Îsâ aleyhisselâmın hikmetli sözle­rinden bâzıları - kainatingunesi.com

Îsâ aleyhisselâmın hikmetli sözle­rinden bâzıları: “Dünyâ sevgisi bütün kötü­lüklerin başıdır. Gözde bakışı, kalbde şehveti büyütür. (İnsanı aç gözlü, doymaz eder.) Yemîn ederim ki, şehvet (nefsin isteklerine uymak), sahibine uzun süren sıkıntı bırakır.” “Dünyâdan geçmeye bakın. Tâmîri ile uğraşmayın.”

“Ey âdemoğlu! Ey zayıf insan! Nerede olur­san Allah’dan kork! Dünyâda yolcu gibi ol! Mescidleri ev edin. Gözüne ağlamayı, bede­nine sabrı, kalbine tefekkürü öğret! Yarınki rızkı düşünüp üzülme! (Allahü teâlâ rızkı kendi üzerine almıştır, bunda şüphen olmasın) yoksa günaha girersin.”

“Sizden biriniz, denizin dalgaları üzerine ev yapamadığı gibi, dünyâyı da devamlı kalma yeri bilmesin.”

“Su ile ateş bir kapda durmadığı gibi, dünyâ ile âhtret sevgisi de aynı kalbde bulunmaz.”

“Dünyâyı isteyen, deniz suyu içene benzer, Ne kadar içerse, harareti o kadar artar ve niha­yet ölür.”

“Şeytan dünyâ iledir. Mekri, aldatması mal ile; tezyini (süslemesi, güzel göstermesi), hevâ (nefsin arzuları) ile; yerleşmesi de şehvetler iledir.”

“Günahlarını hatırladığı zaman ağlayana, dilini koruyana ve başını sokacak kadar evi olana müjdeler olsun.”

“Uyuyup da günahla meşgul olmayan ve günahsız olarak uyanan göze müjdeler olsun,”

Mâlik bin Dînâr anlatır: Îsâ aleyhisselâm eshâbı ile giderken, yolun kenarında bir hay­van ölüsü gördüler. Eshâbı, ne fena kokuyor dediler, Îsâ aleyhisselâm, kötü söz ve gıybet­ten onları men etmek için; “Dişleri ne kadar da beyazdır” buyurdu.

“Allahü teâlânın zikri, hatırlatıcısı olan söz­den başkasına teşekkür etmeyiniz, kalblerinizi katılaştırır. Katı, sert kalb ise, Altah’dan uzaktır, fakat uzak olduğunu bilmez. Kendinizi Rab gibi görüp, kulların günahlarına o nazarla bakma­yınız. Kendinize zayıf kullar bularak, onlara bakınız. Zîrâ insanlar, afiyet sahibi ve mübtelâ (belâ ehli) diye ikiye ayrılırlar. O hâlde belâ ehline merhamet edin ve afiyette bulunduğu­nuz için de Allahü teâlâya hamd edin.”

“Allah için amel edin (çalışın), karınlarınız (mideleriniz) için çalışmayın! Şu kuşa bakın! Karnı tok, sırtı pektir yâni rahattır. Ne tarla eker, ne ekin biçer, fakat rızkını Allah verir. Eğer bizim midemiz kuşunkinden daha büyüktür derseniz, şu yabanî büyük hayvan­lara, geyiklere, yabanî eşeklere bakınız. Hepsi de yiyor ve rahattırlar. Hiç birisi ekip biçmiyor. Rızıklarını Allah veriyor.”

“Allah katında en sevgili olan şey, sâlih kalblerdir. Allahü teâlâ, onların hürmetine dünyâyı yaşatır. Onlar bozulunca, yeryüzünü harâb eder.”

“Üç kişiye şaşarım. Dünyâyı elde etmeye çalışana şaşarım, zîrâ ölüm ona yaklaşıyor; köşkler yapana şaşarım, zîrâ kalacağı yer kabirdir; katıla katıla, ağız dolusu gülene şaşa­rım, hâlbuki önünde ateş (Cehennem) vardır.”

“Ey âdemoğlu! Çokla doymaz, aza kanâat eylemezsin. Malını, seni iyilikle anmayan için biriktirirsin; hâlbuki Rabbinin huzuruna çıka­caksın ve özür ileri süremiyeceksin. Sen sâdece midenin ve şehvetinin kulusun. Mîden ise, ancak kabre vardığında dolar. Ey âdem­oğlu! Sen topladığın malını başkasının tera­zisinde görürsün.”

