İSLÂMIN ŞARTLARI - kainatingunesi.com

1- İslâmın şartlarından birincisi (Kelime-i şehâdet getirmekdir). Kelime-i şehâdet getirmek demek, (Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh) söylemek ve mânâsına kalb ile inanmakdır. Kelime-i şehâdetin manası, (Yerde ve gökde, Ondan başka, ibâdet edilmeğe hakkı olan ve tapılmağa lâyık olan hiçbir şey ve hiçbir kimse yokdur. Hakîkî ma’bûd ancak, Allahü teâlâdır ve Abdüllahın oğlu Muhammed adındaki zât-i âlî, Allahü teâlânın kulu ve resulüdür, ya’nî Peygamberidir), demektir. O halde Kelimeyi şehâdet getirmek, imân etmek olduğundan , islâmın ilk şartı da iman etmektir.

2- İslâmın beş şartından ikincisi, hergün beş kere (Vakti gelince, nemâz kılmakdır). Her müslümânın, her gün, vakitleri gelince, beş kerre nemâz kılması ve herbirisini vaktinde kıldığını bilmesi farzdır. Nemâzları; farzlarına, vâciblerine, sünnetlerine dikkat ederek ve gönlünü Allahü teâlâya vererek, vakitleri geçmeden kılmalıdır. Namaz, ibadetlerin en üstünüdür, îmândan sonra, en kıymetli ibâdet namazdır. Kıyametde evvela namaz sorulacaktır. Namaz doğru ise diğerlerinin hesabı, Allahü teâlânın yardımı ile kolay geçecektir.

İbni Cevzî, (El-mugnî) ismindeki tefsîrinde buyuruyor ki, (Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” buyurdu ki, beş nemâz vakitleri gelince, melekler der ki, ey Âdem oğulları, kalkınız! İnsanları yakmak için hâzırlanmış olan ateşi nemâz kılarak söndürünüz). Bir hadîs-i şerifde, (Mü’mîn ile kâfiri ayıran fark, nemâzdır) buyuruldu. Ya’nî, mü’min nemâz kılar. Kâfir, kılmaz. Münafıklar ise, ba’zan kılar, ba’zan kılmaz. Münafıklar, Cehennemde çok acı azâb görecekdir. Beş vakit nemâzı, gevşek ve tenbel olmaksızın, ta’dîl-i erkân ile kılmalıdır.. [Nemâzı doğru ve iyi kılan bir kimse müslümândır. Nemâzı doğru kılmıyan veya hiç kılmıyan kimsenin müslümânlığı şübhelidir]. Bir kimse, nemâzı doğru ve iyi kılınca, islâm ipine yapışmış olur..] [Seâdet-i ebediyye /62]

Müfessirlerin şâhı, Abdullah ibni Abbâs “radıyallahü anhümâ” diyor ki, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” işitdim. Buyurdu ki, (Nemâz kılmıyanlar, kıyamet günü, Allahü teâlâyı kızgın olarak bulacaklardır).

Namazı cemâtla kılmalıdır. Bir kimse cemâtla iki rek’at namaz kılsa yalnız başına yirmiyedi rek’at kılsa yine cemâatle kıldığı iki rekatın sevabı ondan fazladır. Bir rivayetde yalnız başına bin rek’at namaz kılsa yine cemâtla kılınan iki rek’atın sevabı daha ziyadedir.

İmam ile beraber alınan iftitah tekbirinin sevabı hakkında Resûlullah “sallahü aleyhi ve sellem” şöyle buyurmaktadır: “Ey benim ümmet ve ashabım! yedi kat yerler ve yedi kat gökler kağıt olsa ve deryalar mürekkep olsa ve bütün ağaçlar kalem olsa ve cümle melâike katib olsa ve kıyâmete kadar yazsalar yine imam ile alınan iftitah tekbirinin sevabını yazamazlar” Bu faziletler fasık olmayan ve bid’at ehli olmayan imâmın cemâati içindir (İslâm Ahlâkı/255-259 400 )

Selef-i sâlihin (Eshâb-ı kirâm, tâbiîn ve tebe-i tabiînin) büyükleri ,cemâatin birinci tekbirini kaçıran kimseyi taziyede bulunurlardı. Eğer cemâati kaçırsa idi, taziyeleri yedi gün devam ederdi

3- İslâmın beş şartından üçüncüsü, (Malının zekâtını vermekdir). Zekâtın lügat ma’nâsı, temizlik ve övmek ve iyi, güzel hâle gelmek demekdir. Zekâtın farzı birdir O da niyyet etmektir.

