleri yaratmak demektir.

İRADE-İ KÜLLİYYE = Allahü teala, dilediğini   yaratır

Bütün hayvanların, bitkilerin, cansız varlıkların, katıların, sıvıların, gazların, yıldızların, moleküllerin, atomların, elektronların, elektromagnetik dalgaların, kısaca her varlığın hareketi, fizik olayları, kimya tepkimeleri, çekirdek reaksiyonları, enerji alışverişleri, canlılardaki fizyolojik faaliyetler, her şeyin olup olmaması, kulların iyi ve kötü işleri, dünyada ve ahirette, bunların cezasını görmeleri ve her şey ezelde Allahü tealanın ilminde vardı. Bunların hepsini ezelde biliyordu. Ezelden ebede kadar olacak eşyayı, özellikleri, hareketleri, olayları, ezelde bildiğine uygun olarak yaratmaktadır. İnsanların iyi ve kötü bütün işlerini, Müslüman olmalarını, küfürlerini, istekli ve isteksiz bütün işlerini Allahü teala yaratmaktadır. Yaratan, yapan yalnız Odur. Sebeplerin meydana getirdiği her şeyi yaratan Odur. Her şeyi bir sebeple yaratmaktadır.Mesela ateş yakıcıdır. Halbuki yakan Allahü tealadır. Ateşin yakmakla hiçbir ilgisi yoktur. Fakat âdeti şöyledir ki: Bir şeye ateş dokunmadıkça, yakma fiilini yaratmaz. Ateş, tutuşma sıcaklığına kadar ısıtmaktan başka bir şey yapmaz. Organik cisimlerin yapısında bulunan karbona, hidrojene, oksijenle birleşmek ilgisi veren, elektron alışverişlerini sağlayan ateş değildir. Doğruyu göremeyenler, bunları ateş yapıyor sanır. Yakan, yanma tepkisini yapan ateş de değildir. Oksijen de değildir. Isı da değildir. Elektron alışverişi de değildir. Yakan, yalnız Allahü tealadır. Bunların hepsini yanmak için sebep olarak yaratmıştır. Bilgisi olmayan kimse ateş yakıyor sanır. İlkokulu bitiren bir kimse “ateş yakıyor” sözünü beğenemez. Hava yakıyor der. Ortaokulu bitiren de bunu kabul etmez. Havadaki oksijen yakıyor der. Liseyi bitiren, yakıcılık oksijene mahsus değildir. Her elektron çeken element yakıcıdır der. Üniversiteli ise madde ile birlikte enerjiyi de hesaba katar. Görülüyor ki; ilim ilerledikçe, işin içyüzüne yaklaşılmakta, sebep sanılan şeylerin arkasında, daha nice sebeplerin bulunduğu anlaşılmaktadır. İlmin, fennin en yüksek derecesinde bulunan, hakikatleri tam gören peygamberler ve o büyüklerin izinde giderek, ilim deryalarından damlalara kavuşan İslam âlimleri, bugün yakıcı, yapıcı sanılan şeylerin, aciz, zavallı birer vasıta ve mahluk olduklarını, hakiki yapıcının, yaratıcının araya koyduğu sebepler olduklarını bildiriyor. Yakıcı Allahü tealadır. Ateşsiz de yakar. Fakat ateş ile yakmak âdetidir. Yakmak istemezse ateş içinde de yakmaz. İbrahim aleyhisselamı ateşte yakmadı. Onu çok sevdiği için âdetini bozdu. Nitekim ateşin yakmasını önleyen maddeler de yaratmıştır. Bu maddeleri kimyagerler bulmaktadır.

Allahü teala dileseydi, her şeyi sebepsiz yaratırdı. Ateşsiz yakardı. Yemeden doyururdu. Uçaksız uçururdu. Radyosuz uzaktan duyururdu. Fakat lütuf ederek, kullarına iyilik ederek, her şeyi yaratmasını bir sebebe bağladı. Belirli şeyleri, belli sebeplerle yaratmayı diledi. İşlerini, sebeplerin altında gizledi. Kudretini sebepler altında sakladı. Onun bir şeyi yaratmasını isteyen o şeyin sebebine yapışır, o şeye kavuşur. Lambayı yakmak isteyen kibrit kullanır. Zeytinyağı çıkarmak isteyen baskı aleti kullanır. Başı ağrıyan aspirin kullanır. Cennete gidip sonsuz nimetlere kavuşmak isteyen İslamiyete uyar. Kendine tabanca çeken ölür. Zehir içen ölür. Terli iken su içen hasta olur. Günah işleyen, imanını gideren de cehenneme gider. Herkes hangi sebebe kavuşursa, o sebebin vasıta kılındığı şeye kavuşur. Müslüman kitaplarını okuyan Müslümanlığı öğrenir, sever, Müslüman olur. Dinsizlerin arasında yaşayan, onların sözlerini dinleyen, din cahili olur. Din cahillerinin çoğu kâfir olur. İnsan hangi yerin vasıtasına binerse oraya gider.