“İlim öğrenen, öğreten ve öğrendiği ile amel eden kimse; göklerdeki melekler ara­sında, ulu kişi diye çağrılır, anılır.”

“Ey havariler topluluğu! Ehli olmayana hik­met, ilim söylemeyin. Hikmete, ilme hakaret etmiş olursunuz. Hikmeti, ilmi ehli olandan da esirgemeyin. Esirgerseniz, o kişelere zulmet­miş olursunuz.”

“İşler üç çeşittir: Emredilmiş, güzel seyler; saadete götürürler. Bunları yapınız. Men edil­miş, kötü işler; felâkete götürürler. Bunlardan kaçınınız. Aranızda ihtilâf ettiğiniz şeyler; bun­ların ilmini Allaha havale edip, ihtiyatlı davranınız!”

Îsâ aleyhisselâma; “Fitne bakımından insanların en şiddetlisi, zararlısı hangisidir?” dediklerinde; “Yanılan âlimdir. Çünkü âlim yanılır, ayağı kayarsa, onunla birlikte birçok kimselerin de ayağı kayar” buyurdu.

Dînini dünyâya âlet eden bozuk ilim adam­ları için buyurdu ki: “Ey kötü âlimler! Dünyâyı başınızın üzerinde tutup, âhıreti ayaklarınızın altına aldınız. Sözünüz şifâ; ameliniz, yaptığınız işler ise hastalık vericidir. Siz zakkum ağacı gibisiniz. Gören hayran olur, meyvesini yiyen ölür.”

“Kim ki faydalı ilim öğrenir, öğrendiği ile amel eder ve bunu başkalarına da öğretirse, göklerde bulunan melekler arasında hürmet ve tazimle anılır.”

“Ağaçlar çoktur, ama hepsi meyve vermez. Meyveler çoktur, ama hepsi tatlı değildir, ilim­ler çoktur, ama hepsi faydalı olmaz.”

Îsâ aleyhisselâm yolda giderken, bâzı insanlara rastladı. O kimselerin vücutları zayıf­lamış, yüzlerinin rengi gitmişti. Bu hâli gören Îsâ aleyhisselâm; “Nedir bu hâliniz? Bu hâle düşmenizin hikmetini söyler misiniz? buyurdu. Onlar da; “Cehennem ateşinin kor­kusu bizi bu hâle getirdi” dediler. Bunu işiten Îsâ aleyhisselâm; Allahü teâlâ, korkanları, selâmete erdireceğini vâd etmiştir ve bunu zât-ı ilâhîsi için bir hak saymıştır” buyurdu ve yoluna devam etti. İkinci bir grup insana rast­ladı. Onları da diğerlerinden daha çok zayıfla­mış, renkleri değişmiş bir hâlde buldu. Bunlara da; “Bu hâle gelmenizin hikmeti nedir?” diye sordu. Onlar da; “Biz Cennet’e âşıkız, onun hasretiyle bu hâle geldik” dediler, Îsâ aleyhis­selâm; “Allahü teâlâ sizin gibilerin arzu ve isteklerini vermeyi zât-ı ilâhîsi için hak kabul etmiştir” buyurdu ve yoluna devam etti. Bu defa daha da zayıflamış ve renkleri değişmiş bir gruba rastladı. “Sizlerin bu hâle gelmenizin hikmeti nedir?” diye sordu. Onlar da; “Bizler, Allahü teâlânın aşkından bu hâle geldik” deyince, Hz. Îsâ; “Siz Allahü teâlâya yakın olan kimselersiniz” buyurdu ve bu sözlerini üç defa tekrar etti.

Îsâ aleyhisselâmın havârîlerr; “İhlâs nedir?” diye suâl ettiklerinde buyurdu ki: “İşleri ve amelleri yaparken, insanların beğenmesini düşünmemek, sâdece Allahü teâlânın rızâsı için yapmaktır.” “İhlâslı kimse nasıldır?” diye sorduklarında da; “Önce Allahü teâlânın emir­lerine uyar, hukûkullaha riâyet eder, sonra da insanların haklarını gözetir. Meselâ bu kim­seye; biri dünyâya diğeri âhırete âid iki iş verilse, âhırete âid olanını yapar” buyurdu.

Îsâ aleyhisselâm; “Allahü teâlâyı, O’nun emir ve yasaklarını aranızda anlatınız. Bunlar­dan başkasıyla fazla meşgul olmayınız. Eğer böyle şeylerle çok meşgul olursanız, kalbiniz katılaşır.  Katı  bir kalb ise Allahü teâlâdan uzaktır” buyurdu.