İslâmiyetde zekât demek; ihtiyâcından fazla ve (Nisâb) denilen belli bir mikdârda (Zekât malı) olan kimsenin, zekât niyyetiyle malının belli mikdârını ayırıp, Kur’ân-ı kerîmde bildirilen müslümânlara, başa kakmadan vermesi demekdir. Zekât, yedi sınıf insana verilir. Bunlar da, fakirler, miskinler, zekat memurları, mükateb köleler, cihad ve hac yolunda muhtaç kalanlar, borcu olan ve ödeyemeyen müslümânlar, kendi memleketinde zengin ise de yanında mal kalmamış olan ve çok alacağı olup da alamayanlardır. Dört mezhebde de, dört dürlü zekât malı vardır. Altın ve gümüş, ticâret malları, senenin yarıdan fazlasını çayırda otlıyan dört ayaklı kasab hayvanları ve toprak mahsûlleridir. Toprak mahsûllerinin zekâtına (Uşr) denir.Yerden mahsûl alınır alınmaz uşr verilir. Diğer üç zekât malı nisâb mikdârı oldukdan bir sene sonra verilir.

Emîrülmü’minîn Alî “kerremallahü vecheh” buyuruyor ki: Resûlullah “sallallahû aleyhi ve sellem”, veda’ haccında buyurdu ki, (Malınızın zekâtını veriniz! Biliniz ki. zekâtını vermiyenlerin, nemâzı, orucu, haccı ve cihâdı ve îmânı yokdur). Ya’nî, zekât vermeği vazife bilmez, farz olduğuna inanmaz, vermediği için üzülmez, günâha girdiğini bilmezse, imânı gider. Senelerle zekât vermiyenlerin zekât borçları birikerek, bütün malını kaplar. Malı kendinin sanıp, müslümânların o malda hakkı olduğunu, hatırına bile getirmez. Kalbi hiç sızlamaz. Bu mala sımsıkı sarılmışdır. Böyle kimseler, müslimân olarak tanınır. Fekat bunlardan, îmânını kurtaran pek nâdir olur.

4- İslâmın beş şartından dördüncüsü, (Ramezân-ı şerif ayında, hergün oruç tutmakdır).

Oruç tutmağa (Savm) denir.  Savm, lügatde, birşeyi birşeyden korumak demekdır.  İslâmiyet de, şartlarını gözeterek, Ramezân ayında, Allahü teâlâ emretdiği için, hergün üç şeyden kendini korumak demekdir. Bu üç şey, yimek, içmek ve cimâ’dır

Orucun farzı üçdür: 1- Niyyet etmek. 2- Niyyeti evvel ve son vakitleri arasında yapmak, 3- İmsâk vaktinden, güneşin batmasına  kadar olan zemânda orucu bozan şeylerden sakınmakdır.

5- İslâmın beş şartından beşincisi, (Gücü yetenin, ömründe bir kerre hac etmesidir).

Haccın farzı üçdür: Bu üçünden biri yapılmazsa hac sahîh olmaz, 1- Haccı, ihrâm içinde yapmakdır. (İhram), niyyet ile birlikde (telbiyeden) ibaret olup, bazı şeyleri kendine yasak etmekdir. Alâmeti, peştemal gibi, iki beyâz bez olup, biri belden aşağı sarılır, öteki, omuzlara sarılır. İple bağlanmaz, düğümlenmez. Bunun için kuşanılan bu iki beze de ihrâm denildi. 2- Arefe günü Arafâtta, öğle ve ikindi nemazlarından sonra (Vakfe)ye durmak. 3- Kâ’be-i mu’azzamayı (Tavâf-ı ziyâret) etmekdir. Tavâf, Mescid-i hâram içinde. Kâ’be-i mu’azzama etrâfında yedi kerre dönmek demekdir