Allahü teala, işleri sebeplerle yaratmamış olsaydı, herkes, her şeyi Allahü tealadan ister, hiçbir şeye başvurmazdı. Böyle olunca, insanlar arasında amir, memur, işçi, sanatkâr, talebe, hoca ve nice insanlık bağları kalmaz, dünya ve ahiretin nizamı bozulurdu. Güzel ile çirkin, iyi ile fena ve itaat eden ile asi arasında fark kalmazdı.

Allahü teala dileseydi âdetini başka türlü yapardı. Her şeyi o âdetine göre yaratırdı. Mesela dileseydi kâfirleri, dünyada zevk ve sefasına düşkün olanları, can yakanları, aldatanları cennete sokardı. İmanı olanları, ibadet edenleri, iyilik yapanları cehenneme sokardı. Fakat ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler böyle dilemediğini göstermektedir.

İRADE-İ CÜZ’İYYE =  İnsan, istediğini yapamaz ve yaratamaz  

İnsan her şeyi dileyip yapamaz, yaratamaz. İnsanların istekli ve isteksiz her işini, bütün hareketlerini yaratan Allahü tealadır. Kulların istekli hareketlerini, işlerini yaratmak için, onlara irade (istek), dileme vermiştir. Kul dilediklerinin oluşmasını, gerçekleşmesini isteyince, Allahü teala da dilerse o işi yaratır. Kul istemezse, Allahü teala da dilemezse o şeyi yaratmaz. O şey, yalnız kulun dilemesi ile de yaratılmaz. Allahü teala dilerse yaratır. Kullarının istekli işlerini yaratması, ateş değmezse yakmağı yaratmaması gibidir. Bıçak değince kesmeği yaratmaktadır. Kesen bıçak değildir, Odur. Bıçağı, kesmek için sebep kılmıştır. Demek ki kulların istekli hareketlerini, onların ihtiyar etmeleri (seçmeleri), dilemeleri sebebi ile yaratmaktadır. Fakat tabiattaki hareketler, kulların ihtiyar etmelerine bağlı değildir. Bunlar, yalnız Allahü teala dileyince başka sebeplerle yaratılmaktadır. Her şeyin; güneşlerin, zerrelerin, damlaların, hücrelerin, mikropların, atomların, maddelerin özelliklerini, hareketlerini yaratan yalnız Odur. Ondan başka yaratıcı yoktur. Ancak, cansız maddelerin hareketleri ile insan ve hayvanların istekli hareketleri arasında şu ayrılıklar vardır: Kullar dileyince, O da dilerse kulu harekete geçiriyor ve yaratıyor. Kulun hareket etmesi kulun elinde değildir. Hatta nasıl hareket ettiğinden haberi bile yoktur. İnsanın her hareketi, birçok fizik ve kimya olayı ile hasıl olmaktadır. Cansızların hareketlerinde ihtiyar etmek, istemek yoktur. Ateş değdiği zaman yanmanın yaratılması, ateşin dilemesi ile değildir.

Sevdiği, acıdığı kullarının iyi, faydalı isteklerini, O da ister ve yaratır. Bunların kötü ve zararlı isteklerini, O da istemez ve yaratmaz. Bu kullarından hep iyi, faydalı işler hasıl olur. Bunlar, birçok işinin hasıl olmadığını düşünmüş, anlamış olsalardı hiç üzülmezlerdi. Allahü teala, insanların istekli işlerini, onların irade etmelerinden sonra yaratmayı, ezelde irade etmiş, böyle olmasını dilemiştir. Ezelde böyle dilemeseydi, istekli hareketlerimizi de, biz istemeden, hep O zorla yaratırdı. İstekli işlerimizi de biz istedikten sonra yaratması, ezelde, böyle istemiş olduğu içindir. Demek ki Onun iradesi hakim olmaktadır.