Vehb bin Münebbih (r. aleyh) şöyle anlatır: Havariler, Hz. Îsâ’ya; “Kendileri için korku olmayan ve mahzun da olmayacak olan, Allahü teâlânın velî kulları kimlerdir?” diye sor­dular. Îsâ (a.s.) onlara şöyle cevap verdi: “İnsanlar dünyâya baktıkları (meyledip yönel­dikleri) zaman, onlar âhırete bakarlar. Kendile­rini günaha götürecek şeyi yapmazlar. Kendilerini terkedeceğini bildikleri şeyi terkederler. Onlar, hak etmeden kazandıkları dünyâ yüksekliğini bırakırlar. Onlara göre, dünyâ eskidir. Onu yenilemeye çalışmazlar. Evleri (dünyâ) harab olmuştur, tamire kalkmazlar. Dünyâ, onların kalblerinde ölmüştür. Onu canlandırmaya teşebbüs etmezler. Bilakis onlar, dünyâ ile âhıretlerini kurtarmaya, âhıretlerini mâmur etmeye, güzelleştirmeye çalışır­lar. (Dünyâyı gaye değil, âhıretleri için bir vâsıta görürler.) Onlar, fâni olan dünyâyı satıp, karşılığında baki olan âhıreti satın alırlar. Sonra dünyâ ehlinin, belâ, musîbet ve sıkıntı­lar ile yere serilmiş olduklarını görürler. Onun için, dünyânın isminden bile bahsetmeyip, âhıreti çok hatırlarlar. Onlar, Allahü teâlâyı ve O’nu anmayı severler. Allahü teâlânın kendile­rine verdiği nur ile aydınlandıkları gibi, bu nur ile etraflarını aydınlatırlar.”

Îsâ aleyhisselâm, havarilerine buyurdu ki: “Ey yeryüzünün sâlihleri! Fesat çıkarmayınız. Bir şey fesada uğradığı zaman, onu ancak sâlih, iyi olan kimseler düzeltir. Biliniz ki, sizin iki hasletiniz vardır: Birincisi, devamlı güleryüzlü olmanız, ikincisi de uyumadan sabahlamanızda.”

Îsâ aleyhisselâm; “Sağırı, dilsizi tedavi ettim. Ölüyü dirilttim. Fakat., cehl-i mürekke­bin ilâcını bulamadım” buyurmuştur. Çünkü, böyle kimse, cahilliğini ilim ve kemâl sanmak­tadır. Câhil ve ruh hastası olduğunu bilmez ki, ilâcını arasın! Ancak, Allahü teâlânın hidâyeti ile hastalığını anlayan, bu dertten kurtulabilir. “Ey havariler! Rüzgâr çok ışıkları söndür­müştür. Ucb yâni kendini ve ibâdetini beğen­mek de, çok ibâdetleri söndürmüştür, sevâblarını yok etmiştir.

“Hasta olup musibete, felâkete uğrayıp da, günahları affolacağı için sevinmeyen kimse, âlim değildir.”

“Varacağı yer âhıret iken, dünyâyı seven; bir de amel için değil de yalnız başkasına anlatmak için ilim öğrenen kimse, nasıl âlim­lerden olabilir?”

“Allah’ım! Benimle, düşmanımı sevin­dirme, dostumu mahcûb etme, ibâdetimde bana kusur ettirme. Maksadımı, dünyalık eyleme. Bana acımayanı, bana musallat etme yâ Hayyu yâ Kayyûm.”

Rivayete göre, Îsâ aleyhisselâm gördüğü bir adama; “Ne yaparsın?” diye sordu. Adam; “İbâdetle meşgul olurum” dedi. Îsâ aleyhisse­lâm; “Geçimini kim te’min eder?” diye sordu. Adam; “Kardeşim te’min eder” dedi. Îsâ aley­hisselâm; “Asıl âbid kardeşimdir desene” buyurdu.