Zekat Malı Korur

Menkıbe-1 Resulullah”sallallâhü aleyhi ve sellem” ‘”Mallarınızı zekat ile koruyunuz. Hastalarınızı sadaka ile tedavi ediniz. Bela dalgalarını-Diğer bir rivayette-bela çeşitlerini dua ve tazarru’ile karşılayınız”buyurmuştur. Bunu Hasen’i Basri (rahimehullah) rivayet etmiştir. Resulullah sallallâhü aleyhi ve sellem’ Bu hadîs-i şerifi Eshabına beyan ederken, bir nasrani oradan geçiyordu. Hadis-i şerifi dinledi. Gidip malının zekatını verdi. Kendi kendine”Eğer doğru söylüyorsa ortağımda olan malıma bir zarar gelmez, korunur. O zaman, Ona iman eder, müslümân olurum. Eğer sözü yalan çıkarsa onu öldürürüm. “dedi. O sırada Mısır’a ticaret etmek için gitmiş olan ortağının bulunduğu kafileden bir mektub geldi. Hırsızlar yolumuzu kesti. Mallarımızı, develerimizi ve yanımızda olan her şeyi aldılar diye yazılı idi. Nasrani bunun üzerine:”Mallarınızı zekat ile koruyunuz….”sözü yalan çıktı diyerek, Resulullah’ı “salIallâhü aleyhi ve sellem” öldürmek niyeti ile kılıcını kuşandı. O sırada ortağından bir mektub aldı. Mektubda:”Üzülme! Ben kafilenin önündeyim. Devemin ayağı incindi, falan handa kaldım. Kafile ileri gittiler, onları eşkiya soydu. Ben bütün malımla emniyet ve selametteyim”diye yazılı idi. Nasrani mektubu okuyunca, demek ki Muhammed”sallallahû aleyhi ve sellem” doğru söylemiş. Hak Peygamberdir dedi. Resulullahın huzuruna gitti. Yâ Muhammed! “sallallâhü aleyhi ve sellem” bana İslâmı arz et, müslümân olacağım dedi. Resulullah “sallallahû aleyhi ve sellem” islâmı arz etti. Nasrani müslümân oldu. (Şir’at’ül -İslâm sf 177)

Kabul Olan Hac

Menkıbe -2 : Abdullah bin Mübarek bir sene hacca gitmişti. Hacdan sonra rüyada, meleklerin gökten indiklerini gördü, Meleklerden biri diğerine sordu:

-Bu sene kaç kişi hacca geldi?

-Altıyüzbin kişi.

-Kaç kişinin haccı kabul edildi”

-Hiçbirinin haccı kabul edilmedi. Abdullah bin Mübarek hazretleri bu cevabı işitince çok sıkıldı. Çok üzüldü.

-Çok zor iş. Altıyüzbin kul, ihtiyaç ve yalvarma ile dünyanın her tarafından hacca geldiler. Çöller ve diğer zor şartlarda bütün sıkıntılara katlandılar. Bütün yaptıkları boşa gitti. Hiçbirinin haccı kabul edilmedi, dedim. Sonra melek:

Şam’da Ali bin Muvaffak adında birisi vardı. O, hacca gelmedi. Ama, haccı kabul edildi. Altıyüzbin hacıyı o’na bağışladılar. Hepsinin haccı kabul edildi, dedi.

Uyanınca, arkadaşlarımdan ayrıldım. Şam kafilesine katıldım. Şam’a gittim, Ali bin Muvaffakın evini araştırıp, buldum. Kapıyı çaldım. Bir kimse kapıya çıktı, ismini sordum;

-Ali bin Muvaffak, ya sizin ki?

-Abdullah bin Mübarek ismini vermemle, feryad edip kendisinden geçti. Kendine gelince gördüğüm rüyayı kendisine anlattım.

-Haccının kabul edildiğini ve kendi haccı ile beraber altıyuzbin kişinin de haclarının kabul edildiğini bildirerek, bana nasıl bir hayırlı amel işlediğini anlat, dedim.

-Ben ayakkabı tamircisiydim. Otuz seneden beri hacca gitme arzusundaydım. Bu işimden otuz senedir üçyuz dirhem (1440gr.) gümüş birktirdim. Bu sene hacca gidecektim. Hanımım hamileydi. Komşunun evinden burnuna yemek kokusu geldi. Hanımım komşudan yemek istememi söyledi. Komşuya gidip, hanımımın arzusunu söyledim. Komşum ağlayarak: “Ey Ali bin Muvaffak, bizim yemeğimiz size helal değildir. Çünkü üç gündür çocuklarım bir şey yememişIerdir. Bütün Şam şehrinde bir iş bulamadım. Kimse bana iş vermedi. Ölü bir hayvan gördüm, zaruret miktarınca ondan bir parça kesip, getirdim. Ondan çocuklara yemek pişiriyorum. Size helal olmaz.”dedi. Bunu duyunca içime bir acı düştü,”Niçin Ka’beye gideyim. Benim haccım buradadır.” dedim. Hac azığım olan üçyüz dirhemi komşuma verdim.” Bunu al ve çoluk çocuğuna nafaka yap. Benim haccım da bu olsun ” dedim. Abdullah bin Mübarek ; Allahü teâlâ doğru rû’yâ gösterdi, dedi. [İslâm ilmihâli /224]