Kulların istekli hareketleri iki şeyden meydana gelmektedir: Birincisi, kulun irade ve kudreti iledir. Bunun için kulun hareketlerine (kesb etmek), yani edinmek denir. Kesb; insanın sıfatıdır. İkincisi, Allahü tealanın yaratması, var etmesi iledir. Allahü tealanın emirleri, yasakları, sevaplar vermesi ve azaplar yapması, insanda kesb bulunduğu içindir. Saffat Suresi’nin doksan altıncı ayet-i kerimesinde “Allahü teala sizi yarattı ve işlerinizi yarattı” buyruyor. Bu ayet-i kerime, insanlarda kesb; yani hareketlerinde, (irade-i cüz’iyye) bulunduğunu göstermektedir. Cebir (zorlama) olmadığını açıkça ispat etmektedir. Bunun için (insanın işi) denilmektedir. Mesela Ali vurdu, kırdı denir. Bu durum ayrıca, her şeyin kaza ve kaderle yaratıldığını belli etmektedir.

Kulun işinin yapılmasında, yaratılmasında, önce kulun bu işi irade etmesi lazımdır. Bu isteğe (Kesb) denir. İslam âlimlerinden Amidi merhum “Bu kesbin, işlerinin yaratılmasında sebep olduğunu, tesir ettiğini” bildiriyor. Bu kesbin, ihtiyari olan işin yaratılmasına tesiri olmaz demek de zarar vermez. Çünkü, yaratılan iş ile kulun istediği iş başka değildir. Demek ki kul her istediğini yapamaz. İstemedikleri de olabilir. Kulun her istediğini yapması ve her istemediğinin olmaması, kulluk değildir. Uluhiyette, ilah olmaya kalkışmaktadır. Allahü teala ihsan ederek, acıyarak, kullarına muhtaç oldukları kadar ve emirlere, yasaklara uyabilecek kadar kudret ve kuvvet, yani enerji vermiştir. Mesela, sıhhati ve parası olan kimse ömründe bir kere hacca gidebilir. Gökte Ramazan hilalini görünce, her sene bir ay oruç tutabilir. Yirmi dört saatte beş vakit farz olan namazı kılabilir. Nisap miktarı malı, parası olan, bir hicri yıl sonra bunun kırkta bir miktarı altın ve gümüşü ayırıp Müslümanların fakirlerine zekât verebilir. Görülüyor ki; insan kendi istekli işlerini isterse yapar, istemezse yapmaz. Allahü tealanın büyüklüğü buradan da anlaşılmaktadır.

Bir işi yapıp yapmamaya gücü yetmeye (Kudret) denir. Yapmayı veya yapmamayı istemeye irade (Dilemek) denir. Bir işi kabul etmeye veya karşı gelmeye rıza (Beğenmek) denir. İşin yapılmasına tesir etmek şartı ile, irade ile kudretin bir araya gelmesine halk (yaratmak) denir. Tesirli olmayarak bir araya gelmelerine (kesb) denir. Tesir etmek ve etmemek şart olmazsa (ihtiyar) denir. Her ihtiyar edenin, halık (yaratıcı) olması lazım gelmez. Bunun gibi, her irade edilen şeyden razı olmak lazım gelmez. İhtiyar ve kesb, birlikte bulunabilir. İhtiyar, halk (yaratma) ile birlikte bulunabilir. Bunun için Allahü tealaya (halık) ve (muhtar) denir. Kula (kasib) ve (muhtar) denir. Allahü teala, kullarının taatlarını(4), günahlarını irade eder ve yaratır. Fakat taattan razıdır; günahtan razı değildir, beğenmez. Her şey Onun irade ve yaratması ile var olmaktadır. En’am Suresi’nin yüz ikinci ayet-i kerimesinde “Ondan başka ilah yoktur. Her şeyin yaratıcısı ancak Odur” buyuruyor.