Îsâ aleyhisselâma; “Cennet’e götürecek bir amele bizi irşâd et” dediler, Îsâ aleyhisselâm; “Hiç  konuşmayın”  buyurdu.  Onlar;  “Buna imkân yok” dediler, Îsâ aleyhisselâm; “O hâlde hayır söyleyin” dedi,

“Yalanı çok söyleyenin, güzelliği; insan­larla mücâdele edenin de mürüvveti gider. Meşgaleyi çoğaltanın vücûdu hastalanır. Ahlâkı kötü olanın da dâima canı sıkılır ve sıkıntı içinde kalır” Yahya aleyhisselâm, Îsâ aleyhisselâma; “En şiddetli şey nedir?” diye sordu, Îsâ aleyhisselâm; “Allah’ın gadabıdır” dedi. Yahya aleyhisselâm; “Allah’ın gadabına yakın olan hangisidir?” dedi. Îsâ aleyhisselâm; “Senin gadab etmen yâni insanların kızmasıdır” dedi. Yahya aleyhisselâm; “Gadabın kaynağı nedir?” diye sordu, Îsâ aleyhisse­lâm; “Böbürlenmek, bencillik, üstünlük iddiası ve kıskançlıktır” dedi.

Îsâ aleyhisselâm; “Dünyâyı kendinize efendi edinmeyin ki, o da sizi kendisine köle etmesin. Servetinizi kaybolmayacak yerde toplayın. Zîrâ dünyâ hazînelerine sâhib olanla­rın, mühtelif âfet ve felâketlerle karşılaşmala­rından korkulur. Ama, Allahü teâlânın hazînelerine sahip olanlar için, böyle bir korku bahis mevzuu değildir” demiştir.

Yine Îsâ aleyhisselâm; “Yazıklar olsun o dünyalık peşinde koşanlara, nasıl olup da o servetlerinden ayrılacaklardır. Hâlbuki onlar dün­yalığa bağlanmış, ona aldanmışlardır. Onlar ona bel bağlarken, o, onları rezîl etmiştir. Yine yazıklar olsun o dünyâya mağrur olanlara, o dünyâ, nasıl onlara hoşlanmadıkları şeyi gös­terecektir. Onları sevdiklerinden ayıracak ve mukadder akıbetlerine uğratacaktır. Düşün­cesi dünyalık, işi isyan olan kimseye yazıklar olsun.   Nasıl  olsa yarın günahları  ile rezîl olacaktır” demiştir.

Îsâ aleyhisselâm; “Ateşin yiyemediği şeyi çoğaltın” dedi. Dinleyenler, “Bu nedir?” diye sordular, Îsâ aleyhisselâm; “ikramdır” diye cevap verdi.

“Ey kötü âlimler! Namaz kılar, oruç tutar ve sadaka   verirsiniz.   Fakat  emrettiğinizi   yapmaz,   yapmadığınızı   öğretirsiniz.   Ne  çirkin hüküm veriyorsunuz. Dil ve sözünüz ile tövbe ederken, nefsinizin istek ve arzularına göre hareket edersiniz. Kalbleriniz isyanla kirlenmiş ve kararmış olduğu hâlde, vücutlarınızı sabunla yıkamak size bir fayda sağlamaz. Size hakikati söylüyorum; unu çıkarıp da kepeği içinde kalan elek gibi olmayın. Sizin yaptıkları­nız böyledir. Ağızlarınızdan hükümleri savurursunuz, gıll -u gış yâni hîle ve gizli düşmanlık içinizde kalır. Ey dünyâ kulları! Rağbet ve şeh­vetini  dünyâdan  kesmeyenler,  âhıreti  nasıl bulabilir? Size hakikati söylüyorum; kalpleri­niz amellerinize ağlar. Çünkü dışınız içinize uymuyor. Dünyâyı dilinize doladınız. Ameli ve âhıreti ise ayağınızın altına aldınız. Size doğru söylüyorum; dünyalığı mükemmel yapacağız diye, âhıretinizi kaybettiniz. Sizin için dünyâ düzeni âhıret düzeninden daha sevimli oldu. Sizden daha adî kim olabilir? Bunu bir bilsey­diniz. Yazıklar olsun size, ne vakte kadar bu karanlık içinde bocalayacak ve bu şaşkınlık içinde kalacaksınız. Sizin davetiniz dünyalığa­dır. İstediğiniz şey; dünyâ halkı, sizin için dün­yalıktan   feragat   etsin   ve   bütün   dünyâ, varlıkları ile size kalsın. Karanlıkta kalan evin damına ışık yakmakla, evin içine bir fayda olur mu? Oradan ışığın gelmesi mümkün mü? Siz de böylesiniz. Ağzınızdan ilim nurları parlar­ken, kalbleriniz karanlık içinde kıvranıyor. Ey dünyâya tapanlar, dünyânın bir gün sizi kökü­nüzden koparıp yüz üstünde sürümesi yakın­dır. Sonra sizi burnunuzun üzerine sürter, günahlarınızı boynunuza geçirir. Bir de ilminiz sizi arkanızdan iter, yalın ayak ve çıplak olarak, teker teker Allahü teâlânın huzuruna sevkeder. Orada, kötü amellerinizin cezasını size çektirir” buyurdu.

Îsâ aleyhisselâm; “Dünyâda alçak gönüllü olanlara müjdeler olsun ki, kıyamet günü onlar, kürsî sahipleridir. Dünyâda ara bulup barıştıranlara müjdeler olsun. Çünkü, kıya­mette, Firdevs Cenneti’ne onlar vâris olacaktır. Dünyâda kalbini temizleyenlere müjdeler olsun. Çünkü, kıyamet günü, Allahü teâlânın cemâline onlar bakacaklardır” buyurdu.

Îsâ aleyhisselâm; “Mahsûl; dağlarda, sert topraklarda değil, ovada, sulu ve yumuşak toprakta yetişir. Bunun gibi, hikmet de; kibirli­lerin gönüllerinde değil, mütevâzî olanların kalblerinde gelişir. Görmez misiniz? Başını tavanlara kaldıranların, başları tavana değer ve yaralanır, başını eğenlere ise tavan gölgelik yapar ve kendini korur” buyurdu.

Rivayete göre Îsâ aleyhisselâm, cüzzam hastalığından etleri dökülen, kötürüm, gözleri kör, her tarafı perişan bir adam gördü. Adam; “Kullarından çoklarını mübtelâ ettiği dertten beni koruyan Allah’a hamdederim” diyordu. Îsâ aleyhisselâm adama yaklaşarak; “Daha hangi belâ kaldı” diye kendisine sorunca, adam; “Ey Allah’ın peygamberi! Benim kal­bime yerleştirdiği marifete sahip olmayanlar­dan, ben çok daha iyiyim” dedi. Bunun üzerine Îsâ aleyhisselâm; “Doğru söylersin, elini ver” dedi. Elinden tutup dua etti. Bütün hastalıkları geçti, Îsâ aleyhisselâma arkadaş olarak, uzun müddet ibâdetle meşgul oldu.

Havariler, Îsâ aleyhisselâma; “Amellerden hâlis olanı hangisidir?” diye sorduklarında, Îsâ aleyhisselâm; “Hiç kimsenin övmesini sevip beklemeden, Allah için yapılan ameldir” buyurdu.

Îsâ aleyhisselâm; “Yarını düşünmeyin, eğer ömrünüz varda yarına ulaşacaksanız, rız­kınız da beraberinizdedir. Eğer ulaşamayacaksanız, âlemin rızkı için uğraşıp durmayın” demiştir.

Havarilere buyurdu ki:

“Dünyâyı yüzüstü bıraktım. Zîrâ benim, ne ölecek bir zevcem, ne de harâb olacak bir evim yoktur.”

Îsâ aleyhisselâm; “Başkaları ile birlikdeyken de, yalnızken de Allahü teâlâdan haya ediniz!” buyurdu.

“Kim; “La ilahe illallahü vahdehû la şerike leh. Lehül mülkü ve lehül hamdü yuhyî ve yümît ve hüve hayyün la yem üt bi-yedihil hayr. Ve hüve âlâ külli şey’in kadîr” duasını yüz defa okursa, o gün yeryüzünde hiç kimsenin ondan üstün ameli olmaz. Kıyamet günü de sevabı, diğer ibâdetlerden çok olur.”

“Her kim; “Eşhedü en la ilahe illallahü vah­dehû la şerike leh. Ehaden sameden lem yelid ve lem yûled ve lem yekûn lehû küfüven ehad” duasını yüz defa okursa, milyonlarca sevâb verilir ve o kadar günâhı defterinden silinir. Cennetteki derecesi binlerce kat yükselir. Binlerce melek dua ederler ve bu duaları oku­yanlara mağfiret dilerler.”

“Her kim; “Eşhedü en la ilahe illallahü vah-dehû la şerîke leh. Lehül mülkü ve lehül hamdü yuhyî ve yümît ve hüve hayyün la yemût bi yedihil hayr. Ve hüve âlâ külli şey’in kadir” duası­nı yüz defa okursa, bir Melek o kulun duasını, Melik, Celil ve Cebbar olan Allahü teâlâya ar-zeder. Allahü teâlâ, bunu okuyan kuluna rah­met nazarı ile bakar. Allahü teâlânın rahmet nazarı ile baktığı kimse ise bedbaht olmaz.”