MENKIBE: Azrail Aleyhisselamdan Korkmuştu

Azrail aleyhisselam, Süleyman aleyhisselamın yanına gelince, oturanlardan birine dikkatle baktı. Adam, meleğin böyle sert bakışından korktu. Azrail aleyhisselam gidince, Süleyman aleyhisselama yalvarıp rüzgâra emretmesini, rüzgârın kendisini garp, batı memleketlerinden birine götürüp, Azrail aleyhisselamdan kurtulmasını istedi. Azrail aleyhisselam tekrar gelince, Süleyman aleyhisselam o adamın yüzüne niçin sert baktığını sordu. Azrail aleyhisselam “Bir saat sonra garpta, batıda bulunan şehirlerden birinde, o kimsenin canını almak için emir olunmuştum. Onu senin yanında görünce hayretimden dikkatle baktım. Emre uyup garba gidince onu orada görüp canını aldım” dedi. Görülüyor ki; ezeldeki takdirin hasıl olması için, adam Azrail aleyhisselamdan korktu. Süleyman aleyhisselam ona itaat etti. Ezeldeki takdir, sebepler zinciri ile yerine getirildi.

Bunun için insan nerede olursa olsun, nereye kaçarsa kaçsın eceli geldi mi Allahü teala onun ruhunu alır. Çünkü insanların ne kadar yaşayacağı, Allahü teala tarafından ezelde takdir edilmiştir. Bundan dolayı ölümden hiç kimse kaçamaz ve kurtulamaz.

İMAN ve KÜFÜR BAKIMINDAN İNSANLAR

Yeryüzünde yaşayan ve kendilerine din gönderilen bütün insanlar, iman edip etmemeleri bakımından ikiye ayrılır: Mümin-Müslüman ve Kâfir. Gönderilen dinden haberi olmayan, dağ başında yaşayıp peygamberlerin getirdiklerini duyamayan kimselere mümin veya kâfir denmez. Böyle olanlar ve öğrenme imkânı olmayan insanlar, ahirette hayvanlar gibi toprak edilecektir.

  1. A) MÜ’MİN: İman eden kimse demektir. İslâm dini ile bildirilen bütün bilgilere tam ve doğru olarak inanıp da, elinden geldiği kadar bunları yapan kimseye, (Salih mü’min) Böyle olan mümin, her hareketinde İslamiyete uyar. Emirleri yapıp haramlardan sakınır. İşlerinde ve ibâdetlerinde bir kusur olursa şartlarına uygun tövbe eder. Böyle imânı olan kimse, kendisi gibi çocuklarına ve emri altında olanlara da Kur’ân-ı Kerîmi ve din bilgilerini öğretmeye çalışır. Allahü teala, salih müminden razıdır. Onun razı olduğu kimsenin yeri cennettir. İmanı doğru olan, fakat işlerinde ve ibâdetlerinde kusuru bulunan kimseye (Fasık mü’min) denir. Günahlarına tövbe edip pişman olan fasık mümini Allahü teala affeder. Müslüman olduğunu söylediği halde, imanı bozuk olan, yani Sevgili Peygamberimizin ve eshabının bildirdiği gibi inanmayan kimseye de (Sapık mü’min) veya (Ehl-i bid’at) denir. Bunun hiçbir ibâdetini Allahü teala kabul etmez ve bozuk inanışı sebebiyle cehenneme gider. Fakat cehennemde sonsuz kalmaz.

  2. B) KAFİR: İslam dini ile bildirilenlere iman etmeyen, inanmayan kimsedir. Son peygamber Muhammed aleyhisselamın peygamberliğini kabul etmeyen bütün insanlar kâfir olur. Kendilerine daha önce ilâhî bir kitap gelip ona inanmaya devam edenlere (Kitaplı kâfir) Yahudiler ve Hristiyanlar böyledir. İlâhî olan hiçbir kitaba inanmayan kimselere de (Kitapsız kâfir) denir. Komünistler, masonlar ve çeşitli putlara tapanlar böyledir. Müslüman iken dinden çıkan, yani kâfir olan kimseye (Mürted) denir. Bunun Müslüman iken yapmış olduğu bütün ibadetleri ve iyilikleri yok olur. Ahirette ona fayda vermez, tekrar Müslüman olursa affolur.Başka bir dinde olduğu veya inanmadığı halde Müslüman olduğunu söyleyen kimseye (Münafik) denir. Bu, Müslümanları aldatmak veya bir dünya menfaatine kavuşmak için Müslüman görülür. Hiçbir dinde olmadığı halde, Müslümanları dinden çıkarmak ve İslamiyeti içerden yıkmak için Müslüman gözüken kâfire de (Zındık) denir. İman ettiğini söylediği halde İslamiyete uymayan inanışları bulunan kimseye de (Mülhid) denir. Böyleleri, hakiki müminlere kâfir dedikleri için kendileri kâfir olmaktadır.